Anasayfa > Books / Kargakara > Zamanın Çarkı, Carlos Castaneda

Zamanın Çarkı, Carlos Castaneda

“(…)

*

Bir savaşçıya, kendini herhangi bir şeye bırakma yetisini verebilecek yansızlığı sadece ölüm düşüncesi sağlar. Savaşçı, ölümünün izini sürdüğünü, ve kendisine bir şeye yapışacak kadar zaman tanımayacağını bilir, ve hasretini çekmeksizin her bir şeyi dener.

*

(…)

Bir savaşçının ruhu düşkünlük göstermeye ve yakınmaya uygun değildir, kazanmaya ya da kaybetmeye uygun olmadığı gibi. Bir savaşçının ruhu yalnızca mücadele etmeye elverişlidir; ve her mücadelesi, bir savaşçının yeryüzündeki son savaşıdır. Bu yüzden, sonucu onun için çok az önem taşır. Yeryüzündeki son savaşında, savaşçı, ruhunu özgür ve berrakçasına akmaya bırakır. Savaşını sürdürürken, niyetinin kusursuz olduğunu bildiği için, savaşçı hep güler, güler.

*

Dünyamız hakkında hiç durmadan kendi kendimize konuşuruz. Aslında dünyamızı içsel söyleşimizle sürdürürüz. Ve kendi kendimize, kendimiz ve dünyamız hakkında konuşmayı kestiğimiz an, dünya hep olması gerektiği gibidir. (…)

*

Dünya, burada çevrili her şeydir: yaşam, ölüm, insanlar, ve bizi çevreleyen başka her şey. Dünya aklın alamayacağı bir şeydir. Onu asla anlayamayacağız; sırlarını asla çözemeyeceğiz. Onun için dünyayı olduğu gibi ele almamız gekerir: salt bir bilinmeyen.

*

İnsanların yaptıkları şeyler hiçbir koşul altında dünyanın kendisinden daha önemli olamaz. Ve bu yüzden bir savaşçı dünyaya sonsuz bir bilinmeyen diye, insanların yaptıklarına ise sonu gelmez bir divanelik diye bakar.”

Zamanın Çarkı, Carlos Castaneda, Çev: Nevzat Erkmen – Jülide Değirmenciler, Söz Yay., İstanbul, 2001, s. 25-27

Ixtlan Yolculuğu’ndan Alıntılar

Yaşamımızdaki her şeyi bir anda kesip atabileceğimizin farkına vardığımız çok enderdir.

*

Kişi, resimler çekip ses kayıtları yapmanın kaygusuna düşmemeli. Heyecansız yaşamların gereksiz fazlalıklarıdır bunlar. İnsanın tasası tin olmalı; hep avucumuzdan kayıp kaçagiden tin.

*

Bir savaşçının, kişisel tarihine (yaşamöyküsüne) gereksinmesi yoktur. Günün birinde, artık ihtiyacı olmadığını anladığında, bırakır onu.

*

(…)

Hiçbir şey kesin olmadığı zaman uyanık kalırız, sürekli tetikte dururuz. Tavşanın hangi çalılığın ardında saklandığını bilmemek, her bir şeyi biliyormuş gibi davranmaktan çok daha heyecan vericidir.

*

(…)

*

Ölüm ebedi yoldaşımızdır. Daima solumuzda, bir kol boyu arkamızdadır. Ölüm bir savaşçının tek bilge danışmanıdır. Ne zaman işlerin yolunda gitmediğini ve yolun sonuna geldiğini hissetse, savaşçı ölümüne dönüp ona danışabilir. Ölümü ona yanıldığını, kendisinin ona dokunuşundan başka hiçbir şeyin önemi olmadığını söyleyecektir. Ölümü şöyle diyecektir ona, “Ben sana daha dokunmadım ki.”

*

Savaşçı bir şey yapmaya karar verince sonuna dek gitmeli, ama yaptığı şeyin sorumluluğunu da yüklenmeli. Ne yaparsa yapsın, önce niçin yaptığını bilmeli, sonra da kuşku ya da pişmanlık duymadan eylemlerini sürdürmeli.

*

Ölümün avcı olduğu bir dünyada, pişmanlıklar ve kuşkular için zaman bulunmaz. Sadece karar vermek için zaman vardır. Kararın ne olduğu da önemli değildir. Hiçbir şey bir başkasından daha çok ya da daha az önemli olamaz. Ölümün avcı olduğu bir dünyada kararların büyüğü küçüğü yoktur. Kaçınılmaz ölümüne karşın savaşçının aldığı kararlar vardır yalnızca.

