“(…)
kimse var mıydı yanında, ihanete uğruyor muydun
farkında değildin, kendince hep çocuktun
kendi ardına gizleniyordun, kendinden habersiz yaşlanıyordun
herkes görüyordu
çocuktun yaşlandığını bilmedin
bilmiyordun
(…)
aldandığını varsaydın bir gün
gözlerinin feri söndü, kendi hayalini vurdun
(…)
korkuyordun
kimse senin kadar korkmamıştı dağlarda
ölmüşlerdi marifet buydu
sen günahsızlara eziyet edildiğini sanırdın
sen ‘ilahi toprak, ilahi ölüler, ilahi vatan
hayat irademiz, ihanet
ve ilahi korkak insan’
diye diye yakacaktın kendini
olmadı
izzetin soyundan geldin ya
bilgelik seni bitirdi
(…)”
kayıp ve marifet, Oktay Taftalı, Mühür Kitaplığı, İstanbul, 2013, s. 10-13
“(…)
insan çığlık atarak da yürüyebilirdi,
düşman şehirler kıyısından
ama sustun öylece
sanki zamanı sarmalayan beyaz bir kağıttı yüzün
bence konuşsaydın, ağlasaydın keşke…
mesela, tabancayla uyuyan bir çocuğun aklına uyup, o kadar uzaklara gitmeli miydi,
(…)
(…)
belki görmeyebilirler, çektiğin azap kar kalır yanına
(…)”
agy s. 19-21, 24
“(…)
ben yedi denizin delisi, gizli ve kaçak
(…)”
agy s. 27
“AŞKLARINIZIN SAHİBİ BENİM
kelama başlayınca sizinle
geri gidiyor adımlarım, sığ sularınıza giriyorum
(…)
(…)
(…)
şark usulü talanda ve haramda
bölüşemiyor, yiyemiyorsunuz
(…)
(…)
bakın siz var ya, siz
siz hakikaten bana dertsiniz
ben size ilan-ı harbim
kopunca tufan, kocayınca kızlarınız
umutsuz aşklarınız bile
sahibi benim”
agy s. 32, 34, 35
“iyi oldu bize, an’ı kaçırıp geçmişte kaldık
veya geleceği düşünüyorduk an’ı kaçırdık
(…)
kısaca, biz ortalıkta yoktuk
ve hayır bitti
görünür oldu
belanın kendini sevdirdiği nice yalan
sırası geldi
işkence mesaisinden sonra şeytan
dine döner gibi,
(…)”
agy s. 36, 37
“BEREKET BÜYÜSÜ
nice zaman geçti soğuk aklın evinde
yeni bitti yolculuk
(…)”
agy s. 41