XIII
İşten gelmiş televizyon karşısında bira içiyordum.Telefon çaldı. “Muhakkak Melike’dir” diye düşünerek açtım telefonu. “Merhaba Tahir.Beni tanıdın mı?” diye soruyordu ahizenin diğer tarafındaki tanıdık ses.Bir süre önce kurtulduğum kalp çarpıntımı bir defa daha duyumsadım.Ece’ydi bu. Kaç yıl sonra sesini ilk defa duyuyordum. Sesim titreyerek cevapladım: “Evet.Tanıdım.”
-Nasılsın?
-İyiyim.Sen nasılsın?
-Ben de iyiyim.Seni aradım çünkü Ankara’dayım.İstersen görüşelim diyecektim.
-Tamam, görüşelim.
-Sana geleyim mi?
-Gel.
-Tamam o zaman bir saat sonra görüşürüz.
-Tamam.
Telefonu kapatırken kalbim gümbür gümbür atıyordu. Neler oluyordu?Yıllar sonra neden geri gelmişti?Tam da her şeyi yoluna koymaya başladığımı düşündüğüm sırada. Şimdi duygularım yeniden karman çorman olmuştu.Televizyonu kapatıp başımı ellerimin arasına aldım, düşüncelerimi toplamaya çalıştım.Bu anı içten içe farkında bile olmadan ne kadar uzun zamandır beklemiştim. Hatta böyle bir şey olursa ona karşı nasıl soğuk ve ketum davranacağımı bile tasarlamıştım.Oysa şimdi böyle bir tavır takınacak gücüm olmadığını fark ediyordum çaresizce.Onu hiç unutamamıştım. İçimde kuluçkada yatan bir virüs gibi etkinleşmişti ona karşı zaafım. Bir sigara yakıp biramı içmeye devam ettim. Olduğumuz şeydik hepimiz, ve asla olmayı tasarladığımız şey değildik. Dediği gibi yaklaşık bir saat sonra kapı çalındı.Heyecan içinde kapıyı açtım. İşte Ece yıllar sonra yine bütün güzelliğiyle karşımdaydı. Bazı güzellikler, kişiseldir ve sizden başka kimse onları fark edemez. Çünkü bu güzelliklere kişisel zaaflarınız ve anılarınız bulaşmıştır. İşte bu yüzde herkes için yüzdeki simetriyi bozan bir kusur bazen sizin gözünüzde o yüzün güzelliğini tamamlayan olmazsa olmaz bir fırça darbesidir. İşte Ece’nin vücudu da benim için böyle bir anlam ifade ediyordu. Dişlerindeki hafif çarpıklık, burnundaki ben ve sayamayacağım pek çok ayrıntı kimseye bir şey ifade etmeyebilirdi ama benim için onlar olmasa Ece artık Ece olmazdı. Belki biraz kilo almıştı, sarıya boyattığı saçlarının dip boyası gelmişti, ve yüzünde bazı çizgiler belirmişti ama yine de oydu işte ,Ece’ydi. “Merhaba,Tahir.” dedi gülümseyerek.
-Merhaba,Ece.İçeri girsene.
Üzerinde bir kot pantalon ve siyah bir kazak vardı ki bu kot pantalonu da kazağı da hatırlıyordum. İkisinde de en özlenen anılarım gizliydi. Bu tanıdıklık öyle bir his uyandırdı ki bende sanki aramızdaki anlaşmazlıklar hiç yaşanmamış,hiçbir şey değişmemiş, hiç ayrılmamıştık. İçeri girdi ve botlarını çıkardı. İşte o botlar üniversite yıllarında yıllarca bu kapının yanında durmuş olan o eski botlarıydı. Aklımdan şimşek hızıyla “yoksa bu kıyafetleri mahsus mu giydi” diye bir düşünce geçti. İçeri girdikten sonra evi şöyle bir süzdü. “Ev hiç değişmemiş” dedi. “Evet.” dedim mutlulukla bu durum benim bir başarımmış , “Belki geri gelirsin diye hiçbir eşyayı yerinden oynatmadım” der gibi. “Nerede oturacağız.” diye sordu.
-Odaya geçelim ,salon biraz soğuktur.
