Kaan şiirinde aşk, gece ve ölüm birbirine bağlanmıştır çözülmezcesine: “Ölüm kokusu karışıyor yüreğimden gelen gül kokularına”[1] Bu üçlemenin ortasında bir mit kahramanına, bir yarı tanrıya dönüşür şair: Ölümün oğlu ve gecesi sevinin. Sevinin gecesidir artık, hem de son gecesi. Gecenin ölümü imlediği yerde aşkın dirilmemecesine öldüğü gece rolünü oynamaktadır Kaan. Aynı zamanda ölümün oğludur Kaan, şiirinde vardığı ölümden kendini doğurmuştur büyük bir şair olarak. Ölüm hem şiirinin hem kendi varoluşunun öyle ayrılmaz bir parçası olmuştur ki kısa yaşamını ölümle mühürleyerek bir şiire dönüştürecektir nihayet. Kaan şair olmakla yetinemeyecek ve şiire dönüşmeyi seçecektir intiharıyla.
Kaan’ınki bilinçsiz bir dönüşüm değildir. Bu dönüşümünün gözünün içine bakmaktadır soğukkanlılıkla. Dönüşüm şiirinde bu süreci tasvir eder kendi sözleriyle: “maskeler dağıtılır, ölüm giydirilir üzerime/ omuriliğimde bir su samuru kemirir benliğimi”, “siyah camlar takılır gözlerime/ ve ölüm dansları”[2] Bu dönüşüm sürecinin içindeyken dönüşüm tamamlanmadan öleceği endişesini de duyarız şairin; geceye dönüşemeden ölme ihtimali şöyle yazdırmıştır Kaan’a: “karmakarışık noktalandı hayatım, oysa/ sonuna gelmiştim geceyle birleşim uğraşımın/ yine bir geceyarısı, kıyaslar, konuklar…”[3]
Kaan uykusuz gecelerinde elinde kalemiyle Düşlemeler’ini son sürat ölüme sürdüğünün de farkındadır: “Bahçem gönlümün uykusuz köşesi/ Ve ölümüm yaklaştı geceye/ İliklerime işleyerek aktı sapsarı hüzün”[4]
Barış K.
22.07.2015
[1] Agy s. 18
[2] Agy s.19
[3] Agy s. 43
[4] Agy s. 20