*

Bir savaşçı, kendini istediği an ulaşılabilir ya da ulaşılamaz kılmayı
öğrenmelidir. (…)

*

(…) Bir savaşçı kendini ve başkalarını tüketmekten her şeyden fazla kaçınır. (…)

*

(…) Kaygılanmak, erişilebilir olmaktır, ister istemez.

*

(…)

*

Bir savaşçı-avcı olmanın anlamı, avını tuzağa düşürmek değildir yalnızca. Savaşçı-avcı, tuzaklarını kurduğu, ya da avının sıradan alışkanlıklarını bildiği için değil, kendisinin sıradan alışkanlıkları olmadığı için yakalar avını. Ona üstünlük sağlayan budur. Peşinde olduğu hayvanlara hiç benzemez o; sıradan alışkanlıkları, önceden kestirilebilen tuhaf davranışları yoktur onu bağlayan; özgürdür, akıcıdır, yapacakları önceden bilinemez.

*

Sıradan bir insan için dünya tekinsizdir; çünkü ondan sıkılmadığı zamanlar onunla çatışır. Bir savaşçı için dünya tekinsizdir; çünkü görkemli, müthiş, bilinemez, erişilmez derinliktedir. Bir savaşçı burada, bu harikulade dünyada, bu harikulade anda bulunmanın sorumluluğunu üstlenmek zorundadır.

*

Bir savaşçı her bir edimini önemsemeyi öğrenmelidir; zira bu dünyada ancak kısa bir süre kalacaktır; gerçekten de onun tüm harikalarına tanık olmaya yetmeyecek kadar kısa bir süre.

*

Edimlerde erk vardır. Özellikle de edimde bulunan savaşçı o edimlerin, kendisinin son savaşı olduğunu bilmekteyse. Yapılan şeyin belki de yeryüzündeki son edimi olabileceğini iyice bilerek hareket etmede yabansı, büyüleyici bir mutluluk vardır. Bir savaşçı dikkatini kendisiyle ölümü arasındaki bağa odaklamayı öğrenmelidir. Dikkatini, pişmanlık, hüzün ya da kaygı duymaksızın, hiç zamanı olmadığı gerçeğine odaklamalı ve
edimlerinin de buna uygun şekilde akmasına izin vermelidir. Edimlerinin her birini, yeryüzündeki son savaşı kılmalıdır. Ancak bu koşullarda onun edimleri hak ettikleri erke sahip olacaktır. Aksi takdirde ölene dek, o edimler, bir ahmağın edimleri olarak kalırlar.

*

Bir savaşçı-avcı ölümünün kendisini beklemekte olduğunu ve, şu anda yapmakta olduğu ediminin pekâlâ onun son savaşı olabileceğini bilir. Buna savaş demesi, bunun bir mücadele olmasındandır. Çoğu insan bir edimden öbürüne herhangi bir mücadele ya da düşünce olmaksızın geçiverir. Oysa bir savaşçı-avcı her bir edimini inceden inceye tartar; ve ölümüne ilişkin bilgisi kesin olduğundan, her edimi sanki onun son savaşıymışçasına sağgörüyle ilerler. Bir savaşçı-avcının çevresindekilere üstünlüğünü görmemek için insanın ahmak olması gerekir. Bir savaşçı-avcı, son savaşma, o savaşın hak ettiği saygıyı gösterir. Yeryüzündeki son savaşma dört elle sarılmasında şaşılacak bir şey yoktur. Böylesi zevkli olur. Korkusunu azaltır hiç olmazsa.

*

(…)

*

(…) Kişisel erk, insanın bir yaşam boyu süren mücadeleyle kazandığı bir şeydir.

*

Bir savaşçı ne yaptığını biliyormuş gibi davranır, aslında hiçbir şey bildiği yoktur onun.

*

Bir savaşçı yapmış olduğu hiçbir şey yüzünden pişmanlık duymaz, çünkü kişinin edimlerini kaba, çirkin, ya da kötü diye ayırması, kendine yersiz bir önem atfetmesi anlamına gelir.

İşin püf noktası, kişinin neyi önemsediğidir. Kendimizi perişan kılan da, güçlü kılan da biziz. Ve her ikisi için harcanan çaba eşittir.

