(…) çatısı sözlerden ibaret ufkum,
intihara yükselen o taşkın suskunluk ve eczasız sanrılar
köşetaşlarımı kanla yonttu benim. Alıcısı ölmüş bir mektup,
bende kendini öldüren ikizim
ve yazdıklarını kendi silenler kadar öldüm artık
öyle ki şimdi gerçekten beni ikiye bölüyor: kendimi sevdiren sır
ve göklerden bir gölgenin düşüp söndüğü
o iki kötü mezar
Yavuz Yıldırım
Adnan Satıcı’nın da tespit ettiği gibi aslında Kaan şiirindeki temel izlek ne gece, ne yalnızlık ne de aşktır; bunlar olsa olsa tamamlayıcı yan izleklerdir. Kaan şiirinin asıl temel izleği ölümdür. Fakat ölümle Kaan arasındaki bu yakın ilişkinin nedeni konusunda elle tutulur bir ipucu bulmanın olanaksız olduğunu söyler Satıcı ve şöyle der: “Yaşamak eylemine iyimserlikten uzak bir bakış yöneltmesinin gerekçelerini bulmakta güçlük çektiğimiz halde, ölüm düşüncesiyle kurduğu sahici bağ karşısında şaşkınlığa kapılmaktan kurtulamıyoruz.”[1] Satıcı’ya göre “’neden ölüm?’ sorusu, ‘neden yaşam’ sorusundan daha kapsamlı bir yanıt gerektir”mektedir. Satıcı, Kaan’ın şiirlerinde Kaan’ın ölüme dair gerekçesi konusunda elle tutulur bir ipucu olmadığını söylerse de bu gerekçe hakkında olası bir yanıt vermekten de geri kalmamıştır. Ona göre Kaan’ın şiirinde temel izleğin ölüm olmasının ve intiharının altında yatan gerekçe kişinin varoluşunun zaman karşısındaki durumudur.
Yaşamın durağanlık olduğu sanrısıdır onu ölüme iten: “Yaşamdan beklentisi değişim sancısı / ben ölümün tek seçeneği” derken, yaşamsal devingenliğin dışında durmanın oluşturduğu hiçlik duygusundan kurtulmanın kendisi olma eylemiyle aşılabileceğini düşündürür.
Ne ki “zamanın çürütücü işleyişi”nden kaçış yoktur ve zaman karşısında insan hem “evrensel masum” hem de “evrensel mazlum”dur. “Kaan şaşırtıcı bir seziyle, doğal ölümün ayak sesi olan zamanın vahşetini duyurur sık sık”[2] der Satıcı.
“Sunakta Yakılan Suna: Kalbim” şiirinde “zaman denen fire” dedikten sonra söyledikleri, zamana bakışı konusunda oldukça açık ipuçları verir: “alaca sessizlikte şimdi. Her yer susmanın kendisi. Atlaslarımızda kandan bayraklar. Kuş uykusunda azrail korkusu. Toprak damlarda çifte ölüm.”[3] Görüldüğü üzre, bu şiirde de, şair zaman – ölüm gelişim çizgisinde, çarpıcı imgelerle gezinmeyi sürdürüyor. [4]
Kaan şiirinde ‘zaman’la ilgili metaforlarından en göze çarpanlarından biri saattir: “Düştü saat duvardan telefon diye çevirdim yelkovanı: İmdat. Akrep soktu kendini” [5] Satıcı bu dizeleri
‘Duvardan düşen saat’ zamanın kopan kollarını (ölümü) imlerken, ‘akrep anlam aktarması yoluyla intihar eden bireyin karşılığıdır. Yine sözcüğün barındırdığı teviye (çiftanlamlılık) gözönüne alınacak olursa, saate ait bir öğe olan akrep, aynı zamanda zamanın da karşılığıdır. [6]
şeklinde yorumlar. Saat değişmecesi Film şiirinde de karşımıza çıkacaktır. Zamanı imleyen metaforlardan biri de ‘ırmak’tır.
Zaman sorunsalı, “Issızlık Sürüsü” adlı şiirinde bu kez ırmak imgesiyle somutlaştırılır. (Ki bu en çok yakışandır ona): “Sönüyor gülüşüm, gülün bağrında ikindi vakti. Zaman çağlıyor, ömrümü biçmeden. Çölde ıssızlık sürüsü gecelerim.”[7] Yine aynı dizelerde, sönmek eylemiyle çağrıştırılan, biraz da günün sona ermesidir. İkindi, ölümün ayak seslseri; akşam can çekişen hayat, geceyse ölümün ta kendisidir.
Nihayet zaman bir mızrak gibi saplanmalıdır da Kaan’ın şiirsel bedenine. Satıcı’nın deyimiyle “kanını görmeden yarasına inanmayanlardan”[8]dır çünkü Kaan. Kaan’ın
Artık zamana hendek açan bir deliyle bir keşişin buluşmasına mırıldanan deniz yavrusuyuz. Dölyatağı ıslak dudaklar: Gecenin penceresi. Kalbimi delen akıntı, hüznün mızrağı. Gün kalleş. Eğreti elyordamı yaşam, zaman kenaviçesinde. Yaralıyız. [9]
dediği yerde onun “Yarasının derinliği konusunda kuşku duymak bir yana, dehşete kapılı”[10]rız.
