İmparatorun gençliği
Henüz genç bir imparatorken
senin için dökülen gözyaşlarıyla kutsanırdı günlerin
ve sana sunulan kadınların gölgesinde
durmadan yeni emirler verecek kadar
öfkeli, tutkulu ve hırslı olabilirdin her vakit
Bu yüzden can sıkıntısı bilmeden
sevişerek ve içerek yaşadın
bir saltanat boyu
Şimdiyse o meşhur haykırışların
çölde yankılanıp sana dönüyor
ağlamak yerine kahkahalarla gülüyorsun
Çöl geçilir sanıyorsun
Kaybolan
Ola ki o gecelerden birinde
bir kadının karşısında çırılçıplak soyunursan
bir penis ve koskocaman bir soru işareti olarak öylece
kalakalacaksın
ay ışığının altında
yapbozda yeri olmayan bir parça
haritalara geçmemiş kayıp bir şehir gibi
Dejavu
Şehirlerarası asfalt bir yolda
şarampole yuvarlanmış bir otobüsün yanında
can çekişenlerin arasında
bir yabancının kollarında
yaşamaya doymamış kim bilir kaçıncı hırıltıyım
kaçıncı hayal kırıklığı
Bembeyaz karların üzerine
son sözlerimi yazıyorum
Cesetlerin arasında bulacaksın
ve ‘dejavu’ diyeceksin sevgilim
‘buradan geçmiş gibiyim’
çünkü senin yerine de ölüyorum ben şimdi
Ben de anladım
Ben de anladım
kutsal olan bir tek şey varmış bu hayatta
bir su damlasının
beyaz fayansın üzerindeki yalnızlığı
kadar ürpertici cinnet ve çılgınlık
Tarihin sonunda
yalnızca cinayetlerin ve intiharların
muhasebesi tutulacak
hani bir şairin dediği gibi
bütün yalnızlıkları mümkün kılan birilerinin
delirdiği anlar kalacak geriye
Neden hep son sözleri hatırlıyoruz sanıyorsun
İmparator ‘sen de mi Brutus’
demedi mi o ihanet vaktinde
ve mutlu sevgililer
geride yeni çılgınlar bırakarak
kaybolup gitmediler mi
zaman denen bu bulanık siste
Çöl
I
Ölürken kaç kişiydik
İki mi
Yalnızca sen ve ben
Yoksa daha fazla mı
Bana sadece ben ölmüşüm gibi geliyor bazen
O zaman çölü düşünüyorum
Çöl fırtınasında kaybolan birilerini
Çağırsam hemen geleceklermiş gibi
Orada yıldızlar güzel görünüyormuş
Mektubuyla yollamıştı bir dostum
II
Sisin içinde uzadıkça uzayan bir ovanın ortasında
giderek uzaklaşan ufka
bakmaya cesaret edemezken!
Sanki bütün kaybettiklerim
ve kaybetmişliklerim kirliliğimde kaybolurken
hatırlıyorum feryatlarını
‘Bir dostluk böyle bırakılıp gidilebilir mi’
ki ben hep çekip gittim
Kalsaydım aşk diyeceklerdi çürüyüşüme
İşte hepsi buraya
ufkun benden kaçtığı bu ovaya
gelmek içinmiş
III
Bütün kahramanların kaderiydi bu
bir gün o eski mitosa
gerçek kahramanlardan başka kimsenin
çıplak gözle görmediği
ve insanlığın evrenle yüzleşeceği
o uçsuz bucaksız
çöle
düşmek
Bu yüzden durmadan yeniden
yazılmak zorunda kalmadı mı
çöle dair bunca destansı şiir
Çöl
kızgın güneş, ter kokusu
ve küçük kum tanelerinin insanlığı yendiği yer demektir
fırtınayla kulaklara dolarlarken
diyorlar ki
‘biz ezelden beri soyunup duran
çıplak hakikatin ta kendileriyiz’
Orada hayatta kalabilmek için
önce yalnızlığı kabullenir insan
İçini yakan çığlıkları
haykıracak hiç kimse
belki bir yılan bile bulamadan
aylar geçer
ve bir gün
çölden çıkmak mümkün olursa
dostlarının yanındayken de
söyleyecek hiçbir şeyinin olmamasıdır
gerçek yalnızlık
Çöl ve hiçlik
anlamını çalmıştır bütün sözlerin
Geri dönenleri gördüm
gözlerinde batmış korsan gemileri
hakikat onları ağlamaktan vazgeçirmiş
perişan hallerinde toprağın yalın esmerliği
acının da ötesine geçmenin mağrurluğu
IV
Ve adam bütün çölü yürüyüp kan ter içinde geldi. Karnavala varan
çöl geçildi
Çocuk filozof
Sen durmaksızın can sıkıcı sorular soran
küçük bir çocuk
ya da büyük bir filozoftun
Hayatın gerçekte ne olduğunu
anlamak için
çırılçıplak soyundun
ve attın kendini
kentin demir çarklarının arasına
Belki yaşamanın ne olduğunu
hiç öğrenemedin
ama yanılmayı ve yenilmeyi
kaybetmenin kan kokan buruk tadını
kılcal damarlarına kadar hissettin
Zaman zaman elinden tutan kadınlar
saydam derinin altında durmadan debelenen
can çekişen
ölümü görmekten
bıkıp usanarak terk ettiler seni
ya da sen oldun çekip giden
Arkandan ağlayanların gözyaşlarıyla kutsandı
koca bir ömür
Onlar düşüş demişti
sen diriliş anlamıştın
Halüsilasyonlar ve acı gerçekler
senin durmadan birbirine dönüşen yüzlerindi
Şimdi şimdi anlıyorsun
sen sadece umutlarını tüketerek
vakit geçirebilen
yaramaz bir çocuk
belki de gerçek bir filozoftun
C.Ç.
Bunca şiiri yaşadın da
hala anlamadın mı
bütün kapılar kapanmıştır yüzüne
ama dur!
Bir yol daha var
öyle bir zamanda terk etmelisin ki sevgilini
her şeyini
bir daha geri dönmek mümkün olmamalı
ya da öyle bir zamanda bulmalısın ki onu
aşk hayat ayrılıksa ölüm demek olmalı
M.Ö.
Bugün ben kaybedenlerden oldum
Ol dedi birisi ve
koskoca bir ordunun sağ kanadı
öldü o anda
Şimdi bir koltuğum var pencerenin kenarında
telgraf tellerini izlemek için
Dudaklarımı ısırıyorum
yenildim dememek için
Bir buket gül elimde
sevgilim ve kocası sevişirken
yanlarında dikilip kalıyorum öylece
Ellerimden kan damlıyor ve
halımı kirletmemek için
çıkıp gidiyorum yatak odamdan
Gecenin karanlığı bulaşmış tenime
sabah, öğle ve akşam güneşleri
silmiyor sol yanımdaki gölgeyi
Yumruklarımı sıkarak yazıyorum
‘az kaldı’ diye tınlıyor kırılan dişim
‘milada az kaldı’
Gel ve gör kaybedişimi
yenilgimi
ve çürüyen cesedimin üzerinde
nasıl da mağrur dikildiğimi
Severken bırakıyorum ellerini
serüven diyor birileri
kanla yazılmalıdır
gözyaşıyla
küfürle
dölle
Heidegger
İnsanlık için
çok dehşetengiz bir araştırmanın
kobayı olmaya giyindim
bu ütüsüz zorbalığı
Hiçliğin ve sıfırın yeniden keşfedilmesi gerekiyordu
ve yaşlı bir filozof
ve varolan bir filozof
ve hiçen bir filozof
ve şapkasında üşümüş güvercinlerin tünediği bir filozof
güle güle bile demeden
ormanın derinliklerinde kayboldu
Ne çare
nota bilmeyen şairler
yazmaya çalıştı bu efsanevi senfoniyi
Ben ise ürkek bir çocuğum altı üstü
Başka çocuklar arkamdan
gitme diye bağırırlarken
aslında istenmediğimi bildiğimdendir
kalabalıkta gözden yitişim
Gün de biter
Birkaç antidepresan
birkaç demlik çay
birkaç bardak nescafe
bu oda hatıralar cehennemi olsa da
inziva da olsa
her sokağa çıkış
tekrar tekrar yaşansa da
bütün kanlı krizler
hangi aynaya baksan
incinecektir içindeki ilkokul çocuğu
ama hep böyledir
ezan sesiyle ufka bakarsın
ve işte güneş batmıştır
Gün de biter
Nasıl olsa
gün de biter
Yaz!
