Anasayfa > Books / Kargakara > Gılgamış Destanı (Ölmek İstemeyen Büyük İnsan), Jean Bottéro

Gılgamış Destanı (Ölmek İstemeyen Büyük İnsan), Jean Bottéro

“(…)

Gılgamış’ın, ülkesine son derece yararlı, şerefli olduğu kadar sonu belirsiz ve tehlikeli de olan, ve benzer onca seferin anılarını içeren bir girişime kalkışmasının sebebi, aslında, çevresinde dolandığını gördüğü ve kendisinde bir dehşet, bir boşluk, ve insan hayatının anlamsızlığı duygusu yaratan ölümü aşmaktı. İşte bunun için koşuyordu kahramanlıklar ve zafer peşinde; ölmekten kaynaklanıyordu “üne kavuşmak” istemesi. Destan‘ın ana teması ve can damarı, kaçınılmaz ölüm, onu ilk defa böylesine kaygılandırıyordu.

(…)

(…) Uyrukları yakınınca Değnek ve Çember Cehennem’ e düşmüş ve Gılgamış bunları oradan bir türlü kurtaramamıştı. Her zamanki “hizmetkarı” Enkidu, Çember’le Değnek’i geri almak istediğini belirtince (bu ikinci kısım için gene bkz. s. 211, Akkadca çeviri), Gılgamış, ona cehennemde, korkunç Krallık’ ta yabancı biri sanılmaması, yani orada olmaması gereken
canlı bir insan etkisi yaratmaması için nasıl davranması gerektiğini öğretmişti. Bu tavsiyeleri umursamayan Enkidu Cehennem’ de, diğer ölüler gibi alıkonulmuştu. Kurtarılması (hayata dönmesi) için efendisi, tanrılar tanrısı Enlil’ e, sonra da Ay tanrısına, (Akkadlar’ın Sin dedikleri) Nanna‘ya boşuna yakarmıştı. Bilge ve hoşgörülü Enki (Ea), kısmen yerine getirmişti dileğini; Cehennem’in yüce tanrısı Nergal, ya da bir başka
versiyona göre Utu, Enkidu’nun “ruhunu” : hayaletini bir delikten çıkartarak bir an Gılgamış’la buluşturmuştu. Gılgamış artık “dostum” diye sesteneceği Enkidu’yu yeraltındaki ölülerin durumu ve kaderi hakkında sorgulamıştı kaygılı bir halde. O da ölülerin durumunun, ölmeden önceki durumlarından pek farklı olmadığını ima etmişti verdiği cevaplarda. (…)

(…)

(…) Görünüşe göre, ölünce Cehennem’e gideceğini, ve meziyetlerinden dolayı, orada en azından “kral naibi” ve “Ölülerin yüce yargıcı” olacağını açıklıyorlar kendisine; bütün bunlar, dönüşsüz bir gidişin acısını hafifletmek içindir sanki; orada eski zamanların kralları, en yüce ermişler, geçmişin en ünlü erkekleri ve kadınları arasında olacaktır. (…)”

Gılgamış Destanı (Ölmek İstemeyen Büyük İnsan), Jean Bottéro, Çev: Orhan Suda, YKY, İstanbul, 2013, s. 30-34

“(…) Atrahasis’in ya da Yücebilge’nin Şiiri (Lorsque les dieux . . . , s. 527.) Yazarı bilinmeyen, bin
iki yüz dizeden oluşan, hadkulade anlam yüklü ve o zamana kadar bilinmeyen bir sentez gücünden, denenmiş bir yaratma tekniğinden, düşünce ile dil arasında hiç rastlanrnarnış bir dengeden oluşan bu eser, insanlık “tarihi”nin, yaratılışından ve esatir çağından tarihsel çağa kadar, yani aşama aşama oluşarak ya da yenilenerek kendini uygun şartlar içinde bulduğu
noktaya kadar, olağanüstü ve ölümsüz bir tablosunu çizdi; ve bu arada, bu tablo insan varlığına, onun ihtiyaçlarına, evrenin muazzam yapısı içinde tutarlı ve gerekli bir rol oynamasına tüm anlamını veriyordu. (Lorsque les dieux … , s. 6oo.)

(…)

(…) Öte yandan iki parça halinde bulunmuş son kısım (Berlin + Londra parçaları) Enkidu’nun, umutsuzluğa kapılmış dostu Gılgamış’ın kolları arasında acı çekmeden ama vaktinden önce can verdiğini de açıkça belirtiyor. Bu üzüntü yaratan ölüm, Enkidu’nun sadece basit bir “yardımcı” olmadığını, fakat aynı zamanda çok sevgili, candan bir dost olduğunu anlatıyor, gerçekten; ilk parçalar bu dostluğun nasıl güçlendiğini, yeri doldurulamaz bir dostun ölümünün Gılgamış’ı derin düşüncelere saldığını gösteriyor:
Dostunun çürümüş cesedini kollarının arasında tutarken, bu tiksindirici ve dayanılmaz cesede parmağıyla dokunmuştu ve günün birinde öleceği ve bu iğrenç şeye dönüşeceği düşüncesini içine sindiremediği için ölümden nefret etmişti. İşte bunun içindir ki, Sedir Ormanı Serüveni’nde kavuştuğu şan ve şöhretten kaynaklanan bu gülünç yapay ölümsüzlüğü artık yeterli bulmadığından, sonunda tek başına bir başka sefere, ölümden kurtulmanın ve ebediyen yaşamanın yolunu, ölümsüz hayatın yolunu aramaya karar vermişti. (…)”

agy s. 36-43

Ninova Versiyonu (Gılgarnış destanının bugüne kadar bilinen bir tek edebi sömürüsü, (yer yer aşırı zedelenmiş) kırk beş uzun satırdan ibaret düzrnece bir “mektup” tur, “Ur (!) ve Babil
Kralı” ve ” Doğu’dan Batı’ya bütün ülkelern” yüce hükümdan sıfahyla, bilinmeyen bir kentin hükümdanna yollanmış bu mektupta, aşın ve inanılmaz bir haraç istenmektedir kendisinden. Özellikle, her renkten on bin at; “yirmi bin testi zeytinyağı, otuz bin kilo bal, seksen bin litre şarap … “; “dostum Enkidu’nun (heykelinin) göğsüne takmak için” 15 kiloluk bir albn külçesi, ve 3600 ton demir, teslimatta gecikme olduğu takdirde müthiş bir misillernede bulunulacağı belirtiliyor. Üç nüsha (I. binyılın ilk yarısı) olduğu bilinen, dolayısıyla edebi belgeler arasmda yer alan bu eser Asur kökenli olsa gerek (bkz. O. R. Gumey, A Ietter of Gılgamış, Anatolian Studies, s. 127, VII, 1957). Mektup bir suçlama izlenimi yarahyor. Belirli bir düşman hükümdarı (Babilli mi?) aklından geçiren yazar, abartmalı, tumturaklı bir üslupla, ve de dayatmalarla, bu hükümdan küçük düşürmek için onu haliayacak hem ünlü, hem zalim, hem de yüce bir hükümdardan, Gılgamış’tan daha iyisini bulamamış gibidir sanki.)

(…)”

agy s. 49

“(…)
llerle sonraki krallardan hiçbirinin
Ve hiç kimsenin asla bir benzerini yapamadığı
İştar’ın konutu Eanna’ya doğru!
Çıkıp Uruk’u çevreleyen sura
Dolaş üzerinde
Bir göz at temellerine
Seyreyle nasıl örülmüş olduğunu:
Pişirilmiş tuğladan yapılmamış mıydı (bunlar )(Pişmiş tuğla, daha yaygın kullanımı olan çiğ tuğladan daha dayanıklı, daha değerliydi. Yazar burada söylentiye kaptınyer kendini. Arkeologlar tarafından bulunmuş Uruk’un surları çiğ tuğladandı!)
Ve Yedi Bilge’nin (yedisi birden)
Atmamış mıydı temellerini (Bir söylenceye göre (Lorsque !es dieux … , s. 198), insanın ve kültürün yaratıcısı Tanrı Enki/Ea’nın yetiştirdiği ve eğittiği Teknisyen Yedi Kahraman, ya da Yedi Bilge yaşamak için gerekli ve yararlı tüm bilgileri “ülkeye” yaymışlardı. Giriştikleri her işi başarmalarını beklemek bir gelenekti.) (?)
{Kentin üç yüz hektarlık alanını
Bir o kadarlık bah]çeleri
Ve bakir toprağı kapsıyor {lştar Tapınağı)
(…)”

agy s. 64

“(…)
Gılgamış [aşk tapınağından bir Yosma’yı) (Buradan itibaren, ” ” (Akkadcada: ) fahişenin t a kendisidir e günümüzde orospular denen bir grubun simgesidir.)
Katacak yanına
Ve sen onunla birlikte
[Gideceksin ava],
Bu [er kişinin (?)] ne kadar güçlü olduğunu
[Anlatacaksın (?)] Yosma’ya.
(…)”

agy s. 72

“(…)
Avcı ile Yosma
Orada, suvatın kıyılarında
Tam iki gün beklediler
(Sonra) oraya su içmeye geldi sürü:
Geldi hayvanlar susuzluklarını gidermeye
Çölde doğup büyümüş Enkidu
Ot otluyordu
Ceylanlarla
Sürüsüyle birlikte
Suvattan karnını doyuruyordu
Su içiyordu suvattan kana kana,
Hayvanlarla birlikte.
Yosma gördü onu,
(Bu) yabani insan-yaratığı (Burada “yabani/vahşi” diye çevirdiğim sözcük, ilk insanı, “insan taslağını” tanımlamaktadır genellikle (Lorsque les dieux . . . , s. S81).
Bozkırın
(Bu) korkunç er kişisini.
“İşte of (dedi ona Avcı)
Soyun (Sözcüğü sözcüğüne “çek göğsünden dirseğini“. Göğsüne dayanmış dirseğini çekince bu giysi yere düşecek ve çırılçıplak kalacaktır.) Yosma
Göster oranı ki
Şehvete (“Senin ona verebileceğin zevk” anlamında. Dişiden alınan zevk konusunda bkz. 168.) gelsin,
Ve korkma
Bitkin düşürmekten onu (Sözcüğü sözcüğüne: “onu soluksuz bırakmak” ya da dudaklanndan uzun uzun öpmek diye anlamak gerek.)
Atılacak üstüne
Seni (böyle) çırılçıplak görünce:
Yere at giysini
Uzansın diye senin üstüne

(Enkidu aşk tuzağına düşüyor)

Ve göster (bu) yabaniye
Tüm dişiliğini.
Düşman kesilecek ona
Kendi sürüsü
O seni sevip okşarken. “
Ve Yosma başladı soyunmaya
Çırılçıplak görünmek için ona.
Ve hayvanları
ondan uzaklaştılar
Sevişmekten yorgun düşsün (diye)
Giysisini bırakıverince yere
Enkidu abandı üzerine.
Ve gösterdi Yosma
(Bu) yabaniye tüm dişiliğini
Enkidu mırıldanarak
Okşarken onu.
Kızışmış Enkidu
Tam altı gün yedi gece
Sevişti Yosma’yla!

(Ve uzaklaştılar ondan yabani hayvanları.)

Doyunca
Kadından (aldığı) zevke
Davrandı tekrar katılmak üzere sürüsüne.
Ama kaçmaya başladı ceylanlar
Enkidu’yu görünce
Gitmek istedi peşlerinden
Fakat sevişmekten (yorgun (? )) (Burada kullanılan Akkadca sözcüğün anlamı belirsiz.) düştüğü için,
Titreyen dizleri
El vermedi
HayvanZara erişmeye
Tükendiğ i için gücü kuvveti,
Koşamıyordu eskisi gibi.

(Yosma’ya bağlanıyor bu yüzden)

(Ama) olgunlaş[mıştı]:
Aklı başına gelmişti!
Gidip [otur ]du
Yosmanın ayakları dibine
Dikti gözlerini
Onun yüzüne
Anlıyordu (kendisine) söylediği (her) şeyi.
[Yosma]

(Yosma onu Uruk’a götürmeyi öneriyor. )

Şöyle dedi ona:
“Sen [ya]kışıklısın Enkidu (Bu satırın, kırılmadan dolayı zedelenmiş ilk sözcüğünün ilk hecesi başka türlü yorumlanmış: “Sen [bil]gesin, Enkidu!”, denmiş. Oysa Boğazköy’de bulunan Akkadca çeviri (1′, s. 280) bu konudaki tartışmayı gereksiz kılıyor.)
Bir tanrı gibisin!
Ne diye hayvanlarınla birlikte
Başıboş dolaşıyorsun bozkırda?
Bırak götüreyim seni
Ağıllı-Uruk’ a
Anu ile lştar’ın
Kutsal Tapınağı’na.
Orada (yaşıyor)
(En) yiğitleri bile alt eden
Bir boğa gibi güçlü Gılgamış!”

(Gılgamış’tan üstün olduğunu kanıtlamak için kabul ediyor.)

Hoşuna gidiyordu
Onun kışkırtıcı sözleri,
Sezinliyordu
Bir dosta kavuştuğunu.
Şöyle dedi Enkidu
Yosma’ya:
“Gel gidelim,
Götür beni
Anu ile İştar’ın
Kutsal Tapınağı’na.

