“(…)
mum yaktığım her kilisede
seccademde budist bir rahip”
Hal ve Gidiş (Seçme Şiirler), Metin Turan, Ürün Yay., Ankara, 2014, s. 20
“(…)
evlerimiz otel konaklaması gibi yersiz ve yurtsuz
bir uzak bir uzakdoğu
(…)”
agy s. 25
“ÜLKEMİN YORGUN AKŞAMI
İnsanlar değişir de değişmez mi mevsimler:
sıcak soğuk, eski yeni yaşlanan tanrı.
hep çocukları için yalvardığını söylüyor
duası kendine yetmez dilenci,
bulguru pirinçten ayırt etmeyen göz
öğleni alacakaranlık, akşamı kızılkuşluk
sesinde manda hırıltısı gün
(…)
cenaze özgürlüğü dağlarına kir bulaşmış bu coğrafyada
pensilvanya, okyanusya
kendine selam verecek kıble arayan zavallı kuşsineği
her gece ateşle ateşkes arasında
hepatit b, c, virüs, antivirüs,
kuş gribi, hiv, domuz salçası…
batıdan akan nil
balkan harbi, galiçya, iskenderiye,
afganistan, arap, kürt
bilcümle -istanlarıyla ortadoğu
kaşları, gözleri, ince-kaba bütün hatlarıyla kadınlar
ve tüyleri, sakalları, pazubentleri, tırnakları,
seksüel, metroseksüel
saydam ışıkların gölgesinde yorgun erkekler
sülfürler, egsoz gazları, doymuş yağlar,
vah vagonları kapital yüklü tren!
her asa, tutunanı yürütür diyor büyükbabam
yürüttüğünü sanır baston
oysa yürüyen de yürüten de ben!
yorulan her cumhuriyet gibi
sesine güz üşümesi düşmüş yurdum
yapraklarını karıştırıp tarih kitabının
hatırlamak diyorsun ya
yenilgi cevabın kendisinde saklı: evet/hayır
Eylül, 2010″
agy s. 26-28
“(…)
yarım aralanan sabahlarım
otobüs terminalleri, istasyonlar, havaalanları
ezbere bildiğim en güzel adresi ömrümün
(…)”
agy s. 31
“YASAKLAR
bütün anayasalar değiştirilir
delinir bütün yasaklar
(…)”
agy s. 34
“(…)
ateşe karışıp baruta sığındığım zamandır
sabah müslüman akşam yahudi gece dinsiz
musa’sız tırmandığım tur dağını parçalayan şivandır
emzikli bebeklerin gözlerinde bin yıllık hasret
ve anaların
cevahir yürekli oğlanların
kızıl kana bulanmış civan kızların duvağında figandır
(…)”
agy s. 36
“(…)
dağlarında köknar eksilmiş yurdumun
çocuk parklarına şehid adları verilir ne zamandır
gülden gülüşten uzak
geleceğe acı saklanır”
agy s. 40
“MÜLTECİ EMRAH
şimdi benim ülkemde aşk
bileklerini parçalamış ergenkız mektubu
salyasümük spikerler ağzında
sekiz sütuna manşet haber
benim ülkemde aşk
engerek yılanının koklaması sukuşunu
nasıl da inkar gelir tarih yazıcılar
yanlış bir karacaoğlanım kendi ülkemde
mülteci bir emrah
dağlarımın koyaklarında yabanıl köroğlu
benim ülkemde aşk büyükkent mağlubu bilbord.”
agy s. 41
“(…)
bir defne dalına tutunup olimpus dağında
yalnızlık olurum
dolaştırır tüm rayları böğründe kusar kusar da kalabalığını
kent gibi, üryan olurum”
agy s. 45
“SONUNDA
yoruldum işte o gün de geldi
(…)
ne kadarderine kazsanız kuyuları
gömseniz lağım sularını
fışkıracak bir gün yüzünüze
bunca katil, bunca suçlu, bunca hırsız varken
ve küllenmişse bunca yıl
bağıracaktır suratlarına
hangi kent hangi dağ
hangi göz taşır pisliğinizi
aynalara alışık yüzüm, o da eskidi
müdavimi olduğum bütün kahveler değişti
pancurları söküldü evlerin
(…)”
agy s. 47-49
“(…)
tersinden okununca bir tarih
en çok virgüllere sığınıyor cevaplar. sorular ondan korkak
hangi kamyoncunun bagajından düşmüşse üniversite
doç, dr, prof bilim ve film filan
karpuz gibi çatlıyor yalanlar
kaldırımlar aynasıdır yurdumun,
sökülüpğ takılmakta kent cellatların keyfince
ve bir de altgeçit üstgeçit modası
seyrek zamana yayılmış kasap vitrininde malum gül
kırık dökük cumhuriyet hepsi
sakalını ağartan kaşını çatan yüzüm. tansiyon, kolesterol
işte özeti ömrümün
ve bir de her yemek sonrası asit antiasit tabletler
feleğin de alacağı varmış. kahrolsun.
