Anasayfa > Books / Kargakara > Erk Öyküleri, Carlos Castaneda

Erk Öyküleri, Carlos Castaneda

“(…)

Cumhuriyet’te (23 Ocak 1981) yayımlanan “Bitkiler” başlıklı yazısında Melih Cevdet Anday şunları söylüyor: “Genç bir bilgin, büyücü dünyasının kendine özgü gerçekliğine sızmaya çalışıyor. Bunun uyandıracağı tepkileri tasarlamak hiç de güç olmasa gerek. Time dergisi 1973 Martındaki sayısında konuya büyük yer verdi. Time dergisindeki yazıda Carlos Castaneda’nın don Juan’ı bulması Dante’nin Beatrice’i bulmasına benzetilmiştir… Carlos Castaneda bilgeliğe erdikten sonra artık çeşitli bitkilerin büyülü gücüne gerekseme duymadan bu herkese açık olmayan gerçekliği görebiliyordu. Yeter ki sadece gözleriyle görüp aklıyla kavramakla kalmasın, bütün vücudunu bir algılayıcı olarak kullansın.”

(…)

Büyücülerin gerçekliği var bir de: olağandışı gerçeklik. Felsefeci-ruhbilimci Sam Keen, Psychology Today dergisin Aralık 1977 sayısında yayımlanın, Carlos Castaneda’yla yaptığı röportajında şöyle anlatıyor tonal ile nagualı: “Her bireyin, her toplumun ya da bu dünyanın iki yanı var. Tonal toplumsal kişiliğimiz ya da benliğimizdir. Doğumla başlar ölümle biter. Tüm bildiğimiz, adlandırabildiğimiz şeyleri, olağan dünyamızı oluşturan her şeyi içeren bir adadır bu tonal. Nagual ise bu adayı çeviren varlık denizidir. Benliğin ve gerçekliğin sınırı olmayan, adlandırılamayan boyutudur o. Yer yer sezebiliriz onu, ama tanımlayamayız. Çoğu gizemciler gibi don Juan da nihai gerçekliğin ağza alınmazlığını, anlatımının olanaksızlığını vurguluyor. Tek yolu var ona yaklaşmanın: değilleme (negation): zihin değil nagual, ruh değil, yaşamsal güç de, Tanrı falan da değil. Kantçı deyimle, tonal, göriingüsel âlem; nagual ise kendiliğindeki şey, tüm görüngünün temelindeki noumenon (ancak varsayılan asıl, öz) oluyor. Don Juan, alışılmadık sezgileme yöntemlerine başvuruyor nagualı bulmak için: içsel söyleşilerini
susturuyor, düşlerini bilinçli olarak denetliyor. Uyanıkkenki âlemle düşteki âlem yer değiştiriyor. Çuan Zu’nun dediği gibi yani: “Dün gece düşümde bir kelebek olmuşum. Düşünde kelebek olduğunu gören bir adam mıyım ben?… Yoksa, düşünde adam olduğunu gören bir kelebek miyim?…”

(…) Şunu diyor Amerikan Psikolojik Araştırma Derneği araştırmanlarından Chester F. Carlson; “Güçlü bir yazar olan Castaneda’nın bayağı mucizeler düzmekten kaçınarak, uğraşma yaraşan yolda ilerleyeceğini umarım. Eğer bir gün Kaliforniya Üniversitesi, “tonal’ yükümlülükleri gereği, Castaneda’ya antropoloji dalında verilen Doktorluk ünvanı konusundaki yanlışını üstlenirse buna karşılık Castaneda’yı, Amerikan yazınına yaptığı değerli katkılarından ötürü bir onursal (fahri) Doktorluk ünvanıyla ödüllendirmeli, ve “nagual”a olan derin saygı borcunu ödemelidir.”

(…)”

Erk Öyküleri, Carlos Castaneda, Çev: Nevzat Erkmen, Söz Yayın, İstanbul, 2000, s. 8-10

“(…) “Ya sessizce otururuz, ya da konuşuruz. (…) Senin için, dinginleşmenin en doğal yolu
yazmak. Doya doya yaz bakalım!

(…)”

agy s. 21

“(…)

“Olaylar ancak, kişinin onların gerçekliğini kabul etmesinin ardından gerçektirler. Örneğin, şu akşam olanlar senin açından gerçek olamaz. Çünkü hiç kimse sana bunların gerçekliğini kabul ettiremez.”