(Yosma Gılgamış’la bir dostluk kuracağını varsayarak onu yatıştırmaya çalışıyor)

(En) yiğitleri bile alt eden
Bir boğa gibi güçlü
Gılgamış’ın (yaşadığı) yere.
Yenişeceğim onunla
Ve çet[in] bir dövüş olacak bu!
[V e haykır ]acağım Uruk’ un orta yerinde
“(En) güçlü benim” diye.
[Var]ır varmaz (oraya)
Değiştireceğim gidişatını her şeyin
Bozkırda doğan,
[(En) güçlü], (en) kuvvetli olacak!”
“[Hadi gel, gi]delim, (dedi Yosma):
[Bulalım] onu,
[Göstereceğim sana Gılgamış’ı]
(Çünkü) biliyorum
 Onun [nerede] olduğunu,
G[el] gidelim Enkidu,
Ağıllı-{Uruk]’ a
Süslü kemerler kuşanan
[Yi]ğitlerin bulunduğu yere,
He[r gün] bir bayramın kutlandığı yere,
Trampetlerin gün boyu çalındığı yere,
Güzeller güzeli
[Yosm]aların
(Şehvet dolu) çığlıklar
Attıkları yere,
(En) yaşlı kişilerin bile
Gece[leyin] yataklarını [ter lkettikleri yere!
(…)”

agy s. 74-77

“(İlk rüya)

(…)
“Ana,
Bu geceki rüyamı anlatayım sana:
Gökyüzündeki Yıldızlar
(Çevrelerken beni)
Gök’ten (inmiş) bir göktaşı
Küt diye düştü yamacıma.
Davrandımsa da yerden kaldırmaya
(Mümkünü) yoktu kaldırmamın;
Yerinden oynatmaya yeltendimse de
Kımıldatamıyordum bile!
Başına toplanmıştı Uruk’un ahalisi:
[Halk]
[Kuşatmıştı] ç[evresini];
[İtişip kakışırken (? )] [kala]balık,
[Yiğitler]
Onu (görmek için) koşuşmuştu:
[Küçük bir çoc]ukmuş gibi
Ayaklarını öpüyorlardı
[Bense] okşuyordum onu
Sanki karımmış [gibi]”.
[Sonra] ayaklarının dibine getirdim onu.
[Ve sen] [davran]dın ona
Hiç ayrım gözetmeden,
Sanki benmiş im gibi. “
(…)”

agy s. 78, 79

“(…)
“[Ana],
Bir rüya daha [gör]düm:
[Ağıllı-Uruk’ta]
Bir nacak
Konmuştu yol ortasına
Herkesin ilgisini çekmişti.
[Uruk’un] [aha]lisi başına üşüşmüştü onun;
[Halk] başına [üş]üşmüştü
[Kalaba]lık koşuşturuyordu
Onu (görmek için)
[Bense]
Ayaklarının dibine koydum onu
[(Ve) seviyordum] ve
Okşuyordum sanki karımmış gibi
[Oysa] sen
Hiç ayrım gözetmeden davranıyordun ona
Sanki benmişim gibi!”

agy s. 80

Bir anda:
[Gitmeye razı oluyor Enkidu (?)]:
Yüreğinin sesine uyarak
[ ],
[Kabul etti Enkidu]
Yosma’nın [dediklerini]!
[Yosma Enkidu’ya verdi]
Giysilerinden birini
[Ve kendi giydi(Demek ki, kadınlar iki giysi bulunduruyorlardı yanlarında.)
Diğerini

(Çobanlarm yanında konaklıyorlar)

(Sonra) bir çocukmuşçasına(? )(Çiviyazısı metinde “tanrılar gibi” deniyor; çoğu zaman taş silindir mühürler üzerinde yer alan ve bir tann tarafından bir başka tanrıya götürülmüş mührün sahibini gösteren “tanıştırma” bölümlerine atfen, “(insanları yöneten) tannlar gibi” şeklinde anlamak gerekse bile, açık seçik bir anlam çıkmıyor bundan. Metni temize çekenin bir hatası diye varsayınayı yeğledim. Eski Versiyon’a (Philadelphia, 72) tekabül eden metin daha az sorunlu değil: s. 229, n. 3′ de ve s. 281, n. l’de bu satır ile ilgili nota bkz.)
[Elinden] tutarak [yönetti onu]
[Ve götürdü]
Bir çoban kulübesine

(…)”

agy s. 82, 83

“(Düğün ve dövüş)

(…)
O sırada bir gelin yatağı (Sözcüğü sözcüğüne: evlilik tanrıçası “lşhara’nın aşk yatagı”. Bkz. Philadelphia, 192 ve devamı’yla ilgili not (s. 235). Demek ki, Enkidu’nun başkaldırmasının sebebi, düğün gecesi konusunda, kudretinin ve de özellikle ilk gece hakkının Gılgamış
tarafından kötüye kullanıldığını düşünmesidir.)
[Serilmişti orta yere]
Ve sanki bir tanrıymışçasına
Bir “kemer”(!) takmışlardı Gılgamış’ın belini?.
Ama Enkidu [aya]klarıyla tutuyordu
Düğün evinin kapısını,
Gılgamış
İçeri girmesin diye.
Kapıştılar (bu yüzden)
Kapının önünde
(…)”

agy s. 85

“(…)
[ )
Ger[ dek oda]sının
Kapısına dikilip
Sertçe yakındı
[Benim davranışımdan (?)]
(Bu bir gerçek)
(Ama) Enkidu’nun
Enkidu’nun
duygulanması ve
Gılgamış’ın
[Ne babası var ne de anası];
(Dalgalanıyordu)
[Omuzlarına dökülen (?)) saçları
Bozkırda dünyaya geldiği için
[Hiç kimse eğitmemişti onu(?)]”
(…)”

agy s. 87

“(…)
(Madem ki) dün[yaya1 gelmiştir çocuklar
[Bir şey yapmalıdırlar (?) ]”
(…)”

agy s. 88

(…)

(Ninsuna Gılgamış’ı emanet etmek için Enkidu’ya sesleniyor.)

(O sırada) Enkidu’ya seslenerek
[Mur]adını açıkladı ona:
“Ey güçlü Enkidu
Etirnden ve kanımdan değilsin
Ama şimdi
Gılgamış’ın en yakınları (Sözcüğü sözcüğüne “Gılgamış’ın hizmetkarları”: kendilerini hem bir tanrıya ve onun tapınağına “adayan”, hem de onun hizmetinde yaşayanlan belirten bir sözcük. Burada mecazi bir anlamı olduğunu varsayıyorum; herhangi bir alanda, Gılgamış’a çok yakın kişiler, hpkı anası Ninsuna gibi; Ninsuna’nın onlar adına konuşması bundan dolayıdır. Ardından, tapınağın sadece kadın hizmek.!lr!anndan söz ettiği bir gerçektir. Bu kadınlar, şu ya da bu biçimde, kendilerini genellikle Uruk’un kralına adamış değiller miydi? Ninsuna’nın kullandığı üç sözcüğün her birinin kapsamını açık seçik ayırt edemiyoruz. Sonuncusu (kökeni bilinmeyen kulmaşitu), kendi durumlan ve dinsel görevleri bakımından (ya da bu görevlere rağmen) fahişelik yapabilenleri belirtiyor. Biraz daha ileride (23 ‘) aşağı yukarı eşanlamlı bir başka sözcük kullanılmış ki bu da “tanrıların kızları” demektir.)
Rahibeler, azizeler
Ve tapınak köleleri (?) adına
Yakarıyorum sanal”
(…)”

agy 96

“(…)
Sonra Gılgamış
Dağ’ ın doruğuna çıkıp
Tütsülük un boşalttı
[Şamaş için, (ve şöyle dedi)]:
“Ey Dağ, mutluluk (Bir beklenti ayini: uğruna “yakanlmış”, yani tannlardan istenmiş ve hem belirli bir yerde elde edilmiş, hem de gerçekleşmesini engelieyebilecek kötü etkilere karşı korunmuş rüya ayini söz konusudur. Burası, “dağın” doruğudur, Şamaş’ın oturduğu ve şüphesiz, rüyayı “bağışlayacak” ve göğe daha yakın olan yerdir. Maşhatu’nun yani tütsü olarak yakılan un ya da kokulu barotun kullarulmasının sebebi budur. Enkidu’nun Gılganuş adına gerçekleştirdiği (ama ne olduğunu tam bilmediğimiz) bir ayin, yani uyuyacağı ve rüyayı göreceği sırada “onu içine kapattığı” “büyülü çember” söz konusudur. Bu “çemberler”, büyülerde ve Şeytan taşlama ayinlerinde sık sık kullanılırdı. Un, yapraklar ya da bitki sapları,
hatta sazlardan engeller kullanılırdı her türlü kötü akışkanı yok etmek için. Esip geçen
“kasırga”, istenen rüyanın olağan şartlarda gerçekleşmesi için göğün razı geldiğinin işaretidir ve bir kehanet belirtisidir (7-12, ve benzerleri).) vaat eden
Bir rüya görmemi sağla!”
(…)”

agy s. 100

“(…)

“Gö[r]düğüm [r]üya
[Şöyleydi (?) dostum]:
Derin bir [va]dideydik (?)],
[Ve Dağ]
Üzerimize yıkıldı
[Ama b]iz “sivrisinekler” misali
[Kaçışıyorduk (?)!]”
(…)”

agy s. 101

“(…)
Dostum,
Üçüncü bir rüya gördüm,
Kaygı vericiydi gördüğüm rüya:
Gök gürlüyor
Yer yerinden oynuyordu.
Fırtınadan sonra bir ölüm sessizliği (kapladı)
her yanı:
Karanlıklara büründü her yer,
Bir şimşek [ça]ktı,
Bir yangın başladı
[Ale)v alev;
Ve gökten ölüm (Başka metinlerde de rastlanan mecazi deyim: muazzam yangında kurbanlar yağmur damlaları gibi çoğalır. Bkz. s. 1 1 6: V-Uruk/ II: 7·) yağıyordu sanki.
(Sonra) kor yığını [sön]dü
Ve kül oldu!
(…)”

agy s. 104

“(…)

(Gılgamış reddediyor ve İştar’ ın isteklerini hatırlatıyor)

[Ama Gılgamış] açtı ağzını
[Sö]ze başladı
[Ve dedi kil
Prenses-İştar’ a:
“Eğer evlenirsem seninle (Bir önceki sayfada not l’e bkz.)
[Neler sun)mam [gerekecek] sana?
Güzel [kokular] ve giysiler mi?
Turfanda meyveler mi?
Bir tanrıçaya layık
Yiyecekler mi?
Ve şahane [içklilerle
Gidermek mi susuzluğunu?
[ ) mı gerekecek
[ ]?
[ ) mı vermem gerekecek (sana) ?
(Seni) bir [ ) harmaniyeyle mi
[Sarma]lamam [gerekecek]?

(Onun aldatmacaları)

[Ha]yır! İstemiyorum
[Karım olmanı] senden!
[(Çünkü) sen] soğukta [sö]nen
 [Bir sobasın (sadece)];
Sallant[ılı (?)] bir kapısın
Rüzgarlara, fırtınaya kar etme[ yen]
Çök[en] bir saraysın
[(En) yiğit [savunucularının (?) üzerine.]
Bir filsin
Koşumunu (Bir filin, yolcuları taşımasını sağlayan koşum takımı söz konusudur. Kültür bağlamında ilginç bir özelliktir bu, çünkü Hindistan’a özgü bir hayvanın Mezopotamyalılar
tarafından evcilleştirilınesinin bilindiğini varsayıyor; bundan dolayı kullanılmıştır bu imge. Mezopotamya’da ne böyle bir kullanılışın ne de böyle bir hayvanın izine rastlamış değiliz.) [yere atan];
Bir katransın
Dokunam kir[le]ten;
Şarap tulumusun
Taşıyıcısının [üstüne boşalan];
Bir kireçtaşı kütlesisin
Taş duvarı çökerten(Daha dayanıklı ve daha ağır taşlardan yapılmış bir duvara kolayca kırılabilen bir maddenin kanştırıldığını düşünmek gerek.);
Bir koçbaşısın
Dost ülkelerin surlarını(Sözcüğü sözcüğün e anlamı: “dost bir ülkenin surlarını çökerten”.) yerle bir eden;
Bir ayakkabısın
Giyenin ayağını v[ur]an!

(Ve vefasızlıkları)

Aşıkları[ n]ın bir tekini bile
[Sevmedin] ölesiye;
Gözdelerinin hiçbiri kurtulamadı
[Senin tuzaklarından)!
Gel anlatayım [sana]
Sevgililerinin(Bütün bu pasaj (42-79) için bkz. Lorsque les dieux . . . , s. 271-275.) [acıklı öyküsünü (?)]!

(…)”

agy s. 125, 126

“(…)

(Aşağılanmış ve öfkeli İştar’ın yakınması)

Bu sırada, İştar
Ağı[l]lı-Uruk’un duvarı üzerine çıkıp
Yas tuttu
Ve yakındı uzun uzun:
“Gılgamış beni aşağıladı
Gökyüzü-Bağası’nı öldürerek!”

