Anasayfa > Books / Kargakara > Şaman İmgesi Üzerine Sayıklamalar

Şaman İmgesi Üzerine Sayıklamalar

“… Şaman olmaktan kaçınan kimse sonunda ya delirir, ya da ölür.”(Cemal Şener, Şamanizm, Etik yay, İstanbul, 2001, s.22)

Bütün sayıklamaları ölmemek içindir şamanın ve edebiyatın çoğu da bu sayıklamalardan oluşur. Sayıklama bir tür kendi kendine konuşmadır bilinçsizce. Tıpkı rüyalar gibi… Birisine değil kendi kendinedir. Sayıklayan sözlerini dizginleyemez, düş gören düşünü. Zorunlulukla olur bu. Bir nevi Tanrılıktır. Hani bazı filozofların yaratımının zorunlulukla olduğunu düşündüğü o Tanrınınki gibi. Evreni isteyerek değil zorunlulukla yaratan o Tanrınınki gibi… Zaten istemesi de zorunludur ya bir bakıma o Tanrının. Öncesizliğin yalnızlığını düşünün, ötekisi olmayan bir benin bensizliği. “Benim” demek istediği için yaratır Tanrı evreni. Başkası olmadan “ben” diyemezdi ki, “ego sum qui sum” diyemezdi ki. Bu evren de bu dünya da mümkün olanların en iyisi felan değil. Mükemmel olanın bile yapabileceğinin en iyisidir. Evren çok büyük diyorlar; insanın zihninin almayacağı kadar büyükmüş. Haklılar da. Ama dünya da göründüğünden daha küçük o zaman bu çok büyük evrende. Nihayetinde sınırlı bir dünya bu bir insana ne kadar büyük gelse de; sınırlı bir dünya bu. Tanrının evren tasarımını mükemmel bulmadım ben. Keşke uçsuz bucaksız bir dünya yaratsaydı; insanlar için sınırsız bir düzlem… Gökcisimlerine ne gerek vardı? Gerçi düz bir düzlem olması bakımından İbrahimi dinlerin dünyasına da benzemiyor değil; Hani Zülkarneyn’in iki ucuna da gidebildiği güneşin sularda boğulup sularda doğduğu o dinsel dünya. Ama ben o sınırlar da olmasın isterdim. Gökyüzünde illa bir şeyler olacaktıysa -hadi yıldızları geçelim ya da gökyüzündeki güzel süsler kabul edelim onları (“Lambalar”)- illa gece ve gündüz olacaktıysa sonsuz güneşler dolanıp dursaydı insanın sonsuz düzlüğünde. Ya da buna da ne gerek yok Tanrının gücünün sınırsız olduğuna göre. Ara sıra hava kararır ara sıra da aydınlanırdı. Ne var yani yadırgar mıydık bunu! Mevsimler de Logos’a göre olup biterdi. Ama o zaman insan bunların sırrına bilimle varamaz mıydı? Varmasındı. Her şeyi determinizme oturtmasak da olurdu. Determinizm isteyen; tek nedenle, zorunlu nedenle (Tanrı demeye geliyor) yani bir taşla bütün kuşları vurmuş olurdu. Ama dünya sınırsız bir düzlük olsaydı… Bütün hayatınız boyunca yürüyebilirdiniz bilinmeze doğru bir daha aynı kişiyi hiç görmek zorunda kalmadan. Ölene kadar sevecek biri mi buldunuz isterseniz orada kalırdınız ya da onunla devam ederdiniz yolunuza. Böylece dünya hep keşfedilmemiş, hep keşfedilmese de yalınayak yürünecek bir sonsuzluk olur; büyüsünü de hiç yitirmezdi. Dünyadaki her yeri anlatan bir coğrafyamız olmaz, tadımızı kaçırmazdı. Daracık bir kürede durmadan aynı geçmişi anlata anlata kabak tadı veren bir dünya tarihi de olmazdı velhasıl dünyayı açıklayan bilimlerimiz olmazdı da dünya hep gizemli hep keşfedilecek bir macera, hatta bir şiir olurdu. Evren uçsuz bucaksız diyorlar ya sadece Star Trek’te dolaşabildikten sonra bana ne evrenin uçsuz bucaksızlığından. Tecrübe ettiğimiz neyi var en yakınımızdaki ayın bile. Ben dünya sınırsız olsun istiyorum. O zaman her şeyin bilindiği ya da bilindiği sanıldığı bu sıkıcı gerçeklikte yaşamak zorunda kalmazdık. Sanatla kendimizi avutmazdık.

Yalnızlık… İşte bu yüzden sayıklıyoruz… bu yüzden, sayıklamalarımızı söyleyecek biri olmadığından. Farkındayız bunları okuyacak gözler çok uzaktalar hem zamansal hem uzaysal olarak. Bu yüzden bunları sadece düşünmüyor, söylemiyor üstüne bir de yazıyoruz. Hatta yazdıklarımızın estetik olmasına da bu yüzden gayret ediyoruz. Belki o birileri o uzaktaki ‘dostlar’ olur ya sırf güzel diye okurlar sayıklamalarımızı.

Sonra gerçeklerden ki çok sıkıcı olmuştur bilmem ne zamandır sıkılan yalnız bir adam yayar dünyayı kendi zihninde sonsuza kadar. Ve yürümeye çalışır kendi yazdığı, yarattığı o hayal dünyasında. Ne var ki o da bilir hayaldir bu işte; olsa olsa bir avuntudur bu şamanın yaşamak için mecbur kaldığı. Sonra belki bir de ‘ben tanrıyımdır da haberim yoktur’ gelir aklına. Buna şizofreni diyorlardı değil mi? Zekice bir şizofreni ama bu. Hatta başkalarının, psikologların şizofreni dedikleri mutlak hakikat bu olabilir, neden olmasın? Upanişadlar’da ne güzel demişler “‘ben’ demek ‘Tanrıyım’ demektir” diye.

Ama sağduyu var ya hani Descartes’tan beri üzeri fazlaca cilalanmış o sağduyu… O diyor ki Tanrı mükemmelmiş ve biz olamazmışız. Ama harbiden de diyor bunu. Bir şamanı öldüren de bunu fark etmek olmasın sakın. Belki şaman bunu fark edip kabullenince kendisi için tespit edilen süre doluyordur. Ve “… tespit edilen süre dolunca çoğu zaman gerçekten, ya şaman ölür veya dağlarda, stepte kaybolur gidermiş.” (Agy, s.33)

Barış Kahraman
22.12.2016
Karaman

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.