Anasayfa > Books / Kargakara > İbrahimi Anlatı (2)

İbrahimi Anlatı (2)

İBRAHİM

İmdi İbrahimi anlatının, bundan sonraki bütün ‘peygamberlerin’[1] ve ‘milletlerin’ atası olması bakımından bu denli önemli olan İbrahim’in Hikâyesi’ne geçelim. Burada Tanah’da cevabını bulamadığımız bir soruyla karşılaşılmaktadır. Tanrı neden İbrahim’i seçmiştir? Tanah’da cevabını bulamadığımız bu soruya Kuran birçok surede ayrıntılı olarak cevap vermiştir. Kuran’a göre İbrahim’i özel kılan onun putlara tapan bir kavim içinde olmasına rağmen kendi akıl yürütmesiyle tek Tanrı fikrine varması ve bu yüzden içinde yaşadığı toplumla -hatta babasıyla- çatışmaya girmesidir. En’am suresindeki bir pasajda şöyle yazar: “İbrahim, babası Âzer’e demişti[2] ki: ‘Sen putları tanrı mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve kavmini açık bir sapıklık içinde görüyorum.’ Böylece biz İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını) gösteriyorduk ki, kesin inananlardan olsun. Üzerine gece bastırınca, bir yıldız gördü: ‘Rabb’im budur’ dedi. Yıldız batınca da: ‘Ben batanları sevmem’ dedi. Ay’ı doğarken gördü: ‘Rabb’im budur’ dedi. O da batınca: ‘Yemin ederim ki, Rabbim bana doğru yolu göstermeseydi, elbette sapıklığa düşen topluluktan olurdum’ dedi. Güneş’i doğarken görünce: ‘Rabb’im budur, bu hepsinden büyük’ dedi. O da batınca dedi ki: ‘Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan var edene çevirdim ve artık ben asla Allah’a ortak koşanlardan değilim’. Kavmi onunla tartışmaya başladı. O da onlara dedi ki: ‘Beni doğru yola eriştirdiği halde Allah hakkında benimle mücadele mi ediyorsunuz? O’na ortak koştuklarınızdan hiç korkmuyorum, ancak Rabbimin dilediği şey hariç. Rabbim ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Hiç düşünmez misiniz? Hakkında hiçbir delil indirmediği halde, siz Allah’a ortak koşmaktan korkmuyorsunuz da, ben sizin ortak koştuklarınızdan nasıl korkarım?’ Eğer bilirseniz söyleyin, bu iki topluluktan hangisi güven içinde olmaya daha layıktır? İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar… İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır. İşte bunlar, kavmine karşı İbrahim’e verdiğimiz delillerimizdir.[3] Dilediğimizi derecelerle yükseltiriz.[4] Muhakkak Rabbin hikmet sahibidir, bilendir. Biz ona İshak’ı ve Yakub’u da hediye ettik: Hepsine de doğru yolu gösterdik. Nitekim daha önce Nuh’a ve onun soyundan Davud’a, Süleyman’a, Eyyub’a, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da yol göstermiştik. Biz güzel davrananlara böyle karşılık veririz. Zekeriyya, Yahya, İsa ve İlyas’a da (hidayet ettik). Hepsi de salih kullarımızdandı. İsmail, Elyesa, Yunus ve Lut’u[5] da (hidayete erdirdik). Hepsini âlemlere üstün kıldık. Babalarından, çocuklarından ve kardeşlerinden bazılarını da (üstün kıldık). Onları seçtik ve doğru yola ilettik.”[6] Meryem suresinde İbrahim’in babasıyla olan çatışması daha derinlemesine işlenir ve ayrıca İbrahim’e geçmiş yaşına rağmen İbrani peygamberlerin atası olacak olan oğlu İshak’ın bağışlanma sebebi de temellendirilir: “Kur’ân’da İbrahim’i(n kıssasını da) an.[7] Şüphesiz ki o, sıddık(özü, sözü doğru) bir peygamberdi. O, bir zaman babasına şöyle demişti: ‘Babacığım! İşitmeyen, görmeyen ve sana hiçbir faydası olmayan şeylere niçin tapıyorsun? Babacığım! Doğrusu sana gelmeyen bir ilim[8] bana geldi. O halde bana uy da, seni doğru bir yola eriştireyim. Babacığım! Şeytan’a tapma, çünkü Şeytan, Rahmân (olan Allah)a âsî oldu.[9][10] Babacığım! Doğrusu ben korkarım ki, sana Rahmân’dan bir azab dokunur da şeytana (cehennemde arkadaş) olursun.’[11] Babası ‘Ey İbrahim! Sen benim ilâhlarımdan yüz mü çeviriyorsun? Yemin ederim ki, eğer (onları kötülemekten) vazgeçmezsen, seni muhakkak taşlarım (gerçekten veya söz ile sana taş atarım). Haydi uzun bir müddet benden uzak ol’ dedi. İbrahim şöyle dedi: ‘Selâm sana olsun, senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim. Çünkü o, bana çok lütufkârdır.[12] Ben, sizden ve Allah’dan başka taptığınız şeylerden çekilip ayrılırım da Rabbime dua (ibadet) ederim. Rabbime yalvarışımda mahrum kalmayacağımı umarım.’ İbrahim, kavminden ve onların Allah’dan başka ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca, biz ona İshak’ı ve (İshak’ın oğlu) Yakub’u ihsan ettik. Ve hepsini de peygamber yaptık. Biz onlara rahmetimizden lütuflarda bulunduk. Hepsine de dillerde güzel ve yüksek bir övgü[13] verdik.”[14] Kuran’da hikâyenin devamında İbrahim’in inancı uğruna babası ve kavmiyle çatışması nihayetinde onu halkının inandığı putları kırması eylemine götürür. Hikâyenin bu kısmını Kuran’dan Enbiya ve Saffat surelerinden kurgulayarak alıntılayalım:

“And olsun ki biz daha önce İbrahim’e de rüşdünü[15] vermiştik (akla uygun olanı göstermiştik). Biz onu biliyorduk. O zaman o, babasına ve kavmine: ‘Bu tapınıp durduğunuz heykeller nedir?’ demişti. Onlar: ‘Biz atalarımızı bunlara tapar bulduk’ dediler. İbrahim: ‘And olsun ki sizler de, atalarınız da apaçık bir sapıklık içindesiniz’ dedi. Onlar : ‘Sen bize gerçeği mi getirdin (Sen ciddi mi söylüyorsun), yoksa şaka mı ediyorsun?’ dediler. O şöyle dedi: ‘Hayır Rabbiniz göklerin ve yerin Rabbidir ki onları O yaratmıştır. Ben de buna şahidlik edenlerdenim. Allah’a yemin ederim ki, siz arkanızı dönüp gittikten sonra, ben putlarınıza elbette bir tuzak kuracağım.’”[16]

“O zaman arkalarını dönerek başından kaçışıverdiler. Derken bir kurnazlıkla onların ilâhlarına vardı da, ‘Buyursanıza, yemez misiniz?’ dedi. (Cevap vermediklerini görünce de): ‘Neyiniz var da konuşmuyorsunuz?’ (dedi). Nihayet bir yolunu bulup onlara kuvvetli bir darbe indirdi.”[17]

