Anasayfa > Books / Kargakara > Şiirden Sızan İnce Ka n 22

Şiirden Sızan İnce Ka n 22

Kaan son yaz tatilinde Necatigil’in Sevgilerde kitabını okumuş ve çok beğenmiştir. O halde burada Necatigil ile şiirinden ve Kaan’a olası etkilerinden bahsetmek gerekir. Öncelikle Necatigil’in yaşamına baktığımızda onun öğrencilik yaşamından itibaren kamusal alanla ilişkisini olabildiğince sınırlı tutmaya çalışmış olduğunu görürüz. Yaşamının öğretmenlik ve öğrencilik ettiği okullar ile dostlarıyla buluştuğu bir iki kahve ya da içkievi dışındaki kısmının neredeyse tamamını evinde geçirmiştir. Bu bir bakıma şairin ‘kalabalık’tan kaçışıdır. Çünkü dışarısı kalabalığa aittir ve “Saygı insana değil parayadır, ışıltılı caddelerde.” İşte bu kalabalığın dünyası olan “Sokaklardan, caddelerden, yollardan kurtulmanın yolu eve gitmektir.” Ev, “dışarıdan kaçış, sığınış, kurtuluş yeridir, Necatigil’de.” [1]  Şairin bu durumu belki de en iyi dile getirdiği Dışarda şiirinde üç kez yinelenir bu kalabalıktan kaçış isteği: “evimize gidelim” . Sokaklarda “şeytanca sırıtır fosforlu camlar”, “sırnaşıktır kirlidir yapışkandır”. Şöyle tamamlar bu şiirini Necatigil:

Bir yanı var ömrümüzün kırık
Farlar büyütür gecede
Garipsi türkülerle üzgün
Başlamadan yollar
Evimize gidelim.

“Ev şairinin” gündelik dünyadan kaçıp sığındığı evi, daha doğrusu dışarıya göre dar ve tekdüze görünen odası “Dünya’dan büyüktür!” aslında.

 Dünya’dan büyük bu odada hayal gücü görüntünün, imge algının yerini almıştır. Ve bu tekdüzelikte, değişmeyen eşyalar, eski ilaç kutuları, kağıtlar, kitaplar, sigara izmaritleri ile tepeleme dolu kül tablaları (tabladaki küllerin, kağıttan yapılıveren külahlara doldurulması, törensel bir titizlikle gerçekleştirilirdi), saat, ucu iyice sivriltilmiş kurşun kalemler, odaya sığabilmek için özellikle küçük olması istenmiş metal masanın çekmecelerindeki tıkış tıkış zarflar, içinde sarı leblebilerin bulunduğu eski bir kavanoz (Hoca, leblebiyle içmeyi severdi), bir bardak, votka şişesi, artık üretilmeyen ilaçların prospektüsleri (özenle saklanmış!), bir kitabı paketleyecek uzunlukta, ama yumak yapılmış sicimler (kendisine gönderilen kitapların paketlenmesinde kullanılan sicimlerdir bunlar) ve kızlardan birinin (Selma, Ayşe?) ilkokul resim defterinin bir yüzü kullanılmamış olan yapraklarına yazılmış şiir müsveddeleriyle dolu dosyalar ve –yine kitaplar arasında geçen tenha yaz saatleri![2]