Yaz! dedi o
zamanı gelmiştir
gelip gelip geçmiştir o an zaten
Yaz! dedi o
tin kalemi eline almışken
yeniden ve bu defa biraz daha şizofren
Ama sus artık! da dedi o
bütün söylenler geride kaldı
hatta söylenlere dair yazılanlar bile
depolara kaldırıldı
Dinle! diyorum ona
Romalı askerler tahta gemileriyle
yeni bir fethe giderken
okyanusun ıssızlığında
bir imparatorluğu tarihe kazıdıklarını biliyorlar mıydı
ve yine diyorum
hatırlanan
çirkin bir kadının çirkin burnuymuş meğer
imparatorun penisine uzanan
Akvaryum
Ölen balıklardan geriye
boş bir akvaryum kaldı
benden kalanları
boş bir zarfa koyup eski dostlara yollayışım kadar hazin
Hangi sana yazdım bunca şiiri
hatırlamıyorum
ve bana benleri hatırlatıp durur oldu
yalnız güvercinlerin
tir tir titreyerek yaşadıkları trajediler
Git gide çürüyen bu şehir griye çalarken
ve bir bulantıya gebe kalırken ben
bütün aşklar bir tek sevişmeyle
başlayıp son bulur oldu
Aşk ve Zaman
Aşk ve zamanın kesiştiği yerde bekliyorum seni
hiç gelmeyecek de olsan sonbahar saçlı kadın
ve aşk ve zaman hiç kesişmeyecek de olsa
acı çeken ama inanılmaza inanmaktan vazgeçmeyen
mesih gibi tam da burada bekliyorum seni
Yine de biliyorum belki aşk ve zaman burada kesişmeyecek
Orada elinde kırmızı güllerle bir başkası da bekliyor olabilir
ama yalnızca dostlarıyla bile yalnız olanlar
bilirler o en derin duyguları saklamayı
İşte o giz de göğüs kafesimde durmaktadır
Elimdeki haritada
yanından otobüslerin trenlerin geçtiği yatak odanı bulamasam da
sessiz uykularını duyumsuyorum
aşk ve zamanın kesiştiği ütopyamda
Bekliyorum
Belki geleceksin
Bekliyorum
Belki gelmeyeceksin
Bekliyorum
Belki sen de bekliyorsun
Özlüyorum
Yeterince özlemiyorsun diyorsun
Seviyorum
Belki de herkesten çok özlüyorumdur diyorum
ki ben özlemenin sevmekten başka bir yolunu bilmiyorum
Eski ve Yeni Şehrin Arasındaki Şehir
Eski ve yeni bir şehir arasında inilmesi zor bir duraktı burası
Unutulması gereken ne kadar yaşantı varsa
hepsi bu karanlıkta özlenip duruyordu
Sevişmek isteyen bir kadın
terminalde kararsız kalıp yoluna devam ediyordu
Hegel’den beri zaman ne kadar anlamsızlaşmışsa
o kadar anlamsız bir kurt uluyuşu dolduruyordu mezarlıkları
Hani mezarlara inecek kadar cesur olmamıştı hiçbir vahşet
O zaman neden aşk bir kurt gibi dolanıp duruyorum burada
Haritamı, pusulamı ve annemin şevkatini yitirmişim
ve şehvetle danseden bir kadını dikizliyorum
Yüzünde ateş kızıllığı
durmadan raksediyor
yatalak bir hastanın başucunda
durmadan raksediyor
Unutulsun diyedir bu şölen
Unutulsun bütün bir tarih
Nikotin, tein ve kafein
ikram ediyorlar üsüyen bedenime
Alkol şişirirken yüzümü tanınmaz hale gelene kadar
raksediyor kadın
raksediyor
Sen ve Ben
Sen ve ben insanlık denen bu ibnenin
görmezden geldiği iki sokak çocuguyduk sadece
Her sabah çapaklı gözlerimizle
kalabalığa karışıp
labirentte yolunu bulmaya çalışan
iki taşralı
ki ellerimiz birbirine sımsıkı kenetli
kaybetme korkusu
dudaklarımızda bayat bir sayıklama
Sevişmek bile yakışmazdı bize
Durmadan dayak yemeliydik
hayattan ve birbirimizden
ve birgün beni böyle perişan
böyle yenik düşmüş görmek
seni hüzünlendirmemeye başladı
Yeni bir sığınak
yeni bir dost
yeni bir aşk bulamadım
ve eski dostlara sarıldım yeniden
Her gece içki bayramlarında
berduştlarla buluştum
Hiçlik kucakladı beni yeniden
Çünkü sen hep korktun
Çünkü sen hep kaçtın
ve bu savaşta
anlamsızlığın bizi esir alacağı aşkta
yapayalnız bıraktın beni
Artık unutmaktan korkar oldum
bu küçük organ nasıl oluyordu da büyüyordu
çıplak bedenin karşısında
ve nasıl oluyordu da
sevebiliyordum seni
Sen de bıraktın ellerimi
ve üşümeye başladı
yirmi senelik bir ütopya
Nostalji
Benden kopmuş ya da koparılmış
ellerimden kum taneleri gibi uçuruma akıp gitmiş
çocuklugumu yeniden yaşamak istiyorum şimdi
hatırlamak değil
Yetişkinliğe yakışmayacak ne kadar duygu varsa
ruhuma gelsinler istiyorum
Eski dünyanın bütün şehirlerinde
ve Musa’nın yürüdüğü yollarda
yalınayak koşmak istiyorum
İyinin ve kötünün gerçeğe dönüştüğü
tarih denen yalın hakikati
yaşamak yaşamak yaşamak
ve elimden tutulmanın mümkün olmayacağı
uçsuz bucaksız bir inziva istiyorum
Makinistin Gözleri
Meraklı gözlerin izinde yürüyor
tahta bacaklı bir çılgın, çılgın, çılgın
Kendi ölümünü izleyen bir makinistin
şaşkın gözlerindesin
Hatırla beni
Çıkıp gelecektir romanlardaki
bütün yalnızlar ve kahramanlar
Düşmenin sınırı neredeyse
orada başlıyor romanlar, efsaneler
ve aşk
Gözleri nemli çocuk resminin önünde ağlıyor bir çılgın, çılgın, çılgın
Son sözümdür deyip bir porno filmin afişine gizleniyor
Liseli gençler kuyruğa girmiş
Hünerli ellerim vardı oysa
seni sevmek için
ve ben kendimi kutsal zannediyordum
senin yanındayken
Kollarımı güçlü
ellerimi hoyrat yapıyordu
bütün gülümseyişlerin
Ben
Yoruldum artık
nereye gitsem orada olmamdan
Nereye gitsem
ne zaman gitsem
ben de oradayım
Peşimi bırakmıyorum
yakamdan düşmüyorum
Sen de gel dediklerim
yoruluyorlar da
bıkıp usanıyorlar da
benimle gelmekten
ben sıkılsam da
kan kussam da
ve hatta can çekişsem de
terkedemiyorum bir türlü beni
ki paramparça olsam da
taşı itmeye devam ediyorum tırmanarak
Ben paramparça bir bütünüm
Ben bir bütünüm paramparça
Ben benim
ben de ben
Ankara
Duyguların bile terlediği o kadim yaz kentinden beri
nedir bende değişmeyen
Kafka Prag sokaklarını arşınlarken
ve sisli sonbaharlı Ankara’da imgelenen
Hala hatırlayabilmem mi imparatoru
Hani vadedilmiş kadınların okşayışları arasında
öldürün diye bilmem kaçıncı kez şehvetle haykırırken
Peki neydi onun karşısında diğerlerini değersiz kılan
Evet yine imparator vermişti yanıtını
adalet de neymiş diye
Tanrı’nın adaletsizliği değil miydi
Habil’i Kabil’e kıydıran
Şimdi aynı mahkeme
Tanrı’yı çarmıha geriyorsa
neden şaşırıyorsun
Değişmeyen şey
