“(…)
Bekliyoruz
Zengin toprağın fakir çocukları,
ya aşkı seçecektik
ya hiçliği
Devran döndüyse de
devler devrilmedi
Aşık öldü,
aşk bitti
Fakir toprağın gönlü zengin çocukları da olamadık
Şimdi,
nesillerce yüklü öfkemiz
hiçliğin ta kendisiyiz
Bekliyoruz
(…)”
Mutlak Yalnızlık Kuramı, Onur Erbaş, Hayal Yay., Ankara, 2010, s. 5
“Şerefe
Bir erkeğin cehennemi,
kalbini kırdığı kadınların hüznü kadar sıcak
ve ahı kadar derin
Tezat bu ya,
kalbin karayel kadar soğuk ya da atlas okyanusu kadar serin
ki ayırıyor seni onlardan, ayırır gibi kıtaları…
Yani bu basit sebepten kimseyi sevmek istemeyişin
(…)”
agy s. 6
“(…)
Şad olursa ruhun gurur da duyma,
perişan olursun
çökerse göğüs kafesin
(…)
Her an yeniden doğmaktı hayat
süreksizse de daim
Zamanın oğluna da bu yakışır dedim,
anlaşılmasın diye biraz sessiz
Kasım 2009 / Ankara”
agy s. 7
“(…)
Ve topraktan geldiğim masalıyla,
bir gün toprak olup gideceğim işte kardeşim
Susarım ben ansızın, de ki fevkalade yalnızım
(…)”
agy s. 8
“(…)
desen ki değişir misin o engin bilgeliğini aşkıma
Değişirim desem yalan, değişmem desem yine yalan
inan, inan ki a’raftayım
(…)
ve o olmayınca, ben öyküsüzüm
Aralık 2009 / Ankara”
agy s. 9, 11
“(…)
Anlayacağın, aklını yüreğine gömmelisin
Ne kadar tenhaysa aklının cenazesi,
bir o kadar ferah olmalı yüreğin
(…)
Onu ağlamalısın
Kasım 2009 / Ankara”
agy s. 13
“(…)
de ki küfürdesin, de ki şarapta
büyük günahtasın, beter ziyanda
andayım diyorum, yaşamak işim
sıçmışım dibi delik teknenize
(…)”
agy s. 16
“(…)
Sen beni tesadüfen, kahır gibi gecelerden
teninde zuhur eden, sır mı esrar mı bilsem
istesem
Kasım 2008 / Ankara”
agy s. 17
“(…)
‘Sefalet mi bu çektiğin, dahasını bekle’
(…)
Çoktur susuyoruz ama
miadı dolacak zamanın
beklenmesek de dönüyoruz
Ocak 2006 / Londra”
agy s. 18
“Aynen Öyle
Yaradanla tuhaf bir ilişki içerisindeyim
– yaratılandan başka olmadığından ve –
türlü psikopattan ötürü
Ne aynada gördüğümü sevdim
ne seni ne de öbürünü
Biraz da mazoşistim,
başka türlü açıklanamazdı
ilişkimizin mevcudiyeti
Günlerden bir gün tüm
kötü niyetim ortaya çıkabilir,
çoğunuzu öldürebilirdim
Hem bu konuda samimiydim, hatırlıyorsun
(…)
Siz yaşadınız
ama üzüntüm öldü
(…)
Cihanı yaratanın da
canı alanın da
Tanrı olduğunu düşünürken
Ona isimler beğenip
adıyla öldürdünüz
(…)
Adımız farklı, farklı ama soyadımız
aynı uğursuz soydanız
Nahoş da bir kokusu var,
ne yalan söyleyeyim, sevmedim
Bunun üzerine de düşünmeyeli geçeli
şu kadar zaman oldu diyeceğim gelir
ama hiç düşünmedim deyip geçiyorum
ki deli deyip geçsinler
Yaşadığımın adı hayatmış gibi
izin versinler bu sefaletin sanına
(…)
Kafir demeniz de olası
Eğer tanrıyı ve nefsi açlığınızca değil
arzularınızca keşfedebilirseniz
anlayacaksınız ki
Korktuğunuz da
taptığınız da
sizsiniz
İlahi gerçeğin bizzat kendisi
Hepsi bir ama hiç de güzel değil
Nisan 2006 / Londra”
agy s. 23-25
“(…)
‘Bekle, vaktin değil
nasıl yıkılır ülkeler,
ve nasıl yükseleceksin ihtimalsiz
diz çökerken ölüler
sana yazdık onları,
istedin, alacaksın’
Söylediler!
