“Şairler vurulmalıdır, hayat yakışmıyor onlara”
Ahmet Telli
İslam kültüründe şair öldürme ritüeli bizzat Muhammed’le başlar. Muhammed’in Müslümanları eleştiren şiirler yazan bazı Yahudi şairlerin (Ebu Afâk, Asma bint Mervan, Ka’b İbni El-Eşref) öldürülmesi emrini verdigini bazı hadis ve siyer kitapları kaydeder.
Ortodoks İslam’ın katlettiği en önemli isimlerden biri muhakkak ki büyük bir din alimi olmasının yanı sıra mistik bir şair de olan Hallac-ı Mansur’dur.
858 yılında o zamanlar Fars eyaletine bağlı Beyza şehrinin Tur kasabasında doğan Hallac-ı Mansur’un künyesi Ebu’l-Mugis Ebu Abdullah el-Hüseyn bin Mansur el-Beyzavi’dir. İddiaya göre Halaç Türkmenlerindendir.[1] Bir şiirinde bu iddiayı destekler biçimde şöyle yazmıştır:
Ne Musa’yem, ne Davud’em, ne İsa’yem
İbrahim’em, Mustafa’yem, Hüseyni’yem.
Ne Tevrati’yem, ne Zeburi’yem ne İncili’yem
Kur’ani’yem, Muhammedi’yem kemteriyem.
Ne Arabi’yem, ne Farsi’yem, ne Hindu’yem
Beyzalı’yem, Galaci’yem, Türki’yem. (Osmanlıca yazma Cönk, şiir no: 7.)[2]
Mansur yirmi yaşında önce hacca git sonra Basra’ya oradan da Bağdat’a giderek Cüneyd Bağdadi gibi tanınmış sufilerin sohbetlerine katılır. Ne var ki sorduğu sorulara tatmin edici yanıtlar alamayınca hocalarıyla fikir ayrılığına düşmüştür. Hallac’ın asıl fikri temellerini oluşturan kişinin sufi hocalardan ziyade Arapların ilk felsefi şairi kabul edilen Ebu’l Atahiye olduğu söylenir. için onlardan ayrılarak Tüster’e dönen Hallâc daha sonra beş yıl sürecek bir yolculuğa çıkmak üzere Tüster’den ayrılacaktır.
Bu beş yıl süresince Horasan, Mâverâünnehir, Sicistan ve Kirman bölgelerini dolaşır. Ardından küfür ve şirk beldelerini Allah’ın dinine davet etmek için manevi bir işaret aldığını söyleyerek ailesini müridlerinden birine emanet edip deniz yoluyla Hindistan’a gider. Horasan, Tâlekān, Mâverâünnehir, Türkistan, Maçin, Turfan ve Keşmir’i dolaşır. Mansur, gezdiği bu yerlerdeki halk için eserler yazarak İslam’ın bu bölgelerde yayılmasında etkili olacak; hatta onun tesiriyle müslüman olanlara Mansûrî denilecektir. Böylece büyük bir üne kavuşan Hallac bu seyahatten dönünce 903 senesinde üçüncü defa hacca gidecek ve burada iki yıl kalacaktır. Bu iki yıl boyunca bir takım peygambersi davranışlarda bulunur. Zaman zaman halk arasına karışıp hacda kesilen kurbanlar gibi Allah yolunda kendini feda etmeye hazır olduğunu haykırır. Hatta bir ara Arafat’ta kendisine hakaret ve işkence edilmesini ister. Hakkında anlatılan bir hikayeye göre Bağdat’ta da açıkça Hak yolunda canını feda etmek istediğini, kanının dökülmesinin halk için helal olduğunu ilan etmiştir. Nitekim Karmatiler’ in Abbasi Devleti’ ni tehdit ettiği, 870 yılında başlayıp 883 yılına kadar devam eden Zenci isyanının izlerinin henüz silinmediği, istikrarsızlığın devam ettiği bir dönemde Hallâc’ın sözleri ve davranışları halk ve ulema arasında yeni bir huzursuzluk meydana getirmiştir. Onun hakkında halk ikiye bölünür. Hallâc’ın aleyhinde faaliyet başlatan İbn Dâvûd ez-Zâhirî öncülüğünde bir grup alim onun sihirbaz, şarlatan veya deli olduğunu ileri sürerken bazıları da onun keramet sahibi bir veli olduğunu söylemektedir. Aleyhindeki faaliyetler artıp bir kısım müridleri tutuklanınca kendisini de aynı akibetin beklediğini anlayan Mansur Ahvaz’a kaçacaktır. Haklıdır da ki Allah’ta eriyip yok olmak