“Derken o, bunları parça parça etti. Yalnız kendisine başvursunlar diye onların büyüğünü sağlam bıraktı.[18] (Kavmi) ‘Tanrılarımıza bunu kim yaptı? Doğrusu o zalimlerden biridir.’ dediler. (Bazıları) ‘İbrahim denen bir gencin, onları diline doladığını duymuştuk’ dediler. ‘O halde onu insanların gözleri önüne getirin, olur ki (aleyhinde) şahidlik ederler’ dediler. (İbrahim gelince ona) ‘Ey İbrahim! Bunu tanrılarımıza sen mi yaptın?’ dediler. İbrahim: ‘Belki onu şu büyükleri yapmıştır, konuşabiliyorlarsa onlara sorun’ dedi. Bunun üzerine vicdanlarına dönüp (kendi kendilerine)[19] dediler ki: ‘Doğrusu siz haksızsınız.’ Sonra yine (eski) kafalarına döndüler:[20] ‘And olsun ki (ey İbrahim!) bunların konuşmayacağını (sen de) bilirsin’ dediler. (İbrahim) dedi: ‘O halde, Allah’ı bırakıp da size hiçbir fayda ve zarar veremeyecek olan putlara mı tapıyorsunuz?[21] Size de, Allah’ı bırakıp taptıklarınıza da yazıklar olsun, siz hâlâ akıllanmayacak mısınız?’ Onlar: ‘Bir şey yapacaksanız, şunu yakın da tanrılarınıza yardım edin’ dediler. Biz: ‘Ey ateş! İbrahim’e karşı serin ve zararsız ol’[22][23] dedik. Ona düzen kurmak istediler, fakat biz kendilerini daha fazla hüsrana uğrattık.[24] Onu da, Lût’u da, âlemler için[25] bereketli ve kutsal kıldığımız yere ulaştırıp kurtardık. Ona (İbrahim’e) İshak’ı,[26] üstelik bir de Yakub’u ihsan ettik ve her birini salih kimseler kıldık. Onları buyruğumuz altında (insanlara) doğru yolu gösterecek önderler kıldık. Kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar bize kulluk eden kimselerdir.”[27]

Tanah’da İbrahim’le ilgili bu kıssalara hiç rastlanmamaktadır. Tanah’a göre İbrahim’in babası Tenah yetmiş yaşındayken halihazırda çocukları İbrahim, Nahor ve Hara’ya (Lut’un babası) sahiptir. Ur şehrindelerken İbrahim Saray’ı kendisine karı olarak alır. Lakin Saray kısırdır. Tenah yanında İbrahim, Lut ve gelini Saray olmak üzere Harran’a göçer. Daha sonra Tanah’ın anlatımına göre İbrahim Tanrı’nın isteğiyle yetmiş beş yaşındayken Lut, Saray ve malı mülkü ile Kenan diyarına doğru yola çıkar. Babası Tenah ise iki yüz beş yaşında Harran’da ölecektir. Eğer Kuran ve Tanah’daki anlatımlar arasında tutarlı bir ilişki olduğunu farz edersek İbrahim’in babasıyla ve içinde yaşadığı şehrin halkıyla çatıştığı yer Harran olsa gerektir. Matematiksel olarak İbrahim doğduğunda Tenah en az yetmiş yaşındaysa İbrahim yetmiş beş yaşında Harran’dan göç ettiğinde babası Tenah henüz yüz kırk beş yaşında olsa gerektir. Tenah iki yüz beş yaşında öldüğüne göre İbrahim’in babası ölmeden Harran’ı terk ettiği düşünülebilir ki bu durumda aralarında Kuran’da geçtiği şekilde bir çatışma olması Tanah’la da tutarlı bir hal alır.

Kuran’a bakarsak Lut’un amcası İbrahim’le Harran’ı terk etmesi kendi isteğiyledir ki Ankebut suresinde İbrahim şehrin halkına, “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatına has muhabbet uğruna Allah’ı bırakıp birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü (geldiğinde) ise, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir. Varacağınız yer cehennemdir. Ve hiç yardımcınız da yoktur”[28]dediğinde Lut da şöyle der: “Ben Rabbime hicret edeceğim.[29] Şüphe yok ki O çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.”[30]

İbrahim yanındakilerle Kenan diyarına gelir; Şekem’deki More meşesine kadar gelir. Burada Rab, İbrahim’e bu memleketi onun zürriyetine vereceğini söyler. Daha sonra İbrahim Beytel’in doğusuna hareket ederek Beytel ve Ay arasına yerleşir. Buradan da güneye[31] göçüne devam eder. Memlekette kıtlık olunca mahiyetiyle Mısır’a göç eder ve Mısır’a girecekken karısı Saray’a şöyle der: “İşte, biliyorum ki, sen görünüşü güzel bir kadınsın; ve olur ki, Mısırlılar seni görünce: Bu onun karısıdır, derler; ve beni öldürürler, fakat seni sağ bırakırlar. Senin yüzünden bana iyi davranılsın, ve senin sebebinle canım yaşasın diye: Onun kızkardeşiyim, de.”[32] İbrahim ve mahiyeti Mısır’a girince Mısırlılar Saray’ın güzelliğini fark ederler ve onun güzelliğini Firavun’a methederler. Firavun da Saray’ı yanına sarayına alır ve onu İbrahim’in sadece kardeşi[33] zannettiği için İbrahim’e iyi davranır ve bu sayede İbrahim’in ‘koyunları, sığırları ve eşekleri, ve köleleri ve cariyeleri, ve dişi eşekleri, ve develeri’ olur. Fakat Rab bu durumdan dolayı Firavun’un sarayını ‘vurur’ ve bunun üzerine Firavun, İbrahim’i çağırır. Ona sitem ederek der ki: “Bana bu yaptığın nedir? Bu senin karın olduğunu niçin bana bildirmedin? Niçin: Bu benim kızkarde-şimdir, dedin, ben de onu karı olarak aldım? Ve şimdi, işte karın, al ve git.”[34] Bunun üzerine İbrahim, karısı Saray, yeğeni Lut ve Mısır’da edinmiş olduğu malı mülküyle beraber Mısır’dan çıkıp Bey-tel ve Ay arasına tekrar geri döner. Fakat İbrahim’in ve Lut’un hayvanları çok olduğundan burası ikisine dar gelmeye başlamıştır. Öyle ki sürü çobanları arasında çekişmeler yaşanır. Bunun üzerine İbrahim Lut’a der ki: “Rica ederim, benimle senin aranda ve benim çobanlarımla senin çobanların arasında çekişme olmasın; çünkü biz kardeşiz. Bütün memleket senin önünde değil mi? rica ederim, benden ayrıl; eğer sola gidersen, ben sağa, ve eğer sağa gidersen ben sola giderim.”[35] Böylece Lut doğuya doğru göç ederek Sodom’a yerleşir. Lut gittikten sonra Tanrı İbrahim’e bulunduğu yer ve çevresini ebediyen ona ve zürriyetine vereceğini; zürriyetini ‘yerin tozu’ gibi çoğaltacağın söyler ve ondan kendisine vereceği bu memleketi gezmesini ister. İbrahim de Hevron’da bulunan Mamre meşeliğine gidip yerleşir. Bu sırada Lut’un yerleşmiş olduğu Sodom’da, Sodom kralı ve Gomorra, Adma, Tseboim ve Bela kralları ile Elam, Goyim, Şinar ve Ellasar kralı arasında bir savaş olur. Bu savaşta Sodom ve Gomorra krallarının olduğu taraf yenilgiye uğrayınca kazanan krallar Sodom ve Gomorra’yı yağmalarlar; Lut’u ve onun malını mülkünü de alırlar. Yeğeni Lut’un esir düştüğünü duyan İbrahim ‘yüz on sekiz uşağı’ndan oluşan ordusuyla kazanan dört krala karşı savaşa tutuşur ve Lut ile halkını kurtarır. Bu zaferden sonra Şave Vadisi’nde (Krallar Vadisi) Sodom Kralı ve Salem Kralı Melkisedek -ki kendisi Yüce Allah’ın kâhinidir- onu karşılarlar; Melkisedek ekmek ve şarap çıkarıp onu kutsar ve “Göklerin ve yerin sahibi Yüce Allah tarafından Abram mübarek olsun; ve senin düşmanlarını eline teslim eden Yüce Allah mübarek olsun”[36] diyerek ona her şeyden ondalık verir. Sodom kralı da “Canları bana ver, ve malı kendine al”[37] diye bir teklifte bulunur İbrahim’e. Buna karşı İbrahim şöyle der: “Göklerin ve yerin sahibi Yüce Allah’a, RABBE, ne bir iplik, ne bir çarık bağı, ne de sana ait bir şeyi almamağa elimi kaldırdım, ta ki: Abramı zengin ettim, demiye-sin. Ancak gençlerin yediklerinden, ve benimle giden adamların, Aner, Eşkol ve Mamrenin payından başkası bana olmasın; bunlar paylarını alsınlar.”[38]