Bana kalırsa Kaan’a göre zaman her ne kadar camın akışı kadar yavaş duyumsansa da şimşek çakışı kadar bile sürmeyen bir andan ibarettir. Bu yüzden hüzün örgüsü şiirinde “öyle uzun sanma zamanı” [11]der. Satıcı “Kaan’ın şiirinde gerçekleşen bireyin ölüm-yoğun duygusunu besleyen gerçeklik, insanın zaman karşısındaki çaresizliğidir” derken haklıdır. Ama gecenin uzatmalı sevgilisi hüzün şiirindeki “Ve ölüm gözkapaklarımızın arasında” dizesini gözkapaklarının her göz kırpışımızın zamanın akışını ve biraz daha öldüğümüzü imlediği şeklindeki yorumu hatalıdır bence. Burada yaşamın bir göz açıp kapamalık bir andan ibaret olduğunu vurgulamaktadır bana kalırsa. Yani zaman her ne kadar duraduran bir şimdi olarak algılansa da insana bitimsiz bir sıkıntı izlenimi verse de aslında bir atom patlamasından kara deliğe dönüş arasındaki bir andan ibarettir ve “Kaan, bu noktada, kendisine sunulmuş doğal zamanın her salisesini dolu dolu yaşayacak olsa bile, hep bir şeylerin eksik kalacağının ayırdındadır.”[12] Dolayısıyla Vaktimiz Yok’tur: “Vaktimiz Yok; iki kırışık zaman yaprağı arasında sık saflarız. Kızıllıkta sallanan gözlerimiz. Usulca çoğaldık sabaha… kuruyan bir geniz karanlık boşluğa buyruk. Ve koştuk. Ve koştuk. Ve koştuk.”[13] Halbuki beyhude bir koşuşturmacadır bu. Umutsuz ve naçarızdır zamana karşı. Kaan farkındadır henüz ölmemiş ölülerden başka bir şey olmadığımızın ve “bir demet umudun coğrafyasında izim falan yok / çünkü ölüyüm”[14] der yayımlanmamış bu gece şiirinde. O halde madem zaman karşısında çare yoktur intihar varoluşsal bir eylemdir. Hep yarım kalacağını bile bile doğal ölümü beklemek zamanın çürütüşüne karşı boyun eğmekse intihar kişinin en azında ölümünü kendi tercih ederek zamana başkaldırması anlamına gelecek ve böylece şairin sahih varoluşu boyun eğmeden tamamlanacaktır, bir ressamın son bir fırça darbesi vurup resminin bittiğine karar vermesi gibi. Böylece soğukkanlılıkla o bildik söylemi eyleme geçirecektir Kaan: “Öyleyse ha bugün, ha yarın… Ne farkeder ki?”[15]
Kaan’ın ölümüyle ilgili olarak yazısını şu ikircikli sözlerle tamamlar Satıcı:
Spinoza “Ethic”inde “Birey, kendi olabildiği ölçüde yaşama olanaklarını zorlar.” diyor. Kaan, ölüme yazgılı insanın daha başından verilmiş bir kararla, kendisi olma olanağının elinden alındığını düşünmekle, intihara açılan kapının kilidine anahtarı sokmuş oluyordu. Kendisi olmadığını farketmektir bu. Ancak sorun bununla çözülmüyor. Yazgıyı kırmak, daha doğru bir deyişle, değiştirmek eylemiyle özgürleşme sürecini bütünlemesi gerekiyor. Değiştirmedi mi? Sınır çizgisinin ötesine bir adım atmakla, bir şeyleri değiştirdi belki de.[16]
Sonuçta Satıcı’nın dediği gibi Kaan şiirinin ana izleği ölümdür. Lakin şiirlerinin satır aralarında bu ölümle bağlantılı pek çok tamamlayıcı izleğe rastlansa da bunlarla Kaan’ın intiharı arasında açık bir bağlantı kurmak mümkün değildir. Yani şiirlerinden yola çıkarak Kaan’ın ‘ölüm’ünü pek çok şeye bağlamak mümkünse de bu çıkarımlar hep ihtimal olarak kalmaya mahkumdur. Bu mesele hakkında sanırım en doğrusunu Özer Aykut söylemiştir:
Başka türlü yaşamayı bilmediği ya da yaşayamayacağı için yazan adamlar vardır. Bahsettiğim deneyimin ne kadar sabır gerektiren acı bir deneyim olduğu ortada. Tanrıları kızdırıp bir kayayı dağın tepesine çıkarmakla cezalandırılmış Sisifos gibi. Kaan’ı tekrar yazmayı istemeyecek kadar umutsuzluğa götüren neydi? Bunun cevabı sanırım Kaan’da.
O halde buradan sonra yolumuza Kaan şiirinde ölüm izleğini takip ederek devam edeceğiz.
Barış K.
- 07. 2015
[1] Satıcı, agy, s. 19
[2] Satıcı, agy s.20
[3] İnce, agy, s. 3
[4] Satıcı, agy s. 20
[5] İnce, agy, s. 5
[6] Satıcı, agy s. 21
[7] İnce, agy s.19
[8] Satıcı, agy s. 21
[9] İnce, agy, s. 42
[10] Satıcı agy s. 21
[11] Agy s. 13
[12] Satıcı, agy s. 21
[13] İnce, agy s. 36
[14] İnce, “Kaan İnce’nin Şiirinde Bireyin ‘Zaman’ Sorunsalı”, İzlek 3, Ankara, 1993, s. 19
[15] Satıcı, agy s. 21
[16] Agy s. 22