Anasayfa > Books / Kargakara > Şiirden Sızan İnce Ka n 13

Şiirden Sızan İnce Ka n 13

1992 yılı Kaan’ın kendi ölümüne koşarcasına şiir üzerine yoğunlaşacağı son yılı olacaktır. Dersane bitmiş ama Nizamettin Hoca’yla ilişkisi kesilmemiştir Kaan’ın. Öyle ki bu senenin ilk altı ayında Kaan ile Öğretmeni Nizamettin Uğur’un çevresinde arkadaşları Ülkü Çadırcı (Doğanay), Gökhan Tok ve Ayda Erbal’dan oluşan ve Kızılay/ Sakarya çevresindeki Balkan Kıraathanesi’nde her hafta  düzenli olarak buluşan beş kişilik küçük bir edebiyat topluluğu oluşacaktır. Bu buluşmalar hakkında günlüğüne şöyle yazmıştır Kaan:

21.3.92

(…)

Biz burada birkaç arkadaş haftada bir gün buluşup ürünlerimizi tartışıp değerlendiriyoruz. Aramızda şiir, öykü konularında yetenekli arkadaşlar var. Hepimiz öğrenciyiz. Ürünlerimiz yavaş yavaş çeşitli dergilerde yayınlanmaya başladı.[1]

2008 yılında yayınlanan bir yazısında Gökhan Tok, bu dönemde Kaan’la tanışmasını şöyle anlatır:

 nizamettin uğur’a götürdüm yazdıklarımı. gencim daha, ellerim titriyor yazmanın şehvetiyle. okunmak, bilinmek istiyorum ama asıl iştahım yazmak üstüne. nizamettin hoca yazdıklarıma baktı, okudu. ‘balkan kıraathanesi’ne gel’ dedi, ‘orada seni biriyle tanıştıracağım.’ kıraathanenin önüne geldim, içeri baktım; hoca henüz yoktu. girdim içeri bir masaya oturmak üzere yürüdüm. tek bir masa boş; ağır adımlarla o masaya yöneldim.

yandaki masada bir kişi oturuyor; zayıf, kavruk bir oğlan… göz ucuyla bakıp geçiyorum. yüzüm kapıya dönük, nizam hoca’yı beklemeye başlıyorum. nizam hoca göründüğünde gözlerim parlıyor, elimi kaldırıp kendimi belli edeceğim… ince delikanlı elini kaldırıyor işaret ediyor. hoca önce onun yanına gidiyor, alıyor yanıma getiriyor. ‘siz daha tanışmadınız mı?’  diyor gülerek. elinde dosyalar, kağıtlar, bizim elimizde dosyalar kağıtlar, bende öyküler kaan’da şiirler… edebiyata hevesli çocuklardık. sanki bizi yazın dünyasını bahçesine bırakmışlar da kaçmışlar, nizam hoca bizi bulmuş bakıyor besliyor gibi… edebi anlamda nizamettin uğur bizim babamız oldu. o gün kaan ince’yi ilk görüşümdü. sonraları kah bıyıklı kah traşlı, kah kısa kesilmiş kah uzamış kıvırcık saçlarıyla gördüğüm zamanlar oldu elbette. yine de, ben onu bugün başka halleriyle değil, o ilk gün gördüğüm haliyle hatırlıyorum. 2008 yılının sonunda bu yazıyı kaleme alırken yıllar öncesine, geçmişe döndüğümde, kaan ince benim için ışıltılı gözleriyle gülen bir kardeştir.

Kaan’ın ölümünden sonra kurulan İzlek Dergisinin çekirdeğini oluşturacak bu topluluktan Ayda Erbal İzlek dergisinin ilk sayısında bu Balkan Kıraathanesindeki buluşma günlerinden şöyle bahsedecektir:

 Başlangıçta beş kişiydik… Nizamettin Uğur, Kaan İnce, Gökhan Tok, Ülkü Çadırcı ve Ayda Erbal… Beş inanmış yürek… Bütün art niyetlerimizden arınmıştık… Birbirimizi ve kendi kendimizi, kuşkusuz bu arada yazın adına yapılmış kötü olan ne varsa her şeyi kıyasıya eleştiriyorduk. Kıskançlıktan uzak, verimliliğe dönük, değişik arayışların, biçim ve biçem denemelerinin tutkunu olmuş beş ütopya insanı…[2]

IMG_7757-2vtheqgqh6nvrkqs93a58g

Bu toplulukta yer almış olan Ülkü Çadırcı ise yıllar sonra “(…) sen şiir yazsana derdin, yine öykü yazmaya devam ettim. Balkan Kıraathanesi’nde birbirine değen hayatlarımız kim bilir nereye gidecekti?”[3]  diye yazmıştır Kaan’a.