Bu olaylardan sonra bir gün İbrahim rüyasında Tanrı’yla konuşur. Tanrı ona “Ey Abram, korkma; ben sana kalkanım, senin çok büyük mükafatınım”[39] der. Abram da O’na der ki: “Ya RAB Yehova, bana ne vereceksin? Ben çocuksuz gidiyorum, ve evimin sahibi bu Şamlı Eliezer olacaktır. İşte, bana zürriyet vermedin; ve işte evimde doğan benim mirasçım olacaktır.”[40] Tanrı, ona, “Bu senin mirasçın olmayacak; ancak senin sulbünden çıkacak olan senin mirasçın olacaktır. Şimdi göklere bak, ve eğer yıldızları sayabilirsen, onları say; zürriyetin böyle olacaktır. Bu diyarı miras almak üzere, onu sana vermek için seni Kildanilerin Ur şehrinden çıkaran RAB benim”[41] der. İbrahim O’na, “onu miras aldığımı ne ile bileceğim”[42] diye sorunca Tanrı ona bir inek, bir keçi, bir koç, bir kumru ve bir güvercin ‘almasını’ söyler. İbrahim de kuşlar dışındakileri ‘ortadan yarıp’ her yarımı ötekinin karşısına koyar. Yırtıcı kuşlar cesetlerin üzerine gelince onları kovar, lakin gün batarken uyuyakalır ve ‘üzerine bir dehşet, koyu karanlık’ düşer. O zaman Tanrı ona der ki: “İyi bil ki, senin zürriyetin kendilerinin olmıyan bir memlekette garip olacak, ve onlara kulluk edecekler, ve kendilerine dört yüz yıl cefa edecekler; ve kulluk edecekleri millete ben hükmedeceğim; ve ondan sonra büyük malla çıkacaklardır.[43] Fakat sen atalarına selametle gideceksin; güzel ihriyarlıkla gömüleceksin. Ve dördüncü nesilde buraya döneceklerdir; çünkü Amorilerin[44] fesadı henüz tamam olmamıştır.”[45]

Kısır olan Saray İbrahim’e, “İşte, RAB beni doğurmaktan alıkoydu; rica ederim, cariyemin yanına gir, belki ondan çocuklarım olur”[46] der. Böylece İbrahim, Hacer’i de karısı olarak alır ve Kenan diyarındaki onuncu yıllarında Hacer gebe kalır. Bundan sonra Saray cariyesi Hacer’in gözünde küçülünce Saray, İbrahim’e şöyle der: “Bana olan tecavüz senin üzerine olsun; cariyemi senin koynuna ben verdim; gebe kaldığını görünce, onun gözünde ben küçüldüm, seninle benim aramda RAB hükmetsin.”[47] İbrahim de ona “İşte cariyen senin elindedir; gözünde iyi olanı kendisine yap”[48] der. Bunun üzerine Saray, Hacer’e kötü davranmaya başlar ve Hacer hanımının yanından kaçar. Şur yolundaki pınarın yanında bir melek onu bulup nereden gelip nereye gittiğini sorar. Hacer de hanımının yanından kaçtığını söyler. Bunun üzerine melek, ona, “Hanımına dön, ve onun elinin altında boyun iğ. Senin zürriyetini çoğalttıkça çoğaltacağım, ve çokluğundan sayılmayacaktır. İşte sen gebesin, ve bir oğul doğuracaksın, ve onun adını İsmail[49] koyacaksın, çünkü RAB sana olan cefayı işitti. Ve o insanlar arasında yabani adam olacaktır; onun eli herkese karşı ve herkesin eli ona karşı olacak ve bütün kardeşlerinin şarkında sakin olacaktır”[50] der. Böylece Hacer hanımının yanına geri döner ve bir süre sonra bir oğlan çocuğu doğurup adını İsmail koyar.