(…)”
agy s. 51
“MEMUR-U ENDAM
uykulu gözleriyle yapıştırıp yüzlerini
otobüs camlarına
şehrin en ölü saatlerini yaşar onlar
tenlerinde eyüp sabri kokusu
ölgün bir sabahı solurlar
korkaktırlar ve sevgilerinde madrup
yeni raylar üzerinde eski lokomotif her biri
en çok aşlarını düşünürler/ düşünmezler işlerini
bir imame arkasında tesbih tanesi
yeniçerilikten moda tencere tava orkestrası
devlettir halk için devletten alacaklı hepsi
sinema, opera, bale, tiyatro: ağlamaklı olur yüzleri
yeni ödemiştir araba taksidini, diprizli buzdolabının, yazlık evin
ezbere bilirler müdür beyin kırıklarını
çoğunun bozkır tarlasıdır yüzü
ve elbette harita çoğu için, türkiye
son sayfasından okunan bir gazete toplamı
aynı sorunun cevabını bulmaktan mutlu
bulmaca dahileri
bir de karanfil ve kürdan taşırlar içceplerinde
gerilmiş avurtlar sararmış yapraklar
iktisat işlerinde mahir oturduğu koltuğa metris
en aşina geç saat
ya dokuz altı hayat ya beş sekiz
ömür ki bu kadar sadece bu kadar bayat
ülkem yarım milyon memur-u endam.”
agy s. 56, 57
“YALNIZLIK KİTABESİ
bilirdim bütün falcılar yalancı
aşkların inkarcı olduğunu
gözlerim de yoruldu/ömrümü seyretmekten
(…)
(…)
ettığımız her izmaritten
yonttuğumuz selvi dalından
ağaçtan, börtü böcekten habersiz
ödenmez bir ah’ın günahını taşıyoruz”
agy s. 60, 61
“(…)
bri gelgit kuşuyum enlemi ve boylamı bilinmez
konuşsam sözcükler hırpalar, sussam suskunluğum
bütün dalgalarıyla hırçın,
kumsallarıyla dingin deniz
ömrüm ilkyazın gözleridir/ yarını gören”
agy s. 68
“ÇIĞLIK
ufkuna haylazlıklar çizmiş
bir çocuğun gözleridir ömrüm
bütün gemilerini eb dingin sularda batırmış
kaptan-ı derya
(…)
martılar
ah! o mavi suların hasretiyle
gövdesini döven kanatlar
istanbul bir borsa envanterinin sevincidir / yazık!
kredi kartları, tahviller, döviz hesapları
içi boşaltılmış bankalarla çoğalan
cellatlar diyarı memleket.
kumsalı döven dalgalar yok artık
-poşetler, kola kutuları, zerzevat
(…)
(…)
ağlayamamak / kendi öksüzlüğümüzden
bu kalabalıkta yalnızlaşmak.”
agy s. 69-71
“(…)
ankara, aşklarım ve acılarımın başkenti:
(…)
ilkbahar hep yağmurlarla geçti kış keskin bir ayaz
oysa ne çok yürümek isterdim gazi mahallesini, beytepe’yi, beynam’ı
seninle ne çok büyümeyi
(…)
II.
