Yeni yeni tanımaya başladığımız insanlar olur hayatınızda. Bazen insanların yüzlerini inceleriz. Bu yüzleri incelerken; kaşların gözlere orantısını, uzunluğunu kirpiklerin, kıvrımlarını mimiklerin, dudakların pembeliğini ve dolgunluğunu, narinliğini falan ararız. Eğer beğenmezsek; başka bir şeye ihtiyaç yoktur. Lüzumsuzdur içimize sinmeyen bu bakışların; ne düşünerek baktıkları. Bakmakta iken içinden geçirdikleri… Fikirlerin ne önemi var? Güzel bir çehreye sahip değilken fikreden? Bir zahmet bahsedivermeyin bana güzellik aramadığınızdan! Çünkü yalan, biliyorsunuz. Herkes aramıyor mu en güzelini? Kim en iyisine layık olmadığını düşünüyor? Bu benim için çok fazla diyebilen kaç kişi var etrafınızda? O beni haketmiyor cümlesi moda! Çoğunun ağzında bir beylik laf var. En çok da bu sıkıyor canımı. Ben dahi kırgınlıklarımı yazıp çiziyorum hep. Kırdıklarıma sırayı getirmiyorum. Herkes kendi kırgınlığına sahip çıksın canım!
Güç bende artık!
Sahiden bende mi? Bir çizgi filmden farksız iken anlatmak, avuntudan öteye sağlam bir köprü kurmak vicdan meselesidir. Kalem benim elimde. Yüreğim hala solumda ve kağıt nerede olsa bulunur bu devirde. İstediğimi yazar-çizer, istediğimi söyletirim kahramanlarıma. Dünyayı kurtarabilir veya yerle bir edebilirim. Kendi dünyamı… Ama seviyorum bunu. Henüz yüzünü çizmeye başlamadığım bir resmin, fikirlerini öğrenebiliyorum bununla. Adını koymadığım bir karakterin anlattıklarını dinliyorum. İsmimi bilmeyen insanların beni kınamasına tahammülüm var, aldırmıyorum. “Bu benim için çok fazla” diyen insanları arıyor gözlerim. Düşünüyorum, bir kalıba sığdırmak çabasında değilim düşüncelerimi. Yanlış anlamayın beni! Sadece bulunduğum yerin koordinatlarını veriyorum meraklısına ve manzarayı betimleyip, uzaktan seyredilenin güzelliğine şaşıyor, yaklaştıkça uzaklaşıyorum şaşkınlığımdan. Bayağı yüzler gören gözlerime kızgınım. Aslında kendimden bahsediyorum…