Anasayfa > Books / Kargakara > Şiirden Sızan İnce Ka n 32

Şiirden Sızan İnce Ka n 32

Tutuklu kollarım
Şu gümüşten kapısını kırarken
Ölümün
En önde ben mi vardım?

 Çok acı bir can çekişmeydi
Yüreğimin ortasında eriyen
Bürüdü geceye, ölüme benliğimi
Korkunun kemirdiği yeri

Kaan İnce

Zaman Kıskacı şiirinde bambaşka bir Kaan çıkar karşımıza: “Kabristan durağında inecek yok”[1] diyen bir Kaan şaşırtır bizi.Ecel misafir geldiğinde  sevdanın şerefine ölüm oyununu kazanmak isteyen bir şairdir bu defa Kaan. Bu şiir kaybedilmiş o ilk aşkın yaşandığı süreçte mi yazılmıştır, yoksa yeni bir sevda mıdır Kaan’ı tekrar ölümü reddetmeye iten? Eğer durum ilkiyse Kaan’ın varoluşunun temelinde en başından beri ölüm olduğunu sezeriz. Yok ikinci durumsa bu şiiri yazdıran yeni bir aşk yine uyuşturucu etkisiyle iş başında demektir. Ama burada ‘ecel’ kelimesi manidardır; yoksa Kaan’ın mücadele ettiği ölümcül bir hastalığı vardır da bu mudur onu ölümle bu kadar yüzleşmeye götüren. Bu soru doğru kişilere –büyük ihtimalle ailesine sorulmadan – cevaplandırılamayacak sorulardır. Böyle bir ihtimali düşündüren bir başka şiiri de İçimde Mayın Tarlası Var şiiridir. Bu şiirde yoğun bakımdaki bir hastanın hastanedeki kasvetli dünyasına girer sanki insan:

Geçiyor içimden
Serum şişesine işemek
Damarlarımdan
Gözlerinin içine bakarak
Tükürerek suratına ölümün
Mümkünü yok
Ben bozulmuş insan eti
Sen gecesin hayat
Başat ölüm

Bu dizelerde can bulan hastalık durumu bunalımın metaforu da olabilir; lakin birkaç dize sonra üstüne şunları yazmıştır şair: “Sabreden sarılık/ Karaciğerimde patlar”[2] Kaan’ın hayatıyla ilgili yazılan pek az cümlenin arasında böyle bir hastalığa dair bir iz bulunmamakla birlikte bu bir sırdır belki de. Beri yandan normal insanlara göre hep uzak gelecekte olduğu farzedilen ecelin Kaan’ın keskin öngörüsü ve zamanı bir an olarak kavrayışı dolayısıyla yanı başında duyması da olabilir bu dizelerin temelinde. Yani onun eceli yanı başında duymasını onun ölüm duyarlılığına bağlamak da mümkündür; çünkü o hep sınırında hissetmiştir kendini ölümün: “sınırından bakıyorum ölümün/ sevdiğim sevmediğim bütün insanlar burda/ demeli miyim?” Sevdiği ve sevmediği insanların en azından büyük çoğunluğu bu mısralar yazılırken hayatta olduklarına göre şairin hepimizin henüz ölmemiş ölüler olduğumuzu ima etmiş olması olasıdır. Herkes öyle ya da böyle çürümektedir doğanın kucağında; lakin Kaan bunu herkesten daha derin biçimde hissetmektedir kendi bedeninde: “bir tarih yirmi küsur yıllık/ çürüyor etim hücresinde doğanın”[3]

IMG_6859

Hüzün olur da güz olmaz mı bir şairin şiirlerinde. “Başı”nda “yağmurdan karanlık bir yüz”dür “Güz” Kaan’ın ve “ölümleri çoğaltır.” Şair intihar salıncağında salınsa ve bizzat gece de olsa güzden imkansızı ve varoluşuna aykırı olanı dilemeden de edemez Hüzün Korusu şiirinde: “Yazık intiharların salıncaklarına şafak söken/ ikindi dudakların yaksa karanlığı/ Salınsak… Aşka… Durmadan…”[4] Ama güz ölmek zamanıdır:

ve ben güzün ağlayacağım
sulara çekileceğim dönerken balıkçılar
yakamoz  göreceğim dümensiz  simsiyah gözleri
öleceğim
ve ben…[5]

“mutlaka ölümden başka söz verecek şey de var” der Kaan, ama o hüzünlü gecelerden birinde sevgiliyle beraber uyurken bile kutsal olan sadece iki şeyi anar: “susmak kutsalmış, ölüm de”[6] ve mutlak suskunluk ölümden başka ne olabilir. “Rüzgar yanığı alınçizgilerimiz/ Sessizliği öğretir bize/ Yaşamın pervazlarında ölüm pervasız”[7] dizelerinde daha bir yakınlaşır ölüm ve suskunluk. Aslında ölüm değil ‘erken ölüm’dür kutsal olan. Bir yerlerde mutlaka bir tane de olsa kendisi gibi sebebi belirsiz sancılar çeken, yüzünde şiir kırıntıları olan sabırsız bir insan vardır; intiharı seçecek. Çünkü “erken ölmek ölmek değil ölümsüzleşmektir”çatlayacak sabrımız” der o nerde ve kim olduğu bilinmese de sezilen insanlar adına da ‘biz’ kipinde: “dikey, yatay, çapraz (ölüm ışınlarını) boyadık/ son soluğunda yıkıldı yere bir martı/ düştüğü yerde bir uygarlık…”[8] Kaan ve ‘onlar’ ‘ölüm oyuncuları’dır kendi ‘harikalar diyarında ve madalya niyetine derilerine takılan yanlış yaşamı horgörürler. İntihar Yaşam Tezkeresi olur o zaman, onların ‘gençlik hakkı’:

