Anasayfa > Books / Kargakara > Kolheti’de Bir Münzevi

Kolheti’de Bir Münzevi

Kolheti’de Bir Münzevi

Hiç çekilmemiş bir filmin anti kahramanına ithaf edilmiştir
Çünkü öykünecek bir idolü kalmamıştı o münzevinin
Belki bu yüzden münzeviydi münzevi belki bu yüzden

Ne zaman, ne zamandı?
İnsanlık tarihinin hangi karanlık haftalarıydı?
Ortada taş kaleler de kaldırmaya on adam ister masalar da
yoktu ama ortaçağdan daha ağır bir hava vardı.
Çokça inanan ve psikiyatri polikniklerinin kapılarının önünde
bir o kadar da kuyruk vardı.
Çünkü korkunçtu, çok korkunçtu inançları.
Yeni dinlerinde kölelerle köle tacirleri,
mazlumlarla zalimler beraber dururlardı
namaza da koyunlar iyi
kasaplar affedilmiş eski günahkarlar oluverirlerdi
İyi ve kötü eşitlenirlerdi aynı Tanrıyla yıkanınca
sonra nedense hınç içinde çıkarlardı tapınaklarından da
meydanlarda inançsız Azizleri yakarlardı.
Azizler ve kahramanlar çağı Che ile sona ermişti de
geride çokça meşru meczup kalmıştı
ki meczuplar bile birörnekti o zamanlarda.
Ellerinde kutsal kitaplarla hep aynı heykellere
aynı mezarlara saldırmalarından tanınırlardı.
Meczupları bile iyi eğitilmiş çahallardı.
Kendi kendilerini yakalayınca aziz,
serbest bırakınca da kahraman olurlardı.

İşte dünyanın o karanlık aylarındaydı.
Belki de kıştan önceki son ilkbahardı.
Yine de ah ne güzel, ne güzel bir zamandı.
Ne zamandıysa işte ne güzel karanlık zamanlardı.
Kolheti’de gönüllü bir münzevi yaşardı.
Uzaklar arzusunun durgun bir göle varışıydı.
Hikayesi olan insanlar arasında
dünyanın ilk gününden beri uyumamış bir köpek gibi hikayesizdi
Yalnız çocukluktan kalma bulanık anıları
gereğinden uzun yaşamış ihtiyarlar gibi ufuksuz uzakları
her şeye dönüşmekten hiçbir şeye benzemez
kelimelerle yaralanmış harflerden seçilmez
gerçek yüzüne şaman gözleriyle baktığı sırrını yitirmiş aynaları vardı.
Oysa bir şey bir tek şey olduğuna ne kadar da inanırdı.
İnsanın tek ve değişmez bir şey olma yanılgısı…
Kendi yanılgılarını başka insanlara da mal etme yanılgısı insanın…
Oysa her şeye ve her şeye dönüşmektir insanın yazgısı.
Bir de ikindi güneşinde sırtını pencerelere dönüp uyumaları vardı.
Çünkü her şey metaforuysa asırlar süren gündüzler geçirmiş bu dünyanın
bu dünyanın metaforu da sonu başı belli olmayan bir rüyaydı.
Uzak bir şehirdeki evli bir kadına aşıktı.
Kadın cennet ve iyilik inancındandı, o yaşamazlardandı.
Adam ona yeniden doğmayı sonsuz ve mutlak
ölmeyi yani ki gerçek hayatı vaad eden mektuplar yazardı.
Ne de olsa Nietzsche’den beri gelenektendi umutsuz yalnızların
aşka son mermilerini bu biçim atmaları.
Oysa kadın onun sözleriyle ıslanıp kocasıyla yatardı.
Adamsa sabahları kısrağını alıp kırlara çıkardı.
Ormanlarda kıvrak kalçaları kavranacak genç kızlar arardı da
sonunda ormanın ortasında kısrağına sımsıkı sarılmış bulurlardı.

İşte o zamanlardı Rönesansın geçip de uğramadığı.
Kolheti’de yesir içinde bir gavur yaşardı.
Yabancıydı, algındı, anlaşılmazdı.
O da zaten buralarda kimseleri anlamazdı.
Neredeyse sağırdı, insanlar arasında ağlamazdı da
kuytu köşelerde kimseler görmeden dayak yer
sonra çatı katında yalnız ağlardı.
Ağlamadan acı çekmenin hünerini keşfedeli beri
uzun zamandır artık ağlamamıştı da.
Yoktu duyunca ağladığı bir şarkısı.
Meşru değildi acıları da aşkları da.
Unutmuştu not defterine yazılı yapılacaklarını.
Hatırlamıyordu neden yapması gerekiyordu bütün bunları
da geçen asırların birinde ilk aşkı olan kadını da.
Sonra kalemini masasına bıraktı.
İşte şimdi tam olarak hissedebiliyordu ciğerindeki sigara dumanını da
artık yazmayan elini de alnına dayadığı.
Çünkü sanıyordu ki yazacak başkaca da bir şey kalmamıştı.

Barış Kahraman

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.