Bu odanın görünümü hiç değişmeyecektir. Kalabalığın anonim dünyasından izole olmuş bu oda şairin şiirleriyle kendi varoluşuna doğru derinleşeceği; yolculuk edeceği mabedidir. Kendiyle baş başa olan şair daracık odasında kendi dipsiz çukuruna inecektir şiiriyle. Mallarme’nin ‘bir kitap olamak üzere varolduğunu söylediği dünyaya’ odasının penceresinden bir şiir okuyormuş gibi bakar Necatigil. “Şiirinde yaşamına aykırı düşen hiçbir şey” olmayan şaire göre hayat mutlaka yarım kalmak zorunda olan; hiçbir zaman bütünlenemeyecek bir şeydir: “Herşey yarım yârim”. Zaman asla müsaade etmeyecektir yaşamın tamamlanmasına ki Bile/yazdı’da “Bir şair, kemiren, aşındıran zamana ne ile karşı koyacaktır?” diye sorar Necatigil. Belki dile getirilerek tamamlanabilir bu yarımlık; lakin gündelik hayatın dilinde susmayı tercih eder şair, “Susanlara hiçbir şey sormayınız!” der; çünkü bu dile gelme ancak şiirde mümkündür bir şair için. Ama dünyayı şiirleştirirken de seçidir sözlerinde Necatigil. Öyle ki Hilmi Yavuz ve Ali Tanyeri, şairin ‘terk’ yazıp bıraktığı ve yayımlamadığı şiirlerini bulduklarında ve bunların yayımlanmış şiirlerinin üç katı olduğunu gördüklerinde şaşıracaklardır. (Burada söylemek gerekir ki Kaan’ın da Gizdüşüm’ün dışında bıraktığı sonradan İzlekçilerin dergide yayımlayacağı ve nihayet bir çoğunu Ka n adlı bir kitapta bir araya getireceği şiirler de Gizdüşüm’e koyduklarından fazladır. ) Ne var ki şiirleştirerek de bütünleyemeyecektir yaşamı şair ki ‘istediği halde birçok şeyi söyleyememiş, açıklayamamış olmanın verdiği eksiklik, yarımlık duygusu’ndan bahsedecektir bir konuşmasında. 21 Eylül 1969 tarihli bir mektubunda da “Yazılmadan kaldı bazı şeyler;/ gene de yazılmış kadar oldu” diyecektir.

Şiirlerine odaklanırsak nerede durmaktadır Necatigil şiiri cumhuriyet sonrası Türkiye şiirinde? Eski İzlekçilerden Ali Burak bu dönem şiirinin yönelimlerini “Birinci Yeni; İkinci Yeni; 70’lerin siyasal içeriği ağır basan şiiri; 80’lerin çoksesli, ama çoğunlukla içine kapanık, bireyde biçimlenen şiiri,  vb”[3] şeklinde sınıflandırır ve Necatigil’i  bu sınıflandırmaların dışında kendi çizgisinde yürüyen şairler arasında anar. Beri yandan Cahit Külebi, İzlek’te yayımlanan bir söyleşisinde Necatigil’in kendini İkinci Yeni içinde görmüş olduğunu söyler biraz da alaycı bir biçimde: “Daha sonra, arkadaşım Muzaffer Erdost, Cemal Süreya’nın şiirlerine ‘İkinci Yeni’ demiş. Yaşıtlarım heves etmiş, Oktay Rifat, Behçet Necatigil de onlara katılmış, olmuş adı ‘İkinci Yeni’”[4] Şiir üzerine yapılan bu sınıflamalar muğlaktır nihayetinde. Necatigil şiirine baktığımızda İlhan Berk kadar olmasa da onunda şiir yolculuğunda değişik denemelere yöneldiğini söyleyebiliriz. Bu durumun en çarpıcı örneği ise Kareler ve Aklar’daki şiirleri sağdan sola, yukarıdan aşağıya doğru farklı okumalara açık hale getiren biçemidir sanırım.

 Şiirinde bütün yaşantıları vardı. Gündelik hayatın basit, yalınkat görünen nesneleri, haydi fenomenolojik bir dilegetirişle söyleyeyim, ‘paranteze alındıklarında’ bir büyüsellik edinirler. Bir su deposu, bir dosya… alelade nesneler, bir insanlık durumunu belirten istiareler olurlar, kendi özlerini bularak…[5]

Yarım kalan şeylerin, yarım bırakılmışların pişmanlığı ve sıkıntısını duyarız Necatigil şiirinde. Bunun yanı sıra Kaan’ın şiirlerindeki gece, ölüm, hüzün ve sevda izleklerine Necatigil şiirinde de rastlarız. Tıpkı Kaan gibi “hep kuytuların gece sefalarının açtığı saatlerin şairi”[6]dir Necatigil de.

GECE VE YAS

 Bir köşeye büzülüp
Böyle susmazdım ama
Kapılardan süzülüp
Gece doldu odama.

Bir yağmur ince ince
Çarpıyor şimdi cama
Hasret kaldım sevince
Korku yüzümde yama.

