Herkes tapacak bir şey arar. Çünkü bilir kendi zayıflıklarını; bir tapınç nesnesi olmadığını. Tanrıya tapınılır, babalara, kadınlara… Ve herkes tapındığından bir şeyler ister. Oysa tapınılanın bir şeyler isteyebileceği kimse yoktur. Oğulluktan çoktan çıkmış bir babaya babalık yapacak kimse yoktur. Bu yüzden oğul bilmez ama çoğu zaman zavallı ve çaresiz bir yalnızdır o diğer bütün tapınılanlar gibi. Ve yine bu yüzden O olmak görünmeyen bir zavallılıktır aslında. Aslında getirdiği bir tatmin yoktur tapınılmanın. Hem bir tapınç nesnesi neden tapınılmaya ihtiyaç duysundur ki zaten o zaten ihtiyaçsız değil midir en azından tapanları için. Yani O olmak öyle mecburi bir yalnızlık öyle mecburi bir zavallılıktır tam bir bilgelik gerekir O olmaya katlanmak için. Bilgeler farkındadırlar uçurumlarının; kendilerine tapan olamazsa; birilerinin tapınç nesnesi olmazlarsa avunamayacaklarının. Bilgelikle avunabilmek için yine bir bilge olmak gerekir; gerçekten yaşamak için ise hayvan. Bilge ve hayvanı zamanları ayırır birbirinden. Bilinç insanın lanetidir en yüksek noktasına vardığında. Augustinus’un şimdisinde hem geçmişi hatırlamak; hem geleceği kurmak hem de bu ikisinin arasında şimdiyi yaşamaya çanalamak. Bu durumun sırrına eren mutlak vazgeçecektit bu ızdırabın farkındalığından; hayvanların zamanına -yani zamansızlığına dönmek isteyecektir. Çünkü hayvanlar hep şimdiyi yaşarlar; bundandır ya her anı eksiksiz yaşarlar. Su içmek için nehire eğilen mutlu geyikle; nehirden çıkan timsahın ağzına kafasını kaptıran umutsuz geyik aynı geyik bile değildir bir bakıma. İşte bu zamansızlığı arzular zamanı ele geçirmiş her zihin umutsuzca. Oysa zamanın farkındalığının bilgeliği öyle bir lanettir ki bir kere ona varıldım mı ondan kurtulmak imkansızdır ne kadar kaçsa da bilge geçmişinden de gelecekten de bilgi bir tortudur hep kalır zihinde. O zaman Carpe Diem hep yapay bir oyunculuk çabası olmaya mahkumdur zamana eren insan için.
Barış K.