Doktordan çıkıp, tuhaf duygular içinde Barbaros Bulvarına doğru yürüdüm. Beynimin içinde çınlayan birkaç cümle dışında hiçbir şey hatırlamıyorum. Eğer 24 yaşında bir kadınsanız, cinselliğin haz vericiliğini yani seksi tatmamış ve en beteri de bakireliğin önemsiz olduğunu ama bir beraberlik sonrası suçluluk duygusu hissetmekten korkması ve milyon tane zırvalığın o an saçma olduğu kanısına vardığında GEÇ kalındığını anlıyorsun.
Yumurtalığımdaki kitlenin türü ve büyüklüğü nedeni ile asla anne olamayacağımı öğrendim ve acil ameliyat olmam gerekiyormuş. Oysa bu tarz şeyleri hayatımızın bir anında ya bizimde başımıza gelirse diye düşünüp, oscarlık filmlere rakip olacak türden hayal dünyamızda filmimizi çekeriz sonra da sadece bir silkeleniş ile anlık hayatımıza geri döneriz. Bende öyle sandım fakat kendimi silkelemek istediğim de Çarşı’nın içinde her zaman gittiğim cafe de buldum kendimi. Altan -orada çalışan eleman, şakadan da olsa birbirimize asıldığımız, evleneceğim seninle hatun diye arkamdan seslenen adam.- geldi yanıma. Suratımın kağıt gibi beyazlığı onu korkutmuş ki alıp beni arkadaki sessiz yere götürdü. Uzunca ağlamanın, bol teselli sözcüklerinin ardından cafeden çıkıp yemek yemek için Zorlu’ya geçtim. Yemek bahaneydi. Kimin boğazından geçerdi ki böyle zamanlarda bir şeyler. Maksat kafam dağılsın, eve döndüğümde açıklama yapacak gücüm olmadığı için güçlü görünmek adına bir şeyler yapmam gerekiyordu. Yemeyeceğimi bile bile pizza söyledim, bir kadeh de şarap. Dünya ile aramdaki iletişimi kopardığım için yanımda yöremde kimler vardı, neler yapıyorlardı bilmiyorum ama uzaktan birinin bana yaklaştığını hayal meyal seçer gibi oldum.
Bu CAN’dı !
8 ay önce Instagramdan tanışmış sonrası bir sinema ve yemek sözünün sadece bir kahve ile geçiştirilmesi üzerine bir daha da görüşmedik. İkimizinde bir daha görüşmemesi için ortada gayet açık nedenler vardı. Arada sıra fotoğraf beğenmek ve birkaç story’e cevap vermeler dışında iletişimimiz olmamıştı. Dışarıdan çok mu kötü gözüküyordum ki bu kadar telaşla geldi yanıma ? İki kişilik masanın, tek kişilik dünyamın ortasına oturdu, sohbet ettik. Yüzümdeki bulmacayı çözmeye çalışıyordu. Tam kimlerle neden geldiğini anlatıyordu ki, beni oradan götürmesini istedim. Anlamadı.
– Can beni buradan götürür müsün?
– Nereye ? Noldu ? İyi misin? ( neden bu kadar çok soru sorarsın ki be adam. Belli ki kız iyi değil, tut kolundan götür işte.)
– Uzunca bir yol, hiç bitmeyecek bir yol.
Benim dünyaya olan çevrimdışı halim, onun ise telaşe hali bizi yollara düşürdü. Yolda sohbet açıp kafamı dağıtmaya çalıştıysa da susması için birkaç kere müziğin sesini açtım. Bir ara uyumuşum. Gözümü açtığımda onun evine doğru devam ediyorduk ki durdu. Yol kenarına bırakılan bir bebek. Şaka mı bu? Öylece basıp gidemeyiz. Arabadan inip gidip alsak, şuan şu devirde kime, nasıl güvenebilirsin ki ? Can dayanamadı,indi ve bebeğe doğru yürüdü. O an nasıl aklıma geldi bilmiyorum ama polise gittiğimizde elimizde kanıt olması adına bende fotoğraflarını çektim. Arka koltuk da bir bebek, sağ da hayatın cilvesi ve sillesi arasında kalmış bir kadın, diğer tarafta da çocuğunu acil bir şekilde hastaneye yetiştirme telaşı olan bir babanın soğuk kanlılığı ile arabayı süren bir adam. Önce eve gidip, olayı idrak etmemiz gerekiyordu. Eve gelir gelmez bebeği pusetten çıkarıp, yatağa uzandırdık. Ben hemen soyundurup vücudunda yara izi var mı diye bakmaya yeltenirken Can ne yaptığımı merak ediyordu. Minik bir vücutta umduğum şeyi görmemek o kadar rahatlattı ki beni. Peki şimdi ne olacaktı ? Can kapıya doğru yönelirken; ben gidip bebek için bez, mama, kıyafet falan alacağım. Sende yemek yemedin, sana da yiyecek