Dalarken gözümde yaş
Ben böyle sonsuz gama
Artıyor yavaş yavaş
Damlardaki ağlama.[7]

Hüzün ve acı ise bir türlü yakasını bırakmayanlarıdır Necatigil’in ki “Hüznü gerilerde bırakacağım yaş, bir türlü gelmiyor…” der bir mektubunda. Bütün varoluşunu derinden kucaklayan şairler gibi Necatigil’de de sürekli yüzeyde gezen bir ölüm bilinci ve farkındalığı vardır. Hayat, ‘delik bir depodan’ boyuna akan kaçınılmaz bir biçimde bitecek sudan başka bir şey değildir. “Ah nereden delinir ilk bu depo, bilinse?” diye sorsa da cevabı basit bir sorudur bu: En başından beri deliktir depo. Bu ölüm bilinci kendi ölümünü tasarlamaya götürür şairi:

O şimdi kitaplarda bir isim, bir soyadı
Bir parantez içinde doğum, ölüm yılları.

Ya sayfa altında, ya da az ilerde
Eserleri, ne zaman basıldığı
Kısa, uzun bir liste
Kitap adları
Can çekişen kuşlar gibi elinizde[8]

Görseler gaztelerde
Dostlar tedirgin
Bir iki telefon
Yeter üç beş akraba.

Yükler ağır kaldırdığınız
Kırık, ezik bir yığın.
Göm, gömülmez
Utancın, uzaklığın.[9]

Lakin Kaan’ın intihara varan net tutumunun aksine ölüm karşısında ikircikli bir tutumu vardır Necatigil’in. ‘Bağlanıp bir depoya atılan bir dosya’dır ölüm ve şair hep bir lades oyunu içindedir onunla.

LADES

 Uzayacağa benzer,
Tutuştuğumuz lades.

İşi gücü bırakıp
Mezarlığa nazır
Bir eve taşındım.

Ölüm, sen beni aldatamazsın,
Aklımda![10]

LADES

 Vaktiyle yazdığım gibi:
Uzayacağa benzer
Tutuştuğumuz lades.

Bak, kaç sene geçti
Aldatamadın beni
Ölüm kardeş![11]

Ne var ki ölümden kaçınılıp kendisine sığınılan dünya da matah bir yer değildir; burası da şairin kaçındığı, kalabalıkların kirlenmiş dünyasıdır:

Gözlerinin dalışı bile çok çiğ, çünkü–
Çünkü hançer nakışlarda bu çılgın çağrı,
Bu çürük iplik, bu ensiz atkı,
Bizim![12]

Ölümle köşe kapmaca oynayan Necatigil için nihayet hayat da peşini bırakmayan hastalıklar, acı ve hüzün yüzünden Eyüp Peygamber gibi sabırla katlanılan bir varoluş durumundan başka bir şey değildir.

PEYGAMBERLER

 Çıkar Golgota yokuşunu
İner Hıra dağlarından
Bir balığın karnında yaşar kırk şu kadar yıl
Kaynaşan kurtları yarasında
Taşır ömrü boyunca
Peygamberlerdir.

Katlanmak babında
Her iyi şair
De biraz peygamberdir.

9 Şubat 1979[13]

Bu ikilem yüzündendir ki ölümle ‘lades’ oynamayı bırakıp onu bazen ‘kabul gününe’ çağırdığı olur şairin.

 KABUL GÜNÜ

Biliyorum saadet
Bana dünyada gelmez,
Ölümü bekliyorum.[14]

Bazen de “Her şeyin değersizleştiği” öyle “çöküntü” “an”ları yaşanır ki “yaşam”da  bu yaşantı “Birden yayılır kanda/ Kararır dört yan.”

Ölü çizgileri dünyanın
Biz sizin esiriniz,
İster bırakın
Öldürün isterseniz![15]

der şair. Ama kesinlikle intihara meyilli değildir Necatigil, ne olursa olsun yaşamdan yana koymuştur tavrını. Dünyayı en azından şiirlerinde olsun yarım bırakmamak, tamamlamak için zamanını sonuna kadar kullanacaktır. Nihayet o zamanının sonuna yaklaşırken bu çabasının beyhudeliği şimşek gibi çakacaktır bir aydınlanma anında ve şöyle diyecektir şair:

zaman geçer, (şair) birden görür: Çevreyi, dünyayı dilediğince bir biçime sokmanın zorluğunu görür (…) Anlar ki, kendi küçük özlemlerini bile gerçekleştirememiş, yakın çevreyi bile değiştirememiştir (…) O zaman hikmet burcuna girer. Hikmet çapraşıktır ve çok az değişir. Geçmişin büyük şairlerini o zaman anlar.[16]

