Anasayfa > Books / Kargakara > ‘İdeoloji’ Olarak Teknik ve Bilim, Jürgen Habermas

‘İdeoloji’ Olarak Teknik ve Bilim, Jürgen Habermas

“(…) İsim verme ve bellek aynı şeyin iki yönüdür: “Bilincin bu varoluşunun idesi bellektir, varoluşun kendisi ise dildir.” (Realphilosophie I, s. 211, aynca bak. K. Löwith, Hegel und die Sprache, Zur Kritik der christlichen Überlieferung içinde, Stuttgart, 1966, s. 97 vd.)

(…)”

‘İdeoloji Olarak Teknik ve Bilim, Jürgen Habermas, Çev:Mustafa Tüzel, YKY, İstanbul, 2007, s. 18

“(…) Açlıktan ve eziyetten kurtuluş, zorunlu olarak kölelikten ve aşağılanmadan kurtuluşla yakınsamaz, çünkü çalışma ve etkileşim arasında otomatik gelişen bir ilişki yoktur. (…)”

agy s. 32

“(…) İdeolojiler, ideoloji eleştirisi ile aynı kökene sahiptirler. (…)”

agy s. 49

“(…)

Devlet etkinliği ekonomik sistemin kararlılığına ve büyümesine yönelik oldukça, politika da özgün bir negatif karaktere bürünür: yanlış işleyişlerin ortadan kaldırılması ve sistemi tehlikeye sokan rizikoların önlenmesi; yani pratik hedeflerin gerçekleştirilmesine değil teknik sorunların çözümüne yöneliktir. (…)

(…)

(…) Bilimsel-teknik ilerleme bağımsız bir artı-değer kaynağı olduğunda ve bunun karşısında Marx’in gözönüne aldığı biricik artı-değer kaynağı: doğrudan üreticinin işgücü, gitgide önemsizleştiğinde, araştırma ve geliştirme yatırımlarındaki sermaye miktarlarını, kalifiye olmayan (basit) işgücü değeri üzerinden hesaplamanın artık bir anlamı yoktur. (E. Lobi, Geistige Arbeit – die loahre Quelle des Reichtums, 1968.)

(…)”

agy s. 52, 53

“Öte yandan çatışma bölgesinin sınıf sınırlarından, en alttakilerin (unterprivilegiert) yaşam alanlarına kaydırılması hiçbir şekilde ağır basan çatışma potansiyelinin ortadan kaldırılması anlamına gelmez. ABD’deki ırk çatışmasının uç bir örnek olarak gösterdiği gibi, belirli yerlerde ve gruplarda o kadar çok karşıtlık sonuçlan birikebilir ki, bunlar iç savaşa benzer patlamalara yol açabilirler. Başka kaynaklı protesto potansiyelleriyle bağlantıları olmadıkça,
düşük-ayrıcalıklardan kaynaklanan böylesi çatışmalarm belirgin özellikleri, sistemi mümkün olduğunca keskinleştirebilmeleri, biçimsel demokrasiyle bağdaşamaz tepkilere çanak tutmaları, fakat esasen onu dönüştürememeleridir. Potansiyel olarak da asla halk kitlesini oluşturmazlar. (…) Düşük-ayrıcalıklı sınıflar, meşru taleplerinin uzun süre dikkate alınmaması durumunda, en fazla ümitsiz bir yıkım ve öz-yıkımla tepki gösterebilirler: böyle bir iç savaşta, ayrıcalıklı gruplarla koalisyonlar gerçekleşmedikçe, sınıf mücadelesinin devrimci başarı şansları yoktur.

