“(…)
Hacizi anlatan mürekkebi sevmem
Tetikte elin hayranıyım nedense
(…)
Çünkü benim yaman cahilliğim
Birgün Pir Sultan’ı ve Şeyh Bedrettin’i
Ve de demire yaklaşan örsü
Boyna anlatacak”
Ülkemin Şiir Atlası, Abdülkadir Bulut, E Yay., İstanbul, 2010, s. 35
“(…)
Sen tek başına değilsin
Omuzlarında hayat ve şiir
Alınterinden bir yürüyüş
Sen tek başına değilsin”
agy s. 37
“(…)
Dışarda ilkyaz, acılı biraz
Ve üstümde bir karyağdı ceket
Yürüyorum üstüne üstüne dünyanın
Artık yakamdan tutunarak inen
Bir gece olamaz hayat”
agy s. 117
“(…)
Kızların nakışlarına örnek olan
Mavi, mor ve kırmızı çiçekleri
İnsanlar dikiyor buralarda
Oysa benim doğduğum yerlerde
Kendiliğinden biter taş aralarında
Ve boyunlarında uykuluklar1
1 Uykuluk: Bir tür böceğin çiçek saplarına yaptığı yuva. Geceleri sık sık uyanan çocukların omuzlarına iliştirilir.”
agy s. 118
“(…)
Ansızın basılıp aransam
Saçtan tırnağa yakapaça
Ne bulabilirler ki üstümde
Gelecekten başka”
agy s. 121
“(…)
Çocukça bir heves de olsa
Oturup ağlamayı düşünmüşümdür
Başımı ellerimin içine alarak
Ve dirseklerimi dizlerime
Dayayarak”
agy s. 122
“(…)
Anlayabilmek yıllar sonrasının
Acılı ve puslu günlerinde
Seni görmemek için
Vitrinlere bakacak olanları”
agy s. 123
“(…)
Oysa hayatın içine yiğidim
Böyle ne elini kolunu sallayarak
Ne de ayaklarımızın ucuna
Basılarak yaklaşılacak
Hayatın içine yiğidim
Kızılca kıyamet içinde yaklaşılacak”
agy s. 124
“YAKIMLAR
1. Basım: 1982, yeni Türkü
SUNUŞ
Göçebe ve yarı göçebe Türkmen oymaklarında bir sır gibi saklı olan bu kültür öğesi, ağıtlarla konu beraberliği olmasına karşın, sunduğu bildiri açısından farklı bir özellik taşıyor. Bir kere ağıtlarda sığınma, kadercilik ağır bastığı halde, yakımlarda bunun tam tersine bir başkaldırı ve karşıkoyuş sözkonusu. Biçim yönünden de ağıtların tersine ölçü ve kalıp tanımıyor. Bütün bunlar bir yana, nesli tükenmekte olan bu kültür öğesini, yani yakımları gün ışığına çıkarmak eli kalem tutan birisi için kaçınılmaz bir görevdi.
Bu küçük yapıttaki şiirler benim de içinden geldiğim bir kültür çevresinin, yaşantımda silinmez izler olan yakımların yeniden yaşanır kılınması yolunda, giriştiğim çabaları içeriyor.
Abdülkadir Bulut
(…)
Ay batarken
kendini ladin dalına asan bir kızın,
annesi tarafından,
arkasından yakılan yakımlar.
(…)
4.
Çeyiz sanığının bir köşesinde
Üstü hüsnüyusuflu bir yağlık
Bir köşesinde aman da aman
Tesbilerden1 topladığım günnük2
(…)
(…)
Gelmeyince duldalardan5 sevdiğin
Su gibi harcanır mı ömür
(…)
(1 Tesbi: Bir Akdeniz bitkisi, ‘Yabani günnük’.
2 Günnük: Tesbilerden elde edilen ve ölü evinde yakılan bir tür günnük.
(…)
5 Dulda: Kuytu yer.)
8.
İşte önümde duruyor oyuğun1
Biraz toprak, biraz taş
Kurtlar, kuşlardır artık
Sana en büyük sırdaş
(…)
(1 Oyuk: Şiirde sözkonusu edilen oyuk, yolda belde ve dağda ölen birisi için öldüğü yerde yapılan mezar biçimindeki işaret.)
Enginden de geç allı turnam
Bi yol içimi dökeyim sana da
Gözüm kalmadı artık bilesin
Ne beserekte1, ne mayada2
(…)
(1 Beserek: Erkek deve.
2 Maya: Asya devesi ile yerli devenin çiftleşmesinden doğan dişi deve.)
10.
Susardı kurt, susardı kuş
Hollu1 çalarken Asardağı’nda
(…)
(…)
Ben dizlerimi döverim her gün
Eller koyun kuzu tasasında
(…)
(1 Hollu: Kızların, parmaklarından birini gırtlaklarına bastırarak söyledikleri türkü.)
12.
