Tarihin düzlüklerinde derin vadiler bırakarak akar gider milletler ve töreleri. Hep bu nehirleri izleyerek denize varırlar şanlı krallar ve orduları; Cengiz Hanlar ve İskenderler. Cengiz Han Moğol analarının çocukları oynasın diye taş taş üstünde bırakmadan koca bir bozkıra çevirir eski dünyayı. İskender ise doğuya sürer atını tüm dünya Makedonya olsun diye ardında İskenderiyeler bırakarak. Sonra zamanın rüzgarı siler süpürür bütün kumdan kaleleri. Yine de yürünecektir aynı yollar bıkkınlık veresiye. Peygamberler denizleri yarıp oradan oraya süreceklerdir kuzularını. Kahramanlar kan ve bok kokan savaş meydanlarında arayacaklardır şanlı ölümlerini. Ve halkların zihnine kazınacaktır unutulmamacasına bunca mesel, bunca yasa ve bunca köhnemiş töre. Oysa birileri vardır ki onlar tarihin üvey evlatlarıdır. Onlar nehrin akışının tersine yürümeyi seçmişlerdir; yolları bayır aşağı değildir, dağların doruklarına doğrudur. Bu yüzden pek az kişi sürüsünden ayrılıp takip eder onları; çoğu yalnız yürür yolunda. Yenilmek, lanetlenmek ve hep yanlış anlaşılmak kaderleridir sanki. Ama inatçıdırlar; ne Kartacalı Hannibal Roma’ya meydan okumaktan geri durur ne Cem Sultan vazgeçer tahtından ve Bolivya dağlarında toz toprak içinde zamana meydan okurken yakalanır Che. Onlar yeraltı peygamberleridir tarihin derininde incecikten akan ki akıntının tersine yüzmenin ahlakı hiçbir zaman kabul görmeyecektir sürüler arasında. Çünkü sürü insanı memeli bir hayvandır ne kadar kabul etmese de. Akıntının tersine yüzmenin zorluğu bağdaşmaz onların çevreye uyum güdüsüyle. Bundandır derileri yüzülür Mansurların; şairler ya yakılır ya kendi elleriyle çekerler iplerini. Hep farklı biçimlerde; farklı söylemlerle; farklı eylemlerle dile getirilse de son tahlilde ‘hakiki insanın’ uyumsuzluğunun mutlak yenilgisini anlatır onların hikayesi. Hayatta kalanların değişmez felsefesine karşı ölüme övgüden başka nedir ki savundukları. Tek amacı var kalım olan memeli insanın kutsal dini de her söylemi, her eylemi yaşamak için çarpıtmaktan öte bir şey değildir. Oysa ne çok töreyi yıkıp yerine yenisini koyduklarını kendileri bile unutmuştur. Sürüleri içinde yaşayabilmek için kutsal yalanlara sarılmaları, kabul etmedikleri primat atalarının o vazgeçilmez içgüdüsünün, genetiğinin bir tezahüründen başka bir şey değildir. ‘İnsanlık’ dedikleri bir şeyi uydurdukları Tanrıyla kutsayarak yoz bir hayvan sürüsü gibi yaşadıklarını perdelemeye çalışırlar sadece. Ne var ki insanlığın uyumsuzluğunun pek çok delili vardır. Bunlardan en basiti tabancadır mesela. Tabanca ne bir av silahıdır ne de yaşamı kolaylaştıran bir buluştur. Tabanca yalnızca öldürmeye yarar; ya başkasını ya kendini. İşte lanetliler farkındadır uyumsuzluklarının ve onu yaşarlar. Ama sürüye karşı olmak şımarık bir deliliktir nihayetinde ve deliler de bilir mutlak mağlup olduklarını. O yüzden ya yenilirler ya da yeraltına çekilirler.
Karaman 18 Kasım 2015