anlamında söylediği “En-el Hak”, yani “Ben Hakk’ım” sözü bahane edilerek 912 yılında hakkında yakalama kararı çıkarılacaktır. Lakin öldürülme isteğini ilan eden Hallac’ın bu kaçışını açıklamak zordur. İhtimaldir ki Hallac’ın peygambersi davranışlarının altında İslam’da reform yapmak isteyen bir devrimci gizlidir. Sûs’ta bir dostunun yardımıyla Dânyâl peygamberin türbesi civarında bir yıl saklanan Mansur 913′ de yakalanarak Bağdat’a getirilir. İdam talebiyle mahkeme önüne çıkarılır, ancak Vezir Ali bin Îsâ el-Kunnâî onu üç defa siyaset meydanında teşhir ettikten sonra hapsedilmesini yeterli görecektir. Hallâc hapisteyken de aleyhindeki faaliyetler bütün şiddetiyle devam edecek; hakkında Abbasiler’e karşı ayaklanmış olan Karmatiler’le gizlice mektuplaştığı, “Ene’l-Hakk” sözüyle ilâhlık iddiasında bulunduğu, haccın farz oluşunu inkar edip yeni bir hac anlayışı ortaya koyduğu şeklinde çeşitli iddialar ileri sürülecektir. Nihayet onun büyük bir üne sahip olması, çevresinde çok sayıda mürid toplaması, sarayda ve yüksek rütbeli devlet adamları ve kumandanlar arasında bile taraftar bulması, Zenci Kölelerin İsyanı’na sıcak bakması, Mehdi olduğu ve Abbasiler’e karşı Karmatiler’le gizlice iş birliği yaptığı yolunda söylentiler çıkması devlet adamlarını endişelendirecek ve Vezir Hâmid bin Abbas tarafından idam isteğiyle tekrar hakimler heyetinin önüne çıkarılacaktır. Delillerin yetersiz olduğunu söyleyen hakimler idamı için hüküm vermekten kaçındıklarından mahkeme uzun sürer. Fakat Vezir Hâmid’in siyasi baskısı karşısında bir oldu bittiyle karşı karşıya kalan Mâlikî kadısı Ebû Ömer Muhammed bin Yûsuf el-Ezdî Hallac’ın idamına hükmetmek zorunda kalır. Hanefi kadısı İbn Bühlûl’ün muhalefetine rağmen bu hüküm diğer kadılara ve şahitlere imzalatıldıktan sonra Halife Muktedir-Billâh tarafından tasdik edilir. İslamda din ve siyaset hep iç içe olmuştur; fakat denebilir ki Hallac’ın idam fetvası tasavvufi görüşlerinden ziyade siyasi etkisinden kaynaklanmıştır. Nihayet 26 Mart 922 tarihinde Bağdat’ın Bâbüttâk denilen semtinde Hallac infazından önce tıpkı İsa gibi kırbaçlanır. Ardından burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edilir. Başı kesilerek Dicle üzerindeki köprüye dikilir ve gövdesi yakılıp külleri nehrin sularına savrulur. Kesik başı iki gün köprüde dikili bırakıldıktan sonra Horasan’a gönderilerek bölgede dolaştırılacaktır. Ne var ki cesedi yok edilse de Hallâc’ın idam edildiği yer zamanla önem kazanmaya, Hak şehidi bir velinin türbesi olarak ziyaret edilmeye başlayacaktır. Sonrasında vezirliğe yeni tayin edilen Ali bin Mesleme’nin, görevine başlamadan önce Hallâc’ın kabri olarak bilinen bu yeri ziyaret etmesi; manevî huzurunda dua edip niyazda bulunması; Abbasî Devleti’nin ondan özür dilemesi ve itibarını iade etmesi anlamına gelecektir. Sonuç olarak Hallac idamıyla hem Abbasileri yenecek hem de ölümsüzleşerek bir efsaneye dönüşecektir. Ayrıca bugün Anadolu alevileri Hallac-ı Mansur’u alevi büyüklerinden biri saymaktadırlar.
“Derim ki ey kavmim, zulmünüz
Payidar, yurdunuz çığlığımdı
Ki hükmümü kendim veriyorum
Yakın beni sesim sorulara dönmeden
Küllerimin altında kalacak
Mutluluk sandığınız ne varsa”[3]
Barış K.
31.07.2015
[1] Ene’l Hak Şehidi Hallac-ı Mansur Tavasin, Baki Yaşar Altıok, Ankara, 2013, s. 34
[2] Agy s. 36
[3] Ahmet Telli