“(…)
Arthur Mizener, Eliot’un 1947’de, “Ben ‘Çorak Ülke’yi , kısacası, kendi duygularımı yatıştırmak için yazdım,” deyişini ansıtarak, bu şiirin büyüklüğüne , çağın her bakımdan özüne inilerek ve çağın niteliği kavranarak ulaşıldığını söyler. Ona göre, Amerikan yaşantısının temel özelliğinden dolayı Eliot’un dünyasında düşünler ile gerçeklik arasındaki uçurum genişledi. Duyarlığı ise, gittikçe karmaşıklaşan Batı (Avrupa) kültürüne uyarlandı. Böylece onun günlük yaşantı dünyası daha ürkütücü ve yabansı kesildi. Yani, inanılmaz bir dış dünya ve katlanılamaz bir iç dünya. İsteksiz olunsa da böyle bir umutsuzluğun üstüne üstüne gitmek ! Yetenekli bir şair için böyle bir davranış kaçınılmaz olur. Yani, taşradan gelip kendi eski kültürünün anılarım yakalamak. Bu duygu Eliot’ta olduğu kadar Hart Crane ve Allen Tate gibi değişik yoldaki şairlerde de bellidir. Eliot’un bu durumu dürüstçe ve duygulara kapılmaksızın karşılaması, us ve kişilik bütünlüğünün büyük bir zaferidir. Böyle bir durumdan kurtulmak için doğal ve etkili bir yol buluşu belki daha büyük bir başarıdır… “Gelenek ve Kişisel Yetenek” adlı deneme kitabında şöyle der Eliot: “Şiir, tutkuların boşalması değil, tutkulardan kaçıştır ve şiir, kişiliğin ortaya konması değil, kişilikten kaçıştır. Ama ancak tutkusu ve kişiliği olanlar anlar bu kaçışın ne anlama geldiğini. ”
(…)
SUPHİ AYTİMUR
(…)”
Çorak Ülke Dört Kuartet ve Başka Şiirler, T. S. Eliot, Çev: Suphi Aytimur, Adam Yay., İstanbul, 1990, s. 15
“J. ALFRED PRUFROCK’UN AŞK ŞARKISI
(…)
Gidelim öyleyse, sen ve ben ,
Akşam göğe karşı serilmiş yatarken
Eterlenmiş bir hasta gibi masada;
Gidelim o yarı tenha sokaklardan:
Mırıltılı inziva yeri olan
Tedirgin gecelerin, tek gecelik salaş otelleriyle
Ve istiridye kabuklu, talaşlı aşevleriyle ,
Sokaklar ki yoz tartışmasınca sinsi niyetlerin
İzleyip durur seni
(…)
(…)
(…)
Cana kıymanın da , yaratmanın da zamanı gelecek ,
(…)
(…)
Ve gerçekten zamanı gelir
Sorarsın, “Cesaretim var mı?”, “Cesaretim var mı?”,
(…)
Cesaretim var mı
Tedirgin etmeye evreni?
Bir dakika da yeterli zaman var
Kararlarla caymalar için ki bir dakika değiştirir hepsini.
Çünkü tümünü de bilirim ben, tümünü bilirim –
Bilirim nedir akşamlar, sabahlar, ikindiler,
Hayatımı çay kaşıklarıyla ölçmüşüm bir bir;
Ölgün bir düşüşle ölen sesleri bilirim
Ve gözleri de bilirim ben, tümünü bilirim –
Gözler ki tek cümlelik yaftada özetler seni;
(…)
Ve kolları da bilirim ben, tümünü bilirim –
Kollar ki bileziklidir, beyazdır, çıplaktır,
(Ama lambanın ışığında ayva tüylerine bürünür!)
(…)
(…)
Ve üstelik onca çabaya değer miydi?
(…)
Ya biri, yastığa gömerek başını umursamadan
Deseydi, “Demek istediğim hiç de bu değil.