(Enkidu İştar’ı daha beter aşağılıyor)

Ama Enkidu
İştar’ın bu sözlerini duyunca
Boğa’nın bir budunu koparıp
Onun yüzüne fırlattı (ve şöyle dedi):
“Seni de elime geçirseydim
Aynını yapar
Bağırsaklarını
Senin koliarına asardım!”

(İştar Boğa’ya ağlıyor)

Bunun üzerine İştar
Orospuları, Cariyeleri ve Yosmaları toplayıp
Boğa’nın (Tanrıça İştar’la ona bağlı olanlarm çevresinde yapılan bir ayinin olası sebepleri: Bir Akkad efsanesinde de belirtildiği gibi Erra’nın Şiiri (Tanrılar . . . , :;. 700 ve devamı; 52-58. sahrlar. VII/ IV: 9 ve s. 144’taki nota da bakınız), bu törenlerden bazılan ünlüydü ve “rezalet” diye nitelenirdi.) budu önünde
Ağıt yaktı.

(…)”

agy s. 133

“(…)

(Sonra da Yosma’ya ileniyor)

[Avcı’ya ilenincel
 [Yos]ma’ya (Yosma’ya dönerek, aslında onu vesile ederek, onun arkadaşlarına, tüm Cariyelere ve Fahişelere sesleniyor. Başka bir deyişle, Cariyeler/Odalıklar hakkındaki konuşması kısmen olumsuz (III: 10-34), kısmen de olumlu (III: 52-IV: 10) sebep-sonuç ilişkisine dayanmaktadır. “Serbest aşkı” meslek edinınişlerin hayatı hakkında çok şey ifade
eden bir tasvir var gerçekten (bkz. Mesopotamie, s. 235 ve devamı)) [da] ilenrnek
Geldi içinden.
“[Sana gel]ince, Yosma
Sonsuza dek sürüp gidecek
Bir alın yazısı
Biçeceğim sana,
Karşı konulmaz
Bir alın yazısı olacak bu.
Ve kurtulamayacaksın
Bundan.
[(Asla)] mutlu bir yuva[ n
Ol]mayacak,
[(Asla) sevip okşa1yamayacaksın (?)
[ )
[(Asla) gir1emeyeceksin
Genç kadınların [haremine)!
[İçkinin tortusuyla)
Kirlenecek [gü1zel [göğüslerin),
[ Sarhoşların kusmukları)
Bulaşacak [giysilerine )!

Bir dize zedelenmiş.(Bu zedelenmiş bölümde, bir tablet -bu kadıniann da müşterisi olan- “yargıçlara” imada bulunuyor gibi.)

[ )
[ bir çöm1Iek kırığı!
Asla güzel kokular
Sürünemeyeceksin (Sözcüğü sözcüğüne: “parlak küçük şişe”. Anlaşılmaz bir sözcük.)
Yitireceksin ne varsa elinde avucunda,
Kapı önlerinde sevişeceksin
Meskenin (Aynı parçada bir sözcük ekleniyor; kentin varoşlanndaki “çömlekçiler mahallesi
meskenin olacak.”)
Kaldırımlar olacak!
[Yapayalnız] yaşayacak,
Varoşlarda sürteceksin! (Anıınsanacağı gibi, Yaşua pasajinda (II: 15) fahişe Rahab’ın yaşadığı yer “kentin kale duvarının kıırşısındadır”, kendisi de “varoşlarda oturmaktadır”. Demek ki bu kadınlar kent dışına atılmışlardı.)
[Çalılar ve dikenler )
Kanatacak ayaklarını,
[ Sarhoşlar ve a]yyaşlar
Pataklayacaklar seni!
Arkandan küfredecekler
[Sokaklarda]!
Dam aktarıcı tıkamayacak
[Evinin (?) çatısındaki (yarıkları)]!
Baykuş yu[va] kuracak
[Evine (?)]!
Asla sofra [kurul]mayacak
[Evinde (?)]!

(…)”

agy s. 140-142

“(…)

(Pek duygulanmış olan Enkidu, Yosma’ya ilenmekten vazgeçiyor)

[“Haydi! Yosma!, (dedi)]
[Bir (başka) alın yazısı (Enkidu’nun Yosma’ya ve dolayısıyla, geleceğin tüm yosmalarına bağışladığı “alın yazısı” bir öncekini -lll: 5 ve devamı- geçersiz kılmadığı gibi, olumlu ve yararlı özelliklerle de tamamlıyor onu.) adayacağım sana].
Sana ilen[ miş olan bu dudaklar]
[Seni] kut[sa]yacak şimdi!
Prensler ve [Bey ller
Aşık[ların] olacak senin
[(Senden) on kilometre uzaktaki er kişi)(“Bir beru”, “iki beru”: bkz. s. 88, n. 3.)
Kalçasına vuracak (sabırsızlıktan):
Saçlarını başlarını yolacak birçokları
[Yirmi kilometre] uzaktan,
Ve asker, [daha fazla beklemeksizfn]
Çözecek kılıç kayışını.
Elmasa, lacivert taşına ve altına
[ Boğacaklar seni]!
Sana [paha biçilmez (Kuyumculukta özel bir altın tekniğini dile getiren bu sözcüğü “paha biçilmez” sözcüğü ile karşılıyorum.) küpeler]
Hediye edenin
Bereketli yağmurlar [(yağacak) tarlasına],
Ve dizboyu olacak ekinleri!
Tanrıların (Yer yer ve özellikle tannça İnanna/İştar (bkz. s. 133, n. 1) çevresinde kullanılan ve tüm Fahişelere ve parlak oğlanlara özgü dinsel bir uygulamaya ima olabilir.) [tapınaklarına bile]
Kabul edileceksin
Yedi çocuk anası (da) olsa
Kocalar karılarını terk edecek[ler senin uğruna]!”

(Hastalığı gittikçe artan Enkidu dehşet verici yeni bir rüya görüyor)

[Ama (?) Enk]idu
Sararıp soluyordu
[Yatağında] yapayalnız.
Yattığı [için (?)],
Dostuna [açıkladı (?)]
içinden geçenleri:

(Gılgamış’a ayrıntılanyla anlatıyor)

“[Dostum], (bu) gece
Bir rüya (daha) gördüm:
Gök [gürlüyor)
Yer de yankılıyordu bu gürlerneyi
Oysa ben,
Ayakta duruyordum onların arasında!
[Anza’ya(Anza efaanevi dev bir yırbcı kuştur: bkz. Lorsque les dieux . . . , s. 389 ve devamı.)] benzeyen,
Heybetli,
Karanlık yüzlü
[Bir yaratık (vardı)]
Elleri [aslan ayakları],
Tırnakları kartal pençesi gibiydi
[ Saçıarımdan yakalayıp)
Sımsıkı tuttu beni.
Ben kendisine vur[ mak] istedikçe
İ[p atlar] gibi sıçrıyordu;
Ama bana vurduğunda
[ ) gibi yere düşüyordum.
Ve bir yabanöküzü gibi
Tepi[niyordu] üzerimde.
Gövdemi kollarıyla sıktıkça
Boğulacak gibi oluyordum.
(Boşuna bağırıyordum:) “Kurtar beni, dostum”
diye
[Kurtaramıyordun beni]!
Korkuyordun [ )
[ )

(…)

[ )
Bir güver[cine dön]üştürdü beni.
Ve kollarım [tüylerle kaplanmıştı (?)]
Bir kuşun kanatları gibi.
[K]aptığı gibi beni
Karanlık Ev’ e, Irkalla’ya(Bütün bu pasaj (33-39) lştar’ın Cehennem’ e lnişi’ne ilişkin (bkz. Lorsque les dieux . . . , s. 319: ı-ıo) ünlü Akkadca efsanenin başında yer alıyor aynen: Irkalla Cehennem’in adlarından biriydi: bkz. s. 130, n. 1.),
İçine girenlerin bir daha
Asla çıkamadıkları Ev’ e,
İçindekilerin karanlıkta
Oturdukları,
Humustan ve kilden
Başka bir şey yemedikleri,
Giysileri, kuşlar gibi,
Tüylerle kaplı,
Asla g[ün] ışığı görmeksizin
Karanlıklara yığıştıkları
Yere götürdü
Dönüşü olmayan Yoldan.
Ve ben girince
[(Bu) toz(lu) ) [Ev’ e],
Çevremde taçlar (Öldükten sonra Ölüler Katı’nda bir araya gelmiş bu dünyanın eski hükümdarlarıyla ilgili tema, örneğin lşaya’da (xıv: 9 ve devamı, Babil Kralı hakkında) yer almaktadır. Enkidu eski yüce kişilerin hepsine rastlıyor burada; kesin anlamları bizce biJinınediği için, unvanlannı yaklaşık olarak çeviriyorum. Etana ülkenin ilk hükümdan sayılıyordu. Samukan çölde, vahşi hayvanların tanrısıydı (bkz. s. 70, n. 1), ondan burada niçin söz edildiği pek anlaşılmıyor. Enkidu’nun vahşi hayvanlar arasında geçen ilk dönemini amınsatmak için mi? Ereşkigal Cehennem Tanrıçası idi (özellikle bkz. Lorsque les dieux . . . , s. 454 ve devamı). Belit-Şeri (“Bozkır Kadını”): “bozkır” burada Cehennem’ i de simgeliyordu . Cehennemler Tanrıçası’nın “yazıcısı” bilinmeyen biri.) görebildim sadece.
Ve vaktiyle yeryüzüne egemen olmuş
(Bu) taçlı başlardan,
Anu’nun ve Enlil’in sofralarında
Izgara et yiyenlerden
Yayılan (uğultu) çalındı kulağıma;
Kuru ekmek yiyip,
Soğuk su içiyorlardı şimdi.
Ve içine girdiğim
Bu tozlu Ev’in sakinleriydi
Başpapazlar, ulu danişmend kişiler;
Büyücüler, ayinleri yönetenler,
Yüce-Tanrılar’ın aklayıcıları
Etana,
Samukan,
Cehennem [Tan]rıçası
Ereşkigal!
Elinde tuttuğu [bir tableti]
Çömeldiği yerden
Yüksek sesle okuyordu ona
Yazıcı Belit-Şeri.
[O sırada kaldırıp] başını
Bana baktı (Kraliçe)
Ve kim getirdi (buraya) bu adamı, (dedi).

(…)”

agy s. 143-147

“(…)

(Bir rüya görüyor)

[(Aynı) gece (?)) birdenbire
[Uyan)dı uykusundan: rüyasında
[ ]’lar
Kaygısız (Sözcüğü , sözcüğüne: “hayatın tadını çıkarıyorlardı (“ölümden korkan” hayalperestin aksine): Balta ve kılıçla saldıranın kim olduğu, hangi yaratıklardan söz edildiği bilinmiyar. Gılgarnış mı, yoksa bir başkası mı? Bulunduğu yer göz önünde tutulduğunda (daha sonra, kimin tarafından yorumlanıp yorumlanmadığı bilinmeyen) bu rüya, kahramanın kendilerine yakardığı iki tanrı tarafından ya seyahatinin akıbeti hakkında onu yatıştırmak ya da son başarısızlığını ona sezinletmek için gördürülmüş olabilir.) yaşıyor(lar )dı,
Yanındaki bal[ta]sına sarıldı
Vurmak için,
Ve [kılıcını]
Kının[dan] çıkarıp
{Ok] gibi daldı aralarına.
[ )’e vuruyordu
Ve [ ) kayboluyordu gözden.

(…)”

agy s. 162

“(…)

(İnsan-Akrepler)

Dorukları
 Gök kubbeye [ değen)
Ve etekleri Cehennem’ e ulaşan,
[Doğan Güneş’ini koruyucusu
İkiz-Dağlar’ a vardı[ ğındal
İnsan-Akrepler İnsan-Akrepler (Mezopotamya folklorunda sık sık rastlanan her türlü ve genellikle karmaşık canavarların bilinenlerindendi İnsan-Akrepler: bkz. örneğin, Yaratılış Destanı’ndaki (Lorsque les dieux . . . , s. 610) I. tabietin 142. dizesi. Burada, bu hayali bekçiler bir topluluk oluşturmuyor, sadece erkek ve dişiden ibaret bir çifti sirngeliyorlar. Asıl etken olan erkektir (12 ve devamı).)
Nöbet tutuyordu
Giriş kapısında:
Tüyler ürperticiydi
Görünüşleri,
Ölüm (yayılıyordu) bedenlerinden.
Dehşet verici Olağanüstü-Panltıları
Kaplıyordu (bu) Dağları;
Doğan Güneş’ i batıncaya kadar korumak için
Duruyor(lardı orada)!