Beraber odaya girdik. Odadaki iki koltuktan birine oturdu. “Bir şey içer misin?” diye sordum sorumlu bir ev sahibi tavrıyla. “Aslında ben içeriz diye şarap getirmiştim” dedi ve çantasından bir şişe şarap çıkarttı tıpkı eski günlerdeki gibi.Mutluydum. “Ben iki bardak getireyim” deyip mutfağa gittim kuyruğumu sallayarak.Biraz sonra karşılıklı koltuklara oturmuş şaraplarımızı yudumluyorduk. Ne düşündüğümü anlamak ister gibi bakıyordu yüzüme. Ben ise ikilem içindeydim:Bir yanda Melike’yle bütün geçmişimden kurtulma fırsatı bir yanda da Ece kılığında göz kırpan geçmişim vardı.Sessizliği Ece bozdu: “Ne düşünüyorsun?”
-Hiçbir şey.
-Biliyor musun,seni çok özledim.
-Ben de seni özledim.
Uzanıp elimi tuttu. “Buraya bir daha başlayabilir miyiz diye sormak için geldim.”dedi. Ne diyeceğimi bilemedim.
Ne yapıyorum ben? Bu bahsettiğim gerçekten ben miyim? Yani profesyonel bir yazarmış gibi kendime yukarıdan bakıyorum. Gerçekten bu cümleleri bu biçimde mi kuruyordum yoksa bunlar benim diyalogların kağıt üzerinde görmek istediğim halleri mi? O an ki duygularımı anlatmak için kullandığım bu kelimeler gerçekte neyi karşılıyor. O anı mı yoksa şimdi bunları yazarken böyle hissetmiştim galiba diye uydurduklarımı mı? Bakıyorum da Ece’den hiç ama hiç bahsetmemişim. Ya o kız! Hani şu aynı yatakta ben uyurken intihar eden . Adı neydi? Dur bakayım.Evet, buldum Rüya’ydı. Sürekli kafamı meşgul ettiği halde, neredeyse ondan hiç bahsetmemişim. Buraya yalnızca belli bir akışı olan olayları budalaca bir sadelikle aktarmaya başlamışım. Oysa beni asıl belirleyen şeyler hezeyanlarım: çok anlık, saniyelik düşüncelerim. Bir otobüste, metroda tanımadığım birisinin yüzüne bakarken aklıma gelenler. Bazen karşıma oturan her erkeği ezmem gereken bir düşman, her kızı da düzmem gereken bir fahişe olarak görmem. Yada puslu bir havada dışarı baktığı görülen suratımın arkasında yıllarca geride, kilometrelerce uzakta olabilmem.
Geçenlerde bir barda canlı müzik dinlerken huzur içinde hatırlıyordum Ece’yi. Onla ilgili hatıralarım bir yüzüğün içinden geçen iğne kadar acıtıyordu canımı.Aşık olduğum ve uzun süre beraber olduğum tek kadındı Ece. Aşkın ne demek olduğunu tam olarak anlatamam belki ama bana aşk denilince aklıma tek gelen ona dair hissettiğim kesif duygu olur. Ortada bir ayrılık ve umutsuzluk olmadan anlaşılamayacak bir duygu. Onun nesini severdim bilmiyorum aslında sevmediğim yönleri sevdiklerimden çoktu. Ama tarif edilmez bir şekilde hoşlanmadığım beni sinirlendiren yanlarıydı asıl beni ona bağlayan; ukalalığı, bencilliği ve her an gidecekmiş hissi veren özgürlüğü.Üniversitenin son yıllarında beraber yaşamıştık bu evde. Ama o bölümünü benden çok önce bitirip iş güç sahibi olmuştu. Bense halen üniversiteli hayalperest bir serseri olarak kalmıştım. Paylaşacak bir şeyimiz kalmamaya başladı yavaş yavaş. Çünkü o bütün gün çalışıyor, bir sürü yeni insan tanıyordu. Ben de birkaç ders için okula gitmek dışında neredeyse bütün vaktimi barlarda geçiriyordum. Birkaç defa onu başka kızlarla aldattım da. O bana soğuk davrandıkça onu kıskanıyor, kendimi karşısında küçük görüyor, kendime karşı da küçüldükçe küçülüyordum. Bir gün bana İstanbul’dan iş teklifi aldığını söyledi,ilişkimiz nasıl devam edecekti. Edemeyecekti. Ayrılmalıydık. Ayrıldık da . Tek sebebin mesafe olmadığını biliyordum, onu bir gün Kızılay’da başka biriyle gördüğümde bundan