Hiç de bu değil . ”
Ve üstelik onca çabaya değer miydi,
Onca üzüntüye değer miydi,
Günbatımlarından, avlulardan, sulanmış sokaklardan ,
Romanlar ve çay bardakları ve yeri süpüren eteklerden
sonra –
Hem buiılar, hem daha nice şeylerden sonra? –
Elde değil ki söylemek açıkça içimdekini!
(…)
Ya biri, gömülerek yastığa ya da sıyırarak şalını
Ve dönerek pencereye deseydi bir:
” Hiç de bu değil,
Demek istediğim hiç de bu değil.”
(…)
(…)
Ayağımda beyaz flanel pantolon , dolaşacağım kıyıda.
(…)”
agy s. 20-25
“(…)
– Biraz hava alalım, bir tütün esrikliğiyle,
Övünçle seyredelim anıtları,
Tartışalım son olayları,
Ayarlayalım saatleri alan saatlerinden,
Sonra yarım saat oturup içelim biramızı .
(…)
Ve ben değişen her kalıba girmeliyim
Anlatabilmek için . . . dans etmeli, dans
Dans eden bir ayı gibi,
Papağan gibi cırlamalı , maymun gibi çene çalmalıyım.
Biraz hava alalım, bir tütün esrikliğiyle –
(…)”
agy s. 27, 30
“(…)
IV
Adamın ruhu sıkıca gerildi goge karşı
Solarken o bir kent bloku ardında,
Ya da çiğnendi ısrarlı ayaklar altında
Saat dörtte, ve beşte , ve altıda;
Ve pipo dolduran kısa küt parmaklar,
Ve akşam gazeteleri, ve gözler
İnandırılmış kesin kesinliklere,
Kararkılmış bir sokağın vicdanı
Titizlenir dünyayı kabullenmek için.
(…)”
agy s. 32
“(…)
Lamba vızıldadı:
“Aya bak,
La lune ne garde aucune rancune, ( * )
Kırpıyor gözünü hafifçe,
Gülümsüyor köşelere .
Düzeltiyor saçını otların.
Ay yitirmiş anılarını .
Çiçek hastalığı çopurlaştırıyor yuzunu, kadının,
Büküyor elinde kağıttan bir gülü,
Toz kokulu, kolonya kokulu,
Yalnızdır o ,
Geceye özgü tüm eski kokularla,
Ki geçtikçe geçerler kafasından . ”
Akla gelir
Güneşsiz kuru ıtırlar
Ve çatlaklardaki toz,
Kestane kokuları sokaklarda,
Ve kadın kokuları panjurlu odalarda,
Ve sıgaralar koridorlarda
Ve kokteyl kokuları barlarda.
Lamba dedi ,
“Saat dört,
İşte numara kapıda.
Hatırla!
Anahtarın var,
Küçük lambanın ışık çemberi merdivende .
Çık .
Yatak açık; diş fırçası duvarda asıl ı ,
Pabuçları kapıda bırak, uyu , hazırlan hayata . ”
Son bükülüşü bıçağın.
( * ) Ay hiç kin beslemez.”
agy s. 35, 36
“LA FIGLIA CHE PIANGE
(AĞLAYAN GENÇ KIZ)
O quam te memorem virgo . . . (*)
(…)
(…)
Böyle bırakıp giderdi adam
Nasıl ayrılırsa can gövdeden kırık dökük
Nasıl boşaltırsa akıl kullandığı gövdeyi .
(…)
(*) Maiden, by what name shall I know you?
(Genç kız, hangi adla anayım seni?)”
agy s. 37
“(…)
Ben, ne kanlı geçitlerden geçtim,
Ne ılık yağmurlar altında çarpıştım ,
Ne de diz boyu bataklıkta, elde pala,
Sinek ısırıkları içinde, çarpıştım.
Evim çürüyüp köhnemiş bir ev ,
(…)
Kadın mutfağa bakar, çayı hazırlar,
Esner geceleyin, dürtüklerken inatçı oluğu.
