“(…)
Trieste kentinin üstünde uçarken zorunlu iniş yapar ve gözünden yaralanır. Birkaç ya Venedik kentinde, Canal Grande üzerinde Casa Rosa’da kalır. Gözleri bandajlı biçimde ve hareketsiz yazarken ‘Il Notturno’ (Geceye dair) adlı yapıtını kaleme alır.
(…)
12 Eylül 1919 tarihinde 287 gönüllü asker ile birlikte Fiume kentini işgal eder. İtalyan Hükümeti Fiume’yi ele geçirme kararı alır ve aralık 1920 tarihinde Mussolini, emrine karşı gelen gabriele d’Annunzio’nun komutasındaki kenti kuşatır. Korkunç ‘Kanlı Noel’ günlerinde birçok asker yaşamını yitirir; d’Annunzio da başından yaralanır ancak yarası hafiftir.
(…)
Gabriele d’Annunzio’da yabancı düşünür, edebiyatçı ve müzik ustalarının etkisi söz konusu olduğunda, Nietzsche ve Wagner’in adlarını göz ardı etmek mümkün değildir. Üstün insan felsefesiyle Nietzsche, d’Annunzio’nun yalnızca ‘Il Trionfo della morte’ adlı romanı incelenirken değil, ‘Le Vergini della rocce’ (Kayaların Bakireleri) adlı yapıtı ile de ön plana çıkar. Bu üstün insanın nitelikleri, aslında yazarın kendinde olduğuna inandığı ve olmasını istediği öz yaşamsal öğeleri yansıymaktadır.
(…)
(…) ‘Il Trionfo della morte’ adlı yapıtta olduğu gibi, bu yapıtta (‘Il Fuoco’, Blog. N.) da ideolojik ilkeler Nietzsche’den alınma olsa da, müzikal ahenk yaratma söz konusu olduğunda, ünlü besteci Wagner’in etkisi kuvvetle gözlemlenir.
(…) ‘Le Laudi’ önceki yapıtlarının izlerini taşır: Bu şiirsel yapıtta Ovidius’la başlayan, d’Annunzio’dan birkaç yazar ötesine dek uzanan ve Pascoli, Leopardi gibi ünlü adları kapsayan bir dizi İtalyan şairin izleri sezilir.
(…)
(…) Doğanın gizli uyumunu şiirlerine yansıtan şair şöyle der:
‘Sanatçı, nesnelerin ruhuyla doğrudan ve anında iletişim kurabildiğinde, doğanın sesi haline dönüşür ve her yeniden doğuş dönemini izleyen süreçte sanat anlayışı doğaya dönüş olacaktır’.
(…)
‘Poema paradisiaco’ adlı yapıtta Fransız sembolistlerinin etkisi sezilir. (…) D’annunzio bu yapıtını oluştururken Leopardi ve Pascoli’den de etkilenmiştir. (…)
(…)
(…) Şimdiki zaman-an-sonsuza dek uzar, gizemlidir ve anlam yüklüdür.
(…)
‘Benim için düşündüklerimi ifade etme, dile getirme tek var oluş biçimidir’
diyen Gabriele d’Annunzio, yaşadığı dönemde yeterince anlaşılamamış, hak ettiği üne geç kavuşmuş, ancak şair ve romancı olarak büyüklüğünden asla bir şey kaybetmemiş bir kişidir.”
Seçme Şiirler, Gabrile D’Annunzio, Haz: Nevin Özkan, T.C. Kültür Bakanlığı Yay., Ankara, 2001, s. 3,6, 8, 10, 11, 14, 15
“KONUĞUN TÜRKÜSÜ(1)
Çeviren: Yeşim Kiriş
Ey ay(2), orağı andıran!(3)
Issız suların üzerinde parıldayan.
(…)
1) İlk kez 1882’de Canto Novo adlı eserin ilk basımında yayımlanan odlar daha sonra şair tarafından değiştirilerek 1896’da yapılan basımda son biçimlerini almıştır. Toplam sayıları on ikidir ve hepsi ‘Konuğun Türküsü’ adı altında toplanmıştır. Biz, konu bütünlüğümüzü korumak ve sairi en iyi şekilde tanıtabilmek için yedinci odu seçtik. Odlarda söz konusu olan konuk, şairin sevgilisidir.
2) Aya sesleniş ve ayla yapılan monolog bize ünlü İtalyan şair Giacomo Leopardi (1798-1837)’yi anımsatmaktadır. Bu şiirde Leopardi’nin izleri görülmektedir.
3) Ay son dördündedir. Biçimi orağı andırmaktadır. Fakat şair ayı yalnızca biçiminden dolayı değil, aynı zamanda işlevinden ötürü orağa benzetmektedir. Orağın ekinleri biçtiği gibi, ay da tüm canlılara önce düş kurma ortamı sağlar, sonra da ürünleri toplar.”
agy s. 31
“(…)
Hala temiz kalan şeyler.
Hiç türkü söyledin mi,
uzaktaki, düşünceli anneye?
Ağlamasın. Oğlu evine dönecek.
Yorulmuş yalan söylemekten.
Dönecek. Asla geri gitmek istemeyecek.
Nicedir yapayalnız.
(…)
(…) Hiçbir arzu altüst etmesin
artık beni! Bugün iyilik kaplıyor
her türlü iğrençliği tanıyan yüreğimi,
(…)”
agy s. 47, 48
“SADAKATE DAVET
Çeviren: Müge Yüksel
Ve, kadına şöyle diyordu
gülerek (gölgedeki yüzünde
belli belirsiz bir gülümsemeyle),
şöyle diyordu:
-Neden bunca yıl sonra
zinciri kırmak?
Neye yarar eski acıların yerine
yeni sıkıntılar koymak?