Bu dönem Kaan’ın Çağdaş Türk Dili, Yazılı Günler, Damar, Promete, Karşı gibi dergilerde şiirleri çıkmaya başlar. Aynı yılın nisan ayında Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri’nde, Mektup isimli şiiri yayınlanır. O yaz Behçet Necatigil’in Sevgilerde kitabını okuyacak ve çok beğenecektir.

Nihayet Kaan o zaman olayın yakınlarında bulunmuş kişilerden duyduğuma göre kefen giyermişçesine tamamen beyaz kıyafetlerle İstanbul’a ölümüne gidecektir. Burada ağustos ayının ilk haftasında Gizdüşüm isimli dosyasını bir yayınevine verir. Dünyadaki son günü 10 Ağustos’ta ise elinde bir tv eki olduğu halde otel odasına çıkar ve on bir ağustos sabahı sabah saat beş sularında Kadıköy, İstanbul’daki Ümit Oteli’nde kaldığı odasından atlayarak yaşamına son verir. Rivayete göre Kaan dördüncü kattaki denize bakan odasından bütün insani reflekslere ve içgüdülere meydan okurcasına sıçrayarak ve sırtüstü atlayarak intihar etmiştir. kaan pencereden tıpkı ‘denize atlar gibi’ atlamış, atladığı denizin kıyısında
boğulmuştur.”

Tv ekinin bir kıyısına ise şiirin de bir sonu olmadığını gördüğünden en güzel noktayı burada koyduğuna dair bir cümle karalamıştır.

artist_124027

Kaan intiharından önce son aradığı insanlardan biri de Metin Üstündağ olmuştur. Üstündağ, Kaan’ın ölümü üzerine şöyle yazmış:

 kaan ince.. yirmi iki yaşında, ankaralı bir şairdi.. bir gün, istanbul’a gelir.. en son, beni arar.. belki son bir kez.. ben, bulunmaz olurum o gün, nedense.. sonra güüp, atar kendisini, kaldığı otelin camceresinden aşağıya.. sonra öğrenirim.. kaan ince, henüz yirmi iki yaşındadır.. ve otelin ismi de: ümit oteli’dir.. ben bazenler derim ki: o gün keşke, ben bulunmaz yerine, ben bulunur olsaydım ve onunla buluşup konuşsaydım.. fakat nerden bileyim.. kaan ince ankara’dan gelecek, aklına en son bir kere beni aramak düşecek.. bir şey değişmezdi belki ama o değişmez olan ertelenebilirdi.

 Kaan’ın intihar etmiştir. Bir şair intihar etmiştir. Aslında bir şair Kaan’da intiharı tercih etmiştir. Bu beklenmedik intihar arkadaşlarını hem derinden sarsacak hem de  çok şaşırtacaktır. Yıllar sonra Yüzleşme adlı yazısında şöyle yazar Çadırcı:

 “Peki şimdi hangi hastanede?” diye soruyorum. Aksi aklıma bile gelmiyor. Kaan ben yokken intihar etmiş. Tatildeyken… Haberim bile olmamış. Peki şimdi nasıl? Hepimiz öyle genciz, yaşamak öyle yakışıyor ki; hayallerimiz öylesine canlı, öylesine uzak ki ölüm bize… Nizam hoca telefonun öbür ucunda, susuyor. Neden sonra aklıma düşüyor. “Öldü mü yoksa?” Kaan öldü mü? Olacak şey değil. Şiiri ile tanınıyor; ödül almış… Kız arkadaşı var; üniversitede okuyor, ailesi, kız kardeşi, sonra biz… Arkadaşları… Bunca hayali varken insan neden ölmek ister? İçimde büyük bir kırgınlık var.[4]

içerik

Henüz olay sıcaklığını korurken çocukluk arkadaşlarından Erol Hızarcı “yörüngesiz gezegen ya da çadırsız yörük” diye yazacaktır Kaan’ın ardından “kanlı bıçak ya da göndere çekilen bayrak/ küçülen çember ya da sallanan tabure”

İçine sığdıramadığın engin denizini vermek istediğin birilerine. İşte duvarlara çarpıp gelen bu ışık suskunluğun sonsuzluğuna sığındı sonunda. Yarın ölebilecek kadar çok severek yaşadın. Kimsesizdin yalnızlığı hiçe sayarak kadar. Körfezimizde dolanır ama hep açığa demirlerdin. Beklemediğimiz bir anda ırmak oluverdi denizin, akıp gitti göllerinden bilmediğimiz yerlere damla damla. Ardında yosun rengi gözlerimizi saran kançığlıkları bırakarak.[5]