Şimdi eşkiya saflığına isyandır,
karanlık bir uğultudur gazeteler, televizyon ekranları,
bulvarlar
ne çok eskir sabahlar, gün ışımaz
her apartman kendi boyunca şehir nicedir,
elden emekten uzak
matbaalar reklam afişleri çoğaltmada,
itibarsızlara itibar yaymada yani
örtülü örtüsüz ödenekleriyle
her gazete kendi renginde haber”
agy s. 88, 91
“KARSIZ KARS ŞİİRİ
kışı eylülde başlayan bir kentin yazı temmuzdur
bir esinti gibidir günle öğle arası
ondan tozlu geçer ağustos
gömlek yakalarına bulaşan terden
bulutlara savrulan saman tozundan
avurtlarını doldurarak konuşan insanların bolluğu da
ondan, soğuk işlemez yüreklerine
semaver kokusudur her kıtlama şeker
bütün bardaklarını toplamışcasına yeryüzünün
korkusundan yakalar gibi bu çağı
dağıtmaktan bahtiyar komşuluğunu
inip de paslı düzünden, kağızman çiçekliğine
kokusu yayılır başka bir güzelliğin
kelepçelerini çözüp yalnızlığın
beş vakit yeşile açar ağaçlar
dağ bulut ve gök üçüz kardeştir
ve bir de kavaklar elbet
billur bir esintiyle morpet deresinden
salındıkça kötek boyunca iğde kokusudur
bütün yapraklar
kars şimdi nobelli bir yazarın elinde olmayan kartopudur
dolaşır elden ele
bir yalnız üşümedir bütün kızakçılarını ovaya salmış
ve enver paşa’ya yüzbinlerce ah’tır sarıkamış
gövermişte solmuş bütün ormanlardır
yeşile durmuş dallarda
kars: kendi göğünde mavinin başkentidir
hangi kar yağarsa, hangi rüzgar eserse essin
almıştır alacağını aklıktan
yetmiş iki milletin renginde güldür katmer bir civandır
sitemli bir uğultudur
eritse de bütün karlarını güneş
nazlı bir dilberdir süzülür köhne zamana”
agy s. 94-96
“DİYAR-I AMASRA
ay, parıltısına yenik
ömrüm, taze baharındadır
ölüm kendini unutmuş
kale burçlarına gizlenen dalga sesleridir
yıldızlar ki koyağına çekilmiş,
deniz akşamın çılgın korosu
sesini türkülemekten korkmayan
yorgun kaldırımlardır
deniz ki rengini almış dağdan,
dağ ki kokusunu denizden
ve bil ki çeşm-i cihansın,
gecedir, lacivert bir gül hükmündedir aşk
sırrını vermekten korkma,
amasra bütün çılgınlığıyla bizden.”
agy s. 97
“ŞİİR ÇÖLÜNDE BİR ÇOĞUL SOLUK ‘METİN TURAN’
Tahsin Şimşek
(…)
Suları Islatan Mecnun, Ocak 2009’da dokuzuncu baskısını yaptı, altı yılda tam dokuz baskı. Şiirin okunmadığı, binlik hatta beş yüzlük baskılarla yetinildiği; eş dost, cemaat dayanışmasıylanadların yaşatıldığı bir ortamda, Metin Turan’ı okutan, onun şiirini farklı kılan nedir? Bu soruya, Metin Turan şiiri gerçeğine karşın, onun şiirlerini, ne Mehmet H. Doğan’ın ne Baki Asiltürk’ün yıllıklarında görmek olası. Öteki yıllıkçılar Şeref Birsel’le Veysel Çolak’ın da umurlarında değil. Başlıkta ‘şiir çölü’ saptamasını kullanmamın bir nedeni de bu.
(…)
(…) ‘Hiçbir Şey Göründüğü Gibi Değil’, kendisi için de farklı olmalı ki, bir etkinlikte öncelikle okuduğu bir şiirdi. Toplumsal yapımızın en net fotoğrafını veren o şiirden işte birkaç dize: ‘Kendini alkışlamaktan bıkmayan babalar / (…) / sisteme küfredip test sorusu hazırlıyor öğretmenler / (…) /sivil elbiseler içinde üniforma dolaşıyor sokaklarda / (…) / el ele tutuşanları gözetliyor devriye’ (…)
(…)
Evet, Metin Turan toplumu iyi gözlüyor. Özeti de başka bir şiire girerken şöyle yapıyor: ‘ülkem alkışla uğurladığı canlarıyla ayakta / ülkem genç ölüleriyle yasta’
(…)
Berfin Bahar, 183. Sayı Mayıs 2013”
agy s.113, 116, 117