durmaksızın süren şizofrenimmiş meğerse
Son Aşk
Şiirde mağlubiyet bile bir serüvene dönüşüyor
hatalar asalet diye anlaşılıyor
Yalnızlıksa yiyip bitiremediğimiz
bir somun ekmek
Mitoloji bizi ürkütmüyor artık
Ölüm diye bir şey yok
Yoksanınca acı da silikleşiyor
Bedenimizde küçük yanıklar bırakarak çekip gidiyor
ve sen diye bir ordu
bütün askerleriyle bana katılıyor
Savaşacağız
ve yenilmeyeceğiz bu sefer
Bahar kokan bedenini sararken
fısıldıyorum bunları terli tenine
Yenilmek diye bir şey de yok
bundan böyle yanılmanın imkansız olduğu gibi
Kim olduğumu ve neden seninle olduğumu
merak eder durur oldun
Gözlerinin ve ellerinin sana başkaldırmasından belli
Anlayacaksın
ninniler sustuğunda
Dünyanın çektigi bütün acılar
ve ateşin etrafında danseden çılgınlık
kelimelere dökülüp sana verilir mi sanıyorsun
Ben bir şairim
Ben bir şairim
ve her şey direncini yitiriyor önümde
Dokunduğum her şey
Duvarları okşadığımda
parmaklarım içine değiyor
ve ilkçağ filozoflarının şehvetini duyumsuyorum
arkhe’yi bulmak için
önlerine gelen herşeye dilleriyle dokunduklarına
öyle eminim ki
ve ben bir şairim
Elimde olsa diyorum
bu nemli toprak kütlesinin
dünyanın merkezine girer
ve kanına karışıp
yeryüzünün her yerinde
depremler olurdum
Oysa elimden gelen
şeylere dokunmak sadece
okşamak onları
Nüfuz edilemezliklerinin yok oluşunu
görerek
şehvetle gülmek
ve ben bir şairim
ve her şey direncini yitiriyor önümde
Şehir Hayatı
Yalandır onurlu ve dürüstçe yaşadığımız
Hayır ne bu sisli şehir
ne de iliklerimize kadar işlemiş ihanettir
bizi kirleten
Çünkü biliyorum
sırtında bıçakla yürüyenler de
en az hainler kadar bulaşmıştır ihanete
Şehir hayatı böyledir
denip geçilir her zaman
Hayatımızı asıl onursuz ve riyakar kılan
her gece yataklarımıza uzandığımızda
uykumuzun ne kadar görkemsiz olduğudur
ki isimsiz kadınlarla sevişmeyi yeğleriz her zaman
Arthur
Arthur inatla direniyor
Candy’ye olan aşkına
ve kesmiyor bileklerini
Halbuki böyle bitmesi gerekiyor bu hikayenin
Her sabah avuç dolusu antidepresanla uyanıyorum
ve dokunuyorum tenine
‘ne var’ diye haykırıyorsun
Yüzümde ironik bir gülümsemeyle
atlıyorum bira kadehine
Camdan yapılmış hayallerim var
ve sen boyuna taşlıyorsun onları
Firuze
Firuze yanlış erkeklere meyleden edilgen bir kadındı
Kaşlarını aldırmış bir grup yakışıklı züppeye dellenir
takılır kollarına girerdi
Hatıraların pis lağımında uyuşmuş bizler
ikinci sınıf barların
tıklım tıkış masalarında onu bekler dururduk
ama ağlamayı beceremezdik bir türlü
Asitli gözyaşları göz çukurlarımızı oyar dururdu
Şimdi bu hikayeyi
ve Firuzeyi anarken utanıyorum
kolumun her yanına tırnak makasımla kazıdığım isminden
ki o yorgan altındaki sakıncalı düşlerimizi
yakar giderdi her gece
Ben de güya onurlu bir Türk filmi jönüydüm
Yeşilçamın vazgeçemediği
Hep aradan çekilirdim
Bırakırdım üşüyen gözlerini
şehvetle ısınsınlar
‘anası tikli çömezlerin’ kollarında
Yanıldım mı De Niro
‘hayat ciddi’ midir?
Bir dostun intihar teşebbüsü
İntihara teşebbüs ettiğin günün sabahı
dünya daha bir soyluydu
Elimizdeki gazeteler
Kuran kadar kutsaldı o sabah
Sarı sayfalardaki siyah beyaz
vesikalık fotoğrafına bakarken
hepimiz gördük
çarmıhtaki İsa’yı
Bir sabah da olsa
soyluydu
parkta oturup
gazete okumak
Yine bir akşam gelip
‘anladım ve özür dilerim’ dediğinde de
kutsal bir akşam yaşadık
Ama yalnızca ikimiz
Bu miraç yalnızca ikimizin arasında kaldı
Hoşça kal dostum
Bütün anılarımız anne sütü gibi helaldir sana
Hoşça kal insan
zaaflarından tanıyorum seni
Eski prenses
Bir akşam yine sarhoştun
bir sürü erkeğin gözlerinin altında
Sezen Aksu çalıyordu belki de
Bir sevgilinden daha ayrılmıştın
Muhtemeldir ki beni hatırlamıştın
Titreyerek belki de
erotik ve siyah kilotunu biraz ıslatarak
telefona uzandın küçük ellerinle
Beni aradın
Ama yoktum artık
En kötüsü kin duymaktır
Nasıl yıpranır insan
İşte yine seviyorsun beni
Affedecek kadar olgunsun artık
Ama ne yazık ki geç kaldın
Bu akşam yine sarhoşsun
kim bilir hangi kutsal yatakta
hangi talihli adamlasın
Sonbahar
Sonbahar da geçer
Şehirlerarası otobüsler bir şehirden
bir şehre gitmeye devam eder
Sevgililer başkasının olmuştur
Hayat devam edecektir yine de
Eder de
Yorgun argın bir tepeye çıktığında
neden buraya tırmandığını
çoktan unutmuşsundur
Sonbahar da geçer
Can yakan sorularıyla
dostlar
yakıp dururlar sararmış
yaprakları
Yitip giden biz değilizdir
Acılar şeytana
umutlar Tanrı’ya havale edilir
Eski ece
Geleceksin biliyorum
Yeni biriktirdiğin yahut satın aldığın
yabancı hatıralar olacak yüzünde
Çantandaysa her mevsime özel
iç çamaşırları
Geleceksin ve konuşacaksın
Hedefi bulamayan birer ok gibi
dökülecek sözler ağzından
Ah o ağzından
Her gece anatominin en kuytu köşelerine inmeden önce
öptügüm o ince dudaklarından
Ne kadar can sıkıcı dakika
ne kadar sene
harcanmış olacak
bu diyalogu yazmak için
Bir isimden bahsedeceksin
gözlerimde bir umut boğulacak
Mecburendi diyeceksin
Sonra…
Sonra elinden tutup
unuttuğum ihmal ettiğim yaralarıma
götüreceğim seni
Sana dair yangınlar devam etmektedir orada
Geleceksin ve anlatacağım
Bu ademoğlu hangi ahmak maceraları
ateş çemberi sanıp
soktu kendini yüreğinden
İçimdeki çocuk
Sabahları sisli bir sokakta
yabancı ve büyük bir şehirdeki
bir genç kız kadar korkak
her gece sevgilisinin kocası tarafından
bıçaklanmaktan korkan
bir paranoyak kadar yalnız
metafiziğin bütün sorularını yanıtlamış ama
severek sevişememiş
kitap okuyan bir kadına aşık
otobüste şiir yazan
içinde bir yerlerde
adı konmamış bir şeyler olan
açılıp bakılsa kafatasına
beyin yerine sürekli yanan
yanan mazot kokusu
ağlamak için terkedilmiş bir kasaba arıyor
Ahşap ve yaşlı bir evde
zorbalık hastalığından ölmüş
ihtiyar bir adamın
son kahvaltısını martılarla paylaşırken
rüzgar kapıdan girip
pencereden çıkıyor