Bundan on bir yıl sonra İbrahim doksan dokuz yaşında iken Tanrı ona görünür, onunla ahdini sabit kılacağını, onu milletlerin atası yapacağını söyledikten sonra bu ahdin bir alameti olarak onun soyundan gelen ve yanında olan her erkeğin sünnet olmasını şart koşar. Sonra da şöyle der: “Senin karın Saray’a gelince, onun adını Saray çağırmıyacaksın, fakat onun adı Sara[51] olacaktır. Ve onu mübarek kılacağım, ve ondan da sana bir oğul vereceğim; evet, onu mübarek kılacağım, ve milletlerin anası olacaktır; kavmların kralları ondan olacaklardır.”[52] Bunu duyan İbrahim şaşırır ve içinden, ben gibi yüz yaşında bir adamla doksan yaşında bir kadının çocuğu olabilir mi? diye geçirir ve Tanrı’ya “Keşke İsmail senin önünde yaşayabilse!”[53] der. Bunun üzerine Tanrı der ki: “Gerçek senin karın Sara sana bir oğul doğuracak; ve onun adını İshak[54]koyacaksın; ve onunla ve ondan sonra zürriyetile ahdimi ebedi kılacağım. Ve İsmail’e gelince, seni işittim; işte, onu mübarek kıldım, ve onu semereli edeceğim, ve onu ziyadesile çoğaltacağım; on iki beyin babası olacak, ve onu büyük millet edeceğim. Fakat gelecek yıl bu muayyen vakitte Sara’nın sana doğuracağı İshakla ahdimi sabit kılacağım.”[55][56] Bu konuşmadan sonra İbrahim kendi dahil evindeki bütün erkekleri sünnet ettirir. Daha sonra İbrahim’in çadırının kapısında otururken üç adam görür. Onları karşılar ve yerlere eğilerek, “Ey efendim, şimdi gözünde lütuf buldumsa, kulunun yanında kalmadan geçme; şimdi biraz su getirilsin, ve ayaklarınızı yıkayın, ve ağaç altında dinlenin; bir parça ekmek getireyim de yüreğinizi kuvvetlendirin; ve ondan sonra geçersiniz, madem ki kulunuza geldiniz[57] der.[58] Bu üç adam İbrahim’in teklifini kabul ederler ve İbrahim’in onlara sunduğu yemekleri yerler.[59] Bu sırada İbrahim ve Sara’ya gelecek yıl bu zamanlar bir çocukları olacağını müjdelerler. Sonra Sodom ve Gomorra’ya doğru yola çıkarlar ve İbrahim onlara eşlik etmektedir. Tanrı bu melekleri günaha batmış olan Sodom ve Gomorra’yı yok etmek için göndermiştir ve sevgili kulu İbrahim’den bunu gizlemeyi uygun bulmaz ve ona der ki: “Sodom ve Gomorra’nın feryadı büyük, ve onların günahı çok ağır olduğu için, şimdi ineceğim, ve bana gelen feryadına göre tamamen yaptılar mı göreceğim; ve eğer yapmadılarsa bileceğim.”[60] Bunun üzerine İbrahim, Tanrı’yla bu şehirlerdeki insanlar için pazarlığa tutuşur ve der ki: “Salihi[61] kötü ile beraber yok mu edeceksin? Belki şehrin içinde elli salih vardır; içinde olan elli salih için bağışlamayıp yeri yok edecek misin? Böyle yapmak senden ırak olsun, salih de kötü olsun diye, salihi kötü ile beraber öldürmek senden ırak olsun; bütün dünyanın Hâkimi adalet yapmaz mı?”[62] Bu pazarlık Tanrı’nın Sodom ve Gomorra’da on tane ‘salih’ kişi olması halinde onların hatrı için bu şehirleri yok etmeyeceğine söz vermesiyle son bulur ve İbrahim evine döner. İki melek[63] So-dom’a vardığında Lut onları şehrin kapısında karşılar ve tıpkı İbrahim gibi yerlere kapanarak evine davet eder. Melekler önce şehrin meydanında kalacaklarını söyleseler de Lut’un ısrarları sonucu onun evine gelirler. Lut evinde onlara ziyafet verir. Fakat melekler yatmadan gencinden yaşlısına bu iki adamın Lut’un evine gittiğini gören ya da haber alan Sodom’un erkekleri Lut’un kapısına dayanırlar ve ondan misafirlerini kendilerine vermesini isterler. Amaçları bu misafirleri ‘bilmektir’.[64] Lut onlara misafirleri yerine ‘bilmek’ üzere iki kızını önerir. Fakat Sodomlular bu teklifi kabul etmezler ve sonradan şehre gelen bir göçmen olmasına karşın Lut’un kendilerine karşı gelmesine sinirlenerek kapıyı kırmaya yeltenirler. Bunun üzerine melekler kapıya dayanan So-domluları kör ederler ve Lut’a derler ki: “Senin burada daha kimin var? Damatlarını ve oğullarını ve kızlarını ve şehirde sana ait olanların hepsini bu yerden çıkar; çünkü biz bu yeri harap edeceğiz, çünkü RABBİN önünde onların feryadı büyümüştür; ve RAB onu harap etmek için bizi gönderdi.”[65] Lut durumu ev halkına anlatır; ama damatları ona inanmazlar. Seher vakti olunca melekler, ona, “Kalk, karını ve buradaki iki kızını al, yoksa şehrin fesadı içinde yok olursun”[66] diyerek ondan acele etmesini isterler. Fakat Lut yavaş davranınca onu, karısını ve kızlarını şehrin dışına götürürler. Orada da ona, “Canın için kaç; arkana bakma, ve bütün Havzada durma; dağa kaç; yoksa telef olursun”[67] derler. Buna karşılık Lut, “Aman efendim! İşte, şimdi kulun senin gözünde inayet buldu, ve ca-nımı yaşatmakla bana yaptığın lütfunu büyük ettin; fakat dağa kaçamam, yoksa kötülük bana yetişir, ve ölürüm. İşte şimdi bu şehir, oraya kaçmak için yakındır, ve o küçüktür. Şimdi oraya kaçayım (o küçük değil mi?), ve canım yaşar.”[68] der. Bunun üzerine Tanrı onun bu ricasını kabul eder ve en kısa zamanda bu konuşmadan dolayı adı Tsoar (Küçük) anılacak olan şehre varmasını ister. Lut güneş doğarken Tsoar’a varır. O varınca Tanrı Sodom ve Gomorra üzerine kükürt ve ateş yağdırarak bu şehirleri yok etmeye başlar. Bu sırada Meleklerin arkaya bakmama uyarısına rağmen geriye dönüp bakan Lut’un karısı ‘tuz direği’ olarak ölür. Tsoar’da durmaktan korkan Lut, kızlarını da alarak dağa çıkar ve bir mağaraya yerleşirler. Burada iki kız, memlekette erkek kalmadığından babalarıyla yatarak zürriyetlerini devam ettirmeye karar verirler. Böylece babalarını sarhoş ederek ikisi de gebe kalırlar ve ikisi de birer oğlan çocuğu doğururlar. Büyük kızın doğurduğu Moab Moablılar’ ın; küçük kızın doğurduğu Ben-ammi ise Ammon oğullarının atası olacaktır.

Böylece İbrahimi anlatının Lut’la ilgili kısmı sona erer ve hikâye başroldeki İbrahim’le devam eder. İbrahim güneye Kadeş ve Şur arasındaki Gerar’a göçer. Mısır’da olduğu gibi burada da Sara’yı yalnızca kızkardeşi olarak tanıtır. Gerar Kralı Abimelek, Sara’yı kendine karı alır fakat henüz onunla ‘yakınlaşmadan’ Tanrı Abimelek’in rüyasına girip ona şöyle der: “Aldığın karı sebebile, işte, sen bir ölüsün; çünkü o bir adamın karısıdır.”[69] Abimelek buna cevaben, “Ya Rab, Salih bir milleti de öldürecek misin? Kendisi bana: Bu kızkardeşimdir, demedi mi? Ve kadın, kendisi de: O kardeşimdi, dedi; yüreğimin kemalinde ve ellerimin suçsuzluğu ile bunu yaptım”[70] der. Bunun üzerine Tanrı, ona, “Ben de yüreğinin kemalinde bunu yaptığını biliyorum, ben de seni bana karşı günah işlemekten alıkoydum, bunun için seni ona dokunmağa bırakmadım. Ve şimdi adamın karısını geri ver; çünkü o peygamberdir, ve senin için dua eder, ve yaşarsın; fakat eğer geri vermezsen, bil ki, sen ve sana ait olanların hepsi mutlaka öleceksiniz”[71] der. Bunun üzerine Abime-lek, sabah erkenden kalkıp maiyetine durumu anlatır. Etrafındaki adamlar da çok korkarlar ve Abimelek, İbrahim’i çağırıp ona der ki: “Bize ne yaptın? Sana karşı ne işle günah ettim de, üzerime ve ülkem üzerine büyük günah getirdin? Bana yapılmaz işler yaptın. Ne gördün de, bu işi yaptın?”[72] İbrahim şöyle cevap verir: “Çünkü: Gerçekten bu yerde Allah korkusu yoktur; ve karım yüzünden beni öldürecekler, dedim. Ve gerçekten de kızkardeşimdir, kendisi babamın kızıdır, fakat annemin kızı değildir; ve benim karım oldu; ve vaki oldu ki, Allah beni babamın evinden gurbete çıkardığı zaman, kendisine dedim: Gideceğimiz her yerde benim için: Bu benim kardeşimdir, de; bana edeceğin lütuf budur.”[73] Bunun üzerine Abimelek, İbrahim’e Sara’nın yanı sıra koyunlar, sığırlar, köleler ve cariyeler verip ona ülkesinde istediği yerde oturması için izin verir. Sara’ya da der ki: “İşte, kardeşine bin parça gümüş verdim; işte, bu senin için yanında olanların hepsinin gözünde örtüdür; ve bütün adamların önünde sen suçsuz olursun.”[74]İbrahim de Tanrı’ya Abimelek, Abimelek’in karısı ve cariyelerine şifa vermesi için dua eder. Çünkü Sara’yla evlendiği için Tanrı ‘Abimelekin evindeki bütün rahimleri tamamen kapamıştı’r. Böylece Abimelek ve ev halkının üzerindeki lanet kalkar.

Tanrı’nın söz verdiği üzere Sara gebe kalır ve o muayyen vakitte bir oğul doğurur ve adını İshak koyar. Sara, Hacar ve İsmail hakkında İbrahim’ e şöyle der: “Bu cariyeyi ve oğlunu dışarı at; çünkü bu cariyenin oğlu benim oğlumla, İshak’la beraber mirasçı olmayacaktır.”[75] Böylece İbrahim daha önce de bahsettiğimiz gibi Hacar ve İsmail’i evinden gönderir.

Bir süre sonra Abimelek ve ordu komutanı Fikol, İbrahim’in yanına gelirler. Anlaşılan İbrahim’in maiyetinin gücünden çekinmektedirler ki ona bir anlaşma önerirler: “Yapmakta olduğun her şeyde Allah seninledir; ve şimdi Allah hakkı için bana yemin et ki, bana ve oğluma ve oğlumun oğluna hile ile davranmayacaksın; fakat benimle ve içinde olduğun memleketle sana yaptığım lütufa göre muamele edeceksin.”[76] Bunun üzerine İbrahim ve Abimelek bir anlaşmaya varırlar.