(…)
(…)
Bunca bilgiden sonra, ne bağışlaması? Düşün ki
Tarihin aldatıcı yolları, yapay dehlizleri çoktur,
Ve iletir, aldatır fısıldayan aşırı hırslarla,
Yönlendirir bizi boş şeylerle. Düşün ki
Verir o, dikkatimiz ne zaman dağılsa
Ve ne verirse , verir öyle esnek bir şaşkınlıkla
Ki bu veriş aç bırakır özlemleri. Çok geç verir
İnanılmayan ne varsa, ya da hala inanılıyorsa,
Yalnız anılarda, uyanan tutkuyu. Çok erken verir
Güçsüz ellere, ne gelirse aklına onsuz olunabilecek,
Bir korkuyu üretinceye dek reddediş. Düşün
Ne korku, ne de ataklık kurtarır bizi . Acayip huyları
Yaratan bizim kahramanlığımızdır. Erdemleri
Üstümüze salan bizim arsız suçlarımızdır.
Bu gözyaşları silkelenmiştir öfke ağacından.
(…) Düşün artık
Bir sonuca ulaşmış değiliz, ben burada
Bir kiralık evde katılıp kalırken. Düşün artık
Amaçsız yapmış değilim bu gösteriyi
Ve bu fısıldamasıyla da değildir
Perde ardındaki şeytanların.
(…)
Yitirdim ben sevgimi: alıkoymam ne diye gereksin
Her alıkonan şey yozlaştırıldıktan sonra?
(…)”
agy s. 38-40
“(…)
Elizabeth ‘le Leicester , 279
(…)
(…)
Sonra vardım Kartaca’ya
(…)
279 Bak. Froude, Elizabeth, cilt 1, bölüm iv, De Quadra’nın İspanya Kralı Philip’e mektubu:
“Öğleden sonra bir saltanat kayığında nehirdeki oyunları seyrediyorduk. (Kraliçe) Lord Robert ve benimle birlikte kıç taraftaydık . Onların konuşmaları saçmalığa dönüşüp öyle ileriye gitti ki Lord Robert sonunda, ben de hazır oradayken , kraliçe isterse evlenmemeleri için hiçbir neden olmadığını söyledi . “”
agy s. 52, 53
“(…)
O adam ki yaşıyordu, şimdi ölüdür
Bizler ki yaşıyorduk, şimdi ölüyoruz
Sabrımız tükenmiş
(…)
Kimdi o üçüncü, hep yanında yürüyen?
Sayınca bir sen varsın, bir de ben 360
Ama ne zaman uzayıp giden ak yola baksam
Birisi daha var daima yanında yürüyen
Akıyor sanki boz harmanisiyle, kukuletalı,
Bilemem artık erkek mi, kadın mı
– Ama kimdir öbür yanında yürüyen?
(…)
360 Bunu izleyen dizeleri esinleyen , Güney Kutbu seferlerinden birisinin öyküsüdür. (Hangisi olduğunu unuttum, ama Shackleton’unkilerden biri olabilir) . Anlatıldığına göre, araştırma ekibi güçleri tükenmek üzereyken sürekli olarak aralarında ekip üyelerinden fazla bir kişinin bulunduğu sanrısını duyarlar.”
agy s. 55, 56
“ASH-WEDNESDAY
(Paskalya Perhizinin İlk Çarşambası)
I
Çünkü ummuyorum döneyim gene
Çünkü umuyorum
Çünkü ummuyorum döneyim
İsteyerek şunun yetisini , bunun gücünü
Artık çabalamam çabalamaya böyle şeyler için
(Kocamış kartal neden gersin kanatlarını?)
Neden ağıt yakayım
Yiten gücüne bildiğimiz saltanatın?