bir şeyler alırım ne dersin? Ben gelen kadar mutfakta bakın istersen dedi ve gitti. Koca evde olan bitenden habersiz duran 2 aylık bebek ve hiçbir zaman anne olamayacak bir ben. 6 saattir ağzıma bir lokma koymadım. Can eve eli kolu dolu halde geldi ve sonra bebeği o perişan halinden kurtarmaya çalıştık. İlk defa bebek yıkamanın verdiği acemilikle Can’dan yardım istedim. Ve küçük evcilik oyunumuz da böylece başlamış oldu. Onu yıkadık, altını bezledik, yemeğini yedirdik, Can gazını çıkardı ve uyuttu. Buluştuğumuzda baba olmayı çok istediğini, kendi yeğenine olan düşkünlüğü ile hissettirmişti. Kısa süreliğine kendi derdimi unutup bende daldım bu oyuna. Balkonda ayaklarımın altındaki İstanbul’u izlerken bana yemek hazırlayıp getirdi. Can’ın çevresi genişti. Hemde baya. Sabah karakola gidip bebeği teslim etmemiz gerektiğini söyledi. Bende kafamla onaylarcasına salladım. Ara sıra gidip bebeği yokladı, ağladığında kucağına alıp susturdu ve koltuğun köşesinde göğsünde uyuturken kendi de uyu. Bense bütün gece kafamdaki tilkilerle mücadele ettim. İlk defa ağır suçtan yargılanan bendeki benin mahkemesini yaptım. Karara vardığımda sabahın yedisiydi. Tek acıktığını hisseden ben değilmişim meğersem ki küçük Ada’da uyandı ve doğal olarak Can’da. – Bebeği severken Canla beraber koyduğumuz isim- Bebeğin karnını doyurduktan sonra hazırladık onu, karakola gitmeden önce bizde kahvaltı yaptık. Siparişi beklerken kadının biri geldi ve Ada’yı sevmek istedi. Ne kadar genç ve fit bir anne olduğumu söylerken Can ile göz göze geldik ve evcilik oyunumuza devam ettik. İç güdüsel olarak bebekle bir anne havasıyla ilgilenmem, istemsizce ortaya koyduğum anaçlık ruhum onu etkilemiş olmalı ki bana evlilik teklifi etti.
– Biz neden evlenmiyoruz ?
– Neden evlenelim ki Can ?
– Ben artık baba olmak istiyorum.
– Eee.
– 33 yaşına kadar her şeyi yaşadım.Bundan sonrada birlikte büyümek, büyüdükçe olgunlaşmak istediğim bir çocuğum olsun istiyorum. Seninle doğru düzgün bir paylaşımımız dahi olmadı. Ama baksana dün ve bu güne bize, sana , bana.
– Can, sohbetin varacağın nokta belli ama olmaz. Benim hayallerim,ideallerim var. Ben henüz hiçbir şey yaşamadım. Doymadım. Sen ve ben, baksana çok farklıyız. Hayatlarımız, olaylara bakış açımız kısacası geleceğin o son durak ben değilim ne yazık ki.
– Bunca bahaneyi bana sıralama. Biliyorsun ki beraber olduğumuz zaman da istediklerin gerçekleşecek. Belki fazlalık olarak ben ve çocuğumuz olacak yanında.
Konuyu uzatmaması için sinirli ve bayıcı 3 numaralı bakışımı attım ama Can’ın pes etmeye niyeti yoktu.
– Can! Benim hiçbir zaman çocuğum olmayacak o yüzden konuyu daha fazla uzatma.
Aldatıldığını öğrenmiş gibi şok oldu. Kekeledi. Özür diledi, hiçbir şeyin imkansız olmadığını, gerekirse beraber çözüm bulabileceğimizi ve daha birçok alternatif sunsa da benim dünden beri değişen hayatımı ve verdiğim kararı ona anlatacak gücüm yoktu. Kalkıp, karakola gittik, gerekli işlemlerden sonra bebeği bakım evine gönderdiler. Can, sürekli ziyarete gideceğini, manevi babalığını üsteleneceğini söyledi. Can’dı bu. Biliyorum yapardı. Bazı insanları saatlik sohbet sonrası yıllardır tanıyormuş hissine kapılırsınız. Hiç ummadığınız anda içlerini dökerler size, zaafları açık seçik ortadadır. Can’la da öyle oldu.
Karakoldan çıktık. Can benimle tekrar konuşmak, durumu irdelemek ve bir şeyleri başlatmak istiyordu ki iskele yakınlarında inmek istediğimi söyledim. Eve kadar bırakmak istedi. Oysa ben yalnız kalmak , yürümek, uzaklaşmak istiyordum kendimden. Kendimi toparladığımda onu arayacağımı söylemek şartı ile inebildim arabadan.
Yürüdüm. Yürüdüm. Yürüdüm. Soluklanmadan yürüdüm.
Peki nereye mi vardım ?
Bilmiyorum.