Kim bilir belki de Kaan’ı bu ‘hikmet burcuna’ çok erken girmesi olmuştur genç yaşta intihara iten. Necatigil de ölüm artık kalıcı bir misafir olarak evine yerleştiğinde metanetle ağırlayacaktır onu. Onu Almanya’da tedavi olması için ikna etmeye çalışan dostlarını kibarca reddedecektir. Ölüme direnmeye niyeti yoktur; hayatı kırılmıştır artık ne de olsa ve “Kırılan şeyleri unutmak mertliktir” diye yazacaktır 21 Eylül 1969 tarihini taşıyan aynı mektubunda. Odasında ölümüyle beraber kaldığı son yıllarında da şairdir Necatigil ve Türk şiirinin ilk buluntu şiir örneklerinden birini ortaya koymaktan geri kalmayacaktır:

Genel anestezi altında
Sağ ana bronşa girildi
Açık mobil ve normal mukoza
Sekresyon yok, tümöral bir kitleye rastlanmadı.
Dışardan ve sol yandan baskı altında
Sol ana bronş
Rijit bronskoskopi görülebilen kısmında
Mukoza normal
Intrabronşit bir patolojiye
Raslanmadı.
Sol plevrada sıvı görünümündeki yere
Torosentez yapılması gerekir.
Hasta bu durumda bir mediasten tümörü
Bir mediasten tümörü
İzlenimini veriyor
Inoperabl bir tümör.

Nihayet Necatigil ölür ve “Acı Anıları ilerilere kaçır”ır.

Aşk ise ‘bir yay’ı kırmadan gerebilmektir ‘Necatigil şiirinde. Ama ikinci bir şahıs gerekir aşkın muradına ermesi için ki mümkün müdür onu bulabilmek herkesin kalabalıklar içinde kendini yitirdiği bu dünyada.

1369351520_b

SEVGİLERDE

Sevgileri yarınlara bıraktınız
Çekingen, tutuk, saygılı
Bütün yakınlarınız
Sizi yanlış tanıdı.

Bitmeyen işler yüzünden
(Siz böyle olsun istemezdiniz)
Bir bakış bile yeterken anlatmaya her şeyi
Kalbinizi dolduran duygular
Kalbinizde kaldı.

Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telaşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.

Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı.[17]

Kimsenin kendisi olmadığı herkesin herkes gibi olmaya çalıştığı bu kurgulanmış dünyada aşk da kurumsallaşmış, özgünlüğünü yitirmiş, toplumun onay verdiği biçimde yaşanan belli ilişki kalıplarına dönüşmüştür. İşten güçten fırsat oldukça vakit ayırılan sevgililik, flört gibi vakit geçirme biçimlerinden biridir çoğunluğun dünyasında. Kamusal dünyada flörtü, sevgilisi ve nihayet belki eşi de olur uyumsuz insanın. Ama aşk hep platonik ve tek taraflı kalacaktır nesnesi yığınların dünyasındansa. Kaldı ki intihar ettiği sırada bir kız arkadaşı da vardır Kaan’ın ama gerçek Leyla’sını bulamayan bir Mecnun için aşkın imkansız bir hal aldığı bu dünyada yaşamaya değer mi? Bu soruya kesinkes  Hayır demiştir Kaan:

 Sevgisiz geçen öyküyü yakmaya bile deymez, arzu çıkmazı ayrılıklar fotoğraflarda kirlenir de bir türlü asıl rengi aşkın hüzünden görülmezdi. Tükendi ellerimde işçiliğimin alın teri. Dul kaldı, yamasında kan izi bakımsız bir yaşam çeşnisi.