Aynı dönem Gökhan Tok ise Carmina Morta Carent adında bir şiir yazar  Kaan’ın anısına:

CARMİNA MORTA CARENT

Kırmızıda yaşayan bir dostum var. Hep
isterdi kırmızı yıldızlarla dolu, kırmızı
bir geceyi. Ulaştı sonunda.
Bir şair daha öldü. Hayalcinin biriydi
belki, evet aylağın tekiydi; ama güzel
Şiirler yazardı. Yoo hayır, o öldü diye
hiçbir şey eksilmedi dünyadan. Sadece,
artık, rüyalar biraz daha siyah-beyaz,
bulutların üzeri biraz daha kırmızı.
Kaan’ın en son şiiri ölüm üstüne oldu.
Ama bizler biliyoruz: Şiirler ölümsüzdür,
şairler ölse bile.

Bundan yıllar sonra yine Gökhan Tok Kaan’ı anarken şöyle yazacaktır:

 yalnızca gelişler kutlanır diyor bir eskimo atasözü. kibar birisi, gidişiyle başkalarını üzmemek için veda etmeden gidermiş. kaan giderken bize veda etmedi. gidişiyle üzmemek için belki. bugün gidişinden daha fazla üzüldüğüm bir şey varsa onun gelecekte yazacaklarını okuyamamaktır. (…) isterdim ki bu bir anma değil kutlama yazısı olsun.

kutlama başka bir hayata kaldı.

 Oysa ardında bir veda notundan çok daha ötesini şiirlerden ince ince akan bir ka n şeridi bırakmıştır Kaan. Sanki bütün şiir külliyatı ince ince tasarlanmış intiharının edebi bir veda notudur. Ama kimse bunu farketmemiştir; farkedememiştir bu intiharın gelişini. Sonradan İzlekçilerden biri olacak olan Bahar Aslan’ın bir öykü karakteri Pinoponi de soracaktır bu durumun nedenini: “Neden duymaz kimse, bir intiharın paketlenişindeki gürültüyü?…” Gerçekten de arkadaş arasındaki kelime oyunlarında bile ölüm takıntısını dışa vurmuştur Kaan; Ağaç’ın çağrışımının ‘Çınar, Salkımsöğüt’ olduğu bir oyunda bu kelimeleri şöyle dizeleştirmiştir: “Çınarın gölgesine asılansalkımlarda beden”[6] Şiirlerinde kendini dışa vuran Kaan şiiri dışında ketumdur beri yandan. “Gizemli ve melankolik bir dünyası vardı”r ve “Bir insanla ne kadar yakın ve içtenlikli olursa olsun, özel yaşamının (okul, aile vb) ayrıntılarını yansıtmazdı”[7] diye yazar Erhan Levent Koçak.

Kaan’ın şiirlerinden taşan ölümün gelişini sezememiştir en yakınları bile. “O kadar yakınındaydık; şiirlerinin altını üstüne getirirdik buluşmalarımızda; anlamadık. Şiirdeki ölümün yaşama böyle kastedeceğini düşünmedik.”[8] diye yazar Çadırcı. Yani şiiriyle şair arasındaki o bağı görememiştir kimse. Kaan’ın intiharı edebiyatın hayatla olduğu kadar ölümle de içiçe olduğunu sezdirmiştir çevresindekilere ki Ayda Erbal da şöyle yazmıştır: “Ve bir gün Kaan gitti. Yazına düşman olduk; tehlikeliydi çünkü, ‘canımızı’ almıştı; aylarca yazamadık, yazmak istemedik. Ama yazmadan da edemiyorduk.”[9]

Zaten bana kalırsa bir sanat yapıtı gibi bunca ince işlenmiş bir intihara engel de olamazdı kimse. Kaan Balkan Kıraathanesinde buluştuğu arkadaşlarının arasında bile bir şair yalnızlığı içindedir; kendisi tarafından bile pek anlaşılamayan olsa olsa sezilen bir şairin yaban yalnızlığı ki aynı yazısında Gökhan Tok onun hakkında şöyle yazacaktır:

 kaan ince hakkında bir yazı yazmam istendiğinde ne yazacağımı şaşırdım açıkçası. yıllar sonra, birini yıllar önceki haliyle hatırlamak bırakın benim gibi hafızası zayıf birini, zihni sarih kişiler için bile zor olsa gerek. hele de tanımadığınız biriyse…

kaan ince benim tanımadığım biri. tanımıyormuşum, tanıyamamışım. birlikte oturup konuştuğumuzda, yemek yiyip çay içtiğimizde tanıyamamışım meğer. güldüğümüz, küfrettiğimiz, homurdandığımız zamanlarda bile birlikte değilmişiz. meğer o tanımadığımız, içinde farklı biri olan başka biriymiş. tanısak, bilsek yaptıkları bize uzak, gittiği yer yabancı gelmezdi. şimdi yıllar öncesine dönüp bu yabancıyı, yabancılık çektiği diyarda yaşadıklarını hatırlamak zor.