*

Doğduğumuzdan bu yana, insanlar bize dünyanın filanca filanca şekilde, falanca falanca biçimde olduğunu anlatıp durur, ve doğal olarak bizim de dünyayı onların anlattığı şekilde kabullenmekten başa seçeneğimiz kalmaz.

*

Bir savaşçının sanatı, insan olmanın dehşetiyle, insan olmanın görkemini dengelemektir.”

agy s. 33-41

“(…)

*

Bir savaşçının yazgısının seyri değiştirilemez. Savaşçının yenmesi gereken zorluk, ne kadar ileri gidebileceği, ve o katı sınırlar içinde ne denli kusursuz olabileceğidir.

*

Savaşçının hiçbir beklentisi kalmadığında, insanların eylemleri artık onu etkilemez. Acayip bir huzur, yaşantısını yöneten güç haline gelmiştir. Bir savaşçının yaşamındaki kavramlardan birini benimsemiştir—yansızlığı.

*

(…)

*

Yazgıma hükmeden erke çoktandır etmişim
kendimi teslim.
Yokki yapıştığım bir şey, onu savunmak
isteyeyim.
Yoktur düşüncelerim, o yüzden göreceğim.
Yoktur korktuğum bir şey, o yüzden kendimi
anımsayacağını.

Yansız ve kaygısız,
Fırlayıp özgürlüğe doğru, Kartal’ ı geçeceğim.

*

Savaşçılar için maksimum stres koşullarında işlerini yürütmek, normal koşullarda kusursuz olmaktan çok daha kolaydır.

*

(…)

*

Şamanizmin tüm özellikleri, olanakları, başarıları, en basitinden en görkemlisine kadar, insan bedeninin kendisinde yatar.

*

Tüm yaşayan varlıkların yazgısını yöneten erk, Kartal diye adlandırılmıştır— bir kartal olduğu, ya da kartalla herhangi bir ilişkisi olduğundan değil, görücünün gözüne sınırsız büyüklükte simsiyah bir kartal gibi göründüğü için; boyu sonsuzluğa erişen, dimdik duran bir kartal gibi.

*

Bir an önce yeryüzünde canlı iken şimdi ölü olan tüm yaratıkların farkındalıkları, sahipleri, yaşam sebepleri ile buluşmak amacıyla ateşböceği yığınları gibi süzülerek Kartal’ın gagasına doğru üşüşürler, ve Kartal tarafından yutulurlar. Kartal bu ufacık alevleri tek tek ayırır, tıpkı sepicinin bir postu germesi gibi açıp düzeltir, sonra yutar onları; zira farkındalık, Kartal’ın besinidir.

*

Kartal, tüm canlı varlıkların yazgılarını yöneten bu erk, o varlıkların hepsini birden ve eşit olarak yansıtır. Bu yüzden, insanın Kartal’a dua etmesinin, ondan lütuflar dilemesinin, merhamet beklemesinin hiç yolu yoktur. Kartal’ın insan yanı, tümünü harekete geçiremeyecek kadar önemsizdir.

*

Yaşayan her varlığa, eğer isterse, özgürlüğe açılan bir aralık bularak ordan çıkıp gitme erki verilmiştir. Bu aralığı gören görücüler, ve onun içinden geçen varlıklar için, Kartal’ın bu armağanı onlara, farkındalığı sürekli kılmak için bağışlamış olduğu apaçık ortadadır.

*

(…)

*

Savaşçıların aklında tek bir şey vardır: özgürlükleri. Ölmek ve Kartal’a yem olmak onları yıldırmaz. Öte yandan, Kartal’ın yanından sıvışıp özgürleşmek küstahlığın (taşaklılığm) dik âlâsıdır.

*

(…)

*

Bir savaşçı artık ağlayamaz, ve onun ıstırabının tek ifadesi evrenin çok derinlerinden gelen bir ürpertidir. Sanki Kartal’ın yayılımlarından biri saf ıstıraptan oluşmuş gibidir, ve o yayılım bir savaşçıyı vurduğu zaman, savaşçının ürpertisi sonsuz olur.”

agy s. 70-77

“(…)

*

Bilinmeyen, belki dehşet verici bir bağlamla sarmalanarak insandan gizlenmiş bir şeydir; ama gene de insanın ulaşabileceği bir uzaklıktadır. Bilinmeyen, belirli bir zamanda, bilinen haline gelir. Öte yandan, bilinemeyen şey, betimlenemeyecek, düşünülemeyecek, gerçekleştirilemeyecek olandır. O, bize asla malum olmayacak bir şeydir; ancak gene de oradadır—enginliğinin tüm göz kamaştırıcılığı, ve aynı zamanda dehşetiyle.