(…)”

agy s. 163

“(…)

(Gılgamış yoluna devam etmeye karar verdi)

[Yüreğime çöreklenmiş umutsuzluk
Gılgamış yoluna itiyor (?) beni],
devam etmeye
karar verdi
Gılgamış yola
çıkıyor
Dondurucu soğuğa ve kız[gın sıcağa] rağmen
[ ],
[ ) yorgunluklara rağmen
[ ],
Şimdi
[Sonuna kadar (?) gideceğim]. “
(…)”

agy s. 165

“(…)
Yetmiş kilometre yol aldığında
Zifiri karanlıktı her şey
[En ufak bir ışık] yoktu:
Hiçbir şey [gör]emiyordu
[Ne önünde] ne ard[ ında]!
Seksen kilometre yol aldığında
Bağır[ma]ya başladı (Bu kaygı verici karanlığın sonunu göremeyince korkudan bağınyor elbette.):
Zifiri [karan]lıktı her şey
[En ufak bir ışı]k yoktu:
[Hiçbir şey göre]miyordu
Ne [önünde] ne ardında!
(…)”

agy s. 167

“(…)

(Tavernacı Kadın)

Deniz kıyısına yerleşmişti
Taverna{cı] Siduri (Yabancı kökenli olduğu sanılan bu sözcük (ki Akkadçada “o benim siperimdir/o bana siperdir anlamına gelir) Şi.duri diye de telaffuz edilebilir. Bu şekliyle, her şeye karışan İştar’ı adlandırır oldu daha sonraları. Bize göre, burada gizemli, başka bir deyişle, bilinmeyen bir kadın, hem de evli bir kadın söz konusu olabilir, çünkü yüzü “peçeli” dir(4); ve çiviyazısına göre, adının önünde “tanrısallığı” belirten bir işaret bulunduğu için, öte dünyaya/doğaüstü dünyaya aittir ve “tavernacı”dır: yani ikibininci yılın ortalarına kadar (sonra erkekler üstlendi bu rolü) yürürlükte olan bir geleneğe göre, halka kendi eliyle yaptığı (mesleki becerisi 3· dizede belirtiliyor) bira -ülkenin “ulusal” içkisi- sattığı bir tavernası vardır. Taverna “içki satılan” bir yer olmasının dışında, “köşe bakkalı” hizmeti de görüyordu; temel yiyecekler satılıyordu burada. Tavernacı kadınlar, sadece müşteriler hakkında değil, ülke hakkında da bilgi vermekte, başkalanndan daha yetenekliydiler. Burada, dünyanın bir ucunda, müşterileriitin kimler olduğu pek bilinmese de, bu “köşebaşı tüccar!arı”nın, efsanede yansıyan simgesidir Siduri (bkz. E. Cassin, Note sur le “Commerce de carrefour . . . “, Journal of Economic and Social History of the Orient, IV /Il, 1961, s. 164 ve devamı). Gılgamış’ı bilgilendirmek için, Siduri özellikle gerekliydi yazara; ve folklorun mantığa ihtiyaç yoktur asla.)
{ ]’da oturuyordu
{ ];
Küplü bir sehpa yapılmıştı ona
Bir de {bira fıçısı].
(…)”

agy s. 170

“(…)

(Sonunda, ölüm kapıyı çalacağına göre neye yarar bunca çaba)

Ölüm [alıp götürür (?)]
Delikanlıların en iyisini,
Genç kadınların en iyisini.
Ölüm,
Hiç kimsenin görmediği,
Yüzünü
Kims[e]nin fark etmediği
[Se]sini
[Hiç kimsenin duymadığı]
Zalim Ölüm
Yok eder insanları!
Ebediyen var olacak
Evler inşa ediyor muyuz?
Sonsuza dek geçerli
Sözleşmeler imzalıyor muyuz?
Ebediyen pay edilir mi
Bir miras?
Sonsuza dek sürer gider mi
Kin?
Irmak taşar mı
Sonsuza dek?
Birdenbire
Hiçbir şey kalmaz geriye
Akarsuya karışan susineklerinden(? ) (lrmağa karışan narin böceklerin kısacık ömürlerine bir ima.,)
Güneşi gören yüzler( den)!
Uyuyan da birdir
Ölen de!
Asla çizilmedi
Ölüm’ün sureti:
(Yine de) ezelden beri
Tutsağıdır (?) (onun), insanoğlu (Sözcüğü sözcüğüne: “ilk-insan”)!
[ ) den beri
[ ],

(…)”

agy s. 186, 187

“(…)

(Utanapişti Tufan’ın öyküsünü anlatıyor: Tufan’a nasıl karar verildi)

Bunun üzerine, Utanapişti şöyle dedi
Gılgamış’ a:
“Sana bir sır açıklayacağım
Gılgamış,
Tanrıların (Tufan’ a tanık olanların hepsi yok edildiği için, sadece tanrılar ve -sağ kalan tek kişi olarak- kendisi biliyor Tufan’ ın “sırrını”.)
Bir sırrını aniatacağım sana!
Fırat’ın [kıyısına]
Kurulmuş
Şurrupak (Sümerlerin Krallar Listesi’nde (bkz. s. 22) Tufan öncesi son hanedanın Şurrupak kenti(Babil’in güneydoğuBuna 70 km uzaklıktaki bugünkü Tell-el-Fara) hanedan olduğunu belirtiliyor; bu hanedanın ilk ve biricik hükümdarı (“Tann Tutu’nun koruduğu)UbarTutu idi. Şüphesiz bu anlamdadır ki, yazar, Tufan’ı kışkırtmak için tanrıların almış olduğu karar bu kentte verildi diyor. Utanapişti -Sümercesi Zi.u, sud.ra, bkz. s. 66, n. 3–UbarTutu’nun oğluydu (karş. 23), Liste halefi diye tarubyor onu. Enki/Ea sadece onu seçmişti Tufan’dan sonra sağ kalması için. Dolaylı ya da dolaysız, Utanapişti’nin öyküsü, yazar tarafından Ninova Versiyonu’nundaki Yücebilge efsanesinden(bkz. Lorsque les dieux . . . , s. 589 ve devamı) alınmışb, ileride 15-18. dizeler bunun kanıtıdır ve doğrudan doğruya söz konusu efsaneden (agy, s. 530: 7-10) alınmışbr ve oradaki asıl anlamının Tufan’la hiçbir ilgisi yoktur (bkz. n. 3).) Kenti,
Tanrıların doluştuğu
Eski kent, biliyorsun.
İşte orada Tufan’ı ((Nüfusun aşın artması, tanrılar tanrısının uyumasını engelleyen aşın gürültücü insanların alabildiğine artması) Yücebilge’ de yer alan ve bınada geçiştirilmiş olan Tufan kışkırtmanın asıl gerekçesidir.) kışkırtmak
Hevesine kapıldı (en) yüce tanrılar.
Ataları Anu;
Danışmanları
Yiğit Enlil;
Yardımcıları
Ninurta;
Ve Ustabaşıları (Yücebilge’de (bkz. n. 1) bu dört tanrı “patron”dur ve greve kalkışmış ve böylece insanın yaratılmasını kışkırbnış olan işçi-tanrıların “işverenleri”dir. Burada, Tufan’la ilgili karar, haksız olarak onlar tarafından alındı deniliyor; Ninuıta, vaktiyle ünlü bir Savaş tanrısı ve de Tarım tanrısıdır (bkz. Lorsque les dieux . . . , s. 578 ve n. 3.) Tufan’la ilgili bu öykü yeniden özgün metne dönüştürülmüş bu eserden (s. 568 ve devamı) alınmış br bütünüyle.)
Ennugi idi.

(Tufan’ dan sağ kurtulmanın çaresini Enki nasıl öğretti Utanapişti’ye)

Ama onlarla birlikte yemin ettiği (halde)
Prens-Ea (?)
Kamıştan çiti(me)(Ülkede ve o dönemde “evin duvarını” oluşturan kamıştan söz edilmektedir, bu “kamıştan çit”in arkasındaki evindeydi Utanapişti. Enli! tarafından karar verilmiş Tufan’ dan, hiç kimseye söz etmeyeceğine dair verdiği yemine bağlı kalmak içindir ki, Ea, doğrudan doğruya, koruduğu kişiye değil, fakat arkasında bulunduğunu bildiği kamıştan çite söylüyor. Bkz. s. 201, n. 2.) açıkladı (Sırrı):
“Kamış çit! Ey kamış çit!
Duvar! Ey duvar!
Dinle, kamış çit!
Hatırla (bunu) duvar:
Ey Şurrupak’ın (Bkz. not ı, s. 189.) Kralı,
UbarTutu’nun Oğlu,
Yık evini de
Bir gemi yap (kendine)!
Yüz çevir dünya nimetlerinden •
istiyorsan eğer sağ salim yaşamak!
Birlikte bin gemiye
Hayvanların her türlüsüyle
Yapacağın geminin
Eni boyuna
Eşit (Söz konusu gemi her tarafı kapalı oyuk bir küp etkisi yaratıyor ve bitmiş halini bilmediğimiz iç bölmeleri (59 ve devamı) bölmeli bir düzenleme (Lorsque les dieux . . . , s. 590, n. ı) için hazırlanmış bir tür mini-Mekanı hatırlatıyor.) olsun!
Güvertesini örten çatı
Apsu’nunki (Apsu, yeraltındaki, üzeri tamamen kaplı, tatlı su örtüsüdür. Gene bkz. s. ı9ı, n. 2 ve s.ı5′ deki tablo.) [gi}bi olsun!”

(Utanapişti’nin itirazları)

Ne dediğini anlayınca
Şöyle dedim Efendim Ea’ya:
“Kendimi bu işe vereceğim
[Buy}ruğunu yerine getireceğim.
[(Ama) ne} diyeceğim
Kent halkına, Yaşlılara (Herkes sorular soracak onun bu alışılmadık girişimi hakkında.)?

(…)”

agy s. 188-190

“(…)

(Evcil?) hayvanlarımın hepsini
Ailemi,
Tüm hane halkını
Gemiye bindirdim.
Ayrıca, vahşi hayvanların her birini
Ve bütün teknisyenleri (Gemi yapım tekniğinin sırlanru saklamak için.),
Gemiye aldım.
Şamaş’ın:
“Seher vakti
Küç[ ük ek)mekler
Ve alacakaranlıkta (Bkz. n. 3, s. 191 .) buğday yağdırdığımda
Teknene bin,
Ve ambarın kapağını sımsıkı kapat!”

(Tufan)

Dediği an gelip çatmıştı:
Seher vakti
Küçük ekmekler
Ve alacakaranlıkta buğday yağdığında
Havayı gözledim:
Korkutucuydu
Görünüşü!
Geminin ambarına indim hemen
Ve sımsıkı kapattım kapağını:
Tekneyi su geçirmez kılan
Kayıkçı PuzurAmurru’ya(PuzurAmurru (Akkadcada: “Sır = Tann Amurru’nun gizlice koruduğu) Utanapişti’nin yanında götürdüğü ustalardan biriydi sadece (bkz. s. 175, n. 2). Ama, çevresindekileri kandırmak için değilse şayet, Tufan’ın yerle bir edeceği “Saray” ı ne diye armağan ediyor?)
Sarayı(mı) armağan ettim
Her şeyiyle
Tanyeri ağardığında
Bir kara bulut yükseldi
Ufuktan
Gürlüyordu Adad (Adad (s. 242, n. 1′ e bkz.) atmosfer olaylannın, özellikle yağınurlann ve fırtınaların patronuydu; Şullat ve Haniş ikinci dereceden ikiz tannlardı, fırtınalarda büyük
bir rol aynadıkları sanılan (şimşek-taşıyıcılarıydılar?). Cehennem’in hükümdarı Nergal, krallığındaki uyrukların sayısını toptan artıran kıyımlan yönetiyordu (gene bkz. s. 201, n. 1, ve s. 214, n. 1), Gök, muazzam bir su deposunun kubbesi gibi tasavvur edilmişti, vanalan açılınca oluk oluk su akıyordu yeryüzüne. Eyüp, XXXVIII: 22 ve 34’te ayıu görüş dile getirilir. Ninurta (bkz. s. 69, n. 2) su deposunun iri vanalannın hepsini açarak, Nergal’i takviye ediyordu.)
Kara bulut içinde.
Dere tepe aşarak
Önden gidiyordu
Tanrısal haberciler
Şullat ve Haniş.
Nergal
Açtı (gök savaklarının) vanalarını
Ve Ninurta
Taşırdı (yukardan) barajların sularını
Cehennem(Annunaki’ler söz konusudur: bkz. s.91, n. 2. Daha ileride, bkz. s. 196, n. 4.) tanrıları
Meşaleleriyle
(Tüm) ülkeyi tutuştururken.
Göğü
Ölüm sessizliğine (Şiddetli fırtınalardan önceki derin sessizlik. Sözcüğü sözcüğüne anlamı: “Adad’ ın ölüm sessizliği kaplıyordu göğü”)bürüdü Adad,
Işıyan [her ş]eyi
Karartarak.
[ )
Bir çöm[lek] gibi
Parampar[ça ettiler] ülkeyi.
İlk gün
Kudurmuş gibi es{ ti fır ltına
[ ]:
Ve [Lanet (Metnin içeriğine bağlı olarak, önce tannlar tarafından kullanılan olağanüstü,
devasa bir kolu, sonra da, onların rızasıyla, patlak veren müthiş bir felaketi dile getiren (Akkadca) laışuşu sözcüğünü “Lanet”le karşıladırn.) yağdı
İn[sanların] üstüne
Göz gözü görmüyordu.
Oluk oluk akan bu sularda
Kalabalıklar görülmez oldu gökten.

