Dün gece rüyamda gördüm onu. Bizim evdeydiler ama bizim evimiz değildi o. Yemin edebilirim öyle olmadığına. Kahrolası! Rüyamda bile evliydi. Kucağında kızı… Nasıl da sevgiyle kucaklıyordu onu. Nasıl da sakindi öyle, sanki gün aşırı girip-çıktığı bir evdeydi. Sonra annesi de yanındaydı. Sonra bir kaç kuş da vardı yanlarında getirdikleri. Cinsini bilmediğim yada hatırlayamadığım. Ben zaten rüyaların büyük bir kısmını hatırlayamam. Hatta bazen günler geçer de üzerinden, rüya gördüğümü anımsarım ama yine ne gördüğümü hatırlayamam. Kim bilir, belki de bana öyle gelir? Hiç bilmiyorum. Sonra beni görmemesini istiyorum o an. “Hayır bu doğru bir zaman değil” diyorum sürekli kendi kendime.
“Neden şimdi geldin ki?”
Hem asıl neden geldin ki sen? Benim rüyamda ne işin var senin sorması ayıp? Ayıp falan değil! Asıl ayıp senin ki! Cevap ver… Anneni getirdin? Kızını da getirdin üstelik! Hem senin bu evde ne işin var? Hatta benim ne işim var…
Uyandıktan sonra sorabildim bu soruları kendime. Ne işimiz vardı bizim buralarda? Aylak aylak geziyorduk oysa, başkalarının yüreklerinde. Ne lüzumu vardı ki hatırlamanın… Bizi aynı evde birleştiren bu şey ne ise, adını bilmiyorum ama o şey her ne ise, nasıl bir kötülüğüm dokunmuştu ki ona da; beni böyle insafsız bir uyanış ile sindiriyordu midesinde? Seni uzun bir süredir hatırlamıyorken, olacak iş miydi bu şimdi! Bu nasıl bir işsizlikti…
Ama yine rüyamda diyorum ki; “Hayır bu doğru bir zaman değil”
Doğru bir zamanı var mıydı seninle yeniden karşılaşmanın? Benim bir türlü bulamadığım? Ben sürekli değişik kılıklarda düşlüyor kendimi, hiçbir kılıkta beğendiremiyordum kendime. Çok uzun sürdü hayaller kurmak senin için. Aşık olabileceğin, yeniden sevebileceğin bir adam olabilmek için çok hırpaladım kendimi.
Daha güçlü, daha kuvvetli oluyordum bir gün. Başka bir gün, saçlarımı kesiyor, takım elbise giyiyor, zengin oluyor, sıkılıp yoksul ama asi olmayı deniyordum. Yıkılarak çıkıyor karşına, merhametinden medet umuyor, olmayınca küfürler ediyordum sana. İş için kaç kez işlerimi düşürdüm şehrine… Sen nereden bileceksin ki? Kaç kez karşıladım seni hava limanında, terminallerde ve kaç kez haberim yokmuşçasına karşılaştım seninle herhangi bir semtin herhangi bir kafesinde. Kaç kez kurtardım sizi tinercilerin elinden! Kardeşini ve seni… Kaç kez evinize kadar bıraktım bir bilsen! Bir bilsen senin için neler yaptım neler ben… Ama sen nereden bileceksin? Kardeşin ne bilecek! Çok öldüm senin uğruna. Birden fazla öldürttüm kendimi de, yine sevmedin. Kurşunların önüne atlıyor, senin için bıçaklanıyor, sana organlarımı bağışlıyordum.
Çok bela açtım başına, haberin yok. Nasıl olsun ki? Bütün belalardan yine ben kurtarıyordum seni ve sağ salim evine bırakıyordum. Öyle hassastım ki sen konusunda; ruhun bile duymuyordu başına gelenleri. Sen yine gündelik hayatına devam ediyor, sabah kalkınca çay koyup, o kahrolası sevgili kocanı uyandırıyordun. Beni ise hiç uyutmadın… Sana da, kocana da kahrolsun! Kızına mı? Kızını Allah bağışlasın… Bahtı açık olsun. Böyle der, özür dilerdim senden sonra. Kusura bakma beddualarım için, aşıklığıma denk geldi… Bilsen; ne kusru be! Yüzüme bile bakmazsın. Bakar mısın yoksa?
Bir saniye bakar mısınız, evet siz. Evet, evet; ben mi diye soran…
“Acaba beni yeniden sevebilmeniz için kim olmam gerek? Gerçekten, bu çok yorucu. Soyunup kuşanmaktan derim soyuldu artık. Başkaları olmaya çalışmaktan usandım. Başkaları olurken kim olduğumu kaybettim. Kendimi kaybettim hanım efendi! Lütfen yardım edin bana. Ben kimdim? Nasıl biriydim, siz bana aşıkken?”