(…)

Geç kapitalist toplumda düşük-ayrıcalıklılığın sınırları genelde hâlâ gruplara özgü kaldığı ve nüfus kategorileri boyutuna varmadığı sürece, düşkün gruplarla ayrıcalıklılar artık sosyo-ekonomik sınıflar olarak karşı karşıya gelmiyorlar. Böylelikle, bütün geleneksel toplumlarda var olmuş olan ve liberal kapitalizmde bu haliyle öne çıkmış olan temel ilişki uzlaştınlmış olur: kurumsallaştırılmış bir şiddet, ekonomik sömürü ve politik baskı ilişkisi içinde bulunan taraflar arasmdaki iletişimin, ideolojik örtme meşrulaştırmalarının sorgulanamayacağı kadar bozulmuş ve sınırlandırılmış olduğu, smıfsal karşıtlık. (…)”

agy s. 57, 58

“(…)

Bu deneyimin en etkileyici kanıtı, hâlâ Komünist Manifesto’dur. Marx burjuvazinin devrimci rolünü hararetli sözcüklerle övmektedir: “Burjuvazi, üretim araçlarını, yani üretim ilişkilerini, yani tüm toplumsal ilişkileri sürekli olarak devrimcileştirmedikçe var olamaz.” Ve başka bir yerde: “Burjuvazi yüzyıla yakın sınıfsal iktidarında, geçmiş tüm kuşaklarınkinin toplamından daha kütlesel ve daha devasa üretici güçler yaratmıştır. Doğal güçlere boyun eğdirilmesi, makineler, kimyanın endüstride ve ziraatte kullanılması, buharlı gemi seferleri, demiryolu, elektrikli telgraflar, dünyanın tüm yörelerinin yerleşilir hale getirilmesi, nehirlerin gemi ulaşımına elverişli kılınması, tamamen altüst olmuş halklar […]!” Marx kuramsal çerçevedeki etkiyi de görüyor: “Tüm sabit ve paslanmış ilişkiler, sonuçları olan eski saygıdeğer fikirler ve görüşlerle birlikte çözülecek, yeni kurulanların hepsi kemikleşemeden eskiyeceklerdir. Daimi ve sürekli olanların hepsi buharlaşıp gidecek, tüm
kutsal olanların kutsallıkları bozulacak ve insanlar sonunda karşılıklı ilişkilerini soğukkanlılıkla görmek zorunda kalacaklardır.”

(…)

(…) Hermann Kahn’ın yaptığı, gelecek 33 yıl içindeki olası teknik buluşlar listesinde, (Toward the Year 2000, Daedalus, Yaz 1967 içinde.) ilk 50 başlık arasmda çok sayıda davranış kontrolü ve kişilik değiştirme tekniği bulunduğunu görüyorum: 30. new and possibly pervasive techniques for surveillance, monitoring and control of individuals and organizations 33. new and more reliable ‘educational’ and propaganda techniques effecting
human behavior – public and private; 34. practical use of direct electronic communication with and stimulation of the brain; 37. New and relatively affective counterinsurgency techniques; 39. new and more varied drugs for control of fatigue, relaxation, alertness,
mood, personality, perceptions and fantasies, 41. improved capability to ‘change’ sex; 42. other genetic control or influence over the basic constitution of an individual. (30. bireyleri ve örgütleri gözetlemek, dinlemek ve denetim altında tutmak için yeni ve olası teknikler; 33. insanların -kamusal ve kişisel- davranışlarını etkileyen yeni ve daha güvenilir ’eğitim’ ve propaganda teknikleri; 34. doğrudan elektronik iletişimin pratik kullanımı ve bununla beynin uyarılması; 37. yeni ve olası, etkili kontr-gerilla teknikleri; 39. yorgunluğun, rehavetin, uyanıklığın, ruh halinin, kişiliğin, algıların ve fantezilerin denetimi için yeni ve çok çeşitli ilaçlar; 41. cinsiyeti ‘değiştirme’ kapasitesinin artmış olması; 42. bir bireyin temel bünyesi üzerindeki diğer genetik denetim veya etki türleri. (Ç.N.)) Bu tür bir kehanet son derece tartışmalıdır. Yine de insan davranışlarını dil oyunlarının gramerine bağlı bir normlar sisteminden koparıp, onun yerine dolaysız fiziksel veya psikolojik etkilemeyle, insan makine-tipinin kendini ayarlayan alt-sistemlerine entegre etmenin gelecekteki şanslarının erimini anlatmaktadır. Psikoteknik davranış manipülasyonları daha bugünden, içselleştirilmiş fakat düşünsenebilir normlardan geçen eski moda dolambaçlı yolu devre dışı bırakabilirler. Endokrin kontrol sistemine biyoteknik müdahaleler ve ancak kalıtım bilgilerinin genetik aktarımına yönelik müdahaleler, yarın davranış denetimini daha da ileriye götürebilirler. O zaman eski, gündelik dilde sağlanan iletişimde açınmış bilinç alanları tamamen kurumak zorundadırlar. İnsan tekniklerinin bu aşamasında, bugün politik ideolojilerin sonunun gelmesine benzer bir şekilde, psikolojik manipülasyonlann sonunun gelmesi sözkonusu olabilirdi ve doğal yabancılaşma, kurumsal çerçevenin denetimsiz geride
kalması, aşılmış olurdu. Fakat insanın kendini nesneleştirmesi, planlanmış bir yabancılaşmada tamamlanırdı – insanlar tarihlerini istençle ama bilinçsizce yaparlardı.

