“(…)
O, o adam artık (tarihler değişebilir), elinde tuttuğu kalemden tutun da (eli kalem tutmayabilir de), gün güneşiyle sabah akşam yıkanan (kirlenen?) sokakları yürüyebilmeyi, insanlarla adam gibi konuşabilmeyi, eviyle işi arasında asılı duran ve adına şey denen atmosferi, yeni doğmuş çocuğu babası olarak sevebilmeyi, bu otobüse niye bindiğini, akşamları (geceler bir yana) neden seviştiğini… bilmeden, şaşkın ve yabancı durup dururken, dahası gittikçe boğulurken, diyelim küçücük bir kaya parçasına takılmıştır gözü:
Yağmur yağıyordur!.. elleri cebindedir; ve gene diyelim, oküçücük kaya parçasının ‘söylediğini’ sanmıştır; diyelim, içinde akan ırmaklarını, o küçücük kaya parçasının kendi denizlerini… gördüğünü sanmıştır.
(…)
Onun sezdiğini sanması, burda, önce’nin yoksanışı ve yeni’ye yöneliştir; aynı’dan başka’ya ya da mutlak cehalet içinden bilgi’nin kıvılcımlanışına yöneliş.
Bu yöneliş, kararlılığı ölçüsünde bir adanışı dayatır; ancak adanmak, içerdiği iddianın büyüklüğünün tersine ve salt anlamıyla bir seçişi belirtir olmanın ötesinde pek de bir şey koymaz adamın ellerine; adanmak, sadece istekli oluşun bir göstergesidir, burda değil de orda olmak isteğinin bir anlamda (ve görünür) sözleşmesi.
Adam, artık elleri koynunda beklemeyecektir: o kaya parçasının söylediğini sanarak orda durmayı (bu arada bir adamı ve yolu da belki) seçmiştir, başka bir alanı reddedip orda olmuştur ve diyelim o alanın adı da şiirdir… Seçimini (bir kez) yapmış olan adam öylece her gün, her gece, her yıl (binlerce yıl) o kaya parçasının yanı başına gelmekte, onun söylediklerini dinlemekte, içinden geçen gemileri seyretmekte (sanmakta) ama ne kayanın ne söylediğini ne de gemilerin denizinin ne olduğunu/nereye olduğunu biliyor… kulağında ve gözlerinde sürekli bir şarkı, ama kaya sırrını gösterse de vermiyor.
Adam, burda (galiba burda), bir dile yeltenir.
Bu yelteniş, temelde, sezdiğini (hatta işittiğini) sandığı seslerin, gözlerinin önünde bir zümrüt kutusuymuşçasına renkten renge sıçryan görüntülerin şifresini çözmek, giderek onlarla bir alışverişi sağlamak ve öylelikle o alana kabul edilmek adınadır; umar ki, o dili kurabilirse bilme’nin kapıları aralanacak.
Bu dile yeltenişin sonucu (ürün), türlü biçimlere bürünüp yansıyabilir de yansımayabilir de (bu bir seçiş sorunudur); ama biçim ne olursa olsun çabanın kendisi, bir dil kurmak (bir dil, örnekse, sezdiğini/işittiğini sandığı sesleri algılayabilmek için kendine özgü bir dizge geliştirmek), o dil aracılığıyla önünde duran alanla iletişime girebilmek ve alan içinde atılacak her adımda anlama gidecek yolların taşlarını örmektir; o, orda yiyip içecek, orda işe gidecek, orda sevişecek ve ancak orda -ora aracılığıyla, durup düşünecek ve hiç kuşkusuz -artık, ordan bakacaktır.
O yer ne?
Burası olmamaktan başka, başka olmaktan başka, hiçbir ayrıcalığı/üstünlüğü olmayan herhangi bir yer; çabanın selameti adına seçilmiş ‘kendi’ bir yer… bir, alan!
(…)
Onun serüveniyazmasına (aktarmasına) gelince:
Kabalık etmek pahasına olsa da herkesin bildiği bir gerçeği yinelemekte fayda var: şiir yaşantıdır!.. bir başka söyleyişle, yaşantıdadır. Dolayısıyla, yazmak (yaşanılanı aktarmak), ‘ikinci el’dir! Çünkü şiir, aslında olmuş bitmiş (ya da olmuş olan ve süren / varolmuş olan ve varolan) bir anı, duyguyu, olayı, insanı, kimi zaman topyekün bir felsefeyi, bir düşü… evrensel belleğin dışında başka bir aracı gereksinerek kayda geçirmek, değişik bir teknikle fotoğraflamaktır. Herkes bilir (ya da öyle inanır), şiirin kağıda geçen,geçebilen, dile gelen kısmı, ardında bıraktığının (altında kaldığının), kaynağının, asgarisidir (sözün sınırları çemberinde debelenmek zorunda kalan zavallı, çaresiz, raşitik bir çocuk); bu da nereden bakılırsa bakılsın ‘birinci el şiir’in bozulmuşudur; imgelemin gün yüzüne çıkmak adına ödediği bedeldir.