*

(…)

*

Savaşçıların dediğine göre, etrafımızın nesnelerle dolu bir dünya olduğunu düşünmemizin tek nedeni, farkındalığımızdır. Ancak gerçekte var olan, Kartal’ın yayılımlarıdır; akışkan, sonsuza dek devinen, ancak değişmeyen, ölümsüz.

*

(…)

*

Savaşçıların yaşamlarındaki en büyük güçlerden biri korkudur, çünkü onları öğrenmeleri için kışkırtır.

*

(…)

*

Topyekûn farkındalığa erişmiş savaşçılar, görülesi bir manzaradır. Bu, onların içten içe yandıkları andır. İçten gelen ateş, onları kül eder. Ve tam farkındalık halindeyken, kendilerini Kartal’ın yayılımları ile kaynaştırır, ve sonsuzluğa süzülürler.

*

(…)

*

Başımıza gelebilecek en kötü şey, ölmek zorunda olmamızdır, ve bu bizim değiştirilemez yazgımız olduğuna göre, özgürüz; her şeyi yitirmiş olanların korkacak bir şeyi kalmaz.

*

Savaşçıların bilinmeyene atılma cüreti göstermelerinin nedeni, hırs değildir. Hırs, ancak sıradan olayların dünyasında iş görür. Bilinmeyenin o dehşet verici yalnızlığına girmeye cüret etmesi için, kişide hırstan daha büyük bir şey olmalı: sevgi. İnsanın yaşam sevgisi, entrika sevgisi, giz sevgisi olmalı. Merakı doymak bilmez, taşağı altı okka olmalı.

(…)”

agy s. 84-88

“(…) Şamanlar için, geçmişleri, öbür şamanların geçmiş günlerde başarmış olduklarından oluşur. Onlar geçmişlerine bir başvuru noktası edinmek için başvururlar (…)

*

(…)

*

Savaşçılar şamanizmden, insana umut vermek ve amaç göstermek üzere uçuşuna bir anlığına ara veren sihirli, giz dolu bir kuş olarak söz ederler; savaşçılar, bilgelik kuşu, ya da özgürlük kuşu diye adlandırdıkları bu kuşun kanadının altında yaşarlar.

*

(…)

*

İz sürme sanatı, kendini gizlemenin tüm kurnazlıklarını öğrenmektir; hem öyle iyi öğrenmektir ki, kimse senin kendini gizlediğini anlamasın. Bunun için amansız, kurnaz, sabırlı ve şirin olman gerek. Yeter ki amansızlık insafsızlığa, kurnazlık gaddarlığa, sabırlılık ihmalciliğe, ve şirinlik budalalığa dönüşmesin.

*

Savaşçıların edimleri için açığa vurulmamış bir amacı vardır, ama bunun kişisel çıkarla hiçbir ilgisi yoktur. Sıradan insan yalnız kâr fırsatı gördüğünde harekete geçer. Savaşçı ise kâr için değil, tin için hareket eder.

*

Eski çağların şaman görücülerinin görmeleri yoluyla ilk fark ettikleri şey, olağandışı davranışların, onların birleşim noktasında bir sarsıntı yarattığıydı. Bundan hemen sonra da, olağandışı davranışın sistematik biçimde uygulanarak akıllıca yönetilmesinin, birleşim noktasını giderek devinime zorladığım keşfettiler.

*

(…)

*

Şamanizm bir dönüş yolculuğudur. Savaşçı cehennemin içine iner, ve tine zaferle döner. Ve cehennemden ödüller getirir. Ödüllerinden biri de anlayıştır.

*

Savaşçılar iz sürücü oldukları için, insan davranışına ilişkin anlayışları mükemmeldir. Örneğin insanların nesnelere düşkün yaratıklar olduğunu bilirler. (…)

*

Savaşçılar bilir ki, sıradan bir insanın nesnelerle ilgisi başarısız olduğunda, kişi ya o nesneleri daha da genişletir, ya da kişisel tefekkür dünyası çöker. (…)

*

(…)

*

İnsanın olanakları öylesine engin ve giz doludur ki, savaşçılar onlara kafa yormaktansa onları keşfetmeyi seçmişler, onları anlama umuduna hiç kapılmamışlardır.

*

(…)

*

Şamanlar, kendini-önemseme maskesini düşürdüler; ve onun bu maskenin ardına gizlenen kendine-acıma olduğunu buldular.