(Tanrıların tepkileri)

Bu Tufan’ dan dehşete düşen
Tanrılar
Kaçıp
Göğün en tepesine (Tanrılar, “göğün tepesine”, sözcüğü sözcüğüne: “Anu’nun göğüne” tırmanmak için terk ediyorlar tapınaklarını. Üst üste binmiş üç kubbe tasavvur edilmişti, en azından. En yüksek olanı tanrı hanedanlığının başı ve kurucusuydu.) tırmandılar.
Köpekler gibi tortop olmuşlardı orada
Ve yere çömelmişlerdi.
Doğuran bir kadın gibi
Bağırıyordu Tanrıça (Metinde iştar sözcüğü kullanılmış; anlaşıldığı kadarıyla, “tanrının” dişi olanını belirtmek için. Aslında, Destan’da adamakıllı yerilen (özellikle, VI. tabietin büyük bir bölümü), Yüce Ana Tanrıça (Mammitu: s. 187, n. 4, vs; 67, n. 2; Aruru: s. 69, n. 1), Ea ile birlikte, insanların (“insanlarım” (122) da deniliyordu) yaratmasına katkıda bulunmuş
“Tanrıların Sultanı” Belit-ili söz konusudur. Eserinin yok edilmesine son derece üzülmüştür.)-
Güzel sesli Beliti[li]
Sızlanıyor ve (şöyle diyordu):
“(Ah!), Tanrılar Meclisi’ne
Bu felaketi buyurduğum
O gün asla var olmasaydı.(Sözcüğü sözcüğüne: “o gün balçığa dönüştürülmüş olsaydı keşke”, buradaki anlamı ölüm değil, yokluktur. Karş. Eyüp, III. 3·)
Nasıl oldu da
(Böyle bir) kıyıma
Karar verebildim
İnsanları yok etmek için.
Getirmez olaydım dünyaya
İnsanlarımı
Denizi balıklar gibi
Doldursunlar diye.”
Ve tanrıların en yüceleri (? ) (103’ün aksine, metin Anunnaki’yi, doğaüstü mertebede en yücesi diye yorumlamayı gerektiriyor) de
Onunla birlikte sızlanıyorlardı.
Bitkindi
Tüm tanrılar.
Ağlıyariardı
Üzüntüden [ (?)]
Dudakları kavrulmuştu (Yiyeceksiz kalmış insanlar susuzluktan ve açlıktan kavrulmuşlardı (bu yüzden, son ziyafette yiyeceklerin üzerine atılacaklardır: 159-161).) susuzluktan.
Ve kaygılıydılar (?).
Altı gün
Ve yedi gece boyunca
Yeryüzünü kasıp kavurdu
Boralar, Şiddetli Yağmurlar,
Kasırgalar ve Tufan.

(Tufan’ın sonu)

Yedinci gün ağannca
Dindi Fırtına, Tufan ve Kıyım.
Kasırga ve Fırtına dinince
“Deniz” duruldu
Doğuran bir kadın gibi.

(Tufan’ın etkileri)

Çevreme baktım:
Sessizlik hüküm sürüyordu!
Balçığa dönüşmüştü
Bütün insanlar;
Ve denizin üstü
Bir taraça-dam (Yağmurun nadiren yağdığı bu sıcak ülkede çatılar genellikle dümdüzdü ve taraça olarak kullanılıyordu.) gibiydi.

(Kara tekrar görünüyor; karaya çıkış hazırlıkları)

Bir hava deliğini açtığımda
Serin bir hava çarptı yüzüme.
Diz çöktüm,
Ve ağladım sessizce:
Gözyaşları yanaklarıma akıyordu.
(Sonra), kıyılara baktım,
Ufukta.
Yüz metre kadar ileride (Sözcüğü sözcüğüne: “on iki kere on iki arış”, yani topu topu yüz metre (bkz. s. 121, n. 1).)
Bir kara parçası görünüyordu:
Nissir (Nissir Dağı (Nimuş da denebilir), görünüşe göre, o zaman ülkenin bilinen en yüksek
tepesidir, Kerkük’ün doğusuna 80 km uzaklıkta (yaklaşık 3000 m yükseklikte), şimdiki Pir ümer Gudrun Dağı. Daha sonra, ilk görünen yüksekliğin (en yüksek olanın) kuzeyde, Ermenistan’ da, Kafkas Dağlarında yer aldığı belirtilecektir. Kutsal Kitap’taki Tufan versiyonunda (Yaratılış, VIII: 4), MÖ. 300 yıllanna doğru Berossos versiyonunda da (Lorsque les dieux, s. 576 ve devamı) böyle geçmektedir.) Dağı (idi bu)
Gemi o dağa oturmuştu.
Nissir (Yazıcılar, “alıkoydu yolundan” yerine item (ki.rnin: bkz. s.70, n. 2, vs) dediler.) gemiyi
Alıkoydu yolundan:
İlk gün ve ikinci gün
Nissir gemiyi
Alıkoydu yolundan,
Üçüncü ve dördüncü gün
Nissir gemiyi alıkoydu yolundan.
Beşinci ve altıncı gün
Nissir gemiyi alıkoydu yolundan,
Yedinci gün
Bir güvercin salıverdim.
Güvercin uçtu gitti
Sonra geri geldi:
Kanacak bir yer bulamadığı için
Geri geldi.
(Sonra) bir kırlangıç
Salıverdim.
Kırlangıç uçtu gitti:
Ama geri geldi:
Kanacak bir yer bulamadığı için
Geri geldi.
(Sonra) bir karga
Salıverdim:
Karga uçtu gitti
Ama suların çekilmiş olduğunu görünce
Ne bulduysa yemeğe koyuldu, gak gak öttü (? ), pıskırdı
Ama geri dönmedi artık.

(Karaya çıkış ve tanrılara şölen)

Bunun üzerine, (her şeyi) dört bir yana (Gemide ne varsa, toprağı yeniden iskan etmek için, dört bir yana saçıyor.) savurdum,
Ve bir yemek şöleni hazırladım tanrılara.
Dağın doruğunda (“Dağın doruğu” tannlar katına daha yakındır (bkz. gene s. 100, n. 2): bu yüzden, seve seve üşüşüyorlar oraya (bkz. s. 113, n. 2). Babillllerin hasarnaklı piramit
biçimindeki tapınaklanna [ziggurrat’Ianna] benzeyen bu “yapay dağlann” oluşmasına
belki de bu fikir yol açmıştır.) bir sofra kurdum:
Her bir yana
Yedi şarap küpü yerleştirdim
Ve, bu küplerin gerisinde, buhurdanlara
Güzel kokulu <kamış>, sedir ve mersin ağacı yaprağı doldurdum (Tanrılar için olduğu kadar insanlar için de düzenlenen önemli yemeklere, şölenlere kokulu tütsüler eşlik ediyordu. Burada yazıcı, bilimsel adı “cymbopogon (limonotu)” olan bir bitki sözcüğünün “kokulu kamış” da denilen -Latince Acorus calamus’un- (eğerotu’nun) bir kısmını atlamış. Bunun böyle olduğunu kesinlikle saptamak mümkün değil elbette. 157 ve devarnı bir ayin kitabından alınmışa ya da esinlenilmişe benziyor.)
Tanrı lar bu güzel kokuyu alınca
Sinekler gibi üşüştüler
Sofranın başına.

(Tanrılar tufanın kaçınılmaz olduğunu tartışıyor)

Ama, gelir gelmez
Yüce Tanrıça (Bkz. s. 196, n. 2. Burada “sinekler”sözcüğünden ötürü bir sebep-sonuç ilişkisi söz konusu olabilir, tanrıların kendilerine hazırlanan şölen sofrasının çevresine “sinekler
gibi üşüşmeleri”, Yücebilge’de (Lorsque les dieux . . ., bkz. s. 551: 19 ve 45) eski Tufan
öyküsünde “sinekler gibi öldürülmüş insanlan” hatırlalıyor özellikle. En azından, bu
bölümün yer aldığı (agy, 553: 46 ve devamı) en eski öykiinün yazarlannın, ülkenin bir
tapınağında Yüce Ana Tannça’nın, (salkım küpeyi andıran) “sinekler” biçiminde işlenmiş
lacivert taşından parçalardan oluşan çok ilginç bir kolye takınmış olduğu bir suretini
görmüş olabilirler ve bundan dolayı, burada bir açıklama yapmak istemişlerdir.)
Havada salladı
Anu’nun sevdalıyken
Kendisine vermiş olduğu
İri sineklerle bezenmiş (gerdanlığı):
“Ey burada hazır bulunan tanrılar, (diye bağırdı)
Asla unutmayacağım
Gerdanlığımın bu lacivert taşlarını!
Asla unutmayacağım bu (uğursuz) günleri:
Hiç çıkmayacak onlar belleğimden!
(Diğer) tanrılar •
Gelip bu şölene katılabilir
Ama Enlil asla gelmemelidir
Çünkü önünü ardını düşünmeden
Karar verdi Tufan’a,
Ve insanlarımı
Attı ölümün kucağına!”
Ama, Enlil
Gelir gelmez (Bu sahnenin yemekten önce geçip geçmediği bilinmiyor (“gelir gelmez”den bu anlaşılmaktadır), ya da metindeki düzenlemenin, bir hayli mantıksızca gerektirdiği gibi, yemekten sonradır.)
Gördü gemiyi
Ve büyük bir öfkeye kapıldı,
Tanrılara (Metinde Igigi sözcüğü geçiyor: bkz. s. 91, n. 2.) ateş püskürdü:
“(Demek) ki kurtulan
Biri var,
(Oysa)
Tek bir can bile kurtulmamalıydı bu Felaket’ten!”
Bunun üzerine, Ninurta açtı ağzını
Söze başladı
Ve şöyle dedi Yiğit-Enlil’e:
“Ea’ dan başka
Kim uygulayabilirdi böyle bir şeyi?
Çünkü (sadece) Ea
Bilir her şeyi yapmayı. “

(Ea’nın sitemleri)

Ea açtı ağzını
Söze başladı,
Ve şöyle dedi Yiğit-Enlil’e
“Ama (sen ki) en bilgesi,
(En) yiğitisin tanrıların
Nasıl olur da, önünü ardını düşünmeden
Karar verebildin Tufan’ a?
Suçlu kimse
Onu cezalandır (sadece)
Ve günahının cezasını
Günahkar çeksin (sadece)
(Ya da) öldüreceğine
Bağışla onları,
[Yok etmeyel kalkışma,
Acı onlara!
Keşke aslanlar öldürseydi de
İnsanları
(Bu) Tufan olmasaydı.
Keşke kurtlar öldürseydi de
İnsanları
(Bu) Tufan olmasaydı.
Keşke açlıktan ölseydi de
İnsanlar,
(Bu) Tufan olmasaydı.
Keşke salgın hastalıktan ölseydi de
İnsanlar (Sözcüğü sözcüğüne: “keşke Erra öldürseydi” -yani Nergal öldürseydi (bkz. s. 195,
n. 1)– Öldürücü büyük salgınlarm yaratıcısıdır Erra. (Devamı) – Yücebilge’de, iki felaketin 185’te Salgın’ın, 184’te Açlık’ın, Tufan’dan önce birbiri ardına tekrarlandıklarmı belirtelim.)
(Bu) Tufan olmasaydı.
(Hayır) ben açıklamadım
Yüce Tanrıların sırrını
Yücebilge’ye bir rüya gördürdüm sadece,
Öğrenmiş oldu bu sırrı (bkz. s. 189, n. 4. Ea, Enlil tarafından karar verilen Tufan’dan hiç kimseye söz etmemeye dair ettiği yemine uymayışını savunuyor. Utanapişti’ye “söz etmedi bundan”, “bir rüya gördürdü ona” sadece, ve kendisine değil, “kamıştan duvanna” söyledi. Ea, bütün tanrılarm en kurnazıdır, ve böyle olduğu için, düzenbazın ta kendisidir.) (böylece).
Şimdi sizin kararınıza bağlı
Onun kaderi”.

(Utanapişti’nin ölümsüzlüğe kavuşması)

Bunun üzerine, Enlil
Gemiye çıktı,
Elimden tutarak
Beni de gemiye çıkardı;
Karımı (da) çıkartarak
Yanımda diz çöktürdü,
İkimizin arasında durarak
Elini alnımıza değdirdi
Ve (şu sözlerle) kutsadı bizi:
“Utanapişti, şimdiye kadar
Ölümlü bir yaratıktı sadece,
Bundan böyle, o ve karısı
Biz tanrılar gibi ölümsüz olacaktır!
Ama uzakta:
‘Irmakların Ağzı’nda (Topografya folklorunca hayal edilmiş, gizemli yer; Kutsal Kitap’ta dört ırmağın doğduğu (Yaratılış, II: ıo: 14, bkz. Naissance de Dieu, s. 188 ve n. 2) Cennefle bir bağlantı var, kendince. Daha az açık olan bir şey de şudur: “Irmakların Ağzı” (“tüm Irmakların çıktığı yer” diye de anlaşılabilir) – X. tabletten öğrendiğimize göre- Dünya’nın en uç doğusudur. Evrenin topografyasına ilişkin iki folklor görüşü arasında bir benzerlik yaratılmış oluyor böylece.) yaşayacaklardır!”
Bunun üzerine, tanrılar bizi alıp
Uzakta yaşamak üzere
“Irmakların Ağzı”na yerleştirdileri

(Böylece,Gılgamış’ın bu ölümsüzlüğe kavuşması mümkün olamıyor)

Şimdi, ey Gılgamış,
Tanrıları kim (yeniden)
Bir araya getirecek senin için,
Aradığın
Ölümsüzlüğe kavuşasın diye?