Şimdi kentin en yüksek yerinde, içimdeki kıvılcımı tüketerek, yurdundan sürgün edilmiş bir köy gibi arıyor kalbim eski yerini…

Kafka

Kaan’ın etkileşip yakınlık duyduğu yazarlardan birinin de Kafka olduğunu anlarız bir şiirinden. Gece Şiirleri’nden birincisi olan Devrik Yürek Savunması adlı şiirinde “Mürekkebine yöneldiğim mevsimsiz aşk”, “Ölümün önünde yayılan çıbanı yüzümün”[18] diye bahseder Kafka’dan. Niye böyle demiştir Kaan Kafka için? Büyük ihtimalle Kafka ve yazdıklarıyla kendi ve yazdıkları arasında ruhsal bir bağ kurmuştur. Belki de kendini görmüştür Kafka’da ve aynı dönemde yaşamadıkları için de hayıflanmıştır. Aynı dönemin yazarları olsalar belki yaşadığı çağda kendini bu kadar yalnız hissetmeyecektir Kaan. Kaan ve Kafka’nın yazıları ve yaşamları arasında istenirse pek çok ortak yön bulunabilir. Ama bana kalırsa bu ortak yönlerden en belirgini ikisinin de kamusal dünya karşısındaki o öldürücü uyumsuzluklarıdır. İkisini de yazmaya ve nihayet ölüme götürmüştür bu saçma dünyaya olan uyumsuzlukları. Kafka, Kaan gibi intihar etmemiştir ama 41 gibi genç bir yaşta kanserden ölmüştür. Kanser ise Kafka’nın ölümünün bahanesi gibidir adeta; çırılçıplak uyumsuz bir varoluş olarak ne ruhu ne de bedeni daha fazla dayanamamıştır sanki yaşamaya. Bu durumu Milena da görmüştür ki şöyle demiştir Kafka hakkında Max Brod’a yazdığı bir mektupta:

 Frank yaşayamaz, yaşama gücü olmadığından yaşayamaz. Esenliğe kavuşamayacaktır Frank. Çok sürmez ölür, bak görürsünüz. Hepimizde bir yaşama gücü vardır, görünüşe kapılırız, yalana sığınırız bizler, olaylara göz yumabiliriz, iyimserliğe ya da kötümserliğe başvurabiliriz zaman zaman, bir kanıyı savunabiliriz hiç değilse. Ama o sığınamaz bu türlü koruyucu nesnelere. Yalan söylemek elinden gelmez ilkin, beceremez ki… Sarhoş olmayı da beceremez. Sığınacak, başvuracak hiçbir aracı yok elinde. Bizim korunabileceğimiz şeyler onda olmadığından hırpalanıyor ya böylesine. Giyinik insanların arasında çırılçıplak dolaşan biridir o. İster iyilik ister kötülük olsun, yaşamına yardımcı olacak nesnelerden yoksun olunca, kendi başına bir varoluşçuluk oluyor onunki. Kahramanlıktan uzak bir yalnızlık içindedir Frank. Ne var ki daha yüceliyor, daha erişilmez oluyor böyle olunca.

Barış K.

  1. 07. 2015

[1] Özcan Temel, “Şiirlerdeki Evler”, Mavi Yeşil 93, Rize, 2015, s. 17

[2] Hilmi Yavuz, Yüzler ve İzler, Aşina Kitaplar, Ankara, 2006, s. 32,33

[3] Ali Burak, “Cengiz Bektaş Şiiri”, İzlek 9, Ankara, 1994, s. 16

[4]  “Cahit Külebi İle Söyleşi”, İzlek 1, Ankara, 1993, s.24

[5] Yavuz, agy, s. 34

[6] Agy s. 39

[7] Eski Sokak (Seçme Şiirler), Behçet Necatigil, hazırlayan: Selahattin Özpalabıyıklar, Doğan Kardeş (YKY), İstanbul, 2009, s. 13

[8] Agy s. 56

[9] Kareler ve Aklar, Behçet Necatigil, Bilgi Yayınevi, İstanbul, 1975, s. 116

[10] Necatigil, Eski Sokak, s. 13

[11] Agy s.25

[12] Agy s. 51

[13] Agy s. 118

[14] Agy s.14

[15] Agy s. 31,32

[16] Agy s. 122

[17] Agy s.46

[18] Kaan İnce, Gizdüşüm, İzlek Yay., Ankara, 1993, s. 18

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

One thought on “Şiirden Sızan İnce Ka n 22

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.