İbrahimi Dinler ve Hinduizm
İbrahimi dinler ve Hinduizm arasındaki farklara geçmeden önce bunlar arasındaki benzerlikler üzerinde duralım. Öncelikle belirtmek gerekir ki Hinduizm “sadece tek bir dinin geçerli olmadığı, bütün dinlerin Tanrı’ya ulaşmada çeşitli yollar olarak kabul edilmeleri gerektiği” düsturuyla diğer dinlerle uzlaşıma açık bir öğreti olma özelliği taşımaktadır. Tarihin de bize kanıtladığı gibi aynı şeyi İbrahimi dinler için söyleyemeyeceğiz. Her ne kadar Hinduizm diğer dinlerle benzeşebilmesinin imkânını beraberinde getirse de aynı zamanda İbrahimi dinlerle arasındaki bir fark olan bu düsturu bir kenara bırakıp aralarındaki benzerliklere dönersek, diyebiliriz ki dinlerin çoğunda olduğu gibi her iki dini görüş de ‘iyilik’ten yanadır ve mensuplarını ‘iyiliğe’ çağırmaktadır. Hinduizm yolunu sevgi, şiddetten kaçınma, iyi davranışlar ve doğruluk yasası olarak tanımlar. Hinduizm’de ayrıca genel geçer kural olan Sadharanadharma vardır. Sadharanadharma, şiddetten uzak kalma “Ahimsa”, doğruluk-dürüstlük “Satya”, sabır “Ksanti”, kendine hâkim olma “Dama”, iyilikseverlik “Danam”, misafirperverlik “Ahithi” gibi görevlerin her birey tarafından uygulanmasıdır. Bu erdemler, bu özellikler tüm insanlar için aynı ölçüde geçerlidir ve bundan başka ortak bir yasa yoktur. Buna karşılık İbrahimi dinlerin metinlerinde de iyilik yapmayı öğütleyen pek çok ifade buluruz. Bunun en bilindik örneği olarak Musa’ya Sina Dağı’nda Tanrı tarafından iki taş tablet üzerinde verildiği söylenen bir dizi dini ve ahlaki öğretiler bütünü olan ‘on emri’ verebiliriz:
“Karşımda başka ilahların olmayacaktır.
Kendin için oyma put, yukarıda göklerde olanın, yahut aşağıda yerde olanın, yahut yerin altında sularda olanın hiç suretini yapmıyacaksın; onlara iğilmiyeceksin; ve onlara ibadet etmiyecek-sin; çünkü ben, senin Allah’ın RAB, benden nefret edenlerden babalar günahını çocuklar üzerinde, üçüncü nesil üzerinde, ve dördüncü nesil üzerinde arayan, ve beni seven ve emirlerimi tutanların binlercesine inayet eden, kıskanç bir Allah’ım.
Allah’ın RABBİN ismini boş yere ağza almıyacaksın; çünkü RAB kendi ismini boş yere ağza alanı suçsuz tutmıya-caktır.
Sebt gününü takdis etmek için onu hatırında tut. Altı gün işliyeceksin, ve bütün işini yapacaksın; fakat yedinci gün Allah’ın RABBE Sebttir; sen ve oğlun ve kızın, kölen ve cariyen ve hayvanların, kapılarında olan garibin, hiçbir iş yapmıyacaksın; çünkü RAB gökleri, yeri ve denizi ve onlarda olan bütün şeyleri altı günde yarattı, ve yedinci günde istarahat etti; bunun için RAB Sebt gününü mübarek kıldı, ve onu takdis etti.
Babana ve anana hürmet et, ta ki, Allah’ın RABBİN sana vermekte olduğu toprakta ömrün uzun olsun
Katletmiyeceksin.
Zina etmiyeceksin.
Çalmıyacaksın.
Komşuna karşı yalan şehadet etmiyeceksin.
Komşunun evine tama etmiyeceksin; komşunun karısına, yahut kölesine, yahut cariyesine, yahut öküzüne, yahut eşeğine; yahut komşunun hiçbir şeyine tama etmiyeceksin.”[1]
İbrahimi dinler de Hinduizm de biraz farklı biçimlerde de olsa vahye dayanmaktadır. İbrahimi dinlerin kutsal kitapları gibi Vedalar (Samhitalar, Brahmanalar, Aranyakalar ve Upanişadlar) da Tanrı sözüdür, ileri seviye ruhsal varlıklar olan Rişi’lere vahiy yoluyla gelmiştir. Vahiy alması bakımından İbrahimi dinlerdeki peygamberlere ve ermişlere benzeyen ‘rişilik’ olgusu başka eski Hindu kutsal metinlerinde ve efsanelerinde de yer alsa da[2] neo-Hinduizm döneminde 1875 yılında Dayananda tarafından Mumbai’de kurulan Arya Saman, vahiy kaynağı olarak sadece Veda’yı kabul etmiştir.