Dinledim, kabul ettim;
şimdi anladım
Ağustos 2009 / Ankara”
agy s. 28
“(…)
Avam ne bilir, kıymetsiz sözlerim
gözlerim yaşlı ve ellerim yine hissiz
(…)
(…)
(…)
Yanıt yoktur, hayat acımasız,
hayat yine var…
Mayıs 2010 / Ankara”
agy s. 29
“(…)
Çabalamıyorum
Değişecek hiç değilim
Bu benim
Ocak 2006 / Londra”
agy s. 37
“(…)
Günlerden biri ölüm için
doğduğu ana tezat değil
Yaşayacaktıysa eğer,
an için, ahirsiz ve evvelsiz
(…)”
agy s. 38
“(…)
Hevesim yok yani çok da yaşamaya
zorluyorum bir sebepten
(…)
(…)
Baktım da şimdi, en kayıp yerindeyim hayatımın
Üstelik gülüyorsam da rol yapıyorum
(…)
(…)
İstikametim yok,
varacağım yer varsa da
neresi bilmiyorum
Yosun kokusu geliyor burnuma
Takip ediyorum çürümüş olsa da
konuşmaktan anlamlı diye
(…)
Yok canım, tabii ki korkuyorum
gülünçsem de kendimden
(…)
(…)
Unuttun mu,
çağlarca yüklü bir yalnızlığı çekiyorum
Kusursuz bir uyum içindeyiz Kahır’la
raslantı diyorum
Tek ben değilim yorulan
ama kendi sonuna bu kadar emin
bir tek ben yürüyorum
(…)”
agy s. 42-45
“(…)
Elimden geldiğince yaşıyorum o sıralar
ayıp olmasın diye sevenlere
Sevenlerse özlüyorlardı
en azından telefonda böyle duydum
(…)
(…)
Tanrım, haysiyetim de iki paralık
Neden ve ne için?
(…)
Dört tarafı kuşatınca şehri demir bir kuşak
İl diye adı çıkartıldığından
vatandaşı olma durumunda bulundurulanlar
başarısız bir simülasyonda dilsiz birer karakter
Yoksa hayat da yok burada
adı var
O da kapak olsun diye
(…)
Amaaan!
Boş versene
Her halükarda,
orası senin için hiç varolmadı
Haziran 2004 / Ağrı”
agy s. 46-48
“Güzel Olanı
Ben en beter sahneyi çoktan izledim
– katil de ben, katil de –
(…)
Yalnızlığı aşmak için türlü yol keşfedip
olmadık cümlelere sığınıyordu insanlar
Anlamadım
Bu şehir,
bir tımarhanenin
azılılar koğuşuydu eminim
Terk edemedim ama
son bıraktığım yere dönmeyi de istemedim
‘Daha ne kadar katlanabiliriz’ diye sordu
‘Suya yazı mı yazıyoruz kuzum’ dedim
‘Dönelim’ dedi,
‘n’olur dönsek, biteceğiz’
‘Olmayan merkezinden uzaktaymışız gibi huzurun’
dedim bilmişçe
Susalım mı diye bakıştık ve
iyi ki sustuk
Ocak 2007 / Londra”
agy s. 49
“(…)
tüm bu kokuşmuş, boktan beter hayatların
ızdırabına katlanmak için en azından
‘tek özgür o’ dediği aptal kafasına
bir poşet geçirmeliydi
Ta ki hayatı yeteri kadar pembe görünene değin
Olmadı
(…)”
agy s. 51
“Yoktu
Hayallerini kaybetmek gibisi yoktu,
okyanusa bakmak gibisi keza
Zaten yaşadığı kentlerin okyanusa kıyısı olmadı ama…
(…)
Hayatın hiç mi hiç acıması yoktu
En savunmasız anında kendinden oldukça emin ettiğin
lafları yutturmak için vakit kaybetmiyordu
Boşver be kardeşim
düşünmenin anlamı olmadığını düşünmek gibisi yoktu,
ne de olsa kaçmak
en kolay yoldu
(…)”
agy s. 52, 53
“(…)
Güzel dudaklarına yapışıp bir yosmanın
terli ve yorgun, yine saatlerce
aşk diye kendini kandırıyor
Bilmiyor ki o yosma değil, değil bu aşk
kendi şeytanıyla kendi şerrini öldürüyor
Bir saniye olmamış
bir gerçeği daha tüketeli
Ömür tükenir,
yürek tükenir de…
Belasını versin mi
Versin be!
Bir tek kendini kandırıyor insan,
gerçek diye hayaller
Gerçek
diye mutluluk
diye huzur
diye hayat
tükenir
Mart 2006 / Londra”
agy s. 54, 55
“(…)
Noksan koyun devletlerden beni, çöllere sürün
Kovun buradan yahu beni, sizi mi tanıyacağım,
tanımazken kendimi?
N’olur azad edin beni…
(…)”
agy s. 58, 59