Çünkü ummuyorum tadayım gene
Olumlu saatin çürük ününü
Çünkü sanmıyorum
Çünkü bilirim ki bilmeyeceğim
Geçici olan tek gerçek gücü
Çünkü içemem orada
Ağaçlar çiçeklenir ve pınarlar akarken,
çünkü hiçbir şey yok artık
Çünkü bilirim ki zaman hep zaman
Ve yer, hep o yer ve tek yerdir
Ve gerçek yalnız belli bir zamanda gerçektir
Ve yalnız belli bir yerde
Kıvanıyorum ki her şey olduğu gibi ve
Ben boşluyorum o kutlu yüzü
Ve boşluyorum o sesi
Çünkü umamam döneyim gene
Bu yüzden kıvançlıyım, bir şeyler kurmanın
Verdiği kıvançla
(…)
Bırakın bu sözler yanıtlasın
Çünkü yapılan yapılmayacaktır bir daha
Dilerim verilecek cezamız çok ağır olmasın
Çünkü bu kanatlar artık uçacak kanat değil
Yalnızca dövmeye yarar havayı
Hava ki şimdi tümden hafifleyip kurumuş
Daha hafif ve kuru istekten
(…)
(…)
Sunuyorum eylemlerimi unutulmaya ve aşkımı
Çölün gelecek kuşaklarına ve sukabağına.
(…)
(…) Değil mi ki unutulmuşum
Ye unutulacaktım , öyleyse unutacağım
(…) Ve Tanrı dedi
Yalvaçlığını yele de, yele yalnız, çünkü yalnız
Yel dinleyecek. (…)
(…)
(…)
İyi ki dağıldık, pek hayrımız dokunmadı birbirimize,
(…)
(…)
Savrulan saçlar hoştur, kumral saçlar yüze savrulan ,
Leylaklar ve kumral saçlar;
(…)
(…)
V
Yitik kelam yitmişse, edilmiş kelam edilmişse
Duyulmadık , edilmedik
Kelam edilmemiş, duyulmamışsa;
Hala edilmemiştir o kelam , O Kelam duyulmamış,
Tek kelamı olmayan O Kelam, O Kelam içinde
Bu alemin , bu alem için ;
Ve ışık parıldadı karanlıkta ve
O Kelama karşı tedirgin alem hala dönüyordu
Ortalarında O sessiz Kelamın .
Ey ulusum benim , ne ettim ben sana.
(…)
Hiç kıvanma zamanı yok onlara, şamata içre yürüdüler ve
o sesi yadsıdılar
(…)”
agy s. 70-76
“(…)
Onardım bilmeden , yarı ayık, bilinmeyen, kendimi.
(…)”
agy s. 82
“(…)
SWEENEY : Doğum , ve çiftleşme ve ölüm.
Hepsi bu , hepsi bu, hepsi bu, hepsi bu,
Doğum, ve çiftleşme ve ölüm.
DORIS : Bunalırdım.
SWEENEY : Bunalırdın.
Doğum, ve çiftleşme ve ölüm.
DORIS : Bunalırdım .
SWEENEY : Bunalırdın.
Doğum, ve çiftleşme ve ölüm.
Aslını arasan bütün gerçek budur İşte:
Doğum, ve çiftleşme ve ölüm.
Bir kez doğmuşum , ve yeter bu.
Sen hatırlamazsın , ben hatırlarım ,
Bir kez yeter.
(…)
(…)
KLIPSTEIN İLE KRUMPACKER’IN ŞARKISI
SWARTS İLE SNOW ÖNCEKİ GİBİ
(Ses gittikçe
hafifleyecek)
Minicik adalı kızım
Minicik adalı kızım
Burada kalacağım seninle
Ve üzülmeyeceğiz ne yaparız diye
Yetişmek zorunda değiliz trenlere
Ve yağmurda dönmeyeceğiz eve
Hibisküs çiçekleri toplayacağız
Çünkü bu dakika değil saatler sürecek
Çünkü bu saat değil yıllar sürecek
Ve sabahlar
Ve akşamlar
Ve öğleler
Ve geceler
Sabah
Akşam
Öğle
Gece
(…)
(…)
Onlar diri idiyse kendisi ölüydü.
