Kaan İnce’yle ilgili okumalar yaptım. Onunla direkt ilgili pek metin bulamadım; ben de yakından uzaktan onunla ilgili kişilerin kitaplarını okudum belki satır aralarında onunla ilgili bir şeylere rastlarım diye. Geçenlerde Kaan’ın ölümünden sonra basılan Gizdüşüm kitabının Papirüs yayınları’ndan çıkan birinci baskısına önsöz[1] yazan Afşar Timuçin’in kitaplarını gözden geçirdim ve başlığından dolayı içinde Kaan’la ilgili bir şeyler bulabileceğimi düşündüğüm bir kitabı gözüme ilişti: Erken Ölümler-Gönül Gözüyle 2. Kitabı sipariş ettim iki üç gün önce elime geçti. Henüz direk Kaan’la ilgili bir yere rastlamasam da birkaç gündür içinden çıkamadığım ‘başkalarının acılarından beslenmek’ meselesiyle ilgili bir pasaja denk geldim. Şöyle diyordu başkalarının acılarıyla ilgili:
(…) İnsan kendi acısını sessizce, tam bir suskunlukla çeker, çekmelidir, çekebilmelidir. Başkasının acısı insanlığın acısıdır, onu kolay kolay geçiştiremezsiniz. Çeşit çeşit acılar çekmişsinizdir. Kimseye anlatmamışsınızdır, anlatmışsanız bile söz olsun diye anlatmışsınızdır. Başkalarıyla ilgili acılar da bizim acılarımızdır, bizim ortak acımızdır. Kendini bilen her kişi bu acıyı, başkasının acısı dediğimiz bu acıyı enine boyuna yaşıyacaktır.[2]
Barış K.
16.04.2015
[1] KAAN’IN BIRAKTIĞI
“Kuzu da koyun kadar çabuk gider” der Cervantes. Zamansız ölüm yoktur, erken ölüm vardır. Ölüm ölümdür, şu ya da bu biçimde oluşu pek bir şey değiştirmez. Yaşamı savunmak gerekir, ancak ölmeyi bilmek de bir şeydir. Bazen ölüm bizi yakalar, bazen biz ölümü yakalarız elimizle.
Yaşamın varoluşsal değeri, yani yaşamaya değer olup olmaması bir yana, onda her şeyin bazen insanın üstüne üstüne gelip her şeyi anlamsız kılarcasına bulandırdığı kesindir. İnsan ölmek hakkını kullanabilir. Kaan da öyle yaptı, ölmek hakkını kullandı. Her şey insana ölümü düşündürebilir, olumsuz şeyler kadar olumlu şeyler de.
Henüz çocuksu arayışlarla belirgin ama güzel sezgilerle dolu genç şiirinde yoğun bir ölüm duygusu dışlaşıyor. “Asit döktüler içimize” diyebilen genç bir şair hemen sonra “ses oldu ölüm, cesaret” diyebiliyorsa, yaşamakla ölmek arasında gidip gelen bir sarkacın tık tıklarını bütün varlığında duyuyor demektir. Onun genç şiirine pek gitmeyen ‘susmak kutsalmış, ölüm de” sözleri yaşamı tartışan bir ruhun seslerini taşıyor.
Kaan İnce’nin ince duyarlılıklarla dolu genç şiiri tepe noktasına ulaşamadan düşmüş her şey gibi uzun uzun gönlümüzü burkacak, bize her zaman şu ya da bu nedenle eksik bıraktığımız, eksik yaşadığımız, göze alamadığımız, göze alsak da bulamadığımız şeyleri düşündürecek. Bunca uyarsızlığın, bunca tutarsızlığın, vurdumduymazlığın, kabasabalığın arasında bir çocuğun ölümü, onurlu bir gidişten başka bir şey değildir.
Bu gidişte bizi uzun uzun düşündürmesi gereken gizler vardır. Bu gizleri sökebilecek miyiz? Kaan bu dünyaya iki satırla da olsa kendini bırakıp gitti. Bizi bize duyurabilmek, bizi kendi üstümüze düşündürebilmek için dizeler bıraktı bize. Taptaze şiiri hiç eskimeden kalsın belleğimizde. Onu bize anımsatırken bizi bize duyurabilmek için, bizim kendimize bazı sorular sorabilmemiz için.
[2] Afşar Timuçin, agy s. 23