Anasayfa > Books / Kargakara > Kurgu Sarmalı 8

Kurgu Sarmalı 8

VIII

Bugünlerde sanki insanlar daha sık intihar ediyor ya da bana öyle geliyor. Gazeteyi açıyorum ve bir haber benim için iliştirilmiş bir not gibi gözüme takılıveriyor. “Bilmem neredeki bir felsefeci kendini uçurumdan aşağı atarak intihar etti.” Bu haberi okuyunca düşüncelere garkoluyorum. Bir Felsefeci mi? Ben yaşlarda benim gibi bir felsefeci neden intihar etmişti? Soğukkanlı bir intihar mıydı bu yoksa anlık bir cinnet mi? Uçurumun başındayken acaba neler düşünmüştü? Bütün bu sorular kafamı kurcalıyordu çünkü bu aralar yalnızca intiharı düşünerek rahatlayabiliyordum; intihar benim kavuşamadığım güneşim gibi. Parıltısıyla insanı çeken, yaklaşınca sıcaklığıyla insanı iten bir güneş ki yakın ve uzak intihar haberlerini duyunca güneşi bütün kavuruculuğuyla kucaklama basiretini gösterebildikleri için intihar edenlere saygı duyuyorum.
Peki uçurumdan atlayan bu adamın intiharı da kendisi gibi felsefeci miydi? Uçurumun başına gece mi gitmişti gündüz mü? Cesaret toplamak için önce biraz içki mi içmişti yoksa ayık kafayla soğukkanlı ve kararlı bir şekilde uçurumun başında rüzgara karşı durmuş muydu? Karanlık ve delici bir bilinçle son bir sigara mı içmişti? Yukarıdan dalgaların vurduğu ıslak; kaygan ve sert kayalıklara bakarken ’güneşin yakıcılığına’ nasıl direnmişti? Param ve zamanım olsa bunları öğrenmek için o şehre giderdim herhalde. Ama ne zamanım ne de param var. Aslında sorun zamansızlık da değil; her ne kadar bir dersanede öğretmenliğe başlamış olsam da ve bu iş bütün zamanımı alsa da –neredeyse haftanın her günü– her an işi bırakabilecek gibiyim.
Dersanedeki ortama bir türlü ayak uyduramıyorum. Şu bir türlü kurtulamadığım kalp çarpıntılarım ve korkularım burada da peşimi bırakmıyor. Öğretmenler odasında bir köşeye çekiliyor, kimseyle konuşmuyorum. Birisi bir şey sormadıkça ağzımı açmıyorum. İnsanlar karşısındaki korkumun anlaşılmaması için korkunç bir çaba sarf ediyorum ki bu da dersanedeki her günümün bir ıstıraba dönüşmesine neden oluyor. Yine de işimi sürdürmeye çalışıyorum. Bunu da Haldun beyin sözleri yüzünden yapıyorum. Bana korkularımla mücadele etmezsem hastalığımdan kurtulamayacağımı söylerdi. Yine de insanın her gününün tahammül edilen bir bela olması berbat bir şey. Sonuç olarak bu yolculuk için param olsaydı bu intiharı ve sahibini anlamak için anlamsız hayatımdan biraz zaman çalabilirdim. Sonuçta bu olay yalnızca bir gazete kupürü olarak kalacak içimde: ’Bir felsefecinin nedeni gizli kalan intiharı’
Bugünlerde… Hangi günlerde? Yeniden bir dersanede felsefe öğretmeni olarak çalışmaya başlayalı bir buçuk ay kadar olmuş bu sonbahar günlerinde; sıkça çay ocağına takılıyorum. Çay ocağında yalnız oturan adamım. Aslında çok sıkıcı bir durum. İnsan böyle bir yerde arkadaşlarıyla oturmalı; kız arkadaşını beklemeli ya da bir çay içip kalkıp gitmeli. Oysa ben yalnız geliyor yalnız başıma saatlerce oturuyorum; kim olduğu, ne iş yaptığı meçhul bir yabancı olarak. Kimim ben, neden oradayım? Beni her gün hemen hemen aynı yerde oturuyor görenlerin içinden geçen bir soru budur herhalde. Büyük ihtimalle kızları kesmek için oralarda oturan eskilerden kalmış zavallı bir yalnızım onlara göre. Evet, zavallı bir yalnız. Çünkü şehir hayatında yalnızlığın bir bahanesi yoktur; suçluluk veren bir durumdur belli bir yaştan sonra. “Bu yaşa gelmiş ve kafelere yalnız geliyor; hala bir arkadaş grubu kuramamış” derler. Bu yaşta yalnız kalmış biri ‘hem zavallı hem tehlikelidir’ cemiyet’ için.
Sonuç olarak halen başına hiç bir şey gelmeyen bir roman kahramanıyım ve sanırım başıma bir şey gelsin diye bekliyorum. Evde ya da iş yerinde gelmeyeceğine göre başıma ne gelecekse buralarda gelebilir. Romanların çoğunda olaylar böyle gelişmez mi? Roman kahramanı günlük işlerle uğraşmaktadır, rutin bir hayatı vardır; ama bir gün bir şey olur: Bir aşk, bir cinayet, bir söz, bir karşılaşma, kapıdan giren bir yabancı; olayların fitilini ateşleyen bir şey.
Kafelerde her zaman her şey yolundadır. Birkaç gün sonra mahkemeye çıkacaksınızdır, birikmiş borçlarınız vardır, hayat anlamsız gelmektedir ve intihar günbegün çekicilik kazanan bir seçenek olarak durmaktadır; ama eğer cafedeyseniz henüz bir çay içecek kadar vaktiniz var demektir. İşte bu çay ocağında da her zaman her şey yolundadır. Mekânın sahibi olan bilmem kaç kardeşten biri kasanın orada oturup müşterileri izler, ben de kenarda bir yerde insanları izleyerek vakit öldürürüm.
İnsanlar; özellikle anarşist olduğunu düşünen gençler birbirleriyle burada buluşuyorlar. Eskiden beri gediklisi olmuş arkadaşlar burada vakit geçiriyorlar. Şanslı bazıları ortamdaki birçok kişiyi tanıyor, biraz onun biraz bunun yanında vakit geçiriyorlar. Birkaç tuhaf yalnız kişi –ben dahil– bir şeyler bekleyip duruyoruz; belki bir kıvılcım bekliyoruz; monoton hayatları alevlendirecek sıra dışı küçük bir kıvılcım. Böyle bekleyerek birileriyle beraber olanlardan arda kalan boşluğu dolduruyoruz burada. Belki ne kadar şanslı olduklarını hissetmeleri için birer deniz feneri görevi görüyoruz. Periyodik olarak buraya geliyor ve yüzümüzün bir süre sonra herkes için aşina olmasına çabalıyoruz.
Bir kıvılcım çakmıyor. Her şey olması gerektiği gibi geçip gidiyor.

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

One thought on “Kurgu Sarmalı 8

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.