“Gerçek olan öğrenmektir. Nereden, nasıl öğrenirsen öğren. Nereden, nasıl öğrendiğin, diploman, hatta neler bildiğin de önemli değil. Ne yaptığın önemlidir.
Arkadaş Islıkları
Orhan Kemal”
Yazmak Doludizgin (Günlükler ve Şiirler), Orhan Kemal, Everest Yay., İstanbul, 2007, s. VII
“5 Nisan 943, Pazartesi
Dün gece karımı rüyada gördüm. Hayır, bizzat onu görmedim, yalnız ona ait bir olay oldu. Şöyle ki: Tahliye olmuşum, Adana’ya gitmişim. Eve yorgun argın gelmişim. Soyunup yıkandıktan sonra sedire uzanyorum. Kız kardeşlerim büyümüşler, merakla etrafımı alıyor, beş senelik hapis hayatıma ait sorular soruyorlar. Birden aklıma geliyor, karım nerde, kızım nerde?
Annem, ‘Altan Oteli’nde, baban öyle tembih etti,’diyor. Vay anam vay… İçime ateştir düşüyor. Kime kızacağımı bilmiyorum. Aklımda bin bir ihtimal. Otel gibi malum bir yerde, yirmi yaşında genç bir kadının yapayalnız oturması… Sedirden deli gibi kalkıyorum. bütün kabiliyet ve çevikliğimle üstümü başımı giyinmeye başlıyorum. Ne mümkün. Korkulu rüyalarda kaçmak isterken inadına ağırlaştığımız, kaçamadığımız gibi, bu sefer de bütün aceleme rağmen elbisemi o kadar yavaş giyebiliyor, öyle sıkıntı duyuyorum ki… Nihayet zorla pantolonumu geçiriyorum, ceketimi tam alıp evden çıkmaya hazırlanırken uyanıyorum. (…)”
(…)
(…) Sözün kısası, Nazım Hikmet’i o kadar seviyorum ki ona bazen, ‘çok iyi insan, büyük, ulaşılamayacak kadar büyük, büyük insan olabildiği’ için kızıyorum. Laf sırası gelmişken şunu da ilave edeyim:
Bazen o, o kadar vurdumduymazgörünür ki, hırsımdan kendi kendimi yer, yanından ayrılır, kaçarım. Örneğin hapishanede çehrelerini sık sık görmeye mecbur olduğumuz bir topluluk var, kravatlı, bey ıskartası, muhasip, kasadar -hakaret olsun diye veznedar demiyorum- katip, tahsildar, maliye memuru, ne bileyim ben, bu çeşit ‘küçük burjuva’lar. Bunların karakterleri malumj: Hem kel, hem fodul. Bütün hareketlerinden, sözlerinden kendini beğenmişlik akar. Mesela Nazım Hikmet’e bunlardan biri der ki:
‘Bana bak Nazım, (bunu Nazım Hikmet’e ‘Üstat veya Nazım Bey gibi’ kendilerinin fazlaca itibar ettikleri ve kendilerine hitap edilirken isimlerini arkasına, falan bey, filan bey gibi bu ‘bey’lik konulmazsa derhal alnır, kızar, içten içe size kin besler, şurda burda arkanızdan atar tutarlar) sen insandan anlamıyordun azizim, insan ayırt etmekten yoksunsun,’ derler.
Bunu söylerken düşünmezler ki en büyük şairi, tiyatro yazarı, siyasi yazarı, sinema senaryocusu, hatta hikayeci ve romancısı, bir kelimeyle ‘ruhların mühendisi’ aşamasına bilmem ne üniversitesinin diplomasında değil, eskilerin ‘dad-ı hak’ dedikleri özelliği sayesinde varmış bir insana hitap ediyorlar. Ben kudururken, Nazım Hikmet, ‘Sen insan ayırt etmekten yoksunsun,’ diyen ‘serseriye’ hiç kızmaz, özellikle gülümser ve ona bomboş gözlerle bakar. Biliyorum, bu bakış o kadar anlamsız ve boştur ki, anlayana sivrisinek saz… O böyle bakarken kim bilir hangi konu üzerine düşünüyor, çok iyi bildiği karşısındaki bu budalayı -kim bilir kaç milyoncu misalini- tekrar önündeki bir aynaya bakar gibi okuyor.
(…)”
agy s. 17, 18, 20
“(…)
Karım ve çocuklarımın benim için nasıl bir yük olduklarını dehşetiyle duyuyorum.
(…)”
agy s. 37
“İNANANLAR
‘Mademki duyurduk sesimizi
Mademki inanabildik
Ölsek ne zarar!’
Diyorlar
(…)”
agy s. 168
“(…)
Ve götürürler yüreklerindeki ‘Ana, avrat, oğul’ hasretini
Ya kızgın bir çöle,
Ya da uçurumuna
Tepesi kül rengi göğü delen
Bir karlı dağın!
1942, Bursa”
agy s. 170
“(…)
Bu pespembe günlerim mahpusta soluyormuş,
Hayatsa göz çıkaran bir budak oluyormuş,
Budaklardan sakınan göz kör olsun diyorum!
1942, Bursa”
agy s. 172
“(…)
Bence asıl ölmek
İstanilmeyen dünyada yaşamaktır.
Her yirmi dört saatte yirmi dört kere ölerek!
1942, Bursa”
agy s. 182
“MAHPUSHANE
Duvarlarda kömürle yazılı dam ağaları isimleri:
Osman Kaptan,
Balıkçı Aziz
Kalemoğlu
ve kadınsız erkeklerin çizdiği kadın resimleri,
vezni bozuk mısralar
ve tavanda salkım salkım örümcek ağları…
Deposunda esrar nargileleri hapishanenin
-sırları düşmüş-
afyon kutuları ve eroin paketleri bir yanda,
bir yanda vurulacak bilek bulamayan kelepçeler
ve ‘Söğüt yaprağı’ kamalar ki -amili Bursalı falan ustalardır-
durur bir yanda
‘Can kardeş’ yazar
beyaz kemik saplarında her birinin.
Malta boylarını gez
yer yer kan lekeleri
çerçeveleri kırık pencereler
ve bacakları çatlak koğuş peykeleri
-tahtakuruları öldürülmüş üzerlerinde-
İzbe dehlizlere in
kan kokar.
Meydan yerlerinde dolaş
kahpece vurulmuş insan kokar!
Hey gidi 2000 senliler hey
Siz
cigara ve esrar dumanları içinde geçen
kadınsız gecelerimizin küfrünü bilmezsin!
Ne mutlu size!
05.12.1942, Bursa
(Nisan 1942, Bursa)”
agy s. 196, 197
“ORHAN KEMAL’E TAŞLAMALAR
HAPİSTEYKEN
Sanatçıyı sindirip hapse atmak modası
Yine son zamanlarda hortladı Orhan Kemal,
Düşünen ve söyleyen tek sen kalmışsın gibi
Kabak senin başında patladı Orhan Kemal.
1966
DİŞ
İşçilikten tutun da romancılığa kadar
Girip de çıkmadığı iş mi kaldı Orhan’ın?
Bütün ömrü boyunca dişlerini sıkmaktan
Açın, bakın, ağzında diş mi kaldı Orhan’ın?
1968
Ümit Yaşar Oğuzcan”
agy s. 258