Karlardan kalkan soğuk
Dolanırdı eline ayağına
Sır saklar gibi fidanım
Kendini çekerdin şayağına1
Sabahla esen rüzgarlar
Elini yüzünü alırdı
Sürdüğün mumuranın2 kokusu
Günlerce yüzünde kalırdı
(…)
(1 Şayak: Bir tür yünlü kumaş.
2. Mumuran: Mum, ardıç sakızı ve tereyağ karışımı bir tür krem.)
14.
Boncuklu şalbalar1 gibi durma
Yönünü döndür gel beri
Sevda içinde, seyran içinde
Tozlaştı yarpuz2 çiçekleri
(…)
(1 Şalba: Gövdesi uzun, yaprağı enli, hayvanların yemediği ot.
2 Yarpuz: Bir tür yabani nane.)
16.
Kayalarda açar taş çiçeği
Ne yağmurda sallanır ne yelde
Şimdi onlar da benim gibi
Ağıt yağıt1 içinde
Dökkülesem2 şal kuşağını
Yüzüm dökülür mü üstüne
(…)
(1 Yağıt: Acı, hüzün vb.
2 Dökkü: Bir tür kıyı kekiği. Naftalin yerine kullanılır.)
(…)
(…)
Ateşle papatya arasında duruşun
Sanki bir keklik alası1
(…)
1 Ala: Şiirde, keklikleri avlamak için üstüne keklik alası çizilmiş bez. Bir av aracı.
Dağlarda bir ardıç torusu1
Toruda saklı bir kuş yavrusu
1 Toru: Genç ardıç. Çam, katran ve ladin ağaçlarının genci de bu adla anılır.
(…)
– Yollarım küncü1 tavında şimdi
Karıştırma ellerini ver hadi
(…)
1 Küncü: Susam.
(…)
Eli düşüne1 gittiğin yollarda
Şimdi ay aydınlık ay kız
İçlenme dışarda kar var
(…)
1 Eli düşüne: Elyordamıyla, ezbere.
(…)
Demek en sonunda sen de
Suskun puskun biri oldun
Pürenler1 bile çiçek açarken
Sen sararıp soldun
(…)
1 Püren: Güzleri çiçek açan bir çalı türü.
35.
Göçümüz geçerdi yaz baharda
Yola düşmüş sabahlar içinden
Ayak alırdı düzde mayalar
Böğürçanlarının1 sesinden
(…)
1 Böğürçanı: Göçerken develerin böğrüne takılan çanlara denir. Her deveye dört tane takılır.”
agy s. 125-152
“(…)
Dünya dilini ısırarak iş yapan
Bir insanmış gibi geliyor bana
(…)
VIII
Çocuklar oturuyor sesimin içine
Anlatıyorum bunu gördüğüm herkese
En küçük bir tepki bile alamıyorum
Şu insanoğullarından nedense
(…)”
agy s. 196, 197
“(…)
Hala çözülmedik sırları var hayatın
Hadi beyaz bir gülün üstüne eğil
Dünya, öyle sandıkları gibi
İçi boşaltılarak sokağa atılan
Bir kesekağıdı değil”
agy s. 198
“(…)
Her gün ceplerimde şiir kitapları
Hüzünler, ayrılışlar, romanlar
(…)
(…)
(…)
Ne kadar avutmaya çalışsam da kendimi
Avuçlarımın içi gibi biliyorum ki
Bir çoğunun kabına sığmayan hayatı
Şimdi duvar diplerine atılan
Kırık birer iskemle olup çıktı”
agy s. 201-203
“(…)
Kuşlar da soldu gitti en sonunda
Uçuşları, kaldı yadigar”
agy s. 206
“(…)
Sizde mi geleceği süslersiniz yoksa
Ey sarı gövdeli şiirler
(…)”
agy s. 208
“DİRENİŞ GÜNLERİNDE
DOĞAN ÇOCUKLAR
Artık direniş günlerinde doğan
Çocukların adlarını toslağım
Ya direnç koyuyorlar ya barış
En güzeli de ne biliyor musun
Grevci analar bağlıyor
Göbek bağlarını
(…)”
agy s. 228
“(…)
İçinden çıkamadığım çok şey var
Kuşların ağzını açarak ölmesi
Tutarak kokladığım her sarı çiçeğin
Sonunda siyah bir tohuma dönüşmesi
(…)
(…)
Çoktandır kimsenin yüzüne bakmıyorum
Uyuyup kalıyorum oturduğum her yerde
(…)”
agy s. 248
“ÜLKEMİN ŞİİR ATLASI
1. Basım: Şubat 1987, Can
I
Ne zaman yürüdüysem bir gülün içine doğru
Bastığım topraklardan sular fışkırmıştır
Taşa tutmuştur çocuklar herkesin önünde
Sonra odalara kapanıp ağlamışımdır
Ne zaman yürüdüysem bir gülün içine doğru
Islıklandım, insan yüzüne bakamaz oldum
Anladım ki, üstüne sarı bir gül bırakılmış
Bir şiir kitabının ilk sayfasıdır bu dünya
(…)
Bastırıp dursam da bütün isteklerimi
İçime atmam yüzüme karşı söylenenleri
Selam bile vermem hiçbir kimseye
Bütün gün ardımdan ıslık çalsalar da
Bu bir delidir diye
(…)
(…)
Çocukken boynunu kopardığım kuş yavruları
Düşlerimde yolumu kesip bir bir gözlerimi oydular
Ve eğdiğim fidanlar büyüyüp gelişince
Gövdeleri tabutuma birer tahta oldu
Sulara bıraktığım hüsnüyusufların
Yan yatıp suyun üstünde durması gerekirken
Hepsi de dibine çöküp gitti bir bir
Demek ki her şeyin bir derinliği var
Demek ki her şey biraz da derinliktir
Daima ayrılıklar üretti benim yürüyüşlerim
O yüzden adı ayrılık olan bir çiçektir
Şimdi benim avuçlarımdaki çizgiler
Oysa eskiden alçalan bir kara kırlangıcın
Kuyruğunun duruşuydu.