(Bir deneme, sonsuz hayat için yaratılmamış olduğunu ispatlayacaktır ona)

Altı gün ve yedi gece
Gözünü kırpmadan uyurnamayı dene (sadece)
Ama (Gılgamış)
Çömelir çömelmez
Uyku bir sis gibi
Bastırdı onu
Ve Utanapişti, şöyle dedi
Karısına:
“Ölümsüzlüğe kavuşmaya kalkışan
Şu yiğite bak!
Uyku birdenbire
Bir sis gibi sarmaladı onu”
Karısı şöyle dedi
Uzaktaki-Utanapişti’ ye:
” Sarsala (bu) adamı da
Uyansın
Ve yola koyulsun,
Sağ salim
Kent kapısından geçip
Ülkesine dönsün.”
Ama Uzaktaki-Utanapişti şöyle dedi
Karısına:
“İnsanlar aldatıcıdır
(Bu adam) seni bile aldatmak isteyecektir!

(Gerçekliğin ve Gılgamış’ın ne kadar uyuduğunun maddi delili)

Bundan ötürü, onun
Günlük (ekmeğini) pişir de
(Başucuna koy) (Tam yedi gün uyuduğunu Gılgamış’ a kesinlikle ispatlamak için, Uzaktaki-Utanapişti, karısından, her gün ona ekmek pişirerek başucuna koymasını ve “duvara” her ekmek için bir çentik atmasını istiyor. -En sertinden, en eskisine, en tazesine ve en sonuncusuna kadar- yedi ekmeğin hali, bu arada geçirdiği tüm değişiklikler ve bunun gözle görülür ayrıntılan, Gılgamış’ı utandıracaktır.);
Uyudu ğu günleri belirtmek için de
Duvara çentik at! 11
Böylece, karısı ona
Her gün ekmek pişirdi
Ve (başucuna koyarak)
Uyuduğu günleri belirtmek için
Duvara çentik attı.
İlk somun
Sertleşti;
İkincisi küflendi;
Üçüncüsü nemli kaldı;
Dördüncüsünün kabuğu ağardı;
Beşincisi benek benek oldu;
Altıncısı bayatladı;

(Gılgamış kısa bir an uyuduğunu sanıyor)

Yedincisi pişirilmek (üzereyken)
(Gılgamış’ı) dürterek
Uyandırdı
Ve Gılgamış şöyle dedi
Uzaktaki-Utanapişti’ye:
“Tam uyuyacakken
Dürtüp
Uyandırdın beni. “

(UzaktakiUtanapişti yedi gün uyuduğunu ispatlıyor ona)

Ama Uzaktaki-Utanapişti şöyle dedi
Gılgamış’ a:
[“Say Gılga]mış,
Şu (somunları) say da
Kaç [gün uyudu]ğunu
İspatlayayım sana:
[Birincisi]
[Sertleşti];
[İkincisi küfllendi;
Üçüncüsü nemli;
Dördüncüsünün kabuğu ağardı;
[Beşincisi benek benek];
Altıncısı bayatlamış;
[Ve yedincisi pişirilmek] üzereyken
Dürterek uyandırdım seni”.

(Ölümlülüğe adandığını gören Gılgamış’ın mutsuzluğu)

(Bunun üzerine), Gılgamış şöyle dedi
Uzaktaki-Utanapişti’ye:
“Ben [ne] yapacağım Utanapişti?
Nereye gideceğim şimdi?
Adam Kaçıran (Ölümü temsil eden şeytansı bir yaratık “Adam Kaçıran”, insaniann başına gelen her felakette olduğu gibi, ete kemiğe bürünmüş. Sözcüğü sözcüğüne: “Adam Kaçıran [bedenime el koydu”.)
[Bana] hükmediyor demek ki.
Ölüm
Yatak adama çöreklenmiş!
Nereye [adımımı atslam
Ölüm (bekliyor beni)! “

(…)”

agy s. 194-204

“(…)
Ve Utanapişti
Şöyle dedi ona:
“Gılgamış, buraya kadar
Yorgun argın geldin:

(Gençlik bitkisi)

Ne vereyim sana
Ülkene dönmek (üzereyken ?)
Bir sır açıklayacağım
Ve tanrıların bir [sı]rrını (Böyle bir “sırrı” ancak tanrılar bilir, ve Utanapişti de onlardan biridir.)
[İlet]eceğim:
Bir bitki (var ki)
Kökleri Tekedikeni’nin (“Tekedikeni” burada kıyaslamaya yarayan bitkinin mümkün bir tanımıdır sadece, dikenlerle kaplı olması gerektiğini biliyoruz ancak.) köklerine benzer
Ve dikenleri Böğürtlen Çalısı’nın(ki gibidir),
(Dokunanın) [ellerine bat]ar.
Ama onu ele geçirebilirsen
[(Uzun) ömre (Çünkü, görüleceği gibi, Gılgamış’ın bulmak için can attığı bu “sonsuz hayat” değil, “uzun ömür”, “gençliğine kavuşma” söz konusudur sadece (şüphesiz belirli bir zaman için); ele geçiremediğinin yerini tutsun diyedir bu bitki.) kavuşursun!]”

(Bitkiyi arayacak)

Bunu duyan Gılgamış
Derin bir [çukur (?)] kazdı,
Ayaklarına ağır taşlar bağlayıp
Çukura indi.
Bitkiyi bulduğu
[Denizin dibine] batırdı onu bu taşlar,
Ve dikenleri ellerine battı bitkinin.
Ama Gılgamış
Bitkiyi koparmayı başardı.
Sonra, [ayaklarını]
Ağır taşlardan kurtardı.
Deniz kıyıya attı onu.
Ve Gılgamış şöyle dedi
Kayıkçı-Urşanabi’ye:
“İşte (ölüm) korkusunu
Gideren bitki.
Onun sayesinde
Gençliğine kavuşabiliyor insan.
Ağıllı-Uruk’a götürüp
(Etkisini) deneyeceğim orada,
[lhtiyar birine] vereceğim
Yesin diye.
(Çünkü)
“Ihtiyar ları-gençleştiren”
Bitkidir onun adı.
(Sonra) ben de yiyeceğim ondan
Gençliğime kavuşmak için!”

(Uruk’a hareket ediyorlar)

İki yüz kilometre yürüdükten sonra
Azık yediler
Bir üç yüz kilometre (daha) yürüyüp
Konakladılar (Karş. IV 1 I: 1 ve devamı, ve daha ileride 3oob. En azından, bu son pasajda, kendince yararsız gördüğü belirtmeleri pek umursamayan yazar, iki aşamayı belirtiyor sadece, oysa daha fazlasını belirtmesi gerekirdi. Gene de, dünyanın bir ucu, her biri 500 kilometrelik altı aşamadan ibaret Sedir Ormanı’ndan daha uzaktaydı.)
Ama serin bir gölet
Gören Gılgamış
Atladı suya
Ve bitkinin kokusunu alan
Bir yılan
[Giz]lice çıktı (yuvasından)
Ve bitkiyi kapar kapmaz
Deri değiştirdı’(Yılan “deri değiştirerek” -kurumuş pullu derisini atarak- yeni bir hayata başlıyordu. Sebep-sonuç ilişkisine göre, bu tüm yılanlar için böyleyse eğer, içlerinden biri, onların ilki, “gençlik bitkisini” vaktiyle Gılgamış’tan aşırmış ve yemişti.)
(…)”

agy s. 206-208

“(…)
Öpme
(Rahmetli) sevgili oğlunu;
Dövme
Nefret ettiğin (rahmetli) oğlunu:
(Yoksa), Cehennem karşı çıkar
Ve yakalar seni (Sözcüğü sözcüğüne: “Cehennem’in itirazları/yakınmalan ele geçirir seni.”)!
(…)”

agy s. 212-213

“(…)
Öptü
(Rahmetli) [sevgili ka]rısını;
[Dövdü]
[Nefret et]tiği (rahmetli) ka[rısını];
[Öptü] (rahmetli) sevgi[li] oğ[lu]nu
Döv[dü]
Nefret ettiği (rahmetli) oğ[lu]nu:
(Öyle ki), karşı çıkan
Cehennem yakaladı o[ nu].
(…)”

agy s. 214

“(…)

(Gılgamış Cehennem’ de yaşamaya dair sorular soruyor)

Sonra koyuldular
iç çekerek konuşmaya:
“Anlat, dostum
Anlat,
Anlat bana, Cehennem’de
Gördüklerini (Gılgamış ölürnden sonra olup biteni ve herkesin ne olduğunu merak ediyor.)!”

(Konuşmaya yanaşmıyor önce)

– “(Hayır), orayla ilgili (hiçbir şey) anlatmayacağım!
(Hiçbir şey) anlatmayacağım sana!
(Çünkü) anlatırsam
Cehennem’ de gördüklerimi
Gözyaşiarına boğulursun!”
– “(Varsın), gözyaşiarına boğulayım!

(Gılgamış ısrar edince Enkidu dayanamıyor ve önce kendi kadavrasından söz ediyor)

– “Bunca hazla dokunduğun
[Vücu]dumu
Kurtlar kemiriyor
Erimiş bir [kumaş par ]çası [gibi]!
Bunca hazla dokun[duğun]
[Vücudumu]
Toz bürüyor
[Çatlamış bir toprak gibi]!”
(…)”

agy s. 217

“(…)

– [“Sadece tek oğlu olanı], gördün mü ? “
– “Gördüm:
Hıçkıra hıçkıra ağlıyor
[Duvarına çakılmış bir çivil önünde!”]
– [“İki oğlu olanı, gördün mü ?”]
– [“Gördüm: (Ne bir duvara çakılmış bu “çivi” nin ya da “kazık”ın, kesin anlamı, ne de “biricik oğul”la ilişkisi anlaşılıyor. Her ne hal ise, bu biricik oğul’un babası ağlıyor, mutlu değil yani.)
[Çömelmiş, iki tuğlanın (“lki tuğla” üzerine çömelıniş olsa bile, “yiyecek:’ bir şeyi var.) üzerine!”]
Yemek yiyor.
– [“Üç oğlu olanı, gördün mü ? “]
– “Gördüm:
Su içiyor
[Çölde taşınan (Yolculukta taşınan bir tulumbadaki ılık sudan içiyor sadece, ama içecek suyu var.) bir tulumbadan!]
– [“Dört oğlu olanı, gördün mü? “]
– “Gördüm:
[Dört eşek koşulmuş I bir arabanın
[Sahibi] (kadar) mutlu!”
– [“Beş oğlu olanı], gördün mü? “
– “Gördüm:
İyi bir yazıcı [gibi], eserden yana sıkıntısı yok
Ve Saray’a kabul ediliyor [istediği zaman (Toplumda önemli bir yeri olan kişidir yazıcı, aynca İktidar’la yakın ilişki içindedir.)!”
[“Altı oğlu olanı, gördün]mü? “
– ” Gördüm:
[Bir köylü (Emeği gelir sağlayan bir köylü olduğu anlaşılıyor. Maddi durumu iyi, ve bu bakımdan sıkıntı çekmeden yaşıyor.) gibi mutlu!”]

(…)

– [ “Yedi oğlu olanı, gördün mü?”]
– [“Gördüm:
[Tanrıların yanına oturmuş,]
[ Müzik dinliyor” (Yedi çocuklu baba alabildiğine mutludur; tanrıların rahat ve tasasız yaşantısına katılıyordur.)!”]
– [“Mirasçısı olmayanı, gördün mü”]
– [“Gördüm:
[ ]’i yiyor!”
– [“Saray’ da hizmet edeni, gördün mü?”]
– [“Gördüm:
Güzel bir bayrak gibi [ ] (Burada, Sümerce metin, Akkadca çeviriden farklı ve şöyle: “Beceriksiz bir ustabaşı gibi (utanç) duvarlarını yıkıyor!”)!”