(…)

“Benden korkuyor musun?” diye sordu.

“Senden değil, senin simgelediklerinden.”

“Ben savaşçının özgürlüğünü simgeliyorum. Korkuyor musun bundan?”

“Hayır. Ben senin bilginin ürkünçlüğünden korkuyorum. Ne bir avuntum var, ne de sığınacak bir yerim var.”

“Sen gene konuları karıştırıyorsun. Avuntu, sığınak, korku… Tüm bunlar, değerlerini sorgulamadan benimsediğin havalar. Herkesin de görebileceği gibi, kara büyücüler senin basiretini bağlamış.”

“Kara büyücüler kim, don Juan?”

“Arkadaşlarımızdır, kara büyücüler. Onlarla birlikte olduğuna göre, sen de bi kara büyücüsün. Düşün bi an bunu. Senin için çizdikleri yoldan ayrılabiliyor musun? Hayır. Düşüncelerin de, edimlerin de daima onlar tarafından belirlenmiş. Tutsaklık bu. Öte yandan, ben sana özgürlük getirdim. Özgürlük pahalıdır ama ödenemez bi değer değil bu. Sen ustalarını, seni tutsak edenleri korkut. Beni korkutmak için zaman ve erk harcama. Ya!”

(…)”

agy s. 31, 32

“(…)

“Bu,” dedi, “sözlerin sakatlığından ileri geliyor. Sözcükler kendimizi aydınlanmış gibi hisetmeye zorlar bizi, hep. Ama, dünyayla yüzleşmeye kalktığımızda, bizi daima yalnız bırakırlar; biz de dünyayla, her zaman yaptığımız gibi, aydınlanmasız biçimde yüzleşmek durumunda kalırız. Bu nedenle, bi büyücü konuşmaktansa yapmayı yeğler, bu bağlamda yeni bi dünya tanımlaması çıkarır ortaya; konuşmanın önemini yitirdiği, yeni edimlerin yeni yansımalar getirdiği bi dünya tanımlaması.”

(…)”

agy s. 35

“(…)

“Diken üstünde durma,” dedi dingince. “Yeryüzünde bi savaşçının yüz yüze gelemeyeceği hiçbi şey olamaz! Anlamıyor musun, kendisini zaten ölü kabul ettiği için yitirecek bi şeyciği kalmaz. En kötüsü başına gelmiştir. E, o halde dingin ve durudur. Onu edimlerine ve sözlerine göre yargılayan bi kişi, her şeye tanık olduğunu anlayamaz.”

(…)

(…) “Doğru, bilgi korku vericidir. Savaşçı bilginin korku verici doğasını olurlarsa, korkutuculuğunu da geçersiz kılar.”

(…)”

agy s. 38

“(…) “Söyleşi durduğunda dünya da durur, o zaman özümüzün olağandışı yanları, sözlerimizin bekçiliğinden kurtulurmuşçasına su yüzüne çıkar. Sen neysen osun, çünkü kendine bunun böyle olduğunu söylüyorsun.”

(…)”

agy s. 44

“(…) Çalılıkların ardına saklanan kişinin bir kuşa dönüştüğünü gerçekten görmüştüm, ayrıca don Genaro’yu ilk olarak altın baloncuğun içinde bir imge biçiminde görüntülemiştim. (…)”

agy s. 47

“(…)

“Sana kimbilir kaç kez dünyanın anlaşılamaz olduğunu söylemişimdir,” dedi. (…)

(…)

(…) “Büyücünün kafasında aynı anda iki yerde olmak diye bi kavram yer almaz. (…) Neden böyledir, kimsecikler bilemez.” (…)

“Seyyal bir savaşçı dünyayı artık tarih sırasına göre düşleyemez,” diye açıkladı don Juan. (…)

(…)

(…) “Dünya doğrudan bize teslim olamıyor, çünkü dünyanın tanımı araya giriyor. Yani, doğru dürüst konuşmak gerekirse, biz hep bi adım gerideyiz, dünya deneyimimiz de, bu deneyimin anımsanmasından başka bi şey değil. Şimdi şu anda olan ve geçen anı hiç durmadan anımsıyoruz. Yalnızca anımsıyor, anımsıyor, anımsıyoruz.”