Paylaşılıyor son peynir
İsa kokan bir kadeh şarabı içerken
Bir çocuk vardı bugün içimde
Kurdun günü
Kana susayanlar cennetinde
tek başına bir orduyum
ya da olabilirdim
Tek asker
tek komutan
tek düşman
ve canavar kükredikçe
vahşileşen bir koyun
Güneş ülkesi
Bizim bozkırımızda gün boyu fark etmediğimiz güneş
oralarda kızgın bir Tanrı olup hükmedermiş sizlere
Sizlere çogul seslenilebilir mi
Eriyip birleşirsiniz ya da yalnızlaştıkça çoğalırsınız
Akdeniz’in çılgın gözleri
Gelmek
Bu şehirden çırılçıplak soyunup
gelmek
ve sizin gözlerinizle yeniden bakmak istiyorum
ve görebilmek
Dyonisos’un hep yeniden
yenilenen yaşamak efsanesini
Ama yolun yarısında geri dönüyorum hep
efendimin öfkesine
doymak bilmez arzularını yerine getirip
zorbalığına boyun eğmeye
Çünkü ne zaman
Köleliğimden sıyrılıp efendiliğe soyunsam
birden bir daha ayrımsatıyor kendini
kralları bile intihara sürükleyen sıkıntı
Artık her şey için çok geç
diyen rüzgara itaat edip
gerisin geri dönüyorum şehrime
Bir kadın
orospu da olur hiç fark etmez
beni yeniden doğurmaya razı olsa bile
hani dedikleri gibi
dünya çok küçük
ya da
yeniden yaşamaya değecek hiçbir şey yok bu hayatta
ve kimin tekrarıyım ben
yanıtı imkansız sorulara iliştirilmiş
kaç bin yüzün türevidir
aynada gördüğüm bu çirkinlik
ve güneşi bütün kavuruculuğuyla
keşfedeceği söylenen o kaşif
ben değilim
İşte yine gizleniyorum kendi sıkıcı mısralarıma
hiçbir yerde olmadığımı bilmeyeyim diye
Ey hayat
aslında boş laftır bu mısralar
Kendi kendime mırıldanışlarım
kendi kendimi duyabilmek içindir sadece
Uykuya yatmak
Bu kavganın
bu savaşın
bu koşuşturmanın
bu huzursuzluğun
ölüm bedeliyle fasılalarının olduğunu idrak
Çatışmanın en kanlı yerinde cephede uyuyakalmak
uykuya yatmak
Çamurdaki ayak izlerinden birinde
nice yıkımların fısıltıları
ve nice zaferlerin
ve kendi zaferlerinin dumanları arasında
onurlu cesetler
zayıf cesetler arasında
yaşamak için onursuzlaşan
ve zayıflaştıkça güçlenen sen olmak
Yabancı
Bir yabancıya sorulacak en zor sorudur
Yabancılık nedir
Yanıtı yoktur çünkü
Bir duvara bakıp bakıp
yazla kışı birbirinden ayırt etmeye çalışmanın
Baştan yanlış sorulmuştur soru
Anlamsızlığın anlamı?
Hep yeniden oturup yazmak gerekecek
değişen hakikati
Güçlü ellerde güçlü kalemler
bir türlü isabet etmeyecek
Moby Dick’in sırtına
Ama yine de
bir şair mi söylemişti yoksa bir filozof mu
dirseklerini mermer masasına yaslayarak
yaşlı Zeus
bir anda aklına gelmiş gibi
durmadan yazacak saatlerce
ve saatlere sığan yıllar boyunca
Şark gecesi
Bu şark gecesinde seninle ben
yine uzun bir sessizliğiz
Yine bir çift darbuka sesiyiz
Bir kadeh daha şarap içiyorum
Şimdi çektigim acı
üç kere daha kırmızı
Bir kadeh şarap içer misin benimle aşk
Bembeyaz teninde sımsıcak eserdim ya hani
titriyorum bu ağustos gecesinde
hummaya tutulmuş bir köpek gibi terli terli
ve işte bu gece yatakta olmak
her zamankinden biraz daha uyuyamamak
Öp de geçsin prenses
Şaşırıyorum nasıl da ayrıyız
Aç telefonu da sesini duyayım bari
Duymayayım mı yoksa
Gözlerin de benimle bu gece
ve ‘nereden çıktı bu küçük ayaklar’
ben tanımazdan evvel de
taşırlar mıydı seni bir şehirden diğerine
yüzümün orta yerine basarak
Ağustos
Güzel kadınlar akşamları
nasıl da ölüme bakan yaşlı kadınların
ikindi uykularına döndü
Ağustos sıkıntısına döndü
Akşamı alkolsüz bekleyişlerle geçiyor
Ankara’dan eteklerini sürüyerek
dedikoducu bir kadın gibi geçiyor
yaz günleri
Nafile sevişmelerle
terimizde boğulan hamam böcekleri
Domuzlarla dans
Oradaki çamuru yaşamak
Öpüşen domuzların orgazm sesi orkestrası
teypte çalan şarkıya eşlik ederken
ateş suyunda yüzüyorum
Gözlerimde yapışkan bir sevgi
Gelirlerse senden de bahsedeceğim
Şehrin tam kalbindeyim ya
bilirsin boş durmaz hatırlarım
Şu sigara dumanı bile
seni düşündüğümün deliliyken
nasıl inkar edebilirim
Çikolata fabrikası
Kapı çalınıyor yalnızlığın kapısı
Duymazdan gelemem
Gelirsem silaha davranır şizofreni
ve tan kızıllığında otobüsler beklemeye devam ediyorum
Bazen de başka şehirlere gönderiyorum
Seni göndermeden önce de o dar koltukta sevişmiştik
hoyratça hatırlıyor musun
Belki unuttun
Ama unutturamıyorsun
ve henüz bir buçuk saat var içki zamanına
Terliyorum
Can çekişerek öldügümü söylüyor bir dost
‘Benim güzel ülkem’ diyorum ben de
‘Henüz bir çikolata fabrikasını bile görmediğim benim güzel ülkem’
Aşk ve televizyon
Aşka dair bir televizyonun karşısındayım
ve her şey aşikar
Gel de göstereyim
duvarın gözeneklerindeki hayatı
dilinle tattırayım sana
Televizyon ve aşk
Bara gitmek üzereyim
Ne derlerse desinler
paranoyak desinler isterlerse
televizyonu da aşkı da bırakıp
şehirde kısa bir tur atabilirim hala
Mesih olduğumu iddia eden falcı bir kadın yüzünden
otobüsteyim şimdi
11 eylül
İlle de cinayet var aklımda
Neden hep aynı yoldan gider bu otobüsler
Teleferik değiller ya
ve dünya her gün değişse de
gerçek bir bombaydı asıl beklenen
ve kalan tek seçenekti
ille de cinnet
İlle de cinayet
ve cinnet
bütün çarkları çatlatıveriyor
Yıkılıyor bütün kamu binaları
Kan kokusunda soğuktu her şey
eylülün en sıcak günü de olsa
ve spermleri
fortmantoya asılı adamın iki kaşının ortasından
ılık ılık boşalıyordu
Tımarhaneden mektup
Burada ben ve birkaç maymun daha
akşamüstleri takılıyoruz bir hemşirenin peşine
üzerimizde beyaz pijamalar
güneşin batışını izlemeye
Gözlerimizde şaşkın bir çocuk ürpertisi
meğer yaşamak ne güzel bir şeymiş
anlıyoruz
Savaşmak diyorlar
yaşamak savaşmakmış
ve ben seninle savaşmalıymışım
Bu iş bitmiş diyorlar
Oysa bak ne çok mektup yazıyorum sana
Gönderilmemiş mektuplar
‘Bugün nasılız?’
‘İlçlarımı almayı unutmuşum ve kötüyüm’
‘Ama olur mu?’ diyor hemşire
‘Yaşamak savaşmaktır’
ve yine takılıyoruz hemşirenin peşine
güneşin batışını izlemeye
Karga
I
‘ve Rab Şeytan’a dedi:
Nereden geliyorsun?