(…)
Alnım dalgalanıyor durup dururken
Üstümü başımı yoklamaya başlıyorum
Bir bıçak yerine üstümde çıka çıka
Kurumuş bir gül sapı çıkıyor
V
Ateşler arıyorum ellerimi ısıtmak için
Ağaç dallarının sürtüştükleri yerlerde
Bir çıngı bile çıkarmıyor hiçbiri
Oturup kalıyorum her birinin dibinde
Yaralarıma acıyla toplanan kanım
Kabuk olup düşüp gidiyor bir gün
Bir balık pulu gibi saydam
Ve yaşanmış bir duygu ölgün
(…)
(…)
Yakında şiirlerin bile alamayacağı
Bir uğultu oluşturuyordu dünya
(…)
Günlerden hep bekledim durdum
Birbirlerine taş atan iki çocuğun
Dünyalarını anlatabilecek bir söz
Bir duygu dalgınlığıma uygun
(…)
XVII
Hep bir ıssızlık olarak çıkıp geldi
Yaşadığım günler de birbiri ardına
Ve ne hikmetse benzemedi hiçbiri
Ne bir akşama ne de bir kadına
O yüzden çok düşündüm çekip gitmeyi
Su altında kalan yolların birinden
Kimim kimsemin olmadığı yerlere
(…)
Aslında kimsenin aklından bile geçmeyen
Rüzgarlar taşıdım ben alnımın altında
Seslere dönüşebilecek fısıltılar taşıdım
Yüzümün en durgun yerlerinde bile
(…)
Bana yağmurları öğretecek birisi gerekli
Avuçlarımdaki çizgiler üstüne konuşacak
XXI
Ben gittiğim her yerde ilk önce
İnsanların gözlerine benzedim
El sıkışmalarına benzedim düğmelerine
(…)
(…)
Taşıdığım bütün arayış sözleri de
Su kesilip akıp gitti önümden
Artık ben bir kuş bile tutamam
Bir saksıya toprak bile dolduramam
(…)
(…)
Elbette ateşlerin de bir bakanı çıkar
Bunca insan içinde bir acıyanı
(…)
Kimi görsem ellerine bir taş alıp
Yollara düşüyor evlerin başına çıkarak
gelip geçeni taşa tutuyorlar boyna
Ceketimi başıma çekip oturup kalıyorum
Yana yakıla arayıp da bulduğum şeyleri
Taşımadan yeni bir sevinç gibi içimde
Çocuklar elimden alıp kaçıyor birden
Yerleri yumruklamaya başlıyorum durmadan
(…)
Kimisini bozup kimisini kazımak istiyorum
Taşlara çizdiğim insan resimlerinin
Herkes cinnet getirdiğimi sanarak
Dimdik bağlayabilirler beni bir ağaca
(…)
Bunca karamsarlıklardan acılardan başka
Şöyle burun buruna gelebileceğim
Ayrı bir duygu yok mu şu dünyada
Bana bir mendil verin çekip gideyim bari
XXXVIII
Eğer benim işim uğultulara sarılmaksa
Gece geçen turnaların sesine uyarak
Yollara düşüp sesimi yollara alıştırmaksa
Ben niye şiir yazıyorum ki alnımız üstüne
Ben niye şiir yazıyorum ki alnımız üstüne
Bir suyun adına benzemeyecekse geleceğimiz
Oyun oynayan çocukların seslerine
Göğüs ceplerine yanyana duruşlarına
Benim hayatım uğultulara sarılmakla geçecekse
Ve el büyüklüğünde bir çiçek bile vermeyecekse
Bir gün taşların güneye bakan yüzleri
Ben niye şiir yazıyorum ki alnımız üstüne
(…)
Artık şu dünyada bilebildiğin her şey
İnsanlar, rüzgarlar, dağlar, ormanlar
Bile bile üstüne çullanmak istiyorsa
Kalbim sen kendini ferah tutabilir misin
(…)
(…)
Dünya su içen çocukların yüzlerine
Bir fırtına bırakıp çeker gider erkenden
(…)”
agy s. 251-279