(…)”

agy s. 55-57

“(…)

“Sana yardım gerektiği hiç gelmemişti aklıma. Bi savaşçının hiçbi şeye gerek duymadığı duygusuna alışmalısın artık. Yardım gerek diyorsun. Niçin yardım gerek? Yaşam denen şu çılgın yolculuk için gereken her şey var sende. Sana, gerçek deneyimin insan olabilmek, tek geçerli şeyin yaşamak olduğunu öğretmeye çabaladım; yaşam, şu anda üzerinde yürüdüğümüz dolambaçlı yoldur. Yaşam, kendi içinde yeterli, açıklayıcı ve tamdır.

(…)”

agy s. 62, 63

“(…)

“Benim, ilk başıma geldiğinde, ne olduğunu anlamadıydım,” diye açıkladı. “Bir gün, dağlarda bitki topluyordum. Başka ot toplayıcılarının da çalışmış oldukları bir yöreye gitmiştim. İki kocaman torba bitki toplamıştım. Eve dönmeye hazırdım, ama önce bir süre dinlenmeye karar verdim. Patika tarafında bir ağacın gölgesinde uzanarak uyuyakaldım. Sonra, tepenin altından doğru gelen insanların sesini duyup uyandım.
Aceleyle koşup, yattığım yere yakın bir çalının ardına gizlendim. Orada öylece beklerken bir şey unuttuğum duygusuna kapıldım. Torbalarımı almış mıyım, diye bakındım; almamıştım. Yolun karşısında, uyuduğum yere bakıyordum ki korkudan öleyazdım. Hâlâ orada uyuyordum! Bendim, o! Bedenime dokundum. Kendimdim! Bu arada, gelenler uyuyan bana iyice yaklaşmışlardı. Tam anlamıyla uyanık olan ben ise gizlendiğim yerde umarsızca bakınıyordum. Kahretsin! Beni bulacaklar, çantalarımı yürüteceklerdi. Ama sanki orada değilmişim gibi bana doğru gelmeyi sürdürdüler.

(…)

“Gördüğün gibi,” dedi don Juan, “hepimiz aynı kuşkulara düşüyoruz. Delirmekten korkuyoruz; ne yazık ki bizler zaten deliyiz.”

(…)”

agy s. 72, 73

“(…)

“Dostun tam anlamıyla ne olduğunu söyleyemeyiz, tıpkı bi ağacın, aslında ne olduğunu söyleyemeyeceğimiz gibi,”

(…)”

agy s. 92

“(…) “Algılayanlarız biz,” diye başladı. “Algıladığımız dünya, aslında bi yanılsama. Doğduğumuz andan başlayarak bize anlatılan bi betimlemeden yaratılan bi yanılsama.

(…)

“Yani, aslında, aklının sürdürmek istediği dünya, bi betimlemeden, aklın kabullenmeyi ve savunmayı öğrendiği değiştirilemez kurallarından yaratılan dünyadır.

(…)”

agy s. 105

“(…)

“Hepsi de senin için! (…) Ölüm bilinci yoksa, her şey sıradanlaşır. Çünkü ölüm pusuda bekler, dünya ise anlaşılmaz bi gizemdir. Ama, ayrıntıları bi araya getirirken, bugün sana söylediğim her şeye inanmak zorunda olduğumu da gösterdim, çünkü bunlar ruhumun seçimidir.”

(…)”

agy s. 122

“(…) “Tonal”ın bir tür koruyucu ruh, genellikle bir hayvan; bir çocuğun doğumla birlikte edindiği, ve yaşam boyunca sıkı bağlarla bağlandığı bir hayvan olduğu düşünülürdü. “Nagual” ise büyücülerin, kendilerini dönüştürdükleri kabul edilen hayvana ya da bu dönüşümü sağlayan büyücüye verilen isimdir.”

(…)”

agy s. 127

“(…)

Ağaçları kargalar kaplamıştı. Bir şeyden ürkmüş gibi gaklıyorlardı. Don Genaro, kargalar dinginleşinceye dek devinimsiz ve sessiz kalmamız gerektiğini söyledi.

(…)

Kargalar, tek bir ses duyulmayıncaya dek, gaklamalarını aşama aşama azalttılar. Bu sessizlik, kargaların gaklamasından daha da sinir bozucuydu.