Bir zaman sonra Tanrı, İbrahim’i denemek için ondan oğlu İshak’ı Moriya diyarında kurban etmesini ister. Böylece İbrahim sabah erkenden oğluyla buraya yola çıkar. Durumdan habersiz olan İshak, İbrahim’e, “Ey baba, işte ateş ve odun; fakat yakılan kurban için kuzu nerede?”[77] diye sorar. İbrahim de ona, “Oğlum, yakılan kurban için kuzuyu Allah kendisi tedarik eder”[78] der. Nihayet malum yere varılınca İbrahim, İshak’ı bağlayıp ve bıçağı boğazına dayadığında göklerden bir melek gelir ve der ki: “Elini çocuğa uzatma, ve ona bir şey yapma; çünkü şimdi bildim ki, sen Allah’dan korkuyorsun, ve kendi biricik oğlunu benden esirgemedin.”[79] Bunun üzerine İbrahim başını kaldırıp bakınca çalılar arasında bir koç görür ve oğlu yerine onu kurban eder. Böylece İbrahim, Tanrı’nın sınamasından başarıyla çıkarak oğlu İshak’la evine döner; ve hikâye tatlıya bağlanmış olur.[80]

Sara yüz yirmi yedi yaşında ölür. İbrahim de iyice ihtiyarlamıştır ve ölmeden oğlunun mürüvvetini görmek istemektedir. Evinin kahyası olan kölesini çağırıp ona der ki: “Rica ederim, elini uyluğumun altına koy, ve göklerin Allah’ı, ve yerin Allah’ı RABBİN hakkı için sana yemin verdiririn ki, içinde oturmakta olduğum Kenanlıların kızlarından oğluma kadın almıyacaksın; fakat benim memleketime, ve akrabama gideceksin, ve oğlum İshak için bir kadın alacaksın.”[81] Köle sorar: “Belki kadın benim ardımca bu diyara gelmeğe razı olmaz; oğlunu çıktığın diyara mutlaka götürmeli miyim?”[82] İbrahim cevaben der ki: “Sakın oğlumu oraya götürme. Beni babamın evinden, ve doğduğum memleketten alan ve: Bu diyarı senin zürriyetine vereceğim, diyerek bana söyleyip yemin eden göklerin Allah’ı, RAB, senin önünde meleğini gönderecek, ve oradan oğlum için bir kadın alacaksın. Ve eğer kadın senin ardınca gelmeğe razı olmazsa, sen de bu yeminimden serbest olursun, yalnız oğlumu oraya götürmiyeceksin.”[83]Böylece köle yanına on tane deve alarak Mezopotamya’ya İbrahim’in kardeşi Nahor’un şehrine[84] gider. Orada kadınların su almak için geldikleri kuyunun yanında develerini çöktürüp şöyle der: “Ya RAB, efendim İbrahimin Allah’ı, niyaz ederim, bugün işimi rast getir, ve efendim İbrahime lütfeyle. İşte, ben su pınarı yanında duruyorum; ve şehir halkının kızları su çekmek için çıkıyorlar; ve vaki olsun ki, kendisine: Rica ederim, testini indir de içeyim, diyeceğim ve: İç ve senin develerine de içireyim, diyecek olan genç kadın, kulun İshak için tayin ettiğin olsun; ve efendime lütfeylediğini bununla bileyim.”[85] Derken köle sözünü bitirmeden Nahor’un torunu Rebeka omzunda testisiyle çıkagelir. Köle ondan su ister. Rebeka önce ona sonra bütün develerine su verir. Bunun üzerine köle ona önce ona altın bir halkayla iki bilezik verir ve sorar: “Rica ederim, bana bildir, sen kimin kızısın? Babanın evinde bizim için geceyi geçirmeye yer var mı?”[86] Rebeka cevap verir: “Ben Milka’nın Nahora doğurduğu Betuel’in kızıyım. Bizde saman da, yem de çok, geceyi geçirmek için yer de var.”[87]Bunları duyan köle secdeye vararak Tanrı’ya dua eder: “Efendim İbrahimin Allah’ı RAB mubarek olsun ki, lütfunu ve hakikatini efendimden kesmedi; ben yolda iken RAB efendimin kardeşlerinin evine bana yol gösterdi.”[88] Rebeka eve dönüp olanları kardeşi Laban’a anlatır ve Laban kölenin yanına gelip onu eve buyur eder. Evde köle önüne yemek konulunca neden geldiğini söylemeden yemek yemeyeceğini söyleyip İbrahim’e verdiği sözden kuyu başında Tanrı’ya bir yakarışına varıncaya kadar olan biten her şeyi ev halkına bir bir anlatır. Sonunda da kızı ister. Kızın babası ve erkek kardeşi bunun Tanrı’nın isteği olduğunu söyleyerek kızı verirler. Böylece İshak, Rebeka’yı karı olarak alır.

İbrahim daha sonra kendine Ketura isimli bir kadın alır ve ondan da Zimran, Yokşan, Medan, Midyan, Yişbakı ve Şuah adlarında çocukları olur. İbrahim ölmeden önce İshak dışındaki, cariyelerinden olma çocuklarını hediyeler vererek yanından doğuya doğru gönderir ve bütün her şeyini İshak’a bırakarak yüz yetmiş beş yaşında ölür. İshak ve İsmail onu gömerler ve İbrahim’in hikâyesi sona erer.

Tanah’a göre İbrahim’in Hikâyesi budur. İbrahim’in gerçek Hikâyesi hakkında ya da gerçekten yaşayıp yaşamadığı hakkında elle tutulur bir bilgiye sahip değiliz. Bildiğimiz dünyanın her yerindeki Yahudilerin geleneksel olarak; ortak soylarını İshak ve Yakup üzerinden İbrahim’e dayandıran İsrailoğullarının soyundan geldiklerine inanıyor olmaları. Kurmaca ya da gerçek olsun bizi ilgilendiren İsrailoğullarının ataları olarak gördükleri İbrahim’in şahsiyetidir. Yani İbrahim, İsrailoğullarının atası olarak nasıl bir örnek oluşturmaktadır? Eğer yapıp ettiklerinin çoğunun kurmaca olduğunu kabul edersek, İbrahim’in hikâyesinin İsrailoğullarının tarihi yaşantıları sonucu oluşmuş yaşam biçimi ve kültürlerini şifreledikleri bir mit olduğunu düşünebiliriz. Yani İbrahim’in öyküsü bize İsrailoğullarının kendilerine nasıl bir ata tahayyül ettiklerinin bilgisini verir. O halde İbrahim karakteri hakkında bir çözümlemeye girişmeden önce İsrailoğullarının kim olduğuna kısaca bir göz atmak gerekir.

[1]            İbrahim’in kardeşi Haran’dan olma yeğeni Lut’un da peygamber oluşu istisnai bir durum teşkil etmektedir. Ne ki İbrahimi anlatıda Lut üzerinde pek durulmaz; o daha ziyade İbrahim’in kıssasıyla bağlantılı ikincil bir karakter niteliği arz eder.

[2]            Bundan sonraki pasaj (74. ayet ve devamı), tahkiye yoluyla Allah’ın birliğini ve benzersizliğini ortaya koyma amacındadır. Tanah’da İbrahim’in babasının adı Azer değil, Terah olarak (ilk Müslüman şecerecilere göre Tarah veya Ta-rakh) verilmiştir. Ancak onun, tümü de anlam ve kaynak yönünden belirsiz olan daha başka bazı adlarla (veya lakaplarla) anıldığı da bilinmektedir. Bu meyanda, birçok Talmud hikâyesinde Zarah olarak anılırken, Eusebius Pamphili (MS üçüncü yüzyılın sonları ile dördüncü yüzyılın başına doğru yaşamış olan kilise tarihçisi) onun adını Aser (Athar) olarak belirtir. Kuran tefsirinin amacı açısından Talmud ve Eusebius bir otorite olarak kabul edilemeyecekleri halde, Azer lakabının (Kuran’da bir defa geçmektedir) İslam öncesi döneme ait Asar veya Zarah adlarının Arapçalaştırılmış şekli olması mümkündür.