emin olmuştum. Başka biri dediğim de aslında okuldan tanıdığım biriydi, ara sıra selamlaştığım biri. Bir kaç ay sonra da Ece’nin arkadaşlarından onunla evlendiklerini öğrenecektim. İşte bunları düşünerek biramı yudumlarken yanıma birisi yaklaştı. Benimle aynı yaşlarda pejmürde kılıklı ,esmer, zayıf biriydi. Kendisinin de yalnız oturduğunu belki laflarız diye yanıma geldiğini söyledi. “olur” deyip buyur ettim masama. Bana çok mutsuz göründüğümü yoksa sevgilimden yeni mi ayrıldığımı sordu. Oysa onun beni mutsuz gördüğü anda belki de en huzurlu anlarımdan birindeydim. Bir ayrılık yaşadığımı ama bunun üzerinden çok suların geçtiğini söyledim. Hayal kırıklığına uğramıştı. Yanıma gelmeden önce benimle duygudaşlık kurabileceğini düşünmüştü sanırım. Çünkü daha sonra kendisinin kısa süre önce sevgilisinden ayrıldığından bahsetti. Nedenini sorduğumda hüzünlü bir gülümseme takındı: “cinsel yolla bulaşan bir hastalık kaptım” bu hastalığın ne olduğunu sorunca “HPV” diye bir virüs taşıdığını söyledi. Daha önce hiç duymamış olduğum hastalığından bahsetti Bu hastalık erkeklerde penisteki bir virüs olarak ortaya çıkıyor, cinsel yolla bulaşıyordu. O da bu hastalığını fark ettiğinde sevgilisine de bulaştırmıştı bu virüsü ve sevgilisi rahim kanseri olmuştu. Karşımda oturan zayıflıktan gözleri büyümüş neredeyse kurukafaya dönmüş olan adam bunları öyle bir soğukkanlılıkla anlatıyordu ki sanki bütün bunlar onun değil bir başkasının başına gelmiş gibiydi. Belki kendi huzurumun bedelini ödemek için ona birkaç bira ısmarladım. O da bana neredeyse hayatını anlattı. Yanıma oturmasının sebebi de tanımadığı birine acılarını anlatıp rahatlama isteğiydi herhalde. En başından alırsak babası bir alkolik annesi de bir şizofrendi ve anneannesinin yanında büyümüştü. Üniversiteyi kazanıp Ankara’ya gelmiş ve çok hareketli bohem bir hayat yaşamıştı. Sayısız kızla düşüp kalkmıştı. Ona bu illeti bulaştıran kızın kim olduğunu ve fark etmeden kaç kıza hatta erkeğe bu hastalığı bulaştırdığını bile bilmiyordu. Onu dinlediğimde kendimi şanslı hissetmiştim. Bundan neden bahsettiğimi bilmiyorum; belki hepsi de yalandı. Sanırım işte şimdi evime gelmeden önce Ece nostaljisi yaptığım son gece olması yüzünden. İşte şimdi karşı karşıyaydık ama düşündüğüm tepkilerin hiç birini veremiyordum.
“Peki kocan ? O n’oldu? Adı neydi ? Ahmet miydi?’ diye sordum. “Ayrıldık” dedi tek kelimeyle.
-Neden?
– Bunun ne önemi var.
-Önemi yok mu?
-Evet,yok.
Cevap vermedim. Ayağa kalktı, elimden tutup beni odadaki yatağa doğru çekmeye başladı. Ben de kalktım,onunla yatağa gittik. Yatağa uzandı;beni de üzerine çekti. “Hadi öp beni” dedi .Onu öpmeye başladım.Uzun uzun öpüştük. Kontrolümü kaybetmiş eteğini çıkarıyordum ki birden durup doğruldum. Bu kadar basit olmamalıydı. En azından bazı sorularıma cevap vermeliydi, ikna olmuş gibi olmamı sağlamalıydı “Rüya diye bir kız tanıyor musun?” diye sordum. Birden yüzünün düştüğünü fark ettim. Bir şeyler biliyor olmalıydı. Ama “hayır” dedi yine tek kelimeyle. Eğer bir şey bilmiyor olsaydı tek kelimeyle kesip atmaz bunu niye sorduğumu sorgulardı ama hayır deyip o da doğruldu ve çantasını uzatmamı istedi. Çantasını yerden alıp verdim .İçinden sigara çıkarıp bana da uzattı. Birer sigara yaktık .“Emin misin?” diye sordum. Sigarasından derin bir nefes aldı:, “Aslında ,tanıyorum” dedi.
-Nereden tanıyorsun?
-Ahmet’in bir arkadaşıydı.