Ve şeytan cevap verip dedi:
Dünyada gezinmekten ve dolaşmaktan’
Ve biz insanlar arasında gezeriz
ve onlar gözlerimizin içine bakarlar da anlamazlar:
Yaşlılığın rengi siyahtır,
Gözlerimdeki irinde
sizin ve benim günahlarımızın izi vardır
ve kinimi unutacak kadar
uzun da olsa ömrüm
gözlerimde saklı durur ya
yapıp ettikleriniz
ki nereye baksam
gördüğüm geçmişinizdir
Kurumuş ağaçlarınıza tünedim
gagamda küllerim
Zamanımı bekliyorum
ve ne zaman ki
aranızda gezip dolaşırken beni göreceksiniz
pençelerim boğazınızda olacak
Mutluluğunuz ciğerlerinizde düğümlenecek
Çünkü gözlerimde saklı durur yapıp ettikleriniz
Bana bakınca göreceksiniz
ve diyeceksiniz ki
işte sakladığımı hatırladım
Aranızda dolaşan bir yabancıyım
gagamda küllerim
ve zamanımı bekliyorum
Size kendimden ve sizden daha yakınım
II
Her defasında üç kez söz verirdim
üç kere yalancıydım
bulanık yüzüm hatırlanabilsin diye
kral, rab ve şeytan için üç kere
Hatırlıyorum kan ve gözyaşıydı
ahdimin mürekkebi
ki sırf bu yüzden
hatırlıyorlar ya hala
kim bilir kaç kere
‘Seni seviyorum’ dediğimde
hep yalan oluyormuş
Anladılar
‘Aşktan geriye bir şey kalmaz’ sandılar
ve sandım
İşte gagamda küllerimi saklıyorum
yeniden yanılmak için
Ben ve senler yeni bir yalana ortak olabilir miyiz
Bilmiyorum
desem de
adım gibi biliyorum
Siyah bir kuş adıyım
ve kurumuş ağaçlara tünüyorum
Some of these days you’ll miss me honey
Ben seni o kadar çok düşünmüştüm ki
düşünmekle özlemeyi karıştırır olmuştum
Her şey birbirine karışınca
dağınık bırakıp uykuya dalmıştım
Artık nesnesiz bir özlemsin
kendine gömülmüş bir çocugun hezeyanları
İnsanlık balçığında krizler geçirirken
geçmişe dair resimlerde
ne kadar da bulanıksın şimdi
ve ne kadar bunalık
ki sırıtışım gülüşüne karışınca
tabutta mutlu bir adam oluyoruz
Bir şaire bendendir
Tanıdığı herkes ve herşeye şiirler yazan bir adama bendendir
ki o büyük elleriyle kayayı tepeye taşımak yerine
yorgun gözlerini sağdı beyaz kağıtlara
Belki şehirde kaybolmaya yüz tutmuş
dostluklara tutunmaya çalışan aldanmış bir çiftçiydi
Ona sırtını dönenlere çürüyüşünün kokusunu duyurmak için durmadan şiirler yazdı
Atalarının kitaplarını sırtına vurup kim bilir kaç kapıyı yüzünden vurdu
Dostları vardı sevgillisi de
Ama kimse umursamıyor bunun sonu nereye varacak
Bu macera nasıl sonlanacak
Kimine göre ağzını son defa açtığında
söz yerine kül şiir yerine kan dökülecekmiş ciğerlerinden
Ama bakın hala koşuyor bir yerlere neresi olduğunu bilmeden
ve adının bahsi geçiyor kargaların sabah naralarında
ve eski bir şairin adını ve yüreğini taşıyor yorulmadan
Sigara içiyor
ve herkesten çok yaşıyor
Çün yazmaya çalıştıkları onu yaşıyor
Atilla Piri’ye
Çınar gölgesi
Uzandığımda gölgesi tutuşan bir çınardı yaşadığım
ve putumu çalıp gitmişti kahin
Bozgundan ardakalan cesedimi çürüten
bir eylül günüydü
Sokaklar yaşayan ölüler cenneti
Orada olmayan adam
Nerede şimdi o adam
başından büyük bir aşk geçmiş
Nerede onu arıyorum
Nafile yaşamak duygusunu
çocuksu bir gülümseyişle birleştirmiş
ruhunda hala aşka yer olan
Nerede şimdi o adam
Bak işte burada yaz var şimdi
Ne yapsam da olmuyor
her şey yolunda
çocuksu gülümseyiş düşüyor yüzümden
belki de eriyor
ve onu arıyorum
Balkonda ölümü seyrederken
sakin midir hala
Kaybetmek ve acı çekmek için
daha çok vakit var diyordu ya hani
Pantolonumu giyiyorum
ve yeni bir adam gibi
eskimemiş bir adam gibi
sıfırdan başlıyormuş gibi
çıkıyorum sokağa
Bu şehir güzeldir
Bu şehirde çok kadın vardır
Uzanıp alabilirim
Gün uzun
ve yakışıklı bir çocugum
Düşler kurardı o
yanı başında görünmez bir kadın
Şimdi
şimdiden bile bahsediyor
İnanabiliyor musun
Deli
Yüzümün sol tarafında deliler dans ediyor şimdi
Beklenmedik bir misafir gibiyim
‘ama hırçın’
Benimdir bu geyik ve şarap
hani zıkkımlandığınız
Baş köşede siz değil ben oturmalıydım
Acı çekiyorum
Bir daha gülemeyecek bir adamım
Bir deli
Küçük kadın
Küsmüş bir çocuktan bahsediyorum
sokaklardan ve sisteki öksürük kokusundan
Aşınmayan ne varsa
siste kaybolsa da
elleri boş yürüyenden
Güneşin batarken çektigi acıyı seyrediyor
kalabalık labirenti
Rıhtımda neden yalnız yürüdüğünü
ve neden Tanrı’yı aradığını biliyorum
Küstüğü şey bu kirlenmiş hayat değil çünkü
Arkasını döndüğü bu şehir
geçmişinden sıyrılamamanın
suçunu sırtına yüklediği bir günah keçisi sadece
Yitirilmiş onur
bulaşılmış ihanetse onun sırtında hala
Guguk kuşu
Birçok ayrıntıya bölünmüş geometrik bir yüze sahiptin
ve çoktan çıkarıp atmıştın ruhunu
günlerin ince ayarında
Ağır gelmişti çünkü
gerçek acı
gerçek hasret
Bilinmeyenin ve kuşkunun esaretinde
ve şiir dizelerinde
kalbinin ritmini yeniden yakalamaya çalışıyorsun
Pencere ve zemin arasındaki mesafeyi
atlamak için yeterli bulmuyorsun
‘Eyvallah’ diyemeyecek kadar umut dolusun hala
Atlamak yerine bir sarhoşluk istiyorsun
güneşin bölemeyeceği bir uyuşukluk
ki içki eşliğinde kaybolup gitsin bütün nesneler
Yitirilmiş cennetin üzerine kurulmuş şehirler geçtin
Cesaretin hakaretle sınandı
ve nereye gitsen
kimle sevişsen
amatör bir yabancıydın
Antidepresan, alkol ve ot
yitip gidişinin bahaneleri sadece
İnsanlık düşmanı
İnsanlığın düşmanı ve insanlık düşmanı
Yirmi beş senede ne kadar olursa
Oldukça
Nefes alışlarındaki bile kibre
anlamsız öfkelerine
tiksintiyle karışık sevgilerine
Yalnızca oradalar
yalnızca etrafında
ona düşman
o onlara düşman
Ankara’da her akşam
Sarı soğuk sonbahar günlerinden biriydi
Olan olmuştu çoktan olan olmuştu
Sevgilim beni terkedeli tam bir yıl olmuştu
Bunu hatırlayıp üzülmedigim günlerden biriydi
Sevgisiz hüzünsüz bir akşamüstüydüm
Gözlerim yağmur öncesi
Okul da bitmişti gençlik de
ve bu şehir bildiğim en güçlü esriklikti
intihardan başka kurtuluşu olmayan
Kentsoylu bir orospuydu
hem güzel hem satranç bilen
Düşünüyorum da ne çok intiharlar
gidermemişti kanımızdaki irini
ne de çocuklugumuzu geri getirmişti
Yine hep beraberdik işte milyonlarca prezervatif
