“Sadece yaşamak istiyorum” demişti üniversite zamanlarında tanıdığım o salaş genç; gözaltlarında torbalarıyla hep hüzünlü bakan üstünde sanki yıllardır çıkarılmamış gibi duran bir deri ceket giyen, asla asla tam olarak traş olduğu görülmemiş o hırpani genç. Sanırım uyuşturucu da kullanıyordu; bitmek bilmez dalgınlığı ancak uyuşturucuya bağlanabilirdi. Kısa boylu ama yakışıklı sayılabilecek biriydi ki yanında hep aynı kız olurdu. Şimdi ne yüzünü ne boyunu posunu hatırlıyorum ama saçlarının kızıl olduğunu düşünüyorum. Hatırladığımdan değil sanki o gencin yanındaki kızın saçlarının da kızıl olması gerekir diye bir histen dolayı. Güzel bir kız olduğunu da hatırlamıyorum ama biliyorum; çünkü o kızdan dolayı şimdi adını bile çıkaramadığım o genci ki o zamanlar ben de gençtim yanındaki o kızdan dolatı kıskanmıştım. Oğlandaki dalgın boşvermişlik sanki kıza da bulaşmış gibiydi. Belki de ikisi de aynı ruh halinin çocukları oldukları için yanyana gelmişti, kim bilir. Bahsettiğim gencin adını hatırlamıyorum çünkü bir ya da iki kez konuşmuştuk, daha çok konuştuğum kişi onun başka bir arkadaşıydı; onun bu başka arkadaşını da dersaneden tanıdığım bir arkadaş vesilesiyle tanımıştım. Her neyse. Yakışıklı sayılırdı, daha sonra onu az çok Pink Floyd’un efsanevi üyesi Syd Barrett’e benzetecektim. Syd Barrett’e benzeyen tam olarak bedeni ya da yüzü değildi yüzündeki karanlıktı, o bilge karanlık… İşte bu gence sormuştum bilgiççe: “Neden yaşıyorsun?” diye ya da bu anlamda başka bir soru. O da bana sadece bunu demişti işte: “Sadece yaşamak istiyorum.”
O zamanlar onun bu sözü bana sadece ukalalık gibi gelmişti. Çünkü ben kendimi bir boşluk gibi hissediyordum. Evet, tamamen normal kıyafetlerim, normal bir bedenim vardı; (hatta şimdi düşününce fazla normal; tamamen tazsız) dışardan bakınca yer kaplayan bir üniversite öğrencisiydim işte. Ama içimde bakışlarımda liseden beri gelen saklanamaz bir boşluk vardı. Bunun her gün aynada kendisine bakmak zorunda olan ben görebiliyordum; belki benimle biraz yakın olan başkaları da ama hepsi bu. Neydi bu boşluk derseniz: Ne yaptığım konusunda en ufak bir fikrimin olmamasıydı.Yani bunu şimdi anlıyorum ama modernitenin hem de çarpıtılmış bir modernitenin önümüze koyduğu bir yolda ite kaka gidiyorduk: Okulları bitir, iş bul, çalış, evlen, çocuk yap, çocukları büyüt, sonra öl. Ama bunlar bana nedense hiçbir şey ifade etmemişti, uslu bir çocuk olarak yürümeye çalıştığım bir yoldu işte. Çoğunun ise bu yolu öyle ya da böyle rahatça içine sindirip ara sıra birkaç kaçamakla idare edebilmeleri ise yapılabilecek en başarılı işti diye düşünüyordum galiba. Bu yolu yürürken eğlenceli şeyleri de kaçırmamak; bir sevgili bulmak, seks yapmak, içmek araba sürmek bir yerlere gitmek vs vs. Yani ana yoldan çok uzaklaşmadan zevkli şeyler yapabilmek en doğrusu gibi geliyordu bana ama o aralar bu konularda da pek becerikli değildim. Neyse bu çocuğa bu soruyu sorma sebebim de onun diğerlerinden farklı olduğunu sezmemdi herhalde. O sadece bir görünüş değil gerçekmiş gibi de gelmişti bana ve bu bahsi geçen yaşam tarzını hiç umursamıyordu. Bunu ondan duyduğum için değil sezdiğim için biliyordum. Benim çok sonradan farkedeceğim anlamsızlığı çoktan anlamıştı sanırım. Oysa standartlara göre o da diğerleri gibi durumundan memnun olmalıydı. Güzel bir sevgilisi vardı, yakışıklıydı, tarz sahibiydi, içki uyuşturucudan zevk alıyor olmalıydı ama nasıl oluyordu da yine de bu elindekilere karşı bu kadar duyarsız ve kayıtsız olabiliyordu. Halbuki ben onu kıskanıyor onun yerinde olmak istiyordum. İşte bu yüzden ona sormuştum bu aptalca soruyu: “Hayattan ne bekliyorsun? Verdiği cevabı da anlayamadığım için ukalaca bulmuştum. Oysa şimdi düşünüyorum da bir cümleyle ne kadar çok şey söylemişti bugün adını bile unuttuğum yüzünü zar zor bulanık bir şekilde gözümün önüne getirebildiğim o genç.
“Sadece yaşamak istiyorum.”
Bir sürü anlam çıkartabiliyorum artık bu cümleden. Çünkü uzun süredir ben de “sadece yaşamak istiyorum.” Birincileyin hayatta kalmak istiyorum.Neden mi? Birincisi intihar edecek kadar gözü pek olmadım hiç bir zaman. İkincisi yaşamayı seviyorum her şeye rağmen. Bir kafede çay içerken etrafa bakmayı seviyorum. Bu belki cümledeki eylemin basit yanı. Asıl ‘sadece yaşamayı’ zor kılan beklentisiz yaşamayı becerebilmek; geleceksizlik. İnsan hiç bir şey beklemeden yaşayabilir mi? En ufak bir hayal bile kurmadan… Ne yaparsanız yapın sizi sonunda hayal kırıklığına uğratacak bir istek bir umut sinsice giriverir hayatınıza. Mesele bundan kurtarabilmek kendini. Çünkü ne hayaller ne de umutlar sanıldığı gibi mutluluk getirmiyor insana. Umudun ve bekleyişin sancısı şimdiyi yaşayamamanızı sağlıyor sadece.
Sonuç olarak insanlar hep geçmişi hatırlamaktan hep geleceği kurmaktan şimdiyi yaşamıyor. Basitçesi aslında insanlar asla şimdiyi yaşamıyor yani yaşamıyor. Bu basit denklem anlaşılınca ortaya çıkıyor “sadece yaşamak istiyorum” cümlesinin anlamı. Sadece yaşamak istiyorum.
Barış K.