Her şey kopuktu beyninde
Her şey kopuktu beyninde
Çünkü yalnızsanız
O nasıl yalnız idiyse öyle yalnızsanız
Olsanız da olmasanız da
Gene söylüyorum yeri değil bunun
Ölüm ya da hayat, hayat ya da ölüm
Ölümdür hayat, hayattır ölüm
Kelimeler olmadan nasıl konuşurum
Ama anlasanız da, anlamasanız da
Bana göre hava hoş, size göre de
Hepimiz n’apmak gerekse onu yap’cağız
Burda çöreklenece’z, bu içkiyi içeceğiz
Burda çöreklenece’z, türkü söyleyeceğiz
Burda oturup kalıp ve çekip gidece’z
Ve birisi çaresiz ödeyecek kirayı
(…)”
agy s. 90-95
“(…)
Et fes soldats faisaientla haie? ILS LA FAISAIENT. ( * )
(…)
( * ) Ve askerler saf tutuyorlar mı? Tutuyorlar.”
agy s. 98
“(…)
Ey dünyası bahar ve güzün, doğum ve ölümün !
Sonsuz dönüşü düşünlerle eylemlerin,
Sonsuz buluşlar, sonsuz deneyimler,
Getirir bilgisini hareketin, ama durağanlığın değil ;
Bilgisini konuşmanın, ama susmanın değil;
Bilgisini sözlerin, ama habersizliği Kutsal Sözden.
Tüm bilgimiz bizi daha yaklaştırır bilisizliğimize ,
Tüm bilisizliğimiz bizi daha yaklaştırır ölüme,
Ama yakınlık ölüme, daha yakınlık değildir T ANRI’ya.
Nerede hayat, yaşarken yitirdiğimiz?
Nerede bilgelik, bilgi içinde yitirdiğimiz?
Nerede bilim, bilgiler içinde yitirdiğimiz?
Göğün dönüşü yirminci yüzyılda
Bizi uzaklaştırır Tanrı’dan, yaklaştırır Kül’e.
(…)
(…)
Derim size : Yetkinleştirin istencinizi.
Derim : hiç düşünme hasadı
Ama düşün gereğince ekmeyi.
(…)
Sonra, savsıyorsunuz ve küçümsüyorsunuz çölü.
Çöl uzak değildir güney dönencesinde,
Çöl yalnız çevresinde değildir bölgenin ,
Çöl sıkıştırılmıştır kapı komşu metro’ya,
Çöl yüreğindedir senin kardeşinin.
(…)
(…)
Kimse iş vermedi bize
Eller ceplerde
Ve suratlar asık
Açık yerlerde dolaşıp dururuz
Ve titreriz ışıksız odalarda.
(…)
(…) Bu ülkede
Kimse iş vermedi bize .
Ne hayatımız isteniyor, ne ölümüz
(…)
(…)
(…)
Peki, Yabancı sorarsa: “Kuruluş amacı nedir bu kentin?
Karşılıklı sevgiden mi bu ıkış tıkış bir araya geliş?”
Ne yanıt vereceksiniz? “Hep birlikte oturuyoruz ki
Herkes para kazansın” mı? yoksa, “Bu bir toplumdur” mu?
Ve Yabancı ayrılacak ve dönecek çöllere.
(…)”
agy s. 101-107
“(…)
İn daha aşağıya, in doğruca
Sürekli yalnızlık dünyasına,
Dünya dünya değil de şey, o da dünya değil ,
İç karanlığı , yoksulluk
Ve yoksunluk maldan mülkten ,
Duyu dünyasının kuruması,
Düş dünyasının boşalması,
Ruh dünyasının işlemeyişi;
Bu işin bir yüzü, ötekiyse
Gene aynı, hareket değil ama
Hareketten kaçınma; dünya yol alırken
İstekle, bakımlı yollarında
Geçmiş zamanla gelecek zamanın.
(…)”
agy s. 124
“(…)
Değeri ne olabilirdi uzun süre beklemenin,
Uzun süre umulan sessizlik, güz huzuru
Ve yaşlılık bilgeliği mi? Bizi mi aldattı ,
(…)
Bırakarak bize sadece bir aldatma reçetesi?
