“YEMEN PADİŞAHININ HATEMİ TAYİ İLE
HİKÂYESİ
Bilmem ki bana bu hikâyeyi kim söyledi. Hikâye şudur: Yemen’de bir padişah vardı. Bu padişahın diğer adlı, şanlı padişahlardan ileri idi. Hazine bağışlamada benzeri yoktu. Ona cömertlik bulunu denilse, yaraşırdı. Çünkü eli yağmur gibi para saçardı.
Bu padişah, kendisini dünyanın en cömerdi bildiği için, kimse onun yanmda Hatem’in adını anamazdı. Şayet anacak olsalar, fena halde kızar, kızgınlığı da geçmezdi. Hem de: «Kimdir bu Hatem? Nedir ona ait sözler? Onun cömertliğinden ne olur, saltanatı yok, hâzinesi yok, emir ve ferman sahibi değildir» diye Hatem’in şanına dokunacak şeyler söylerdi.
İşittim ki, padişah, bir kere şahane bir ziyafet verdi. Ziyafette bulunanları bir sazende çengini nasıl okşarsa öyle okşardı. Fakat o ziyafette bulunanlardan birisi, arzusu hilâfına olarak Hatem adını andı. Diğer birisi de Hatem’i övmeye başladı.
Padişah kıskançlığından o kadar kızdı, Hatem’e o kadar kin tuttu ki: «Bu Hatem dünyadan kalkmadıkça benim cömertliğim birinciliği kazanmıyacaktır» dedi ve bir câniyi Hatem’i öldürmeğe memur etti.
Hatem’i öldürmeğe memur olan zalim, Hatem’i öldürmek maksadiyle.- «Neredesin Tay obası!» diye yola düştü. Süre süre sora sora geldi. Tay obasına yetişti. Daha obaya girmeden, yolda .sevimli, cana yakın bir genç gördü. Bu genç güzel yüzlü idi, âlim, ârif idi, zarif idi, tatlı sözlü idi. Yemen’den gelen o yolcuyu: «Bu gece bende misafir olunuz.» diye aldı, konağına getirdi, misafiredindi. Ona keremkârlık gösterdi. Yol zahmetini, garip
liği unutacak aşinalıklarda bulundu. Bununla beraber hizmet edemediği için özür diledi. Elhasıl o kötülük düşünen kötü herifin gönlünü iltifatlar ile kaptı.
Misafir akşam yattı. Seher vakti olunca kalkıp yoluna devam etmek istedi.
Ev sahibi onu bırakmak istemedi. Elini, ayağını öptü. Ne olur, bir kaç gün daha kalınız diye ricada bulundu.
Misafir, itiraz ederek, şöyle dedi: «Kalmak isterdim. Ne çâre ki, mazurum, kalamıyacağım. Çünkü çok mühim bir işim var. O işi görmeğe mecburum.»
Bu kerîm adam, misafire: «Sizi sevdim, dedi, işini benden saklamıyacak söyleyecek olursan, birlikte düşünür, can ile çalışırım.»
Misafir şöyle dedi: «Ey âlicenap, asîl! Beni dinle, tabiîdir ki, senden sır çıkmaz. Çünkü cömertsin. Cömertler sır saklarlar. Buralarda Hatem denilen biri varmış. Güzel fikirli, iyi muylu, muhterem bir zat imiş. Onu tanır mısın? Padişahım Yemen padişahiyle onun
arasında ne geçmiş bilmem? Padişahım ona pek kızmış. Başını kesip götürmek için beni memur etti. Eğer lütfen; bana kılavuz olur, Hatem’in bulunduğu yeri gösterirsen, lütfuna minnettar olurum.»
Misafirden bu sözleri duyunca genç Hatem güldü: «Hatem benim, işte başım. Haydi kılını çal, başımı gövdemden ayır. Sabah olup ortalık ağarmadan bu işi bitir. Çünkü gecikirsen kabilemden sana zarar gelir. Yahut maksadını elde edemezsin.» dedi ve kesilmek
için başını misafirin önüne eğdi.
Genç misafir Hatem’den bu sözleri işitince, bu teslimi görünce içinden kaynayıp gelen bir çığlık koptu, yere yıkıldı, sonra kalktı. Kâh toprağı öptü, kâh Hatem’in elini ayağmı öptü. Kılıcım bıraktı. Tirkeşini attı.Âcizler gibi hayretle ellerini göğsüne kavuşturdu. Şöyle dedi: «Eğer sana gül yaprağiyle vuracak olursam, erler yanında er değil, kahpeyim.»
Sonra misafir, Hatem’in gözünü öptü’ Onu kucakladı, nihayet ayrıldı. Yemen yolunu tuttu. Yemen’e vardı. Padişahm huzuruna çıktı.
Melik o memurun iki kaşı ortasına baktı. Anladı ki bir iş görmeden gelmiştir.
Sonra melik ona hitap ile: «Söyle ne var, ne oldu? Hani ya terkinde Hatem’in başı yok. Anlaşılan, Hatem senden yiğit çıktı. Cenkte onunla başa çıkamadın.» dedi.
Memur, padişahın önünde yer öpüp lâzım gelen hürmet merasimini ifadan sonra söze başladı, şöylededi: «O şöhret sahibi Hatem’i hünerli, sevimli, güzel yüzlü, cömert, akıllı, mertlikte benden daha üstün gördüm. Bana karşı pek lütuf ve kerem gösterdi. Bu kerem yükü belimi iki kat etti. Beni iyilik, âlicenaplık kılıcı ile kesti.» Elhâsıl, Hatem’den gördüğü cömertliği etrafiyle anlattı.
Bunun üzerine padişah Tay hanedanını övdü. Cömertlik Hatem’de hatmolmuştur. Hatem hakkında edilen şahadet doğrudur. Onun şöhreti ile işi birbirine mutabıktır, dedi ve memura bir kese akça verdi.”
Bostan ve Gülistan, Şeyh Sadi Şirazi, Çev: Kilisli Rıfat Bilge, Meral Yay-Can Kitabevi, İstanbul, 1980, s. 115-117