(…)

– [“Hiç çocuğu olmayan kadını, gördün mü? “]
– [Gördüm:]
[Kırık bir çömlekmiş gibi, hiç kimse
Hoşlanmıyor ondan!”]
– [“Karısının koynuna hiçbir zaman girmemiş](Burada ve devamında, ister erkek, ister kadın olsun, hiç sevişınemiş kişiler söz konusudur, bkz. s. 142: 27 ve devamı. Başka bir deyişle, “bakir olarak”, ya da evlenmeden önce ölürler. Bundan dolayı, Cehennem’de çocuklar gibi korkak ve sulu gözlüdürler.)
[Genç adamı]
[Gördün mü? “]
– [“Gördüm:]
[Yardım etmek için bir ip uzatılıyar ona,]
[Ve o üzülüyor buna!”]
– [Hiçbir zaman erkeğinin]
[Koynuna girmemiş genç kadını]
[Gördün mü? “]
– [“Gördüm:
– [Yardım etmek için bir gül uzatılıyar ona,]
[Ve o üzülüyor buna!”]
(…)
– [” … ‘yi , gördün mü ? “]
– [“Gördüm:]
– [Kurtçuklann kemirdiği bir öküz gibi debeleniyor!”]
  “Savaşta ölmüş olanı, gördün mü (Burada, Sümercesiyle karşılaştırıldığında, Akkadca metinde sıralamanın altüst olduğu görülüyor: dolayısıyla, 145 ve devamını esas alıyor ve şüphesiz daha özgün ve daha mantıklı olan Sümercedeki düzenlemeyi yeğliyorum. “Savaşta ölen”, yeryüzünde olduğu gibi, Cehennem’ de de yakınlan tarafından saygı görüyor ve ölümleri üzüntü kaynağı oluyor.) ? ”
– “Gördüm:
“Babası ve anası gurur duyuyor (Sözcüğü sözcüğüne: “başını desteklesinler” (deyim).) onunla
Ve karısı [üzülüyor] ona!”
“Hayaletine özen gösterecek (Hayaletlere özen gösterme, başka bir deyişle “ölülere tapınma” konusunda bkz. Mesopotamie, s. 377 ve devamı.)
Kimsesi olmayanı
Gördün mü? “
– “Gördüm:
Yemek artıklarını
Ve sokağa atılmış kırıntıları yiyor!”
-“Gemi direğinden [düşeni] gördün (Gemide kaza sonucu bir ölüm söz konusudur. Kazaya uğrayan, (ancak bir kayığın kurtarılacağını düşündüğünden), Cehennem’ de büyük bir korkuya kapılıyor.) mü? “
– “Gördüm:
Anasını (yardıma) [çağırıyor]
(Halatlardan) kurtarsınlar diye!”
– “Birden[bire] öleni, gördü[ n] mü? “
– [“Gördüm]:
Yatağında yatıyor, soğuk su içiyor (Birdenbire ölen, bir mutluluğa kavuşmuş görünüyor.)!”
– [“Vaktinden önce ölenleri
[Gördün mü ? “]
– [“Gördüm]:
[Tereyağ ve balla (Vaktinden önce ölenler, yaşamaya doyamamış olanlar da, tasasız ve hoş bir durumda görünüyorlar.) (donatılmış)]
[Altın ve gümüşten bir masanın önünde oynuyorlar!”]
– [“Ateşe atılanı gördün mü?”]
– [“Görmedim (?):]
[Onun hayaleti (Cehennem’ de) değil:]
[Dumanı (?) göğe (İlginç bir nokta: yakılmış olanın hayaleti duman olup göğe yükseliyor; bundan ötürü Cehennem’de değildir. Mutlu olduğu anlamına gelmiyor bu, aksine, cesedi(metinde yanlışlıkla “hayaleti” diye geçiyor) mezara gömülmeden, çöle terkedilen de daha mutlu değil. Gömülmemiş, Cehennem’ e kavuşamadıklarından, yeryüzünde dolaşan ve intikam almak için insanlara saldıran bu ölülerin kaderi hakkında, bkz. Mesapotamie, s. 342 ve devamı. Öykümüz (150 ve devamı) sadece Akkadca
metinde yer alıyor.)yükselmiş!”]
– “Cesedi (!) çöle
Terk edilmiş olanı
Gördün mü? “
– “Gördüm:
Cehennem’ de onun hayaleti
Rahat yüzü görmüyor!”

(…)”

agy s. 218-221

“(…)

Alışkanlık edinmişti
Sadece

(Ve Enkidu uyum sağlamaya başlıyor)

Vahşi hayvanların  (82’yi de 81’den önce çevirdim: ı84-185’te de aynı şeyi yaptım.)
Sütünü emmeyi.
Bakıyor
Ve kuşkuyla
lnceliyordu
Ona sundukları
Ekmeği
Çünkü Enkidu bilmiyordu
Ekmekle
Karın doyurmayı;
Ve birayla
Susuzluk gidermeyi
Alışmamıştı bunlara.
(Bundan dolayı) Yosma
Açtı ağzını
Ve şöyle dedi ona:
“Ekmek yemelisin
Enkidu:
Çünkü yaşamak için
Gereklidir bu!
Bira iç:
Memlekette (Burada, Akkadca metinde, (“-simat – yaşamak” ve “simti – memleket” arasında) yazarın (Mezopotarnyalı birçok diğer şair ve yazar gibi) yeğlediği ve artık her seferinde belirtemeyeceğim bir yarım uyak var. bkz. s.l09, n.l.) adettir bu!”
Enkidu da
Ekmek yedi
Doyuncaya kadar;
Ve bira içti
Yedi büyük bardak!
Rakatladı (böylece)
Ve hoşlandı,
Ve (öyle) bir sevinç
Kapladı ki içini
(…)”

agy s. 229, 230

“(…)
Enkidu
Şöyle dedi
Gelen adama:
“(Böyle) hızla nereye gidiyorsun
Ey yiğit?
Nedendir
(Bu) yor[ucu] seyahat?”
Ve yiğit,
Açtı ağzını
Şöyle dedi
En[kidu]’ya:
“Bir düğüne davetliyim ben,
Adet( tir)
(Bu) (Bütün bu pasajı (145-159) anlamak zor; bir hayli sözcük yanlış yazılmış ve dile getirdiği
durumlar da iyi bilinmiyor. Beniınsediğim ve genellikle kabul edilmiş çeviri, doğruya en yakın olanıdır. Önce burada -144 ve 148- “kocanın ailesi”ne ilişkin bir evlilik söz konusudur, çünkü özellikle “kocanın evine giriş”, başka bir deyişle, gelinin “kayın babasının” evine girişi, evliliğin oluştuğu andı gelin için, oysa “gelin/erin seçimi” -146- de bunu belirtiyordu, fakat kocanın ailesi bakımından. “Gelinin kayınbabasının evine girişi,” aslında, bir ziyafetle kutlanırdı. Enkidu’nun rastladığı ve aileden ve de uzaktan gelmiş biri olması mümkün davetli, bu ziyafette sunulması gereken yemekleri sağlamakla “yükümlüdür”, “yorucu seyahatten” (141) geliyor olması bundandır. Öte yandan, büyük bir olasılıkla, bir “ilk gece hakkı” (jus primae noctis) söz konusudur; buna göre, hükümdar/kral, be.kareti bozmak için, ilk gece girebilirdi ya da girmeliydi gerde)ğe. Gelin, (doğal olarak, “perde”: 150 ve 152 diye çevirdiğiın) bir “af’ ile aynlrnış kapalı bir mekanda bekletilirdi, hükümdar, şüphesiz, “başkaları” (sözcüğü sözcüğüne anlamı: “insanlar”, “vatandaşlar”) görmeden onun kızlığını bozsun ve yerini kocaya bıraksın diye (150 ve 153). Demek ki oraya ilkin Gılgarruş giriyordu.
(Sözde, görünüşte) böyle bir ayrıcalığa tanrıların izin verdiği düşünülınüştü; bu zorbalıkları, bu yetkiyi kötüye kullanmayı kendinde bir hak olarak gördüğü içindir ki, Uruk’un kralına uyruklan tahammül edemiyorlardı (I: 55 ve özellikle 61 ve devamı). Her ne olursa olsun, bu ayncalığı kendine yediremiyordu Enkidu. Onun bu özelliği (bkz. s. 142, n. 2 ve 149, n. 1) daha ilkel ve daha kaba ama töreleri kentlilerinkinden daha katı bir başka kavmin, bir başka kültürün temsilcisi haline getirecekti Enkidu’yu, kolayca.) memlekette

Gelinleri
Seçmek (böylece).

(İlk gece hakkını kullanıyor)

Ben üstlendim
Ziyafette sunulacak
Azıkları,
Lezzetli yemekleri sağlamayı.
Açıldı
Başkalarından (ayıran) perde
 Kavşaklı-Uruk’un
Kralı için,
(Biricik) kocanın
Yararına –
Kavşaklı-Uruk’un kralı
Gılgamış için,
Açıldı
Başkalarından (ayıran) perde
(Biricik) kocanın –
Yararına:
Gelinle
Yatıyor O
 İlk hak onun
Ve sonrası kocanın.
(Budur) buyruğu
Tanrıların
Ve dünyaya geldiğinden beri
Ona tanındı (bu ayrıcalık)!”
Yiğidin
(Bu) sözü üzerine
Sarardı yüzü
(Enkidu)’nun

IV. sütunun son üç sahnyla bir sonrakinin ilk alh sahn eksik. Yetkiyi kötüye kullanmanın kendisinde yarathğı öfkeyi Enkidu açığa vurmuş, ve belki de Gılgamış’a tehditler savurmuş olsa gerek. O sırada kente giriyor Enkidu:

(…)”

agy s. 232,234

“(…)

(Karşılaşma vesilesi: düğün)

(Bu sırada) bir gerdek
Yatağı (Sözcüğü sözcüğüne: “tanrıça İşhara’nın yatağı”: gene bkz. s. 85, n. 2.)
Serilmişti
Yere
Ve Gılgamış
[Gelinle (? ))
“Karşılaşaca[ktı]”
Geceleyin.

(Enkidu Gılgamış’la çatışıyor)

Gılgamış buna
Hazırlarken kendini
[Enkidu) birden du[rdu)
Sokak ortasında
Önünü
Kese[rek)
Gılgamış’ ın
[ )
Var gücüyle.

(…)”

agy s. 235

“(…)

(Dövüşüyorlar)

{Enkidu]
Atıldı
(Gılgamış’ın) üzerine
Ve büyük meydanda
Karşı karşıya geldiler:
Enkidu,
Kapının
Önünde dikilerek
Engelliyordu Gılgamış’ın
lçeri girmesini.
Kapıştılar,
Ve atletler (ya da “boğalar gibi”.) gibi
Saldırdılar (Sözcüğü sözcüğüne anlamı: “ikisi de yere yuvarlandı”.) birbirlerine
Kapı kasalarını
Yıkarak
Ve duvarları
Sarsarak Gılgamış
ve Enkidu
Kapıştılar
Ve atletler gibi
Saldırdılar birbirlerine,
Kapı kasalarını
Yıkarak
Ve duvarları sarsarak!

Gücünü yitiren Gılgamış dövüşmeyi durduruyor)

Gılgamış
Nefesi kesilip
Kımıldayamaz olunca (Sözcüğü sözcüğüne anlamı: “Ayakları yere çakıldı”.)
Öfkesi geçti
Ve pes etti (Sözcüğü sözcüğüne: “göğsünü yana çevirdi”, Akkadçada yaygın bir deyim.)

(Ama Enkidu onun üstünlüğünü kabul ediyor)

Pes edince
 Enkidu
Şöyle dedi ona:
“Anan,
Dişi Manda (Burada, Ninsuna vesilesiyle, Ninova Versiyonu’na göre (bkz. s. 64, n. 1) Uruk’a
özgü “ağıllar”, “çitler” çıkıyor karşımıza.)
Ninsuna
Olağanüstü (bir yaratık)
Getirmiş dünyaya!
Sen üstünsün
Diğerlerinden(“Diğerleri”, sözcüğü sözcüğüne: “erkekler”; yazar burada (ve belki efe ıo7(?)’de) “evli erkekleri” kastediyor; metinde az rastlanır bir kullanış bu.)
Yönetsin diye
(Tüm) halkları (239-240’ın sırasını değiştirdim.)
Enlil
Adamış seni!”

(…)”

agy s. 236, 237

“(…)

(Daha sonra,Enkidu’nun morali bozuluyor)

Ağ[la]maktan
Göz[le]ri [şişmiş],
Kalbini
[Hüzün kaplamıştı]:
[Derinden (?)]
Sarsılmıştı –
Ağlamaktan
[Gözleri] şişmiş,
Kalbini
[Hüzün kaplamıştı]:
[Derinden (?)] sarsılmıştı (Belki de, ilk yaşantısından böylesine farklı olan sakin kent yaşanbsından ötürü “bitkin” düşüyor. Gılgamış’ta büyük bir serüvene atılmak düşüncesi yaratan da bu olsa gerek; üne kavuşmak arzusu bunu gerçekleştirmeye kışkırtacakbr Gılgamış’ı, Enkidu pasif kalmayı yeğlediği için değil, Gılgamış’ın, kendini kaptırdığı coşkunluktan dolayı göremediği tehlikenin bilincine vardığı için karşı çıkıyordu buna.)
[(Bunun üzerine), Gılgamış]
Eğilip
[Şöyle dedi]
Enkidu’ya:
[“Dostum, nilçin
Gözlerin
Ağla[ maktan]
[Şişti],
Niçin [kalbini]
[Hüzün kapladı],
[Ve sen]
Niçin sarsıl[dın derinden (?)]”
(Bu sözler üzerine) En[kidu]
[Aç]tı [ağzını]
Ve şöyle de[di]
Gılgamış’ a:
“Dostum,
Sızlanmaktan
Ensem
Kaskatı oldu (Sözcüğü sözcüğüne: “sızlanmalarım kaskatı etti boynumu”.),
Kollarım
Gücünü yitirdi,
(Ve) halim
Kalmadı!”