“belki de” der yine Tok “şiirinde aradığını çoktan bulmuştu da, yolculuğuna bu nedenle son verdi. belki de aradığını hiç bulamayacağını düşündü.”

emil_filla_-_reader_of_dostoevsky_-_1907_-_national_gallery_in_prague

 Bu yazıda bunu söylemek için erken ama bana kalırsa belki de Kaan intihar külliyatını bitirmiş ve şiir dosyasını teslim ettiğinde ertelenmiş intiharına kavuşmuştur. Belki de önbilici sezgin şiiridir şairini intihara sürükleyen. Zaten Kaan’ın intiharı ve şiiri arasındaki o bağın duyumsanması verecektir bize şairle ölümün bitmeyen dansının doğasını. Beri yandan Kaan’ın odasında kül tablası dolusu izmarit bırakarak gecenin ilk ışıklarıyla ölümün kucağına atlayışı Ecinni’lerdeki intiharperest nihilist Kirilov’u hatırlatır. Kirilov kimsenin yapmadığını yapacak ne yaşamın zorlukları ne de umutsuzluk yüzünden değil korkuyu yenerek insan-tanrı olmak için belirli bir tarihte intihar edecektir. Ne var ki intihar için saptadığı zaman geldiğinde yenmeye çalıştığı korku onu sarıp kararsızlığa sürükler. Dostoyevski Kirilov’un kendine verdiği sözü tutmak için odasında kendisiyle verdiği mücadeleyi parlak bir biçimde tasvir eder. Nihayet Kirilov korkusuna rağmen kendine verdiği sözü tutar ve intihar eder. Sanki Kaan da yazdığı intihar şiirlerini bir yayınevine vermeyi beklemiştir intihar için; sözünü tutmak için gece boyu verdiği mücadele sırasında sigara üstüne sigara içmiş ve nihayet sabaha karşı Kirilov gibi kendine verdiği sözü tutmuştur.  Şimdilik bu şair ve ölüm meselesini yine öteleyerek kaldığımız yerden Kaan’ın intiharından sonra olup bitene bakarak devam edelim yazımıza.

Kaan’ın ölümünden sonra yine Nizamettin Uğur’un çevresindeki gençlerden oluşan edebiyat topluluğu Balkan Kıraathanesindeki buluşmalarına devam edecektir: “Aramıza, Ercüment Özdemir, Erol Hızarcı, Bahar Aslan ve Ali Burak Güven’in de katılmasıyla, her perşembe, Kaan’ın da geleceği umuduyla yeniden toplanmaya başladık…”[10] Kaan’ın çocukluk arkadaşları Ercüment Özdemir, Erol Hızarcı ve Cem Sürücü de katılacaktır bu topluluğa. Kaan’ın ölümü onun edebiyat çevresi ile dostlarını bir araya getirecektir böylece: “Dostların dostlarımız oldu senden sonra.”[11]

Kartopu gibi büyüyen bu topluluk Kaan’ın ölümünden altı ay kadar sonra 20 Ocak 1993’te Kaan İnce Kültür ve Sanat Vakfı’nı kuracaktır.

 Barış K.

  1. 05. 2015

[1] Kaan İnce, Yazılı Günler 17, İstanbul, 1992, s. 67

[2] Ayda Erbal,” Merhaba”, İzlek 1, Ankara,1993, s. 2.

[3] Ülkü Çadırcı, “Yüzleşme…”, Kurgu 2, Ankara, 2010

[4] Agy , s. 148

[5] Erol Hızarcı, Yazılı Günler 17, İstanbul, 1992, s. 69

[6] Gökhan Tok, Yazılı Günler 17, İstanbul, 1992, s. 70

[7] Erhan Levent Koçak, Yazılı Günler 17, istanbul, 1992, s. 67

[8] Çadırcı, agy.

[9] Ayda Erbal, agy, s. 2

[10] Ayda Erbal,” Merhaba”, İzlek 1, 1993, s. 2.

[11] Çadırcı agy. s. 148

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.