[3]            İslam yorumcularına göre İbrahim’in tartışma ve değerlendirme tarzının Allah’ın kendi muhakeme tarzı olarak sunulması, onun ilahi bir ilhamdan kaynaklandığını göstermektedir ve bu nedenle Kuran’ın takipçileri için de geçerlidir.

[4]            İslam Yorumcularına göre; İbrahim’in, semavi varlıkları -yıldızları, ayı ve güneşi- kutsamaktan Allah’ın aşkın, kapsayıcı varlığını tam olarak kavramaya sezgi yoluyla tekamül etmesi ile sembolize edilmiş bulunan hakikati tedrici olarak kavramasına işarettir. Yine İslam yorumcularına göre “derecelerle” ifadesi, aynı zamanda, uzun peygamberler kuşağının bu öncü adının nihai olarak yükseldiği büyük ruhi mertebeyi gösteren “birçok derecelerle” şeklinde de alınabilir (bkz. Nisa 125).

[5]            Hz. İbrahim’in kardeşinin oğlu olması nedeniyle onun soyundan gelmemesine rağmen Lut ismi burada iki sebepten dolayı zikredilmiştir: birincisi, ilk gençlik çağından itibaren İbrahim’i babasının ardından giden bir çocuk gibi izlemesidir; ikincisi eski Arapça kullanımında amcanın çoğunlukla “baba” olarak ve yeğenin de “oğul” olarak tanımlanmasıdır. -İbrani peygamberleri İlyas ve Elyasa için bkz. Saffat 123 ve Esed’deki ilgili not 48.

[6]            Enam 74-87.

[7]            İslam yorumcularına göre İbrahim’den ve O’nun babasını, Allah’ın birliğini, eşsiz-ortaksız oluşunu kabule çağırma yolundaki sonuçsuz çabalarından söz eden bu bölüm, aynı bakış açısından, ölümlü bir insan olarak ve Tek ve Biricik İlah’ın, Allah’ın kulu olarak İsa’nın gerçek tabiatından söz eden bu ayetten önceki bahisle bağlantılıdır.

[8]            Yani, zihinsel sezgi ve çıkarsama yoluyla Allah’ın varlığını ve birliğini tanıma bilinci (karş. Enam74-82).

[9]            Muhammed Esed’e göre burada; dolaylı olarak Allah’dan başka şeylere ya da kimselere tanrısal nitelikler yakıştırmaktaki akıl dışı davranışın, Allah’a karşı benimsenen tüm akıl dışı ve nankörce tutum ve davranışların bir sembolü olarak, Yaratıcı’sına başkaldıran Şeytan’a “tapmak”la aynı anlama geldiği belirtiliyor. Bu bakımdan belirtmek gerekir ki, şeytan terimi, “(haktan) uzak” oldu (yahut “uzaklaştı”) anlamına gelen şetane fiilinden türemiştir (Lisanu’l Arab, Tacu’l Arus). Bunun içindir ki Kuran; akla, hakikate, ahlaka mahiyet olarak aykırı olan her türlü saiki şeytani olarak; ve şeytani saiklere teslimiyet yönünde ortaya konan her bilinçli/kasıtlı eylemi de “Şeytan’a kulluk etmek” ya da “Şeytan’a tapmak” olarak tanımlamaktadır.

Fakat ben Muhammed Esed’in yukarıdaki çıkarımının bu anlam örgüsü içinde uygun olmayan zorlama bir tefsir olduğunu düşünüyorum çünkü; burada İbrahim’in babasının “Allah’a karşı benimsenen tüm akıl dışı ve nankörce tutum ve davranışların”dan ziyade putlara tapınması eleştirilmektedir ki bu anlam örgüsü içinde İbrahim tapılan putları Şeytan’la özdeşleştiriyor gibi gözüküyor. Kanımca İbrahimi anlatının özellikle Kuran’dan kaynaklı kısımlarından Allah (ve O’nun İslam öncesi Mekkeliler tarafından onun kızları olarak görülen melekler) dışındaki bütün putlar Şeytan’ın insanın aklını çelmek için oluşturduğu tezahürleri olarak görülmektedir. Hatta İncil’in bir yerinde Şeytan’ın Apollon ismiyle anılması da Allah dışındaki bütün ilahların şeytanla özdeşleştirilmesinin bir başka örneği olarak oldukça açıklayıcı bir örnektir. Kaldı ki eleştirilen İbrahim’in babasının şeytani tutumları olsaydı bir özne olarak Şeytan’ın Tanrı’ya başkaldırmasından bahsedilmezdi.

[11]          Zemahşeri ve Razi’ye göre, “korkarım ki” ile başlayan bu cümlecik, kuruluşu itibariyle, insanın, “Şeytan’a dost” olduğunu ancak ahrette -yani iş işten geçtikten sonra- anlamasının, bilerek günah yolunu seçmenin yol açabileceği en korkunç sonuç olduğunu dile getirmektedir.

[12]          Ya da, “Umulur ki, Rabbime yakarışımda bedbaht olmam”.

[13]          Ya da, “Doğru olanın (yahut ‘doğruluğun/gerçekliğin’) üstün dilini”.Lisan (“lisan” yahut “dil”) terimi, burada, dille aktarılabilecek, dille ulaştırılabilecek şeyleri ifade için mecaz olarak kullanılmıştır (Zemahşeri). Bu cümle için pek çok müfessir tarafından öne sürülen alternatif bir açıklama da: “Doğrudan/doğruluktan yana üstün bilmelerini” yahut daha yakın bir ifadeyle “iyi anılmalarını sağladık” şeklindedir.

[14]          Meryem 41-50.

[15]          Rüşd (bu anlam örgüsü içinde “sağduyu”) adının sonunda yer alan “onun” (hu) iyelik zamiri, İbrahim’in Allah’ın kudretini, eşsiz ve benzersiz oluşunu belli bir muhakeme süreci içinde kavramakta gösterdiği kişisel, zihinsel niteliğe işaret etmektedir (karş. Enam:74-79, ayrıca 83 hk. Esed’deki 69. not); Muhammed Esed’in “(Musa’dan) çok önce” diye çevirdiği min kabl ifadesi ise, insanın dini vukuf ve tecrübesindeki süreklilik özelliğini vurgulamaktadır.

[16]           Enbiya 51-57.

[17]          Saffat 90-93.

[18]          Zımnen, “olup bitene bir açıklama bulmak için”.

[19]          Yani, birbirlerini suçlayarak.

[20]          Zihnen tepetaklak olmayı, fikrinden caymayı ifade eden deyimsel bir ifade burada, İbrahim’i temayülünden aniden vazgeçip eski suçlayıcı tavırlarına dönmelerini anlatmak için kullanılmaktadır.