(…)”

agy s. 239, 240

“(…)

(Gılgamış kararını açıklıyor: zafer kazanmak)

(Ama) Gılgamış
Açtı ağzını
Ve şöyle dedi
E[nkidu]’ya:
“Ey benim dostum,
Kim tırmanabilir göğe?
Sadece tanrılar y[aşar] orda,
Şamaş’ın eşliğinde, sonsuza dek!
İnsanların
Günleri sayılıdır:
Ne yapsalar
Boşunadır!
Sen ki (burada)sın,
Ölmekten korkarsan
Neye yarar
Cesaretin (Sözcüğü sözcüğüne: “Senin kahramanlığın ne oldu? “)?
(O halde) ben
Senin önünde gideceğim:
Arkarndan bağırmakla (yetin) :
“Korkma, atıl ileri!” diye.
Ölürsem eğer,
(Hiç değilse) adımı anar herkes!
Gılgamış
Zalim-Huwawa’yla
Dövüştü! -derler-
Sen ki doğup (!) büyüdün (Dizelerin başlangıcında, dalgın yazıcı “Sen ki doğdun” yerine ” O ki doğdu” demiş.)
Bozkırda
(Sen ki) aslanlarla boğuştun
Bir sen anlarsın (bunu)! . . .

(…)

Beni üzdün
(Ne pahasına olursa olsun) karar verdim
[Gidip]
Sedirleri kesmeye,
(Böylece) ölümsüz bir [ad]
Sağlayacağım kendime!

(…)”

agy s. 243, 244

“(…)
Gılgamış duyunca
Kavşaklı-[U]ruk’ un
[Sokaklarına yayılan]
Bu sevinç (uğultusu)nu
[Şöyle seslendi]
Önünde [top Ilanan
[Uruk]lulara:
 [“Gidip bulmak istiyorum, tek başıma]
Za[lim]-[Huwawa’yı],
 Görmek istiyorum
Dillerden düşmeyen (Yazıcı, dalgınlıktan, Gılgamış’ın adını “doğaüstü yaratık’tan (sözcüğü sözcüğüne anlamı: “tanrı”; bkz. s. 104, n. I; s. 164, n. I, vs) sonra eklemiş.)
Ve adı dünyaya yayılmış
(Bu) doğaüstü yaratığı.
Yenmek (istiyorum) onu
(Kendi) Sedir Ormanı’ nda,
Ve böylece öğrensin
istiyorum herkes
 Uruklu bir Oğul’un (Çevirirnde dizelerinin yerini değiştirdiğim 184 ve devamı, sözcüğü sözcüğüne anlamı şudur: “Uruk’lu bir oğul ne kadar kudretlidir/duyurmak istiyorum bunu herkese” ya da “memlekete”: bkz. s. 63, n. I.)
Değerini!
Elimle
Keseceğim Sedirleri
Yaşlılar onu Böylece ölümsüz kılacağım kendimi!”
(…)”

agy s. 245, 246

“(…)
Şamaş [ulaş]tırsın
Seni z[afe]re,
Gerçekleştirsin
Dile[kler ]ini (Sözcüğü sözcüğüne: “Ağzının söylediklerini gözlerin keşfetsin (tamamen gerçekleşsin)!”)
(…)”

agy s. 249

“(…)

(Gılgamış rüyasını anlatıyor)

Vahşi bir manda (Akkadçada ilginç bir belirleme, herhalde yazıcının bir başka dalgınlığının ya da dikkatsizliğinin sonucu: “manda” yı çoğul yapmış.) ile!
Toynaklanyla (?) yanyordu toprağı (Bir başka hata: Sözcüğü sözcüğüne anlamı: “bağırarak, toprağı yarıyordu”)
Göğü ka[ranllığa boğan bir toz (kaldırarak).
Tam pe[s edi]yordum ki
[Biri]
Kolumdan tuttu beni
Çıkardı kımndan [ (? )]
[ ].
Yanağı[ma] de[ğdir]di (?) eltni [ )
Ve [su içirdi] bana tulumundan!”
(…)”

agy s. 253

“(…)

(ön yüz
Gılgamış tarafından anlatılan birinci rüya)

– “Dostum, (varır varmaz)
Orman’a,
Yan yana (?),
Başladı savaş.
Oysa sen (büyülenmiş gibi) bakıyordun
Doğaüstü bir yaratığın (Sözcüğü sözcüğüne: “bir tannnın”, yorumun da göstereceği gibi, gerçekten, bir tanrı (Wer) ya da tanrısal bir insan (Lugalbanda) söz konusudur.) parıltısına
(…)”

agy s. 254

“(…)
Gök’te yıldırım kuşu Anza(Olağanüstü, dev gibi yırtıcı kuş Anza hakkında, bkz. s. 145, n. 1.)‘yı gördüm
Bir bulut gibi
Dolandı başımızın üzerinde.
Dehşet vericiydi:
Bir canavara benziyordu,
Ağzından Alev fışkırıyor
Nefesi Ölüm (Yale Tableti: 109 devamı ve 196 devamı, ve de Ninova Versiyonu (II/v: 3 ve sonda, A. 3444: 7) Bu korkunç yetenekleri Huwawa’ya uyarlıyorlar.) kokuyordu.
Bir yi[ğit )
Geçit (?)
[ ) beliriyordu.
(Rüya)mda
Ellerimle [ )
Tuttum kanatlarını

(…)”

agy s. 255

“(…)

(Ama Gılgamış ölümü reddediyor)

Ama Gılgamış ona şöyle dedi
Yüce-Şamaş’a:
“Bunca yıl dolaştıktan sonra
Bozkırda,
(Demek) çok büyük bir devinimsizlik
(Ve) sürekli (Sözcüğü sözcüğüne: “(sonraki) tüm yıllar boyunca yatacağım/ uyuyacağım”.)
Bir Uyku
(Bekliyor) beni Cehennem’ de!
Gözlerim (boşuna) özleyecek Güneş’ i tekrar görmeyi,
Işıklarla büyülenmeyi
Karanlıklar iyice bastıracak:
En ufak bir aydınlık (Sözcüğü sözcüğüne: “Ne kadar aydınlık olacaktır? “) olmayacak!
Bir ölü tekrar ne zaman görecektir
Güneş’in parlak ışıklarını ? “

(…)”

agy s. 262

“(…)

(Tavernacının hayal kırıklığı yaratan bilgece cevabı)

[Ama Tavernacı şöyle dedi]
[Gılgamış’a]:
“Niçin başıboş dolaşıyorsun,
Gılgamış?
Aradığın ölümsüz hayatı,
(Asla) bulamayacaksın!
Tanrılar
İnsanları yarattıklarında
Ölüme adadılar
Onları,
Sadece kendilerini (Sözcüğü sözcüğüne: “Hayatı ,kenndi ellerinde sakladılar”)
Ölümsüz kıldılar
Sen doyurmaya bak
Karnını
Gönlünü ferah tut
Gündüz ve gece;
Her gününü
Şenlendir;
Dans et ve eğlen
Gündüz ve gece.
Tertemiz
Giyin,
Bir güzel
Yıkan (Sözcüğü sözcüğüne: “Başın (başka bir deyişle, kişiliğin) yıkanmış olsun/ yıka vücudunu!”);
Şefkatle bak
Elinden tutan oğluna
Ve m[ut]lu kıl
[S]ana sarılmış karını (“Koynunda zevkten erisin karın”, başka bir deyişle, “öpmelerine doyamasın”. Gene bkz. VII: III: 27 ve devamı, s. 142.)!
Çünkü böyledir
[Erkeklerin (Başka türlü çevrilebilir (ama, bence, böyle bir metinde daha az inandıncı olur): “Budur [kadınların] (biricik) işlevi!” (Ninova Versiyonu, 1: 159 ve 165’te olduğu gibi), onların
sevişmedeki rolü böyle anlaşılabilir.)] (biricik) am[ acı] (? )!

(…)”

agy s. 263, 264

“(…)

(Sonra Yosma’ya ileniyor)

A[vc]ı’ya ilen[ip]
Rahatlayınca
Yosma’yı da [lanet]lemek
[Geldi i]çinden:
“Sana gelince Yosma,
Kurtulamayacağın bir alınyazısı
[Biç]eceğim sana!
(Asla) m[ut]lu bir yuvan
Olmayacak
Gire<meye>ceksin (asla)
Genç kadınların [haremine]!
Biranın tor[tu]suyla
[ Kirilenecek güzel göğüslerinf
Sarhoşların kus[muk]ları
Bulaşacak [gi]ysi[ler]ine!

(…)

[Gümüş takımlardan (?)]
Servet ve ihtişamdan
Eser kalmayacak [evinde]!
[Kapı ön]lerinde
Sevişeceksin.
Meskenin
Çömlekçiler mahallesi olacak!

Yapayalnız
Yaşayacak,
Kenar mahallelerde
Sürteceksin!
[Ça]lılar ve dikenler
Kanatacak [ayaklarını]!
[Sar]hoşlar ve ayyaşlar
[Patak]layacak<lar> seni!
İki dize hemen hemen tamamen kaybolmuş
[Sokaklarda (?)]
lArkandan küfredecekler]!
Dam akta[rıcı tıkam]ayacak
[Evinin çatısındaki (yarıkları) (?)]!
[Evine (?)]
Baykuş [yu]va kuracak!
[Asla soflra [kurulmayacak]
[Evinde (?)]!

(…)”

agy s. 269, 270

“(…)

(Hastalığı gittikçe artan Enkidu gördüğü bir rüyayı açıklıyor Gılgamış’a)

Şöyle [dedi]
Ona:
“Di[nl]e: dostum,
Bir [rüya] (gördüm) bu [gece]:
Gök gü[rlüyor],
Y[er] bile yankılıyordu bu gürlerneyi
(Oysa) be[n]
Ayakta duruyor[dum] ar[ala]rında!
Tek başına bir yi[ğit] (vardı orada)
Karan[lık] yüzlü,
Maslkesil benzi[yordu]
Anza’ <nınkine>
Elleri
[As ]lan pen[çe]leri,
Tırnakları
Kartal pençesi gibiydi.
Saçiarımdan tuttu beni.”

agy s. 271, 272

“(…)

(Gılgamış reddediyor ve İştar’ın isteklerini hatırlatıyor)

[Ama Gılgamış a]çtı [ağzını]
Söz[e] başladı
[Ve şöyle dedi]
[Prenses}-İştar’ a:
“[Evlenince seninle],
[Sunmam gerekecek] sana
[Giysil]er, güzel [ko]kular,
Turfanda [yiyecekler] (Yarım dizelerin sırasını biraz değiştirdim.)
[ )
Ellerine mücevherler [ ] (Ninova Versiyonu’nda yok bu pasaj.)

(…)”

agy s. 274

“(…)

(Hasta Enkidu gördüğü rüyada (?), Sedir Ormanı’ nda vahim bir hata işledin suçlamasına karşı kendini savunuyor gibidir)

[ )
[ )
[En]kidu bir çı[ğlık (?)] [attı]
[ )
[Ve deldi [ ]’ye
[ )
” [(Hayır) kesmed im]
[Sedirleri!]
[ )
[ ] . . .
Onların Dağı (Sözcüğü sözcüğüne anlamı “Onun Dağı”: iyelik adılı “Onun” Akkadçada “ortaklaşa” anlamı taşıyan Sedirleri anlatıyor olabilir.)
Ve { )
Sedir Orma[nı’nda
Kalıyor(lar) [ )
(Onu/onları) öldürmedim!”
Çığlığı [uyandırdı Gılgamış’ı (?)]

(…)

(Ardından, ölümünden sonra yapılacakları düşünüyor)

Sen bozkırda başıboş dolaştırdın beni (?)!
[ (?) söyleyerek]
Adımı,
So[ğuik su dök[ ecekleri (bana ? ) (Ölülerin cansız vücuduna iyi gelsin diye su dökerlerdi mezarlarına (la Mesopotamie, s. 339).)

(Dostuna beni bıraktın diye sitem ediyor)

Sen ki beni kurtarmıştın, dostum
Niç[in terk ediyorsun beni?” (?)]

(…)”

agy s. 277-279

“(…)

(Gılgamış’ın ikinci rüyası)

Gece yarısı
Bird[enbire uyandı (?)],
Ve anlattı rüya(sını)
[Dostu]Enkidu’ya:
“Sen uyandırmadıysan beni?
Niçin
[Uyandım) (Karş. Ninova Versiyonu ile (lV 1 III: ıo’; s. 104). 7′. satırdan anlaşıldığı gibi, kabustan sıçrayarak uyanınıştı Gılgamış.) ben ? –
Enkidu, dostum, bir rüy[a] gördüm!
[Sen] uyandırmadıysan beni?
Niçin
[Uyandım ben]?
Birinci rüyamın ardından (Sözcüğü sözcüğüne: “Birinci rüyamdan başka”.)
[İşte (?)] ikincisi:
Bu rüyada dostum
Bir dağ [üstüme düşüyordu],
Kendimi yere attım
Oysa [ ) kımıldatamıyordum ayaklarımı!
Ve bir yi[ğit göründü (?)],
Ülkenin en iyisi,
Görkemli biri (Sözcüğü sözcüğüne: “Mükemmelliği (diğerlerinden) daha üstün.”)!
Dağın altın( dan)
Çekti beni [ (? )),
Su içirdi bana,
Rahatl[attı) içimi.
V e beni tekrar
Ayağa kaldırdı (Sözcüğü sözcüğüne: “Ayaklarımı toprak <üzerine> bastırttı”. Yazıcı “üzerine”yi unutmuş.) !”
(…)”

agy s. 282, 283

“(…)
[Tanrılar] onun suretinde (Onu ilk yaratan bu aynı tanrının suretinde.) yarattılar Gılgamış’ı.
(…)”

agy s.286

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.