Omzuna koyamam elimi
Fabrika çıkışı  trenler sürgün
Takılır madalya diye derime yanlış bir yaşam
Ölüm oyuncuları ‘gençlik hakkı’nı oynuyor harikalar diyarında

otururum içime” der aynı şiirde Kaan “yalnızlık-ölüm çelişkisinde”[9] Gündelik hayattaki uyumsuz yalnızlık ile şiirsel dünyadaki varoluşun öteki yüzü ölüm arasındaki; başka türlü söylersek gündüz ile gece; kurgulanmış yaban dünya ile varoluşun sahih dünyası arasındaki ipin üstündeki o gergin denge gelir yine akla. Ka n’daki başka bir şiirinde ise yalnızlık ve ölüm arasındaki çelişkinin yerini biraradalığın aldığını görürüz:

ACI

 katlanır üstüne yalnızlık
denizlerin biricik çocuğunun
hüzün sahibi
ölümün asit serpintisiyle
saçlarında çırılçıplak acı
ıpıslak hissedilen[10]

Ka n’da gece, ölüm ve aşk durmadan rakseder dizelerde. Üçü de değişik görünümler alıp kah çirkin kah güzel yüzleriyle tekrar tekrar karşımıza çıkar Kaan’ın şiir serüveninde:

Zaman soframızda su birikintisidir
ölüm kamburdur sırtımızda
karışık saçları ıslak gecenin
Ve akşam serüveni sereserpe memecikler[11]

Ama net bir şekilde söylenebilir ki Ka n’da aşk izleği ölüm izleğiyle neredeyse at başı gider. Bu şiirlerin Gizdüşüm dosyasına girememe sebeplerinden biri de bu denli aşk yüklü olması mıdır diye sormadan edemez insan. Aşktan giderek uzaklaşıp ölüme sokulan Kaan aşk yüklü bu şiirleri sokmak istememiş olabilir yayımlanacak kitabına. Ölüm izleğinin sadece aşka bağlanıp hafife alınmasından korkmuştur belki de. Ka n’daki şiirlerin yazıldığı süreçte Kaan’ın aşk ve ölüm arasında salındığı farkedilir. İlkyaz gelir ve “sevgilere akar lavları sürgün yılların/ gökyüzü parçalanırken ölüm çürür”. [12]“Ben hep aynı aşk için fırtınalara kalmıştım” der başka bir şiirinde “Sarınıp her yanıma sevdiğimi/ Ölüme rağmen gülene kadar”[13] Sonra güz geri gelir ve Kaan “yokolmaya“ak”ar “ölüm asitlerinin üzerine” “Süslesin diye güzün gerdanını rüzgarı”nın “şarkıları”. Nietzsche’nin dediği gibi umut en büyük acı kaynağıdır ve hep yenilenen aşk umutları durmadan öldürmüştür Kaan’ı tersine bir Mavi Sakal gibi: “Sevmiştim umut seni sevmiştim/ Ne de çok ölmüştüm utanmadan” [14]

Henüz şiirde ölüp ölüp dirilmektedir Kaan, daha 11 Ağustos 1992 sabah 5 sularındaki ölümüne Beş Kala’dayızdır: “Od düşüyor gönlüme/ Uzun ince parmaklarından gecenin/ Beş kala ölüme”[15] Kaan’ın şiirlerini yazdığı bu süreçte ölüm henüz gözlerinde yaşlanmaktadır Kaan’ın:

 Kızgın bir yalnızlıkı savuran beni
Belki de yeni başlayan gece, sevgiye yengin
Bir adım ötesi çığlığımın en kaygısız en coşkulu yeri
Ölüm gözlerimde yaşlandın[16]

Henüz toprağa ölüm serpmektedir Kaan: “Ne oldun ölüm serpiyorum seni/ Yalnızlıktan oyduğum/ acıdan gerilmiş dağların yarıklarına”[17]

Barış K.

23.07.2015

[1] Agy s. 22

[2] Agy s. 50

[3] Agy s. 25

[4] Agy s. 26

[5] Agy s. 85

[6] Agy s. 28

[7] Agy s. 51

[8] Agy s. 30

[9] Agy s. 31

[10] Agy s. 45

[11] Agy s. 53

[12] Agy s. 54

[13] Agy s. 55

[14] Agy s. 56

[15] Agy s.63

[16] Agy s.64

[17] Agy s. 65

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.