Bedele katlanmanın ikinci yönelimi herkeste şu veya bu biçimde varolan eğlenmek, oyun oynamak gereksinimii kimi durumlarda tutkusu olarak belirebilir: yazmak da bir oyundur ve bazı adamlar bunu seçerler; kendileriyle, dille, insanlarla (tabii atlar ve köpeklerle de) eğlenirler… üstelik hoş bir oyundur; bir anlamda dile ve anlama yaklaşabilmenin o çok azaplı çabası arasına sıkıştırılmış teneffüs dakikaları, saatleri, günleridir: yalnızlığı, yabancılığı ve acısının ürünü, yüzünü güldüren -onun parlak cildinde kendi oyunlarını seyrederek güldüğü, bir elma!
(…)
Dili ve şiiri ve anlamı bilmeye adanmış bu akışta arkaya bakmamak, eli eteği gün yüzünden çekmek çok mümkün görünüyor bana -orda yazmak yoktur artık; ama kimin elleri o akdar temiz… hangimiz bütün bir aşkı kurmakla yetinebilir ki o sükunet ülkesinde?
İşte, bunca sayıklamanın tek gerekçesi belki sadece bu: benim de, bu çok kirli ellerle duruyor oluşum karşınızda!
Ama bu ilk karşılaşmada (bu ilk suçta) kendi kendimne biçtiğim bir söz hakkım olsun istedim; en azından – eğer hala öyleysem, dürüst olabilmek adına…
(…)”
gece dili, Bedirhan Toprak, YKY, İstanbul, 2004, s. 8-13
“(…)
dil
kadife olurdu
ve onun tene dokunuşu ve onun ten içi yolculuğu
dil
kadife olurdu
ve onun tene dokunuşu ve onun ten üstü uçuşu
(…)
otlarla konuşuyordum ve insanlarla konuşuyordum ve güzel gibi
oluyordu otlar ve güzel gibi oluyordu insanlar ve uzun gibi
oluyorlardı ve uzunlamasına gibi oluyorlardı ve inilmez bir su
gibi oluyorlardı ve güzel gibi elleri oluyordu güzel gibi
gözleri oluyordu güzel gibi saçları oluyordu
ve yaşayan şeyleri de
oluyordu
ve otlarla konuşuyordum ve insanlarla konuşuyordum
ve kaldırımları da oluyordu ve sokakları da oluyordu
ve evleri de oluyordu ve binaları da oluyordu ve
masaları da oluyordu ve kağıtları da oluyordu ve
yatakları
da
ve ellerinin içinde bir el gibi de oluyordu ve gözlerinin içinde
bir göz gibi de oluyordu ve saçlarının içinde bir kuş gibi
de
ve güzelin içinde bir güzel gibi
de
oluyordu
(…)
alıp alıp gidiyordum gövdemi tohumlarıma aldırmadan
(…)
çıplaktım / kanıyordum / içimde bir su akıyordu / çıplaktım /
hiçbir gömlek uymuyordu göğsüme / kanıyordum / otlar
görüyordum / çıplaktım / insanlar görmüyordum / kanıyordum /
ellerim yoktu gözlerim yoktu saçlarım yoktu /
çıplaktım / uyku olurdu ve ben giderdi / kanıyordum /
o zaman gündüzdü ve ben o zaman güneşi görmezdim /
çıplaktım / kuş 0 süzülürdü / Kanıyordum / ağlardık / ateşler
yakardık / sevişirdik / hatırlardık / çıplaktım / kuş / su / ateş /
kanıyordum / gök / göl / göç / çıplaktım / aşk / kanıyordum / konuşurdu /
çıplaktım/ öteki dolunay / kanıyordum / (bütün) çıplaktım /
kanıyordum (bütün) / boynumuz / çıplaktı / boynumuz / kanıyordu
(bütün)
/
unuturdum /
giderdim /
gelirdim /
çıplaktım /
kanıyordum /
(…)”
agy s. 51,56,76, 77