(…)”

agy s. 63, 64

“(…) Endüstriyel toplumun teknokratikleştirilmiş yönetimi her türlü demokratik irade oluşumunu anlamsızlaştırmaktadır. Helmut Schelsky bu sonucu çıkarıyor “…politik bir halk iradesinin yerine insanın bizzat bilim ve çalışma olarak ürettiği şeysel-yasalıklar geçiyor.”(Schelsky, agy., s. 22.)

(…)”

agy s. 84

“(…)

Teori kelimesi dini kökenlere kadar uzanır: Theoros, eski Yunan şehirlerinin kamusal şenliklere gönderdikleri temsilcinin adıydı. (Bruno Snell, Theorie und Praxis, Die Entdeckung des Geistes, içinde, Hamburg 1955, s. 401 vd.; Georg Picht, Der Sinn der Unterscheidung von Theorie und Praxis in der griechischen Philosophie, Evangelische Ethik içinde, 8. Yıl, 1964, s. 321 vd.) Theoria ‘da, yani seyrederek, kendini dini törene yabancılaştırır. Felsefi dilde Theoria kozmoza bakışa taşınmıştır. Kozmozun seyredilmesi olarak teori, varlık ile zaman arasında bir sınır çekmeyi çoktan kabul etmiştir, bu sınır Parmenides’in şiiriyle, ontolojiyi kurar ve Platon’un Timaios’unda tekrarlanır: gelgeç olandan ve belirsiz olandan arındırılmış bir varolanı Logos’ a ayırır ve geçici şeylerin alanını Doxa’ya (Doxa: kanı, sanı. (Ç.N.)) bırakır. Eğer filozof ölümsüz düzene bakarsa, kendini kozmozun ölçüsüyle benzeştirmeden, kendinde onun kopyasını çıkarmadan geri duramaz. Doğanın devinimlerinde ve müziğin armonik akışında gördüğü orantıları kendinde serimler: kendini Mimesis yoluyla oluşturur. Teori, ruhun kendim kozmozun düzenli devinimine benzeştirmesi yoluyla yaşam praxisine girer – teori yaşama damgasını vurur, kendini disiplini altına girenlerin tutumunda, Ethos’ta yansıtır.

(…)”

agy s. 95, 96

“(…) Bu yüzden ilk tezim şöyle: Aşkın öznenin ürünlerinin temeli insan türünün doğa-tarihindedir.

(…) Bu yüzden ikinci tezim şöyle: Bilme saf kendini sürdürmeyi aştığı gibi, aynı ölçüde kendini sürdürmenin aygıtıdır da.

(…) Bundan ötürü üçüncü tezim şudur: Bilgiyi yönlendiren ilgiler çalışma, dil ve iktidar dolayımında oluşurlar.

(…)

(…) Bu yüzden dördüncü tezim: Özdüşünsemenin kuvvetinde bilgi ve ilgi birdir.

(…) Bu yüzden beşinci tez olarak şu tümceyi savunmak istiyprum: Bilgi ve ilginin birliği bastırılmış diyalogun tarihsel izlerinden, baskı altında tutulan yeniden kuran bir diyalektikte kendini kanıtlar.

(…)”

agy s. 104-107

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.