Tanışmak istiyoruz mümkünse bu gece sevişmek
Sevmemek mümkün değil bunca sevmelerden
Ben ise bir şeyi yalnızca bir şeyi anlamaktan mutluyum
Geleceği bir saat gibi kurmaya çalışmaktan yorgun
Ben değilmişim hayatmış beni yaşayan
Bunu anlamak için bir gençlik heba olmuş
Sonunda anlamışım işler yolunda gitmeyince
Uğruna beşinci kattan atlanan o kız
kim bilir hangi barda iş çıkışı birasını yudumluyor
Yalnızlığı tarafından asılan o ressamı sorarsanız
her akşam yine aynı barda oturuyor
Her akşamüstü merdivenlerden aşağı süzülen güneşi izliyoruz
Önce sararan sonra kızaran o hüzünlü yüzünü
Sonunda boğulan bir adam gibi mosmor batıp gidiyor
Her akşam
ya da Ankara’da her akşam
Bir zamanlar
Bir zamanlar
ben bir tatlı su balığıyken
korkardım yaralanmaktan
yaralamandan
ve sen beni terk edip gittiğin zaman
oluk oluk akan kanıma bakmaktan
ve sen beni terk edip gittin
Şimdi
tekrar tekrar kavlatıyorum da eski yaraları
ah bu acı nasıl da zevk veriyor
unutulmuş eski bir filmi ummadığın bir zamanda seyretmek gibi
Sen yine beni terk edip gidiyorsun
ve ben şehvetle izliyorum
beni terk eden güzel kadını
Çürüyüş
Garip bir yüzeyde yürüyorum
Yürüyorum
Sırt ağrılarıyla böcekler
ve nice yazlardan geriye kalan sonbahar
Yürüyorum yürüyorum
Kızılderili duaları eşliğinde yazılar yazıyorum
Yazıyorum yazıyorum
Ne kadar da az şey kalmış geriye
Ne kazandım bir bilsen
Senelerin ne getirdiğini bir bilsen
Kıllı hayvanlar otobüse biner mi
Biniyor işte
Bir örümcek gibi uzanıyorum yatağa
Gergin ağlarım yay gibi
Sen yok olmuş
Benden geriye baş ağrısı ve uyku kalmış
Hani nerede dedikleri
her şey
her şey nasıl anlatılır
Civa
Evet civadır terim
Her yürüyüş başka bir şaşkınlıktır ki
nasıl da biliyorlar diğerleri
Kavmimden soğuyorum
Böyleler işte
Biliyorlar yarın ne olacağını
Kadınlar ve
öpüşen cesetler
öpüşen yabancılar
‘sen olmasan çürüyecektim’
Sen olmadın çürüyorum
İçin için çürüyeni kim görür
Kim görür
Anneler bile görmez
ki hiçkimse yoktu
Tahta sehpa
Çekmecede porno filmler
Balina
Dairemde
küçük odamda
upuzun ve gözleri yaşlı bir balina
intihar edip kıyıya vurmuş gibi
uzanmış
Dua
Üzgün ve uyumsuz çocuklara içelim
ki onlar mutlaka günahkardır
köpeklerin köpekleri tasmayla gezdirdiği dünyada
ve çok şükür uykulara dalıyorum
Sonra öyle büyük anlamsızlıklara uyanıyorum ki
aldırmazlığımla fethediyorum dünyanın kalbini
Dayandır bu bedeni dayandır Tanrım
Dayandır ki bu esrikliğe devam edeyim
Çünkü yanlış yerde yanlış yarattığın şairlerden biriyim
Çürüyüşümü anlatıyorsun
çoktan toprak olmuşlara
Beyaz Adamın Laneti
Anlamsızlık
beyaz adamın laneti hepimizi esir almışken
bazı bazı Tanrı’nın bizi izlediğinden şüphelenip ezim ezim eziliyor
ve burada
doğru kelimeleri bulmaya çalışıyordum
Ah bütün şehir pornoyken
herşeyi temizleyecek doğru kelimeleri arıyordum
Mesela o gezgini düşünüyordum
Hani incelikli ölümler için
ve son bir defa gerçekten ağlamak
bir ağaç gölgesi ararken
uzun ve kurak yürüyüşünde
onları görmüştü
Masumiyet için kendi çocuklarını çarmıha geren kasaba halkını
ve geriye ne kaldı
beyaz adamın laneti
ve Tanrıya dönüşen bir gezginin hayaleti
Senin İncelikli Cinayetin
Beni öldürdügünde gençtim
İncelikli bir cinayetti
Ama senden beklemezdim
Bizim adını koymadığımız dünyada
bendim hain ve zalim
Oysa beni öldüren sen oldun
incelikle ve bir damla üzüntüyle
Geceler kulağıma fısıldıyor bazen
Bir dünyamız vardı
Ne işim var bu umumi dünyada
Fısıldıyor şehvetle
Sıcacık oluyor yatağım
Sıcacık oluyor odam
ve karanlık
ve karanlık
Bedenimin on yerinde kalp atışları
Ah bu güldür diye dokunuyorum tenine
Masmavi kadınlar geçiyor gözlerimden
Hepsi de sensin
Bembeyaz ve sıcacık
Oysa bu ayrımsananlar hep kara
karanlık
Beni öldürdügünde gençtim
içi yaşlı uykularında
eylemsiz
bol nemli sonbahar melankolili
Ölecek kadar genç yani
Bu ertelenmiş yeni doğum
Ah yokluğun ne çok ögretenmiş
Bilmiyorsun!
Jandarmalığın ve sensizliğin kara duygululuğu
Seviyorsun
Seviyorsun ve o da seni seviyor
Ne farkeder
Bu bana ne yapar hiç bilmiyorum anlamını
Ama bir sorum var sana
cevaplayamayacağın!
Ulan neden hep sana yazıyorum külliyatı
Kuş Düşmanı
Rüyalarımda kuşları incitiyordum
Sabahları yalnızlığımı kuşanıp
sokaklara çıkardım
Yalnızlığım giderek daha soğuk oluyordu
Üşüyordum
Daha sert oluyordu
çarpıyor inciniyorlardı
ve keskin
Her yanım kan
ve bırakıyordum kendimi
Bırakıyordum acı damarlarımdan geçsin
geçsin ki heykelleşmeyim
Ulus’taki Atatürk heykeline bile pisliyor güvercinler
Bırakıyorum sürüp gitsin acılarım
Seni düşünüyorum
Sonsuzlukta başka taraflara giden
Kesişmesi imkansız doğrular gibiyiz artık
Öyle uzun yolculuklara çıkmışım ki
yorgunum kendi içimde
buldum ıssız çölleri
Buldum karanlık tabutumu
Şimdi ne yana baksam
ya çok karanlık ve dar
ya da ulaşılamayan bir ufuktur ruhum
Belki de o anı kaybettim
Belki her şeyin bire kavuştuğu muhteşem anda
o büyük anda ölmeyi beceremedim
Uzlaşmaz
Uzlaşamadım
ölülerimin uyuduğu o gri binalarla
Bir türlü olmadı
Bir sürü fahişenin becerebildiği o odalarda bir türlü bulamadım
upuzun saçlarını okşayamadım zarif cesedimin
Başka şairler gibi üreyen
Undergroundunda şehrimin
Siyah
Zaman bizi unutmuştu belki de dönüp dönüp jandarma duşhanelerinde kanayan abazanlığımızı arıyorduk. Sorularımıza sessizlikle cevap veriyordu Varlık. Tesadüf edelim diye sokaklara çıktık; kendi ölülerimizin üzerlerine basa basa. Kanıyorduk. İçimizde ucu bucağı olmayan çöller bulup alkolle ıslatıyorduk.
Güvercinlere hükmü sürmeyen bir karga karaydım. Tanınıyordum her şeyimden.
Ne kadar zamandır taramıyordum saçlarımı
Duymak istemiyordum merhabalarını
Merhaba sen uzaktaki
Siyahtım
Jeff Buckley
Yanımdaki kını yaralı hatunla sıkılmış otururken eskilerden bir müzik çaldı: bulmuş dedim; çığlığının rengini bulmuş bir ozandı.
Beyaz
Mim
Beyaz kadın kirli düşler görüyordu; bekliyordu beyaz atlı prensle beraber kirlenmeyi.