Huzur yalnız bilinçli bir vurdumduymazlık,
Bilgelik yalnız ölü gizlerin bilgisidir,
Yararsızdır karanlıkta, ya özenle gözlerler
Ya da görmezden gelirler. Bize kalırsa,
Olsa olsa, yalnız sınırlı bir değeri vardır
Görmüş geçirmişlikten edinilen bilgilerin.
Bilgi bir düzen kurdurur, ve yanıltır,
Çünkü önerilen düzen her an yenidir
Ve her an yeni ve sarsıcı bir değer
Biçilmesidir tüm yaşantımıza. Bizi aldatmayan ancak
Aldatarak artık hiç zarar veremiyecek olandır.
(…)
(…) Anlatmaktansa bana
Bilgeliğini yaşlıların , anlat aptallıklarını,
Korkularını korku ve kaçıklıktan, korkularını edinmekten,
Bağlı olmaktan, birisine, başkalarına ya da Tanrı’ya.
Edinmeyi umabileceğimiz tek bilgelik
Bilgeliğidir kibirsizliğin ; kibirsizlik sonsuzdur.
Denizin altına göçtü bütün evler.
Tepenin altına göçtü bütün dansedenler.
III
Oh karanlık karanlık karanlık . Hepsi gider karanlığa,
Yıldızlararası boş uzay, boşluk içinde boşluk,
Kaptanlar, gemi bankerleri, seçkin yazarlar,
Eli açık sanat koruyucuları, devlet adamları ve yöneticiler,
Tanınmış sivil görevliler, komite başkanları,
Sanayi kralları ve taşaronlar, hepsi gider karanlığa,
Ve karanlıktır Güneş ve Ay , ve Gotha Almanağı,
Ve borsa gazetesi, yönetim kurulları rehberi,
Ye körelmiştir duyular ve yitiktir çalışma güdüsü .
Ye onlarla katılırız, sessiz cenaze törenine,
Cenazesizdir tören , çünkü gömülecek kimse yoktur.
(…)
Ruhuma dedim, uslu dur, ve bekle umutsuzca
Çünkü umut yanlış şeyleri ummak olacaktı, bekle aşksız
Çünkü aşk yanlış şeylerin aşkı olacaktı, gerçi inanç vardır
Ama o inanç ve o aşk ve o umut hep beklemektedir.
(…)
Tekrarladığımı söylüyorsun
Önceden söylediğim şeyleri. Söyleyeceğim yine .
Söyleyeyim mi yine? Oraya varabilmek için ,
Olduğun yere varabilmek, olmadığın yerden
Bir yoldan geçmelisin ki orada esriklik yoktur.
Bilmediğin şeylere erişmek için
Bir yoldan geçmelisin ki bilisizlik yoludur.
Edinmediğin şeyleri edinmek için
Edinmemişlik yollarından geçmelisin .
Sen ne değilsen ona erişmek için
Bir yoldan geçmelisin ki sen yoksun.
Ve bilmediğin her neyse, bildiğin tek şeydir o
Ve edindiğin şeyler edinmediğin şeylerdir
Ve nerede isen orada değilsindir.
(…)”
agy s. 130-133
“(…)
Zaman sağaltıcı değildir: hasta artık burada değil .
(…)
(…)
V
Merihle haberleşmek, ruhlarla konuşmak ,
Saptamak deniz canavarının davranışını,
Okumak yıldız, bağırsak ya da kristal küre fallarını,
İmzalardan hastalık tanılamak, ve okumak
Hayat öyküsünü avuç çizgilerinden
Ve dramları parmaklardan ; fala bakmak
Kur’a ile, çay yapraklarıyla, çözmek kaçınılmazı
Oyun kağıtlarıyla, oynamak beşköşe yıldızlarla
Ya da uyku haplarıyla, ya da açımlamak
Geri dönen putu önceden bilinçli terörlere –
Araştırmak dölyatağını, mezar ve düşleri; hepsi olağan
Eğlence ve uyuşturuculardır, ve basının konularıdır:
Ve daima olacaktır, bunların bazısı özellikle
Ulusların tehlikede olduğu zaman ve karışıklık
İster Asya kıyılarında olsun, ister Edgware yolunda.