Çoğunlukla tek tanrılı dinlerin başlangıcının Musevilik olduğu ve Hinduizmin çok tanrılı bir din olduğu düşünülse de aslında bu görünüşte bir farktır. Bunu en azından Hinduizmin barındırdığı pek çok teoloji için söylemek mümkündür. Batı’daki din bilimciler ve Hindologlar, Hinduizm’i “Henoteizm” olarak betimlerler. Henoteizm bir Tanrı’ya inanmakla birlikte diğer tanrıların da var olduğunu kabul etmektir. Yani tek bir tanrı vardır (monoteizm). Ancak tek bir tanrı, diğer bütün tanrıların başında yer almaktadır (politeizm). Bu görüşün Vedalar ve Upanişadlardaki sembolizmin anlaşılamamasından kaynaklandığını düşünüyorum. “Aşkın ve içkin olan her yerde var olan, hem yaratıcı hem de yaratılışın kendisi olan ve pek çok şekilde tezahür edebilen, farklı şekillerde adlandırılan, her şeyi, bütün canlıları ve evreni kapsayan, bütün canlıların kalbinde ‘üst ruh’ olarak var olan tek Tanrı” fikri bu kutsal metinlerde açıkça kendini göstermektedir. Her ne kadar Korhan Kaya da en eski Upanişadlar olan Aiteareya, Brihadaranyaka, Çhandogya, Taittiriya, Kaushitaki ve Kena Upanişadlarında değil ama yalnızca Beyaz Yacurveda’ya ait İşa, Atharvaveda’ya ait Mundaka ve Praşna Upanişadlarında monoteistik düşünceler işlendiğini düşünmekte[3] ise de kendi çevirisinin birçok yerindeki ifadeler onu yalanlamakta ve neredeyse bütün Upanişadlarda bazen oldukça sembolik de olsa monoteistik ifadelere rasgelinmektedir.[4] Burada Upanişadlar hakkında şunu da söylemek gerek: Upanişadlardaki sembolik anlatım o kadar ‘gizemli’dir ki gizem bazen metnin dışına taşar. Örneğin Brihadaranyaka Upanişadda Brahman Yacnavalkya’ya bir başka Brahman Arthabhaga şöyle bir soru yöneltir: “Yacnavalkya, ölmüş bir insanın sesi ateşe, soluğu yele, gözleri güneşe, aklı aya, işitmesi yönlere, bedeni toprağa, özü boşluğa, saçları bitkilere, vücut kılları ağaçlara, kanı ve menisi suya karıştığında bu kişi artık nerededir?” Yacnavalkya ise, “Sevgili Arthabhaga, elimi tut. Bunu sadece ikimiz bileceğiz. Bu soruyu halkın arasında konuşmayalım” deyip onu uzaklaştırır ve konuyu uzakta tartışırlar.[5] Belki de bu metinlerin bu kadar gizemli olması sebebiyle Hinduizm’de öğretiyi anlamak için sadece kutsal metinler yeterli olmamakta, öğretici de (Brahman) büyük önem kazanmaktadır. Bu sembolizmin ve gizemliliğin bizi ilgilendiren yanına gelirsek, anlatım tarzı üstünkörü bir bakışta bizi bu metinlerde politeist ya da henoteist görüşler olduğu sonucuna götürebilir. Fakat daha dikkatli bakıldığında, adı geçen ‘tek ve üst Tanrı’ dışındaki diğer Tanrıların bu Tanrı’nın güçlerini, tezahürlerini veya adlarını simgelediklerini, bazen de İbrahimi dinlerdeki meleklere benzediklerini fark ederiz.