İpek yatağında yana yana sayıklıyordu
Gelsin istiyordu
Büyük kılıcını çekerek inecekti atından ve bu ev kıpkırmızı şehvet dolacaktı
Bütün düşler gibi onun duaları da
yankılandı evrende
ve bir duyan oldu
Ateşin etrafında rakseden
çılgın eğlencelerinde tasmalı kadınlar oynatan
kızıl prens duydu sesini
Unutulan
Arasıra şehrin kara lağımlarına yolum düştüğü olurdu. Hayvan arasında sakince bakardım binalara ve şu otelde bir gece kalıp gidecekken karakol müdavimlerinin bildiği kadının akıbetini düşünürdüm. İntihar mektebini bitireli uzunca bir zaman olmuştu ve daha dışardayım. Üşüyordum ama atımdan inmemiştim daha. Bazen dik başlı Çinli tüccarlar gibi girdiğim olurdu pastahanelere
Bir uzun zamandır anlamıyorlardı. Bir koyu içilecek kan istediğimi sayıklarken garip garip bakıyorlardı.
İşsiz olduğumu sanıp üzülüyorlardı
Hangi birimiz bunca güzel ölüp de kadınlar unuturken avare kalabilirdi
İnanmayın zaman beni hatırlayacaktır bir zaman sonra. Beyaz bir kadından, onun sayesinde de olsa hatırlayacaktır
Beraberdik bir avukatla bir koyu kan içtiğimizde
Tutanak
En çok işte bu zamanlar acı koyuyor bana
Saat geçtir çıkıp da gidemezsin barlara
Saat geçtir kalbin çırpınır durur sıkıştığı yerde
Daha bir anlarsın uyuşmazlığını ruhunun
korkunu, küçüklüğünü ezilirsin kendi evinde
Saçma sapansın kimsenin işine yaramayan
Yapacak bir şey yok
Değişen bir şey yok
Kendi tutanaklarını tutarsın bari
Yazdığın hiçbir şey değil
Bir şey olsun istersin
Boğuluyorum
‚Bir tek ben miyim kalbi kanamalı’ demişti şair
Bir tek ben miyim
Sıkılıyorum ulan
Hakkım yok mu?
Bunca yalnızlığıma bozuluyorum işte
Bozuluyorum
Çay ocaklarından boynu bükük utanç içinde çıkmalarıma
Nefessiz kalıp da bir bakıştan
bir gülüşten huysuzlanıp bir dostun evine koşarak gitmeye mecbur muyum
Bütün dostlara mahcup olmuş
tutunamayanlığın bir seçenek olduğu bir çagda
mecburen tutunamayan olmak bana mı düştü
Kaybettim
Kaybettiğim neydi ben mi
Ama hiçbir bahanesi de yok kaybetmişliğin
Kayıp deyip geçiyorlar hala genç olanlar
Loser deyip geçiyorlar
Neydi uyuşamadığım
bu sokaklarda
Bu cıvıl cıvıl arabalar mıydı
cırtlak renkleriyle parıl parıl
yoksa grandtuvalet kuryeler mi
her köşe başında rastladığım
Yoksa ben miyim düşerken huzur dolu olan
‘Neden ulan neden’
bu oyunu oynamak bana düşüyor
Neden zaman kimilerinin zaferlerini parlatırken
kendi evinde mahkum olmak bana
düşüyor
Peki ya tarlalardaki gemilerim ne olacak
Artık bunlar da mı beş para etmiyor
O zaman ne?
Tavşan neden dağa küsüyor ulan
Ben mi yarattım
Eski Melike
Ah beyaz tenli küçük ayaklı
bilinmez ne terbiyesiz olduğun
Hala seni seviyorlar bu şehirde
Bilmiyorlarmış gibi aradan bunca uzun acı acı geçti
Bilmiyorlar mı ben bir gençliğe ağıt oldum
limanlarda rüzgara karşı seni düşünerek
Bilmiyorlar mı
yeni zaman kendi meşrebiyle sevişmek ister
Hala seni sevenler görüyorum
bar kapılarına baka baka
Nefret etmelerden sevmelere bir yuvarlak yolu geçmiş gibiyim
Limanlar satıldı
Limanlar yakıldı kıpkırmızı
ve ben bir karga kara kalıverdim serçeler arasında
Belki sevişebilirdim
bunca kara olmasaydı kanatlarım
Ülke ve Tarih
Bu memleket güzeldir hala; ağaçları, tarlaları, tarlaların arasından geçen şehirlerarası otobüsleri, nerede olduğu bilinmez fabrikaları ve harita(harita bir ülkedir) başlarındaki büyük adamlarıyla* . Nerede ve ne zaman büyür çocuklar çirkinleşerek büyük adam olmak için. Ve ülkemin(ülke bir haritadır) sivil tarihinde oteller yakılıdır-şairler ve ülkemin sivil tarihinde insanlar yakılıdır-sırtında Allah yazan ve ülkemin sivil tarihinde neden ulan neden bu kadar çok çocuk büyütüyorlar
Madem ülkenin kalkınması gerek
İşsizleri de katledelim derim ben
(Her şekilde hayatta kalabiliyorlar çünkü)
Hem ne o asık yüzleriyle
Çöpçülerin yeni süpürdüğü sokaklarımızda sürtüyorlar
Hem neden ben suçluymuşum şehirler kirlendi diye. Olsa olsa üzgünüm biraz da erken yaşlanmak. Sokağa çıkmıyor değilim hani bazen Pazar yerlerine uğradığım da olur. Herkes kadar ellerim kirlidir: Kabul
*şimdilerde namaz da kılıyorlar
Günlük
I
Pazar yerlerinde şehrin ve dünyanın
bir eli emeğinde yürüyordum
Vah ki emeği eline verilenlerdenim
ve cesaret alıyorum çantamın sapından
Böyle diyedir vaktim yoktu şiire
Bilmiyormuş gibi
en güzel yazılarını mesai çıkışı yazarmış
Kafka diye bir memur
ki babası zengin yalnızlarındandı
Prag şehrinin
Parklardan geçerken üzgün bakışları altında berduşların
ve otobüslerde ezikliğim
Bir sıcak dokunuş yok mudur kumrulardan
Standart adam olmaya basmışım imzayı
Bilinir de söylenmez
bir imzaydı bir ülkeyi yaratan
Harç bitince çıkıp buluşurdum
bir karga ki kanatları yaralıydı dokunulmaz
Buluşurdum bir eksik dokunuşu için
yalnız sarhoşken ve o da telefonda konuşan
Bir zamanlar ah ki koca gagasından su bile içerdim
Buluşurdum ve bulanık bir
bira içmeler
Belki avutuyorum kendimi ne değişti?
II
Benim işte aç bilaç kapılarınızın önünden geçerken utanan
modern zamanların gecikmiş intiharlı Don Kişot’u
Kalmamış değirmenler dar sokaklarda duvarlara çarparım
ne de bir kapıyı alnından vurmak
kapılar yüzüme kapansın özgür kalırım
III
Prenseslerin krallarının kollarında mutlu, renkli ve resimli fotoğraflar çektirdigi Akdeniz cennetine bu defa yalnız gitmiştim beyaz çarsafların hatıralarına gömülüp dinlendi-rici uykular uyumaya. Uykulara unutulanlara bir ağıt oluyor düşlerim! Gözlerim güneşe teslim oluyor ağrılarım tatlı uyuşukluklara.