[21]          Müslümanlar tarafından çok sevilen bu kıssada ve Kuran’ın muhtelif surelerinde ‘putperestlik’ adı altında çoktanrıcılığa saldırmada sıkça kullanılan insanların put denen cansız heykellere tapınılması argumanında bilinçli olarak görmezden gelinen nokta putperestlikle suçlanan insanlar için bu putların inandıkları Tanrı ya da Tanrıları sembolize eden bir simge olmasıdır. Yoksa aslında bizzat yapılan ‘putların’ kendisine tapınılıyor değildir. Bu da insanların her zaman Tanrı inançlarını görsel simgelerle destekleme ihtiyacına sebep olan psikolojik yapılarından kaynaklanmaktadır. Müslümanlar da Kabe’yi Allah’ın evi olarak simgeleştirerek aynı psikolojik ihtiyacı gidermektedirler ki kötü niyetli bir demagog da kolayca onları Kabe’ye tapmakla suçlayabilir. Çoktanrıcılığa Tanrılarını put adı verilen heykellerle simgelemesini putlara tapmak olarak aptalca bir biçimde yorumlama anlayışı bizi bir Eski Yunan kentinde birden fazla Zeus heykeli varsa, birden fazla Zeus’a tapındıkları gibi bir yoruma vardırır yahut çağımızı ele alırsak, bu saçma argumana göre herhangi bir Hıristiyan kentinde her kilisede bir İsa ikonu olduğuna göre birden fazla İsa’ya tapınıldığı gibi bir başka salakça fikre. Fakat tabiî ki unutulmamalıdır ki ‘putlar’ da Tanrılar ve dinle ilgili bütün diğer simgeler gibi bu ilgilerinden dolayı o inancın sahipleri tarafından kutsal kabul edilir. Öte yandan Muhammed öncesi dönemde Kabe’de Allah’ın da bir putu mevcuttu ve onun kızları olduğu düşünülen meleklerin de. Muhammed’den önce Cahiliye dönemi olarak kabul edilen dönemde yaşayan Mekkeliler’in “Allah” inancı halihazırda vardı fakat onun yanı sıra başka Tanrılara da tapmakta ve O’nun bazı güçlerini başka Tanrılara atfetmekte idiler. İslam öncesinde Araplar tarım ve hayvancılık mahsullarinin bir kısmını diğer tanrılarına ait ‘putlara’, bir kısmını da bu putlardan en büyüğü olan Allah’a adamakta idiler ki bu konu hakkında Enam (136) suresinde şöyle denmektedir: “Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan Allah’a bir hisse ayırmakta ve kendilerince: ‘Bu, Allah’a ait; şu da ortaklarımıza ait’ demektedirler. Ortakları için olan hisse Allah’a ulaşmamakta, fakat Allah’a ayrılan hisse ortaklarına ulaşmaktadır.” Sonuç olarak İslam öncesi Araplar ile Muhammed arasındaki pek çok inançsal sürtüşme onların varlığını reddetmedikleri Allah’ın yanı sıra başka Tanrılara ve Allah’ın kızları olarak gördükleri meleklere de tapmalarından kaynaklanıyordu. Eğer Muhammed Allah’ın bazı güçlerinin izafe edildiği bu tanrıları ve melekleri de Allah’ın kızları olarak kabul etse muhtemelen böyle bir sürtüşme olmayacaktı. Mekkelilerin Allah dışındaki bu diğer varlıklara inancı terk etmemelerinin sebebi biraz da Kabe’nin eski Arap geleneğinde de bu diğer Tanrılardan ötürü bir hac yeri olması bakımından ekonomik bir getiri sağlaması gibi görünüyor. Kuran’da buna benzer bir çatışma Hud suresinde Salih ve kavmi Semudlular arasında da yaşanmış olarak hikâye edilmektedir. Allah’ın kızları meselesine gelirsek, İslam öncesi Araplar meleklerin yanı sıra Lat, Menat, Uzza gibi tanrıçaları da Allah’ın kızları olarak kabul etmekte idiler ki Kuran’ın muhtelif sureleri bu inancı eleştirmektedir. Örneğin, Nahl suresinde (57-59, 62). “Onlar, Allah’a kızlar isnad ediyorlar. O, bundan münez-zehdir. Kendilerine ise erkek çocukları isnad ederler. Halbuki onlardan birine, kız doğum haberi incillendiği zaman içi öfkeyle dolar, yüzü kapkara kesilir. Kendisine verilen İncil’in kötülüğü, dolayısıyla kavminden gizlenir. Şimdi acaba o çocuğu zillet ve horluğa katlanarak saklayacak mı? Yoksa toprağa mı gömecek? Dikkat edin verdikleri hüküm ne kötüdür!… Müşrikler, kendilerinin hoşlanmadıkları şeyleri, Allah’a isnad ediyorlar. Dilleri, en güzel şeylerin kendilerine ait olduğunu yalan yere durmadan söyler” der.

[22]          Kuran’ın hiçbir yerinde İbrahim’in fiilen ve maddi varlığıyla ateşe atıldığı ve mucizevi bir biçimde ateşin içinde yanmadan kurtulduğu ifade edilmemektedir; Ankebut 24’te geçen ‘Allah o’nu ateşten kurtardı’ ifadesi, daha çok, o’nun ateşe hiç atılmadığını göstermektedir. Öte yandan, klasik müfessirlerin bu ayetle ilgili yorumlarını süsleyen ayrıntılı (ve tutarsız) pek çok hikâyenin izi, değişmez biçimde Talmud’daki menkıbelerde bulunabilir ve bunun için de Muhammed Esed’e göre rahatlıkla göz ardı edilebilir. Bu ayette ve ayrıca Ankebut 24 ve Saffat 97’de Kuran’a göre Hz. İbrahim’in zulüm ateşine maruz kaldığını ama buna gösterdiği direnç sayesinde sonraki hayatında üstün bir manevi güce, ruhsal kararlılığa ve iç huzuruna (selam) eriştiğini temsili bir üslup içinde anlatmaktadır. Selam teriminin daha derin anlamı ve çağrışımları hak. Bkz. Maide 16 ve Esed’deki ilgili 29. not.

Fakat Muhammed Esed’in bu tefsiri de bana oldukça zorlama ve kabul edilemez görünüyor. Çünkü İbrahim ateşin içine atılmadan bu zor durumdan kurtulmuşsa, ateşe serin olma emrini vermek hiç akla yatkın görünmediği gibi Esed’in dediği gibi bu ateşi İbrahim’e yapılan zulmün bir temsili görmek de yine kendisinin bizi refere ettiği Saffat suresindeki (97) şu ifadeyle oldukça ters düşüyor: “Onlar: ‘Haydin onun için bir yapı yapın da onu ateşe atın.’ dediler.” Kaldı ki Kuran’daki herhangi bir kıssanın kendisinden çok önce yazılmış olan Talmud’a dayanması neden rahatlıkla görmezden gelinsin, bunu da anlamak mümkün değil. Bu şekilde düşünmek için Muhammed’in gerçekten vahiy alan bir peygamber olduğuna inanmak gerekir ki ben Muhammed’in etrafında İbrahimi diğer dinler hakkında bilgi sahibi eşi Hatice’nin amcasının oğlu Hıristiyan Varaka bin Nevfel gibi biri ya da birilerinin yardımıyla Kuran adlı metni dikte ettirerek İbrahimi anlatıya eklediğini düşünmeyi daha akla yatkın buluyorum. Bu tartışma konusu hakkında uzun uzun argumanlar sıralamaktansa Muhammed’in ticaretle ilgilenmesi dolayısıyla Hıristiyan ve Musevi inancına sahip kişilerle ilişkisi olmuş olmasının çok muhtemel olmasının yanı sıra bu ticaret yolculuklarından birinden Hıristiyan bir rahibin ona beklenen peygamberin o olduğunu söylediği rivayet edilir. Kaldı ki kendisine vahiy inmeye devam ettiği hicret sonrasında da Medine’de Yahudilerle iç içe yaşamıştır. Kendisine bu tarz suçlamalar o dönem Mekkelileri tarafından yapılmıştır, ki Kuran’da bu iddiaya cevaben Nahl suresinde (103) şöyle denmektedir: “Muhakkak biliyoruz ki kâfirler: ‘Kur’ân’ı Muhammed’e bir insan öğretiyor’ diyorlar. Peygambere öğretiyor zannında bulundukları kimsenin dili yabancıdır. Bu Kurân ise apaçık bir Arapçadır.” Lakin burada yapılan itiraz pek de geçerli görünmüyor. Muhammed’e İbrahimi dinler hakkında bilgi verecek kişinin dilinin yabancı bir dil olması onun Arapça bilmemesi anlamına gelmeyeceği gibi; bilmediğini farz etsek bile Muhammed’in yakını olan bir tercüman aracılığıyla pekâlâ ona bilgi verebilir.