İmdi bu durumu örneklerle ele alalım. “İnsanlar, ‘şu Tanrı’ya tapının, bu Tanrı’ya tapının’ derler, halbuki her tanrı onun görünüşüdür; çünkü O bütün tanrılardır”(Brihadaranyaka).[6] “Doğrusu başlangıçta bu dünya tek olan Brahma idi. Tek olarak gelişmiş değildi. En üst dereceden Kshatralığı yarattı; tanrılar arasında Kshat-ra (güçlü yönetici) olan tanrıları ki bunlar şunlardı: İndra, Varuna, Soma, Rudra, Parcanya, Yama, Mrityu, İşana” (Brihadaranyaka).[7] Yine Brihadaranyaka’dan yapacağımız uzun bir alıntı Brahma dışındaki tanrıların niteliğini anlamak açısından oldukça açıklayıcıdır:
“1. Sonra Vidagdha Şakayla ona sordu: ‘Ey Yacnavalkya, kaç tanrı vardır?’ O, Nivid’e[8] göre şöyle yanıt verdi: ‘Vişvedevalara sunulmuş ilahinin Nividine göre üç yüz üç ve üç bin üç tane.’ O dedi ki: ‘Evet ama aslında kaç tane ey Yacnavalkya?’ ‘Otuz üç.’ ‘Evet ama aslında kaç tane ey Yacnavalkya?’ ‘Altı.’ ‘Evet ama aslında kaç tane ey Yacnavalkya?’ ‘Üç.’ ‘Evet ama aslında kaç tane ey Yacnavalkya?’ ‘İki.’ ‘Evet ama aslında kaç tane ey Yacnavalkya?’ ‘Bir buçuk.’ ‘Evet ama aslında kaç tane ey Yacnavalkya?’ ‘Bir’. O dedi: ‘Evet; bu üç yüz üç ve üç bin tanrı hangileridir?’
- Yacnavalkya yanıt verdi: ‘Bunlar onun gücüdür sadece. Aslında otuz üç tanrı var.’ ‘O otuz üç hangileridir?’ ‘Sekiz Vasu, on bir Rudra, on iki Aditya. Bunlar otuz bir eder. İndra ve Prapacati ile otuz üç.’
- ‘Vasular hangileridir?’ ‘Ateş, toprak, rüzgâr, hava, güneş, gök, ay ve yıldızlar. Bunlar Vasulardır, çünkü bütün dünya bunlarla kurulmuştur. O yüzden bunlara Vasular denir.’[9]
- ‘Rudralar hangileridir?’ ‘On yaşam soluğu ile on birinci Atman. Bunlar bu ölümlü bedeni terk edince ağlarlar. Bize ağladıkları için bunlara Rudralar deriz.’[10]
- ‘Adityalar hangileridir?’ ‘Yılın on iki ayıdır; bunlar Adit-yalardır çünkü bunlar tüm dünyayı alır götürürler (ada), o yüzden onlara Adityalar denir.’
- ‘İndra kimdir? Pracapati kimdir?’ ‘Gök gürültüsü İndra’dır, kurban Pracapati’dir.’ ‘Gök gürültüsü nedir?’ ‘Yıldırımdır.’ ‘Kurban nedir?’ ‘Kurban hayvanıdır.’
- ‘Altı nedir?’ ‘Ateş, toprak, rüzgâr, hava, güneş, gök. Bunlar altıdır, çünkü tüm dünya altıdır.’
- Üç tanrı hangisidir?’ ‘Bunlar üç dünyadır, çünkü bütün tanrılar bunlarda vardır.’ ‘İki tanrı hangisidir?’ ‘Besin ve soluk.’ ‘Bir buçuk olan hangisidir?’ ‘Üfürerek temizleyendir.’
- Dediler ki: ‘Bir buçuk denmişti, şimdi üfüren nasıl tek oluyor?’ ‘Çünkü rüzgâr esince her şey büyür; o yüzden ona bir buçuk denir.’ ‘Bir tanrı hangisidir?’ O dedi: ‘Soluktur. Brahma’dır. Ona, ‘O’ derler.’” [11]
İmdi burada evrensel ruh Brahma ile ‘soluğun’ özdeşleştirilmesi bana kalırsa her ne kadar konuyu biraz dağıtacak da olsak bir parantez açmamızı gerekli kılmaktadır.
