“(…) Bizans’ta ‘resim-kırıcılık’ diye adlandırılan baskı dönemi başlatılırken genç keşiş Andronikos’un kendi kendine sorduğu soru şudur: Birey olarak bu baskı karşısında, benimsemediğim, ama bana zorla benimsetilmek istenen bu yeni inanç karşısında ne yapmalıyım? (…)”
Ülker Gökberk, Uzun Sürmüş Bir Günün Akşamı, Bilge Karasu, Metis Yay., İstanbul, 2016, Arka kapak
“(…) İnsanlar arasında yaşadığı zamanlar; düne değin… Düne değin; insanlar arasında yaşadığına inandığı, yaşadığına kendini inandırdığı, inandırmağa çalışarak aldattığını anladığı güne, düne değin. (…)
(…) Ölmek için de, bir şeyler yapmak için de, vakit bol, çok, çok bol. Bolluğun değeri, anlamı olmayacak ölçüde bol. Ne yapmalı bu vakti? Bir şeyler yapmalı, bir şeyler kurmalı. Ama kurmak… Kurmak için, kurmak gücünü bulmak için…
(…)
Kısır bile değil. Kısırlığı baştan kabul etmiş. Bu çeşit döngülere kısır bile dememeli. Kısırlığı baştan kabul ettiğini unutmamalı. Sevgi sözünü bol bol kullanabilmek, başı dönesiye, esriyesiye, karşısındakileri inandırasıya, karşısındakileri kusturasıya sevgi sözü ile oynayabilmek için sevginin bütün evreni ayakta tuttuğuna başta kendini inandırabilmek için, kısırlığı baştan kabul ettiğini unutmamalı…
(…)
Oysa bir şeyler kurmak için inanmalı insan. Her şeyden önce inanmalı…
Döngünün kısırlığına, kısır bile sayılamayacak boşluğuna saplanıyor gene. Saplansın. Ne çıkar. Saplanıp saplanmamanın değeri kalmadı artık. Son iki günün bunluğuna yeniden girse, bu batakta batsa bile, bu düşünceyi durduramaz ki… Kısır da olsa.
Otuz üç yıllık bir ömrün sonunda, dünyayı değiştirdiğinin farkına bile varmadan Filistin’in bir dağında çarmıha gerili ölen o köylü ile aynı yaşta Andronikos…
Ama onu aklına hiç getirmemeli şimdi. Bir çok şey onun yüzünden olmuş gibi, oluyor gibi. Oysa kendini aldatmak boş bundan böyle. Olanlar onun yüzünden değil, onun yoluna bağlanmış görünen, bağlandığına inanan insanların kendi aralarında çekişmeleri yüzünden oluyor.
Sanki başkalarını suçlu bulmak… Neye yarar başkalarını suçlu bulmak? (…)”
agy s. 9-11