“(…)
Bundan sonrasına gelince, Resulullah’ı (sav) 627 yılında Muharrem ayının sonlarına doğru Şam’da, bir mübeşşirede gördüm. Elinde bir kitap vardı ve bana şöyle buyurdu: ‘Bu kitap, Fususu’l Hikem‘dir. Bunu alıp insanlara götür ki ondan faydalansınlar.’ dedi. Ben şöyle dedim: ‘ İşitip itaat edilecek olan, Allah ve Resulü ve aramızdaki emir sahipleridir – ve biz emrolunduk.’ (…)
(…) İmdi ben, ancak bana verilen şeyi verdim. Ve ben bu kitap içersinde, ancak benim üzerime inen ilmi indirdim. (…)”
Fusus El Hikem, Muhyiddin İbn Arabi, Çev: Ersin Balcı, 2002, s. 3, 4
“(…) Yukarıda sözü edilene, ‘İnsan’ ve ‘Halife’ adı verildi. (…) Ve insan Hak için, gözdeki görmeyi mümkün kılan gözbebeği konumundadır. (…) Çünkü Hak, mahlukatına onunla bakar ve onunla rahmet eder. (…)
Alem insanın varlığıyla tamamlandı. Ve onun aleme nisbeti, mührün üzerinde bulunduğu kaşına nisbeti gibidir – sultanın hazineleri üzerine nakşettiği mühür, yüzük kaşının üzerinedir. Nasıl ki sultan hazinelerini mührüyle muhafaza ediyorsa, Allah da mahlukatını halifesiyle muhafaza eder. (…)
İlahi sureti oluşturan İsimler’in bütünü bu insan oluşumunda zahir oldu ve böylece insan bu varlığıyla kapsama ve cem etme ayrıcalığına sahip oldu. (…)
(…)
(…)
Her şey birbirine bağlı, kaçacak yer yok
Öyleyse anlayıver sözlerimi…
(…)
(…) Ve Allahu Teala, ilk büyükbabamıza verdiği şeyi, bana kendi sırrımda gösterdi; ve ben bu kitapta, bana getirilen sınırları gözeterek yazdım, yoksa hakkında bütün bildiklerimi değil. Çünkü bunlar ne bu kitaba, ne de şu an var olan aleme sığar. Bu kitapta, müşahade ettiğim şeyleri, Resulullah’ın – salat ve selam onun üzerine olsun- bana getirdiği sınırlar içinde kaleme aldım. (…)
(…)
(…) Dolayısıyla bu kitapta, Ana Kitap’ta kesinlenmiş olan doğrultusunda, kendimi bu bölümlerde yazmış olduklarımla sınırladım. Ve ancak bana gösterilene uydum ve bana çekilen sınırda durdum. Eğer daha fazlasını yapacak olsaydım buna güç yetiremezdim, çünkü hazret bunu yapmaktan alıkoyar. (…)”
agy s. 6-12