(…)”

agy s. 188, 189

“(…)

“Gelecek yoktur!” dedi, sertçe. “Gelecek, sözün gelişi gelecektir. Bi büyücü için yalnızca şimdi ve burası vardır.”

(…)”

agy s. 215

“(…)

“Kendine önem vermeyi bırakma üzerinde uğraşıyor,” dedi. “Onun için böyle genç duruyor.”

(…)”

agy s. 225

“(…)

“Öğretmenin ilk edimi, gördüğümüzü sandığımız dünyanın yalnızca bi görüntü, dünyanın bi betimlemesi olduğu fikrini işlemektir. Öğretmenin her çabası bu fikri çömezine kanıtlamaya yöneliktir. Ne var, bunu kabullenmek kişinin üstesinden
gelebileceği en zor iştir belki de, Kendimize özgü dünya görüşümüze öylesine kapılmışızdır ki, bu dünyayla ilgili her şeyi bildiğimizi sanırız. Öğretmen daha ilk ediniminden başlayarak bu görüşü değiştirme uğraşma girer. (…)”

agy s. 242

“(…)

“Büyücülerin görüşü hakkında sana yeterince bilgi verdim; hem de buna kapılmana izin vermeden. (…) Kişi, ancak dünyanın bi görüntü olduğunu tam anlamıyla ayrımsayabildiğinde, özün bütünselliğine ulaşabilir demek istemiştim; bu görüntü ister sıradan bi insanın, isterse bi büyücünün görüşü olsun, fark etmez.

(…)”

agy s. 250, 251

“(…)

“Rüya görme, büyücülerce tasarlanmış kullanışlı bi yardımcıdır,” dedi. (…)”

agy s. 255

“(…)

“Dün gece algının kanatlarında uçtun, ilk kez. Gene çok çekingendin. (…) Bi büyücü o kanatları başka duyarlıklara dokunmak amacıyla da kullanabilir; bi karganınkine örneğin, bi çakalınkine, bi cıcırböceğininkine, ya da o sonsuz uzayın başka dünyalarının düzenine.”

(…)”

agy s. 282

“(…)

Sonra, don Genaro güldü; yerleri titrete titrete yüzelli kiloluk düztaban bir Meksikalı gibi koştuğumu söyledi.

“Neden Meksikalı?” diye sordu, don Juan.

“Yüzelli kiloluk düztaban bir Kızılderili koşmaz,” dedi don Genaro, açıklayıcı bir tonla.

(…)”

agy s. 286

“(…)

“Özür dileme,” dedi don Juan bana. “Özür dilemek saçmalıktır. (…) Onlar kadar iyi ol.”

(…)”

agy s. 288

“(…)

“Bu savaşçı topluluğunun üyelerinden biri kurallara aykırı bir davranışta bulunursa, onun kaderi toplu olarak kararlaştırılıyordu. Suçlunun, yaptıklarının nedenini açıklaması, yoldaşlarının da onu dinlemeleri gerekiyordu; nedenler inandırıcıysa
toplantı dağılırdı, değilse, hepsi birden, ellerinde silahlarıyla şu anda bulunduğumuz yere çok benzeyen bir düzlüğün hemen kıyısında dizilir, ölüm cezasını yerine getirmek için hazırlanırlardı. Bu durumda cezalandırılacak olan savaşçı dostlarına veda eder, ve infaz başlardı.”

(…)

“Mahkum savaşçı yoldaşlarıyla vedalaştıktan sonra yamaçtan ağaçlara doğru yürürdü. Sonra, yoldaşları silahlarını kaldırıp ona doğru nişan alırlardı. Kimse ateş etmezse, ya da savaşçı aldığı yaralara karşın hayatta kalmayı başarırsa, özgür olurdu.”

(…)

“Tek bir yara bile almadan sıyrılan adamlar olmuş, derler,” diye sürdürdü don Genaro. “Kişisel erkleri, yoldaşlarını etkilermiş, diyelim. Nişan alırken bir dalgalanma olurmuş aralarında da, kimse silahını kullanmaya cesaret edemezmiş. Belki de, onun cesaretine hayranlıklarından, onu incitemezlermiş.”