*

(…) Şamanların dünyasında kararlar değiştirilemez ya da yenilenemez. Bir kez alındılar mı, sonsuza dek sürerler.

*

(…)

*

Ussal insanın kişisel-imajına sıkı sıkıya bağlı kalması, koyu cehaletini emniyete alır. Şamanizmin tılsımlı sözcükler ve hokuspokustan oluşmadığı, ve sadece elimizin altındaki dünyayı değil, insani açıdan ulaşılması mümkün olan başka her şeyi de algılama özgürlüğüne sahip olduğu gerçeğini görmezlikden gelir. Özgürlük olasılığı, korkudan titretir onu. Oysa, özgürlük parmaklarının ucundadır onun.

*

(…) Şu anda insanın, yalnızca iç dünyasıyla ilgili yeni fikirleri—şamanların fikirleri, toplumsal fikirler değil, bilinmeyenle yüz yüze gelen, kişisel ölümüyle yüz yüze gelen insana ilişkin fikirler—öğrenmeye her şeyden çok ihtiyacı var. (…)

*

Tin, sadece jestlerle konuşulduğunda dinler. Jestlerle kastedilen de işaretler ya da bedensel hareketler değil; gerçek kendini bırakış, insancıllık, mizah edimleridir. Tin için bir jest olsun diye, savaşçılar en iyi yanlarını ortaya çıkarır, ve soyuta sessizce sunarlar.”

agy s. 93-100

“(…) Florinda onların sonunda aşırı soğuk ve yansız olduklarını söylüyordu. İçlerinde hiçbir sıcaklık kalmamıştı artık. Arayışlarında kararlıydılar; insan olarak soğuklukları,
sonsuzluğun soğukluğuyla boy ölçüşme çabalarından geliyordu. İnsan gözlerini, bilinmeyenin soğuk gözlerine uyum sağlayacak kadar değiştirmekte başarılı olmuşlardı.

Bunu kendi içimde hissettim, ve olayın akışını umutsuzca değiştirmeye çalıştım. Henüz başarmış değilim. Düşüncelerim, o adamların arayışlarının sonunda edindikleri düşüncelere gittikçe daha çok benziyor. Gülmüyor değilim. Tam aksine, yaşantım sonsuz bir mutluluk. Ama aynı zamanda da sonsuz ve acımasız bir arayış. Sonsuzluk beni yutacak, bunun için hazırlıklı olmak istiyorum. Sonsuzluğun beni eritip yok etmesini istemiyorum; çünkü insani tutkular taşıyorum; sıcacık sevgiler, bağlılıklar, ne denli belirsiz olsalar da. Hayatta her şeyden çok, o adamlar gibi olmak istiyorum. (…)

(…) Özetleme dikkatimi o şamanların ruh durumlarına odakladım, ve çekim alanlarına umutsuz biçimde yakalandım. Florinda durumumun değişmez olduğuna inanmıyordu. Bana takılıyor, açıkça gülüyordu.

“Senin durumun sadece görünürde değiştirilemeyecek gibi,” dedi bana, “ama aslında böyle değil. Durduğun yeri değiştireceğin bir an gelecek. Belki eski çağ Meksikası şamanlarına ilişkin her düşünceni fırlatıp atacaksın. Belki de o denli yakın çalıştığın şamanların düşüncelerini ve görüşlerini bile fırlatıp atarsın; örneğin nagual Juan Matus’unkileri. Varlığını bile reddedebilirsin onun. Görürsün. Savaşçı sınır tanımaz.
Doğaçlama duygusu öyle keskindir ki, hiçlikten kavramlar kurar, ama salt boş kavramlar değil; kullanılabilir, işe yarayan şeyler. Görürsün. Onları unutmakla kalmayacaksın, bir an gelecek, uçuruma atlamadan önce, eğer kenarında yürüyecek yüreğin varsa, yolundan sapmayacak kadar cesursan, sana düzen ve denge açısından eski çağ Meksikası şamanları saplantısından sınırsızca daha uygun olan savaşçı yargılarına
varacaksın.”

(…) Benim tek kusurum, dünyaya ve kendime ilişkin daha farklı, derli toplu, kendi mizacıma daha uygun bir görüş edinebilmem için uçurumun kenarında yürümem gerekirken, bu başarıyı gösterecek cesarete ve güce sahip olduğum konusunda kuşkularım olması.

Ama kim bilebilir ki?”

agy s. 101-103

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.