Kahrolası kendim. En çok sen kahrol! Öyle de yapıyorsun ama yine de daha çok…
Çekilecek çile değil bu sensizlik. Yine de katlanıyorum. Bildiğin gibi değil, kırış kırış oldu her bir yanım. Her yerimden katlandım ben sevgilim. Yıllar geçti, ben katlandım. Yıllar geçti, ben yaşlandım. Yüzüm kırışmaya başladı, ellerim sararmaya, yüreğim ağırlaşmaya… Bir tek sevdan genç kaldı bende. Ona siper ettim tüm varlığımı. Tıpkı sen gibi… Tıpkı doğması gereken, sözü verilmiş ama tutulmamış çocuklarımız gibi gördüm sevdamı. Senden bana geriye başka ne kalmıştı? Ben bile kalmazken kendime…
Yine çok uzattım, kusruma bakmayın. Bakmayın gözlerime…
Rüyada kalmıştık. Henüz uyanmamıştık… Uyanmasaydık! Ne güzel olurdu…
Ama uyandık. Uyandık ve ben yazıyorum;
Sonra hiçbir zaman, o doğru zamanın gelmeyeceğini anladım. Beni görmeni istemiyordum. Tek niyetim seni görebilmekti. Su içmek bahanesi ile mutfağa gidiyor, sırtımı size veriyor ve bir bardak alıp suyun dolmasını bekliyordum. “Gerçekten su içeceğim düşündüğün gibi değil. Arıtılmış su sadece bu musluktan akıyor. Yemin ediyorum öyle…” Yansımanı izliyordum camdan. Bardağın dolmamasını diliyor ve yüzünü seyrediyordum. Kahrolası güzelliğin canımı yakıyor! Ancak bakmadan duramıyorum. Canımı yakmadan yapamıyorum bunu… O bardak o kadar hızlı doldu ki, sinirimden musluğu, bardağı, camı-çerçeveyi parçalamak istiyordum. Hatta seni! Evet, en çokta seni! Kahrolası! Nerelerdeydin sen? Nasıl dayanabildin bu kadar? Nasıl koşup gelmedin bana! Nasıl evlenebildin o adamla, demek ve önce boynuna sarılmak, sımsıkı sarılmak, saatlerce sarılıp öylece kalmak istedim. Öylece son kez ölmek… Hesap sormayacak olsaydım!
Ama bunların hiçbirini yapamazdım. Yapamadım da zaten. Suyu yudumladım. Göz göze geldik yansımanla. Başımı çevirip çıktım hemen mutfaktan. Çıkmasam ağlayacaktım. Çıkmasam boynundaydım az sonra.
Karı gibi ağlayacaktım. Evet yapacaktım bunu! Hayatımda ilk defa ağlarken kendimden utanmayacaktım. Kendimi sevebilecektim. Kadınlara gülmek ne çok yakışır… Ancak ağlamak çok daha fazla yakışıyordu! Kahrolası kadınlar! Size ne olsa yakışmaz mı zaten! Siz ne güzeldiniz…
Kadınlar gibi ağlayamadım hiçbir zaman. Onlar öyle saf, öyle masum, öyle güzel ağlarlar ki; gözlerinizin içine baka baka size; sizin yalan olduğunu bildiğiniz bir şeyi deyiverirler de inanırsınız! Senin gibi… Sana inandığım gibi… Benim gibi… Kadınlara tek bir şeyi yakıştıramadım; o da küfürdü. Bana kalırsa, ki kalmaz ama yine de; hala yakışmaz. Küfür erkeğin namussuzluğuna süstür ancak. Ne kadar da namussuzmuşum sana karşı ben. Ne kadar da süslü… Özür dilerim; o zamanlar çok cahildim. Şimdikinden biraz daha çok işte…
Maşallah bana, şuana dek dört sigara ile anlattım bunları sana. Sen sigaradan daha fazla zararlısın bana. Ohoooo… Kime, ne anlatıyorum ki ben? Uyumuş bile… Uyu tabi, uyu. Sabah erken kalkacaksın sen. Sonra çay koyacaksın. Sonra kahvaltı hazırlayacaksın. Sonra o kahrolası kocanı…
Ben yine “o” deyip başlayacağım.
Ve senle bitireceğim her acımı.
Her rüyamı sana anlatacağım.
Her anlattığıma ağlayacak
ve her defasında duyurmayacağım sana.
Uyutacağım…
Kahrolmayasıca sen!
Sana zeval gelmesin.
Ben nasıl kalırım buralarda?
Uzaktan seyrine dalıyorum.
Seyrinden uykulara…
Uykularda dahi varsın!
Aklımdan atsam, kucağımda uyanırsın.
Bizimkisi de böyle işte…
Ahiretlik.
One thought on “Kahrolası Sen!”