İnsanlar merakla araştırır geçmişle geleceği
Ve sarılırlar bu boyutlara. Fakat algılamak
Kesişme noktasını zamansızlığın
Zaman ile, ermişlere özgü bir iştir –
Bir iş de değildir, bir şeydir verilmiş
Ve alınmış, bir ömürboyu ölümle, aşk içinde,
Coşkuyla, özgecilikle ve kendini vermekle.
Çoğumuz için, var olan ancak yapayalnız
Bir andır, bir an , içinde ve dışında zamanın,
Çılgınlık nöbeti, yitmiş bir günışığı demetinde,
Görülmemiş yaban kekiği, ya da kış şimşekleri,
Ya da çavlan, ya da müzik öyle derinden duyulur ki
Buna duyma denemez, müzik kesilen sizsiniz
Müzik sürüp giderken . Bunlar ancak izler ve sanılardır,
İzlerden sonra sanılar gelir ve geri kalanlar
Yakarış, tapınma, disiplin , düşünce ve eylemdir.
Yarı çözülmüş iz, yarı anlaşılmış yetenek , diriliştir.
Burada olanaksız birliği
Varlık dünyalarının gerçektir,
Burada geçmiş ile gelecek
Fethedilir ve uzlaştırılır,
Ve eylem başka tür hareketiydi
Onun ki yalnızca etkilenir
Ve içinde yoktur hiç hareket kaynağı –
Yürüten demonyak ve tionik güçlerdir.
Ve doğru eylem özgürlüktür
Geçmişten ve gelecekten de.
Çoğumuz için bir amaçtır bu
Burada hiç gerçekleşmeyecek;
Onlardır yalnız baş eğmeyenler
Çünkü çabalamayı sürdürdük;
Biz, hoşnut, ölümümüzde
Geçici geri dönüşümüz beslerse
(Porsukağacından pek uzakta değil)
Hayatını anlamlı toprağın.”
agy s. 142-146
“(…)
(…) Niye geldim diye ne düşündüysen
Yalnız kabuğudur, kapçığı dır anlamın
Ki amaç yalnız o amaca ulaşılınca anlaşılır,
O da ulaşılırsa. İsterse hiç amacın olmasın
Ya da tasarladığın son’un ötesindedir amaç,
Ulaşılınca değiştirilir. (…)
(…)
Ve ölüler neyi söylemediyse hiç, yaşarken,
Anlatabilirler sana, ölüyken: Haberleşir
Ölüler ateş diliyle, değil yaşayanların diliyle.
(…)
(…)
Umut ve umarsızlığın ölümü ,
Bu , ölümüdür havanın .
(…)
Kavrulup yarılmış toprak
Şaşkın bakar hiçliğine cakanın,
Güler ama neşesiz.
Bu , ölümüdür toprağın .
(…)
Su ile ateş çürütecektir
Bozuk temelini, unuttuğumuz
Mihrap ile koro yerinin.
Bu, ölümüdür suyla ateşin.
(…)
Ve sözler bulurum, söylemeyi hiç düşünmediğim,
(…)
(…)
(…)
Tek umut, yoksa, tek umutsuzluk
Ceset için odun seçmededir, seçmede –
Kurtarılmak için ateşten ateşle.
(…)
Biz yalnız yaşarız, ah ederiz işte
Tüketilerek ya ateşle ya da ateşle.
(…)
Her cümlecik ve her cümle bir son ve başlangıçtır,
Her şiir bir yazıt. Ve herhangi bir eylem
Bir adımdır idam kütüğüne, ateşe, denizin gırtlağına
Ya da okunamayan bir taşa: ve bu, çıkış yerimizdir.
Biz ölürüz ölenlerle:
Bak, ayrılıyorlar, ve biz onlarla gidiyoruz.
Biz doğarız ölülerle:
Bak, dönüyorlar, ve bizi de getiriyorlar.
(…)”
agy s. 148-154