Upanişad’lar zamanında bireylerin ruhunun yani varlığın özünün Atman’ın evrensel ruh Brahman’la özdeşleştirilmesi bu metinlerin neredeyse ana fikridir. Buna göre yüce varlık Brahma ile her canlının içinde bulunan Atman aynı varlıktır. “Tat tvam asi (sen O’sun) ve aham Brahma asmi (ben Brahma’yım)” bu durumun formülüdür yani evren Brahma’dır, Brahma da Atman’dır. Atman Evren’dir. Bilge Şandilya bunu şöyle açıklamaktadır: “Elbette var olan her şey Brahma’dır.[12] Onda var olan, onda son bulan, onda soluyan insan ona tapınsın… Akıl olarak, vücutta Prana olarak gözükür; biçimi ışıktır, düşüncesi gerçektir, ruhu boşluktur; tüm işleri, tüm istekleri, tüm korkuları, tatları kapsar; tüm dünyayı içine alır, konuşmaz, kayıtsızdır. Kalbimdeki Atman (öz) bir pirinç tanesinden, arpa tanesinden, bir hardal çekirdeğinden daha küçüktür. Kalbimdeki öz, yeryüzünden, hava boşluğundan, gökyüzünden, bütün dünyalardan daha büyüktür… Bu öz Brahma’dır. Bu dünyadan ayrıldığımda ona kavuşacağım.” [13] Upanişadlarda Atman; Udgitha, Praca-pati ve Prana gibi pek çok kavramla bir tutulur. Burada ilginç olan Atman kavramının İlkçağ Yunan felsefesindeki Arkhe’ye çok benzemesidir. İmdi Arkhe’yi de “meydana gelmiş yok olmayacak olan varlık, kendi kendisiyle özdeş kalan, kalıcı olan ana madde”[14]ve diğer bütün varlıkların kendisinden türediği kaynak madde olarak tanımlarsak bu iki kavram arasındaki benzerlikler oldukça fazladır. Upanişadlarda Atman pek çok şeyle özdeşleştirilse de aslında “Atman ne budur, ne şudur (neti neti)”.[15]
[1] Kitabı Mukaddes, Kitabı Mukaddes Şirketi, İstanbul 1997, s. 76 (Çıkış 20: 3-17). Her ne kadar metnin ilk kısımlarında Rab kıskançlık ve nefret dolu bir söylemde bulunuyorsa ve bu kısmın ‘iyilik’le ilgisi biraz tartışmalı gözükse de en azından metnin benim koyulaştırdığım kısımları Kant’ın kategorik imperatiflerine az çok benzemektedir. İbrahimi anlatının metinlerinde ‘iyi’ olarak kabul edecek pek çok başka örnek olmasına rağmen dediğim gibi ‘on emri’ üzerine pek çok Hollywood filmi çekilecek kadar bilindik olduğu için tercih ettim. (The Ten Commandments/On Emir, 1923; ‘The Bible’, 1966; Dekalog /10 Kısa Film, 1989-1990, Krzysztof Kieślowski; ‘Moses’, TV, 1995, Ben Kingsley; ‘The Prince of Egypt’, Anime, 1998 ‘The Ten Commandments’ Anime, 2007.)
Ayrıca, Kitabı Mukaddes’ten yaptığım bütün alıntılarda kitabın yukarıda bahsi geçen yayınından faydalanacağımdan yapacağım alıntılarda bu kitaptaki sayfa numarasını değil Kitabı Mukaddes’teki alıntıyla ilgili kitabı, pasajı ve ayet numaralarını belirtmekle yetineceğim.
[2] Ramayana gibi.
[3] Upanishadlar, çev. Korhan Kaya, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2008, s. xii. Bu kitaptan oldukça fazla alıntı yapacağımdan bundan sonra dipnotlarda sadece Upanishadlar diye bahsedeceğim.
[4] Burada eski Yunanlılarda da belirsiz ve bulanık bir biçimde bir üstün güç (moira-pay ve pay veren) tasavvurunun olduğunu ve bu tasavvurun belirsizliğinden ötürü sonradan Moiralar adında üç tanrıça olarak evrildiğinden de bahsetmek yerinde olacaktır. Birincisi Klotho’dur. Bu sözcük fiil olarak ‘yaşam ipliğini eğirmek’ anlamına gelir. İkincisi Lakhesis‘tir, anlamı yazgıdır. Üçüncü Atropos da, geri adım atmaz, bildiğinden şaşmaz, bükülmez anlamlarını içerir. Hesiodos onları ‘yaşama paylarımızı düzenleyenler’ olarak tanımlar. Moiralar, Zeus ve Themis‘in kızları, Horalar‘ın kardeşleridir. Kimi yerlerde kerlerle bir tutulurlar. İnsanların yazgıları, Moiralar’ın yaşadıkları sarayda demir ve tunç üzerine kazınmıştır. Hiçbir şey silemez onları. Zeus’un bile gücü yetmez onların verdiği kararı değiştirmeye.
[5] Upanishadlar, s. 35.
[6] Upanishadlar, s.10.
[7] Agy, s.12.
[8] Nivid: Tanrılara sunulmuş eski ve kısa yakarışlar.
[9] Vas, ‘barınmak’ eylemiyle yakınlık kurulmaya çalışılıyor.
[10] Rud, ‘ağlamak’ eylemiyle yakınlık kurulmaya çalışılıyor.
[11] Agy, s. 43,44
[12] Sarvam khalu idam Brahma (Çhandogya Upa. III, 14).
[13] Upanishadlar, s. xii.
[14] Macit Gökberk, Felsefe Tarihi, Remzi Kitabevi, Ankara 1998, s. 20.
[15] Upanishadlar, s. 46.