“GRAMSCİ’NİN KÜLLERİ
I
Mayısın değil bu kirli hava,
karanlık yabancı bahçeyi
daha da karartıp, kör pırıltılarla
ışıtan… Tevere’nin girintilerini,
Lazio’nun tepelerini
büyük bir yarı çember gibi
perdeleyen açık sarı damların üstündeki
köpüklü gökyüzü… Yazgılarımız gibi
sevgisiz bir ölüm indiriyor,
güz mavisi eski duvarların üstüne.
Dünyanın boğuntusunu taşıyor içinde,
bir de, yaşamı yenilemek için tüketilen içtenlikli
yoğun çabanın yıkıntılar içinde yittiği
on yılın bitimini;
sessizlik kısır ve nemli…
Yanılgı yaşam demekti daha,
yaşama en azından coşku ekleyen
o İtalya mayısında gençtin sen,
aklın havalarda, sağlığın babalarımızınkinden
-baba değil, alçakgönüllü abilerdi-
bozuk çelimsiz ellerinle
çizmeye başlamıştın, bu sessizliği
aydınlatan ülküyü (bizim için değildi:
ölünce biz de ölmüştük seninle
nemli bahçede.) Görüyorsun değil mi?
bu yabancı sürgün elde.
yalnızca dinlenebiliyorsun. Çevreni
soylu bir sıkıntı sarıyor. ve
Testaccio işliklerinden boğuk çekiç sesleri
geliyor, gün batımında
yumuşayarak: yoksul sundurmaların altında
üstü açık sac, demir yığınları arasında
türkü mırıldanan bir işçi
kapatırken gününü, yağmur diniyor etrafta.
II
İki dünya arasında, katılmadığımız bir uzlaşma.
Artık seçimlerin, özverilerin… sesi
yaşamı boğan kandırmacayı
ölümde sürdüren, soylu ve acılı
bahçenin sesi.
Mezar taşlarının
din dışı yazıları, laik insanların
bu kara, basık, gösterişli
taşlarda süren yazgılarını
açığa vuruyor. Doyumsuz tutkular
yine tutuşturuyor sessizce,
güçlü uluslardan milyarderlerin
kemiklerini, kulamparaların, prenslerin
şakaları uğulduyor, yok olmamışlar sanki,
hala dürüstlükten yoksun küllenmiş bedenleri
dinlenirken çanaklarda.
Ölüm sessizliği burada,
insan kalmış insanların yurttaşlık sessizliği,
parkın sıkıntısında gizlice değişen
bir sıkıntının tanığı: ve duyarsız kent
kondularla kiliseler arasına
sürerken burayı, inançsız dindarlığında
yitiriyor görkemini. Isırganı, sebzesi
bol toprak, bu çelimsiz selvileri
veriyor, bir de soluk şimşirleri
çevrelerden duvarlardan inen nemi,
akşam, nemi yumuşatıp, yalın
bir yosun kokusunda sürdürüyor…
alacakaranlığın morunun bir nane,
ya da çürümüş ot ürpertisiyle
sığındığın kokusuz, seyrek otlarda,
sessiz gecenin çırpıntısı başlıyor
günün hüznü içinde.
İklimi sert, tarihi yumuşak mı yumuşak,
içine başka bir toprağın sızdığı
bu duvarlar arasındaki toprağın;
bir baika nemi anımsatan bu nemin; ve yankıları
-gökyüzünde yitmiş gölleri,
fosfor saçan bilardo masaları
ya da zümrütler gibi yeşil çayırlarla,
İngiliz ormanlarının çevrelediği enlemleri
boylamları bildik: ‘And O ye Fountains…’- dinsel
yakanların.
III
Kırmızı bir bez, direnişçilerin
boyunlarına sardıkları gibi,
ve çanağın yanında, kül rengi toprakta
bir başka kırmızı iki sardunya.
Burada sürgündesin, katolik olmayan
o katı inceliğinle, bu yabancı ölüler arasına
düşülmüş kaydın : gramsci’nin külleri.. Umutla
kuşku arasında varıyorum mezarının başına,
rastlantı sonucu geldiğim bu çorak serada,
yeryüzünün özgür insanlar arasında
kalan ruhunun karşısına. (Başka bir şey mi yoksa,
daha coşkulu belki, daha alçakgönüllü,
yeniyetmelik, cinsellik, ölüm arasında
esrik bir ortam yaşama…)
Tutkunun hiç durulmadığı bu yörede
-burada mezarların sessizliğinde- nerede
yanıldığını- ama nasıl da haklı
olduğunu duyumsuyorum kaygılı
yazgımız içinde- öldürüldüğün günlerde
kaleme almakla son yazılarını.
İğrençliği de büyüklüğü de
yüzyılların ötesine uzanan
bir mülke bağlı bu ölüler
eskil egemenliğin tohumlarının
yok olmadığının tanıkları : ve –aşağı mahalleden-
gizliden gizliye yükselen
boğuk, keskin, ısrarlı çekiç sesleri
sonunun geldiğinin habercileri.