(…)

“Ağaçlara doğru yürümenin de bir yolu yordamı varmış,” diye sürdürdü. “Savaşçı dingince, kasıntısızca yürümeliymiş. Sağlam ve emin adımlar atmalı, gözleriyle ileriye doğru bakmalıymışım. Aşağı inerken tökezlememeli, duraksamamalı, çevresine bakmalı ve en önemlisi de koşmamalıymış.”

(…)

“Kusursuzluğu elden bırakır, hırçınlık etmeye başlar, sabırsızlığa ve umutsuzluğa kapılırsanız, bilinmeyenin keskin nişancıları tarafından acımasızca vurulursunuz.

(…)”

agy s. 290, 291

“(…)

“Bu güzel dünyada olmak ne olağanüstü bir şeydi! Hele bu şahane zamanda!” diye bağırarak iç geçirdi.

(…)

“Savaşçı acısını kabullenir ama ona düşkünlük gösteremez,” dedi don Juan. “Onun için bilinmeyene dalan savaşçının havası hüzün değildir; tersine, talihi yüzüne güldüğü, ruhu kusursuz olduğu, her şeyin ötesinde etkililiğinin ayırdına vardığı için neşelidir. Savaşçının sevinçliliği yazgısını kabul etmekten, önündekini gerçek anlamda değerlendirmekten kaynaklanır.”

(…)

(…) Bende ozanlık var mı, öğrenmek istiyordu. Ne var, sorusunu yanıtlamaya fırsat bulamadan don Genaro bir uyak denemesine girişti.

“Carlitocuk dingindir; biraz ozan, biraz çatlak, deliliği engindir,” dedi.

(…)”

agy s.293, 294

“(…)

“İki savaşçının yeğledi budur,” dedi. “Bu toprağı, bu dünyayı. Bi savaşçı için bundan büyük aşk olamaz.”

(…)

“Kişi ancak bu dünyayı tutkuyla severek arınır kederlerinden,” dedi don Juan. (…)

Don Juan yeniden toprağı şefkatle okşadı.

“Son zerresine dek canlı olan, ve her türlü duyguyu anlayan bu sevgili varlık beni sağalttı, acılarımı dindirdi, ve sonunda ona olan aşkımı anladığımda bana özgürlüğü öğretti.”

(…)

“Bu köpeğin havlaması, bi insanın geceleyinki sesidir,” dedi don Juan. “Şu güneydeki vadinin ordaki bi evden geliyor. Bi adam köpeği aracılığıyla bağırıyor kederini, kasvetini, zira yoldaş tutsaklardır yaşam boyunca onlar. Ölümünün gelip onu yaşamının bu sönük ve hazin prangalarından kurtarması için yalvarıyor.”

(…)

“Bu havlama da, yarattığı yalnızlık da, insanların duygularını anlatır,” diye sürdürdü don Juan. Tüm hayatları bir pazar öğleden sonrası gibi sefilce demesem bile bunaltılı, sönük ve tedirginlikle geçen insanların. Çok terlemiş, çok da oflayıp puflamışlardır. Nereye gideceklerini, ne yapacaklarını bilememişlerdir. O pazar öğleden sonrası onlarda sudan üzüntüler ve bıkkınlıkların anısını bırakmıştır sadece, sonra bi bakarlar ki iş bitmiş, gece gelmiştir bile.”

(…)

“O zehirin panzehiri burada, işte,” dedi don Juan toprağı okşayarak. “Büyücülerin açıklaması ruhu tümüyle özgür kılmaz. Bakın şu ikinizin haline! Büyücünün açıklamasını almış durumdasınız, ama onu biliyor olmanız sizde bi fark yaratmıyor ki! Her zamankinden daha da yalnızsınız, zira size barınak sunan bu varlığa sevgi duymuyorsanız, tek başınalık yalnızlığa dönüşür.

“Yalnızca bu muhteşem varlığın sevgisi özgürlük getirebilir bi savaşçının ruhuna; özgürlükse sevinçtir, etkililiktir, çıkmazlar karşısında kendini bırakabilmektir. Son derstir bu. Hep en sona bırakılır, ölümü ve tek başınalığıyla nihai yalnızlığı içinde yüzleşen adamın son anına. Çünkü yalnızca o an bi anlam taşır.”

(…)

“Yolun yanındaki tozlar gibi olacağız,” dedi don Genaro. “Belki bir gün gözünüze kaçarız.”

(…)”

agy s. 296-299

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.