Dostum, hiçbir şey
bizim için yeni olamayacak belki de.
Eski şefkatin kendine has
büyüsü sürecek yine de.
Süregelen ve yaşama
karşı koyan aşka,
gelmez hiçbir şey daha tatlı ve hüzün dolu
uzak şeylerden başka.
Dönüşsün aşkımız
sakin bir öğleden sonraya,
uçuşsun saçların
rüzgarsız havada,
güllerin içinde,
güneşte, dalga dalga.
Menekşe elim
konuyor şakağına;
ve, çiçeklerimin arasında
eğilince alnın,
kalbim hissediyor tümünü
senin gizli acılarının.
Konuşmuyorum seninle.
Tanıyorum gölgesini sıkıntının,
bazı bıkkınlıkların
ve işkence eden ağırlığını etin,
nemli sisi de: Ruhu
uzun günlerce sıkıntıya boğan,
düşünceler olmaksızın:
Ah, işte, yine aynı acılar!
Konuşuyorsan eğer, ara sıra,
biliyorum ki kalbin uzakta,
sana ‘Dinle’
diye yineliyorum boşuna.
-Peki neden, bunca yıl sonra
zinciri kırmak?
neye yarar eski acıların yerine
yeni sıkıntılar koymak?
Sevmek, sevmek yine,
bir zamanlar sevdiğimiz gibi,
söylemek yine, o sözcükleri,
duymak onları, beklemek
aynı sıkıntıyla zamanın gelmesini,
dönüştürmek soysuz davranışları
o göksel iççekişlerle,
yıldızlardan
güllere, o rüyaları dokumak,
ve sonunda varmak o bıkkınlığa,
ulaşmak her hissin
bilindik sınırına…
İster misin yani
kadere meydan okumak?
Hiçbir şey, ölüm dışında
bizim için yeni olmayacak.
O halde sadık kalalım
eski aşkımıza!
Namusunun tüm peçeleri
olmuş zaten paramparça;
ve hiçbir kucaklama,
artık hiçbiri yabancı değil sana.
Ulaştı sarhoşluğumuz
güneşe ve aya.
Peki, yine de,
ne derin b,r büyü var bu
ıssız ormanında
anıların,
usulca ulaştığı rüyamızın:
rüzgarsız havada
yükselen hafif dumanından
buhurdanın daha da yavaş.
O halde sadık kalalım
çünkü ne çok güldük,
ne çok ağladık
bu değişmez gökler altında!
Süregelen ve yaşama
karşı koyan aşka,
gelmez hiçbir şey daha tatlı ve hüzün dolu
uzak şeylerden başka.
Ve ben seviyorum o uzak şeyleri
buğulu gözlerindeki.
Uzak manzaralardaki
buğulu gölleri sevdiğim gibi.
Ya sen, bırakacak mısın
sonunda, terk edilmişliğe
artık varolmayan şeyleri,
artık hiç olmayan şeyleri!”
agy s. 49-52
“(…)
Dal düşler alemine sevgili ruhum.
Herşey olacak uzak zamanlardaki gibi.
Koyacağım senin arındıran avuçlarına
tüm yüreğimi. Henüz herşey bitmiş değil ki.
Düşle düşle… Yaşam katacak yaşamın bana.
Yeniden yaşayacağım basit ve derin bir hayatta.
Alacağım parmaklarının arasından
kutsal ekmek parçasını, beni arındıracak olan
Düşle. Düş kurma zamanı geldi işte.
Konuşuyorum ben. Söyle. Ruhun anlıyor mu beni?
Görüyor musun bir nisan hayaletinin
kıpırdayarak belirdiğini?
(…)
Herşey olacak uzak zamanlardaki gibi.
Saf olacak yeniden ruhta.
Gelecek dilediğinde senin yanına
Suyun içine hafif akışıyla.”
agy s. 54, 55
“(…)
Duymuyordum adımlarımı.
Bir gölgeyim sanki; acılarım,
bütün hayatım bir gölge.
Belirsiz, kararsız, umarsız, adsız.”
agy s. 57
“(…)
Oysa yumuşadı şimdi yüreğimin derinlikleri
olgunlaşan bir meyve gibi. Alaçkgönüllü ve yürekli,
Biliyor karşı koymayı da, boyun eğmeyi de.
Yaralanınca artık yakınmıyor
daha çok anlıyor, daha tez bağışlıyor.
(…)”
agy s. 58
“(…)
Örtüyor ışık, sessizlik uçurumlarını,
sayısız çılgın arzuyu gizleyen kıpırtısız göz gibi.
Bilinmeyen geliyor bana doğru, bekliyorum Bilinmeyeni!
Bana yakın olan, işte, uzak şimdi.
Seviyorum seni, ey keskin taş, yamaçta parlayan,
hazır, yaralamak için çıplak ayağı.
Ey acımasız susuzluğum, severim seni,
tüm derelerin tatlı sularından daha fazla.
Yerleşmiş benim asi sükunetime ateş,
bataklıkların derinliklerindeki gibi.
Durulmuş yüreğim, çığlıklarla dolu.
Vakit geldi, ey çabalarımın Ürünü, vakit geldi!
Öğlen vaktinde, yetkinliğinin ağırlığı
duyumsanıyor yürekte.”
agy s. 61
“İKİ ARNO ARASINDA
Çeviren: Alpay İzmirlier
İşte Progne’nin1 adası
gülümsediğin yer
(…)
1 Efsaneye göre, onu kızkardeşi ile aldatan kocasıTereo’dan öç almak için küçük oğlu İti’nin etlerini ona yediren ve bu davranışı nedeniyle cezalandırılarak kırlangıça dönüştürülmüş olan kadın.”
agy s. 62