İşte buradayım ben de… yoksul, üstümde
vitrinlerin kaba ışığında yoksulların
gözlerini kamaştıran giysilerle.
bilinmedik sokakların, tramvay koltuklarının
beni güne yabancılaştıran
kirinden arınmışım : böyle avarelikler git gide
azalıyor yaşam kavgası içinde;
ve sevecek olursam dünyayı,
çıkarsız, öfkeli, şehvetli bir sevgiyle
seviyorum, tıpkı vaktiyle
şaşkın yeniyetmeliğimde,
burjuva hastalığı burjuva benliğimi
sardığında ondan nefret ettiğim gibi :
ve şimdi –seninle- bölünen dünya,
iktidarı elinde tutan bölümün kininin,
neredeyse gizemli nefretinin hedefi değil mi?
Senin tutarlığınla olmasa bile dayanamıyorum yine de,
seçim yapmıyorum çünkü. Savaş ertesinin yıkımında,
bir şey istemeden yaşıyorum : loş utancında
bilincimin –tepeden bakan, umarsız bayağılığından
tiksindiğim- bu dünyayı
severek…
IV
Kendimle çelişmenin, seninle birlikte
ve sana karşı olmanın utancı; seninle birlikte
aydınlıkta, içimin gecesinde sana karşı;
babama ihanet ettim -düşüncede,
bir eylem gölgesinde- ama biliyorum
içgüdülerin, coşku veren güzelliğinin sıcaklığı
ile bağlıyım ona; senden eski
proleter bir yaşama kapılıp
bin yıllık savaşımı yerine
sevincimi din bildim kendime:
doğasını, bilincinin yerine;
insanın eylemde yitip giden
başlangıç gücü, şiir gibi
bir ışık, bir gözlem esrikliği
veriyor ona: daha fazlasını
söyleyemem, ne desem
doğru olur içten olmaz,
soyut sevgi olur hüzünlü sevgi yerine…
Yoksullar içinde bir yoksul, bağlandım
tıpkı onlar gibi utanç verici umutlara,
yaşamak için savaşıyorum onlar gibi
bir gün. Ama kısmeti kapalı
içler acısı konumunda:
burjuva ürünlerinin en coşkulusuna
en kusursuzuna sahibim. Ama benim
tarihe sahip olmam gibi
tarih de bana sahip; aydınlatıyor beni.
ama ışık neye yarar ki?
Pasolini
Türkçesi Rekin Teksoy”
Şiirin Kesik Damarları 2 (öldürülen şairler kitabı), Hayati Baki, Promete yay., Ankara, 1994, s. 151-158
Gramsci’nin Külleri şiirinde Gramsci’yi anar Pasolini. Gramsci kendinden sonra gelecek bir çok neomarksisti etkileyecek marksist bir düşün adamıdır ve siyasetçidir. Faşist İtalya tarafından yirmi yıl hapse mahkum edilmiş; ancak ölecek kadar hasta bir şekilde 46 yaşında şartlı tahliye edilmiş ve kısa süre sonra da ölmüştür. PPP’nin bu şiirinde yaşamın boğuntusunu ve buna rağmen şairin yaşama karşı sevgisi ile kendi bilincine karşı tiksintisi arasında gidip gelişini yaşarız.
güz mavisi eski duvarların üstüne
Dünyanın boğuntusunu taşıyor içinde,
bir de yaşamı yenilemek için tüketilen içtenlikli
yoğun çabanın yıkıntıları içinde yittiği
on yılın bitimini
sessizlik kısır ve nemli…
dizelerinde herşeye karşı umarsız olan dünyanın iyi niyete karşı da hiçbir karşılığı ya da ödülü olmadığını duyumsarız.
Bilinmedik sokakların, tramvay koltuklarının
Beni güne yabancılaştıran
Kirinden arınmışım: böyle avarelikler git gide
Azalıyor yaşam kavgası içinde;
Ve sevecek olursam dünyayı,
Çıkarsız, öfkeli, şehvetli bir sevgiyle
Seviyorum
der PPP başka dizelerde. Dünyayı sever şair hiçbir şey istemese de; giderek katılaşmış bilincinin soğukkanlılığından utansa da:
bir şey istemeden yaşıyorum: loş utancında
bilincimin – tepeden bakan, umarsız bayağılığından
tiksindiğim – bu dünyayı
severek…
Uyumsuz, yabancı, dışlanmış ve lanetlenmiş sanatçının gerçek bir temsili olan Pier Paolo Pasolini’nin hayatı tam bir trajedidir. Şair, romancı, deneme, senaryo yazarı ve sinema yönetmeni PPP’nin öldürülüşü de bir o kadar vahşice olmuştur. 2 Kasım 1975’te ideolojik ve dini görüşleri nedeniyle öldürülen şairin feci halde dövüldükten sonra kafasının üzerinden arabayla geçilen cesedi sahilde bulunacaktır.
Ve Pasolini’nin paramparça cesedinden geriye Gramsci’nin Külleri kalır…
Barış K.