[24]          Bundan sonraki ayetten anlaşılacağı gibi, İbrahim anayurdundan ayrılarak halkını kendi dini inançlarıyla baş başa bırakır.

[25]          İslam yorumcuları buradaki “âlemler için” ifadesini “bütün insanlar için” şeklinde tefsir ederler. İbrahim ile Lut’un ulaştırıldığı beldeden kasıt, sonradan uzun bir peygamberler zincirine anayurt olacak olan Filistin’dir. (İbrahim’in doğduğu yer, içinde çoktanrıcılığa karşı ilk mücadelelerini verdiği Mezopotamya’daki Ur şehridir.)

[26]          Yani, Hz. İshak’tan yıllar önce doğan büyük oğlu İsmail’e ilave olarak (nafi-leten).

[27]          Enbiya 58-73.

[28]          Ankebut 25

[29]          Hicret teriminin açıklaması ve muhacir teriminin yukarıdaki gibi çevrilmesi konusunda bkz. Bakara 2, Esed’de ilgili 203. not ve Nisa suresi, Esed’de ilgili 124. not. Bu terim, daha önce bahsedilen, İbrahim’in kendi kötü, zalim çevresinden “kopması” (i’tizal) ve (Kuzey Mezopotamya’da bulunan) Harran’a oradan da Suriye ve Filistin’e maddi olarak göç etmesinde (19:48-49’da) olduğu gibi, burada açıkça hem maddi hem de manevi anlamda kullanılmıştır. Diğer taraftan Lut’un kıssası, Kuran’da birçok kere, özellikle de Hud 69-83’te nakledilmiştir.

[30]          Ankebut 26.

[31]          İbranice Negeb, Yahuda’nın güney kısmı.

[32]          Tekvin 12:11-13.

[33]          Aslında burada eklemek gerekir ki Sara ve İbrahim gerçekten de baba bir anne ayrı kardeştirler. Bkz. Tekvin 20:12.

[34]          Tekvin 12:18,19.

[35]          Tekvin 13: 8,9.

[36]          Tekvin 14:19.

[37]          Tekvin 14:21.

[38]          Tekvin 14:24.

[39]          Tekvin 15:1.

[40]          Tekvin 15: 2,3.

[41]          Tekvin 15:4-7.

[42]          Tekvin 15:8.

[43]          Burada İsrailoğullarının Mısır’da köle olduğu dönem ve Musa’nın önderliğinde Mısır’dan çıkışlarına göndermede bulunuyor olmalı.

[44]          Amoriler (Akatça: Amurru) Sami dillerine bağlı bir dil konuşan eski halk. MÖ 2000-MÖ 1600 arasında Mezopotamya, Suriye ve Filistin tarihinde en etkili olan halk Amorilerdir.

[45]          Tekvin 13:16.

[46]          Tekvin 16:2.

[47]          Tekvin 16:5.

[48]          Tekvin 16:6.

[49]          Allah işitir.

[50]          16: 10-12.

[51]          Prenses.

[52]          Tekvin 17:15,16.

[53]          Tekvin 17:18.

[54]          İbrani dilinde gülmek mastarından alınmıştır.

[55]          Anlaşıldığı gibi İbranilerin kutsal kitabı Tanah, böylece İsmail ve soyunu peygamber soyunun dışında tutmakta ve peygamberliği sadece İshak’ın soyuna vermiş olmaktadır.

[56]          Tekvin 17:19-21.

[57]          Tekvin 18: 3-5.

[58]          İbrahim’in hal ve hareketlerinden bu üç adamın Tanrı’nın melekleri olduğunu anladığı anlaşılıyor.

[59]          Tanah’daki anlatımdan farklı olarak Kuran’a göre İbrahim bu misafirlerin melek olduklarını anlamamıştır ve melekler kendilerine sunulan yemeklere el sürmeyince onlardan korkmuştur; çünkü onların yemek yememelerini dostça olmayan niyetleri olduğuna yormuştur. Bu durum Hud suresinde (69,70) şöyle anlatılır: “Andolsun ki, İbrahim’e de elçilerimiz (melekler) İncil ile geldiler ve ‘selâm’ dediler, o da ‘selâm’ dedi ve hemen gidip onlara kızartılmış bir buzağı getirdi. Fakat onların o buzağıya el sürmediklerini görünce, tuhafına gitti ve içinde onlara karşı bir korku uyandı.”

[60]          Tekvin 18:20,21.

[61]          “Salih” kelimesi İbranice “dürüst” anlamına gelmektedir ve Tanah’ın hiçbir yerinde bir peygamber adı olarak geçmemektedir. Büyük ihtimalle İbrahim Tanrı’ya yakarırken asıl kurtarmak istediği kişi orada yaşayan yeğeni Lut olsa gerektir. Fakat Kuran’da Semud kavmine gönderilen bir peygamber olarak Salih’ten muhtelif yerlerde bahis geçmektedir. Bana kalırsa bu durum eski dini metinlerden belli kişiler vasıtasıyla yararlanan Muhammed’in veya çevresindekilerden biri ya da birilerinin bu pasajı yanlış okumasının sonucu ortaya çıkan bir yanlışlıktır.

[62]          Tekvin 18:23-25.

[63]          Meleklerin sayısının üçten ikiye inmesinin tek mantıki açıklaması birinin de Gomorra’ya gitmiş olması olabilir.

[64]          “Bilmek” kelimesi Tanah’da bir erkeğin kadın için kullandığı durumlarda cinsel anlamda ilişkiye girmek anlamına gelmektedir.

[65]          Tekvin 19:12,13.

[66]          Tekvin 19: 15.

[67]          Tekvin 19:17.

[68]          Tekvin 19:18-20.

[69]          Tekvin 20:3.

[70]          Tekvin 20:4,5.

[71]          Tekvin 20:6,7.

[72]          Tekvin 20: 9,10.

[73]          Tekvin 20: 11-13.

[74]          Tekvin 20:16.

[75]          Tekvin 21: 10.

[76]          Tekvin 21:22, 23.

[77]          Tekvin 22: 7.

[78]          Tekvin 22: 8.

[79]          Tekvin 22: 12.

[80]          Tanah’ın aksine Kuran’a göre İbrahim’in kurban etmek üzere olduğu oğlu İsmail’dir. Saffat suresinde geçen bu kıssada Tanrı, İbrahim’i Harran’daki ‘yakılma’ hadisesinden kurtardıktan sonra ona ilk oğlu İsmail’i müjdeler ve “Oğlu, yanında koşacak çağa gelince: ‘Ey oğlum! Ben seni rüyamda boğazladığımı görüyorum. Artık bak, ne düşünürsün?’ dedi. Çocuk da: ‘Babacığım sana ne emrediliyorsa yap, inşaallah beni sabredenlerden bulacaksın’ dedi. Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah’a teslim oldular, İbrahim oğlunu şakağı üzerine yatırdı. Biz de ona şöyle seslendik: ‘Ey İbrahim! Rüyana gerçekten sadakat gösterdin, şüphesiz ki, biz iyilik yapanları böyle mükafatlandırırız’” (Saffat 102-105). Burada bahsedilen çocuğun İsmail olduğunu, aynı surenin ilerleyen ayetlerinde (112,113) İbrahim’e bu davranışından ötürü İshak’ın müjdelenmesinden anlıyoruz.

[81]          Tekvin 24: 2-4.

[82]          Tekvin 24: 5.

[83]          Tekvin 24: 6-8.

[84]          Ur.

[85]          Tekvin 24: 12-14.

[86]          Tekvin 24: 23.

[87]          Tekvin 24: 24,25.

[88]          Tekvin 24: 27.

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.