İnsanlığın gururu şehirler… Şehirler medeniyetin sembolleri… Hele bir de kalabalıksalar ne de büyük şehirler… Bir nevi insanlığın dünya denen yerdeki başarısının tezahürleri… Oysa ben onlara bakınca kurtçukların kemirdiği hayvan leşleri görüyorum. Sahi bu kurtçuklar nasıl oluyor da açıkta bir leş oldu mu ortaya çıkıverirler? Biyolojiden pek anlamadığımdan hiç bilmiyorum. Ama ne zaman açıkta bir leş olsa ortaya çıkıverirler işte ve hızla çoğalırlar. Varoluşlarını sağlayan da beslendikleri ve beslenerek tükettikleri de leştir. Nihayet leşten geriye kemik yığını bıraktıklarında ortaya çıktıkları gibi yok olurlar. İşte şehirlere baktığımda da ya bir hayvan leşi ya da niye söylemeyim bir insan cesedi görüyorum. Kara bir şaman olduğumdan galiba… İnsanlar şehirlerini yani içine girip beslenecekleri leşlerini kendileri yapan kurtçuklar gibi… Kalabalık ve büyük şehirde kımıl kımıl birbirilerine yakın sürekli leşin etli bölümüne birbirlerinin arasında yol almaya çalışan kurtçuklarla dolu. Her yerde kuyruklar… kurçuklar…
Şehrin kemiklerinin arasından geçiyorum; gecekondulardan arta kalan molozlar, molozların arasında sıkışmış eşyalar… koltuklar, kanepeler ve bir sürü miadını doldurmuş hatıra… Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını geçmiş zamanın asla geri gelmeyeceğini duyuyorsunuz. Sanki burada bu sıkışık gecekondular arasında bir zamanlar yaşananların hiçbir değeri yokmuşçasına… Zaman nasıl da yeniyor bütün sahicilikleri. Sonra yıkıntılar arasında tek başına ve yapayalnız kalmış kuru bir ağaçla gözgöze gelmek. Bir aynaya bakmaktan faklı değil bu. Sıcak yaz günlerinde plastik topla oynayan çocuklar yoklar artık burada ya o plastik top ne renkti? Kimse bilmiyor, o çocuklar bile. Kim umursar ki taşların arasında kalmış patlamış eski bir plastik topun rengini… Tek tük gecekondular yıkılmayı bekliyor. Yaşlı bir adam kapıdan çıkıyor yüzünde yılların getirdiği… Yılların getirdiği hiç bir şey. Bugün de o kapıdan çıkıyor işte her zaman gittiği bir yerlere gidip birileriyle bir şeyler konuşacak, belki boş şeylerden konuşacak boş konuşacak her şey boş çünkü her şey boş…
Sonra hastanelerin oradan geçiyorum. İşte kurtçukların en çok toplandığı etli yerleri… En çok öne geçmeye çalıştığı yerleri leşin. Kanser kanser kanser… Aralarına karışmak istiyorum. Burası buralar bir sürü irili ufaklı hastalıklı kutçuğun birbiririne en yakın oldukları yerler. yakın olmanın sıcaklığını yaşayarak beraberce çürümeyi gerçekten duyumsamak istiyorum insan kardeşlerimle…
İnsan kardeşlerim, insanlık. Sahi kim uydurmuş bu insanlık mefhumunu. Bütün iyilikleri içine doldurmuşlar bu kavramın riyakarca… Bir bara giriyorum içki içmek ve insan kardeşlerimle beraber olmak için. Ama… ama… ne kadar da yabancıyız… En azından aynada kendine bakmaya korkan bir şaman olarak ben ne kadar yabancı ve yalnızım aralarında. Bir bira isterken bile şüphe çekiyorum sanki. Sonra anlıyorum. Ben onlardan biri değilim ki. Ben bir insan değilim ki kimbilir ne zamandır. Olsa olsa insan görünümlü bir hayvanım. Hislerime bakılırsa bir karga… Kargaları severim hem insandan geçinirler hem de ondan uzak durulması gerektiğini bilirler. Ben bir barda oturan şu insanlar gibi görünsem ve aralarına karışsam nasıl olurdu diyen bir kargayım. Onları izliyorum, sahteliklerini bribirlerini taklit eden türlerini izliyorum. Yo hayır hayır… Bir tane insan cinsi yok. Tıpkı köpek cinsleri gibi bir sürü cinsleri var ve onlar kendileri için köpeklere yaptıkları bu tasnifi yapamıyorlar. İşte iki domuz öpüşüyor. Ve birkaç çakal ve ah kumrular da var. Kendisi gibi kumru sandığı bir us aygırına sevgiyle bakıyor bu gece ona memelerini sunacak ve su aygırı onları yiyecek… Oysa ben nasıl sevişildiğini bile bilmiyorum artık. Genç bir kadın vardı; onunla sevişirdik, ama bu yüzyıllar önceydi. Ben henüz bir insanken.
Ah insanlar kendilerini bütün hayvanlar gibi diğer türlerden çekici buluyorlar, kendi dişilerini, erkeklerini dayanılmaz… Oysa nedir ki solucan ve kutçuktan farkları… kürkleri bile yoktur diğer memeliler gibi. Bu halleriyle çıplak bir solucandan, kurtçuklardan ne farkları var.
Kurtçuklar bu şehri de kemirip bitirecekler ve şehirleriyle beraber yok olacaklar. Sonra başka bir leşte başka kurtçuklar çıkacak. Beni heyecanlandıran bir şehrin çürüyüşü değil. Çürüdükten sonra arta kalan kemikler olacak. Siz de seviyorsunuz siz de… Çürüyen şehirlerden ziyade eski Roma şehirlerinin kemiklerini, Truva’dan arta kalanları ve Babil’i arıyorsunuz. Babil’i…. Güya Tanrılarınızın yok ettiği şehirlerinizi…