-Kıçıkırık bir arkadaşı mıydı sadece?
-Bunları bana neden soruyorsun? Peki sen onu nereden tanıyorsun?
-Arkadaşımdı.
-Benim hakkımda bir şey mi söyledi sana.
-Hayır.
-Onu tanımayıp tanımadığımı neden sordun?
-Çünkü o Ahmet’i tanıyordu ve …belki sen de biliyorsun intihar etti. Ben de senin bu konuda bir şeyler bilip bilmediğini merak ettim.
-Hayır, o kadar iyi tanımıyordum .Sadece Ahmet’in bir arkadaşı olduğunu biliyordum hepsi bu.
“Peki” dedim. Sessizce sigaralarımızı içtik. “Ahmet seni terk mi etti?” diye sordum. Acı içinde gözlerime baktı,gözleri dolu dolu olmuştu. Hala onu seviyordu,her halinden belliydi bu. Onun acısını unutmak için bana koşmuştu,beni özlediğinden değil. Onun kafasında zavallı bir serseri olarak kalmıştım sanırım, geri dönünce sorgusuz sualsiz onu kabul etmemi hatta bu lutfü için minnettar olmamı bekliyordu ama sorular soruyordum işte. “Onu hala seviyorsun değil mi?” diye sordum.Cevap vermeden yavaşça kalkıp üstünü başını topladı,sonra da sessizce odadan çıktı. Peşinden gitmedim. Dış kapının kapandığını işittim. İşte sonunda tamamen çıkıp gitmişti hayatımdan.>>
diye yazmışım ta ki dün hasbelkader bir internet sitesinde ona rastlayana kadar. Porno bir sitede gizli kamera çekimlerine bakıyordum ve onu gördüm;Rüya’yı. Kalbim o an duracak gibi oldu,yine o bildik bıçak saplanmıştı göğsüme. Öylece kalakaldım. Bir cep telefonu kaydıydı bu. Daha dikkatle ve heyecan içinde izliyordum. Filmin çekildiği odayı tanımaya başladım. Fondaki kitaplığı, kitaplıktaki kitapları,yatağı tanıyordum. Bu oda onunla ilk ve son kez seviştiğimiz ve ölü bedeniyle uyandığım odaydı. Yatağa bir adam oturmuş, Rüya’nın saçlarını okşuyor Rüya da ona (..) yapıyordu. Çok zevk alıyor görünüyor hatta arasıra kameraya bakıp gülümsüyordu. Odada cep telefonuyla çekimi yapan başka biri daha vardı. Neden sonra görüntüye sanırım yanlışlıkla adamın yüzü girdi ve kayboldu. O an kafamda bir şimşek çakar gibi oldu: emin olmak için o sahneyi durdurdum:Ahmet’ti bu. Şehvetle değil kendimden iğrenerek izliyordum bunları ama izlemekten de kendimi alamıyordum. Ve belki beş dakikalık görüntü kaydı zamanın boyuna değil enine doğru uzanıyor, sündükçe sünüyordu.Ve çekimin bir yerinde çekim yapanın sesini işittim:Ece’ydi.Şimdi anlamıştım Ece’nin neden Rüya’nın kendisinden bahsetmediğini söylediğimde rahat bir nefes aldığını. Belki Rüya’nın intiharının sebebi de bu görüntülerdi. Görüntü bittiğinde dünya da ben de daha da kirliydik artık. İyi bir insan olmadığımı biliyorum, iyi olmanın ne demek olduğunu bilmesem de. Ama bildiğim bir başka şey bataklıkta yürüyen birinin temiz kalamayacağı ve biz durmadan kirlenen bir dünyanın göbeğindeyiz şu anda ve çağın bu kirlenmişliği virus gibi her yerden yayılıyor insanlığın üzerine; televizyondan, internetten, gezetelerden ve onlarla etkileşime giren herkesten. Sonuç olarak iyi olmanın da insanların elinde olmadığını biliyorum,iyi yada kötü olmanın bir tercih olmadığını. Birisi belki yıllardır hpv virüsü taşıdığını ve bunu sevgilisine bulaştırdığını öğrenir. Artık herkes için tehlikeli bir adamdır ve en sevdiği insanı da öldürmüştür. Burada iyi yada kötü olmak için bulunulmuş bir tercih yoktur olsa olsa bir hata vardır.Sonuçta bizi yalnızca kendimiz kirletmiyoruz, en azından yaşadığımız hayat da buna yardımcı oluyor.