IV
Koskocaman bu şehirler bazen yapayalnız bırakıverir insanı
ve sen çürüyen yüzüne aynalar tutuyorsun her sabah
Hayvan terbiyeciliğinden çakallığa terfi edeyim diyorsun
İnsanların bu denli hızlı akması sokaklardan
endişelendiriyor seni
Sevişme özürlü kadınlar arasındasın yüzün solgun
Otobüste tedirginsin
Ezbere biliyorsun durakları
Kanserojen bir şeyler var
mecburi karga karalığında
Bazen uzun uzun yürüdüğün olur bir cesedin yorgun maskeleriyle
Neydi
Pencerelere nedendir uzun uzun bakardın yürüyüştün sokaklarda
öylesine sıradan
Her sonbahar biraz ruhundan çalan
V
Kanatlarını kapamış bir prens kuşku çekmekteydi niyedir
Yüzü de çogunlukla karanlıkta kalmaktaydı yakışsın diye değildir
eşyanın tabiatı
Sokaklarda eteklerini sürükleyerek gezer
ve onuruna yediremez dilenmeyi
beyaz tenlere yüz sürsün diye
VII
Vaki oldu ki çocuklar sevişmeye girdiler odalara
Sonra kırık odalarda adamlar konuştular
Rüyada sarı beyaz çift yüzlü yaratıklar
Uzaylılar getirmişti onları
Çoktular pek çok
Ama anladık ki plastiktiler
Plastiğin ne olduğunu bilmiyorduk henüz
Çocuklar adamları dinlediler
Kırık odalarda cesaret sınanır mı sözlerle
Bir ayrılık arifesi
Ben, bir hayvansın!
Hatta bir akrep
sıcak kanlılarla cima eden.
Akvaryumdaki balık camın öte tarafındakini sevebilirmiş gibi
“Büyük Yolculuk”a ihtiyarın varla yok
Ah, cellatların kanayan vicdanı
Ah, gardiyanların bitmeyen mahpusluğu
ve
biteviye ağlayan bir timsahsın şimdi
kendi çocuğunun kanı kurumamışken ağzında
Nasıl ağlatılır bir çocuk
ve nasıl terkedilir bir kadın
kalbinden bıçaklanarak
Kötü adamlığın
bitmeyen ızdırabı
Sen bir küçük çocuksun
ve öyle kalacaksın
Neden bu bitmeyen hoyratlığın
Ölülerin etrafında sirtaki oynamalar
hem şehvetli
hem yaralayan
Şeytan azapta gerek
ki şeytanlar koşuyor azaplarına zaten
Sırtında kurban olmazsa
akrep kendini sokuyor.
Biliyorsun kendinden
Adam
kirli elleriyle oturuyor masaya
adam olmaklığın tözü mü bu
küfrediyor kadına
-Ben ki bir ZEUS olabilirdim
ne demeye kanatır durursun vicdanımı
-Sana karnıyarık yaptım
çok seversin diye
Ellerimdeki kana karışıyor gözyaşlarım
Bu da geçer
Geçmeli
Bilmiyorsun kalbi kanarken sevişmeyi
bilmiyorsun
Bilmiyorsunuz
“mecburen”i
ve kimisini kendi kendisinin kuklası yapanı
Seni yalnızca orospular anlar şimdi
Ondandır
bacakları açık kalpleri kapalıdır sana
Oysa sen onlara da açıyorsun kalbini
ah Mavi Sakal
nasıl olsa
tekrar kapatırsın kapıları
kanatırsın eski yaraları
Ne kadar çok ceset sığıyor bir insan kalbine!
Bir kalpten çıkarken anahtarı verme merasimi…
Ne kadar kısa tutulursa
o kadar az üşür çocuklar
bıçak içerde çevrilmemeli
VİCDAN
ama “mecburen” saplanmalı
DYONİSOS’un dürüstlüğünden
kalan
tek tanrısal
o da eksik yanım
Manitusunu kaybetmiş bir kızılderili
Manitusunu kaybetmiş bir kızılderili
Eski İbrani Tanrısına da sırtını dönmüş
ki o unutulmamak için yaşlı adamlara çocukların kulağına fısıldatıp durur adını: Eloi
ve kavmi hiç isyan etmeyen
Çün isyan bastıran ağaları olan bir adam
Sığınacağı hakikati
pamuk ipliğiyle bağlandığı içindeki arkhede arıyor
Belki korku
belki de başka garip bir his
boğuyor içimizdeki kopkoyu karanlığı
Ama ben yalnızım
ve farkındayım
İntihar şehri
Gözlerim kaç yaşında
bir koyunun kaygılı bakışlarını kuşanmış
Kurtların arasına gönderilmiş bir koyunsam eğer
derisini yüzdüğüm kurtların postunu mu kuşanmalıyım
yoksa bir ağaç gölgesinde huzur içinde kurtlara yem mi olmalıyım
Hiçbir şekilde acı bırakmayacak yakamı
mantık deyince aklına günahları gelen bir filozof olduğum için
Başkasının bedenini giymeden çektiği acılar anlaşılmıyor-muş
Şimdi ölü bir dostumu giydim intihar şehrinde
Tanrı ölmeden onu son kez görmek ve ona tapmak için yanına vardım.
Yine ve yeniden sessiz soğuk ve ulu bir taş gibiydi
Gözlerimden karasular sağılttım
ve ellerimle soğuk gövdesine dokundum
Acının bir sınırı olduğunu söylemesi için yalvardım
Oysa kuru bedenim acının öldürmeyeceğini biliyordu
İnsanı acı öldürmüyordu ölüm acıyı dindiriyordu
ve sözcükler
Sözcükler üzerlerinde gözlerin izi kalır
Ne bir şey anlatır ne de kalbi sızlatır
onu yaşamış bir dinleyici olmadıkça
Ey Tanrı
Yarın ölümü tadacak ulu sessizlik
zamanı saran yüce suskunluk
ve ey Tanrı
öleceğini bilip de kendi acımdan yasını tutamamak ne acı
ki ben doğarken yazgılıydım ölüme
Kar şehri
Bozkırın ortasında
soğuk ve sert
rüzgarlar içinde
yalnız ve uzakta kalmışsın
Kaçacak saklanacak yerin yok
Sevmeyi öğrenmeye çalışıyorsun
Ama bu senin bilmediğin bir iklim
Korkuyorsun
ve kirli havaya sinmiş korkuları soluyorsun
ki korku değil mi
güzel koyunlarda canavarlar uyandıran
Kelebekler gibi insanlar
kanatları birbirine değerken
birbirine kaygılar bulaştıran
Bozkırın ortasında daş duvarlar arasında
tarihi acıların arasında yürüyorsun
Bu bir intihar şehridir
kurşuni ve acımasız
Şimdi ağladığın odanın duvarında
kendini asmış bir hiçliğin ipi sallanıp duruyor hala
eğer yalnızlık hiçliğin kardeşiyse
Ve bu şehrin Tanrısı Rus binalarının kararmış duvarları olsa gerek
Donuk ve ıslak gözlere verdiği tek cevap ulu bir sessizlik
ve bazen rüzgarda o da duyulmuyor.
Bildiğimi sandığım ne kadar çok şeyi tekrar öğrenmek zo-runda kalıyorum
Suskunluğun anlamını biliyorum sanıyordum
Huzurlu bir teslimiyet sanırdım
Meğer dişini sıkmakmış duran zaman karşısında
Zamanı da bilmezmişim
Gelip geçen bir rüzgar sanırdım
İçimdeki boşlukta kımıldamadan duran yaman bir ağrıymış oysa
Ah ki ne çok sürgün döndü bu zamanı olmayan kar şehrin-den
Ben ki onu çöl sanırdım…
Sisler altındayız
Sisler altındayız
Tarihimiz hatırlanmıyor
Sisler altındayız
Hayat çizgimiz okunmuyor
Sisler altındayız
Hayatın anlamını anlatan o koca koca kitapları
ve eskimiş İbrani Tanrısını
küçük heveslerle değiştik
Yerleri dolmuyor çünkü
sonsuzcasına büyük yalanlardı hepsi
Çocukluğumuzu annelerimize soruyoruz
Eski sevgililerimizi tanıyamıyoruz
ve bütün sokaklar birbirinin aynı gibi geliyor artık
Nerede Ece
Nerede Ece
Nerede Tanrı
Hava kararıyor ve nerede Adil
Yerin yedi kat altında mı
Neredeler arkalarında kesif ve neşesiz bir karanlık bıraktılar
Binlerce metrelik kil tabakalarının altında yitip gittiler
Ah Yasemin
Biz yine de sevişelim
Sarıl bana
gerçekten seviyor gibi
Hatta biraz şarap içelim
İstediğin gibi sevişirken sigara da içeriz
ve seni döverek seveceğim bu defa
ve vedalar için adını anacağım
Bilinmeyen bir şair
fark edilmeyen bir şeytanım
Bir yerlerden geri geldim
Karlar altında duyulmayan bir çığlıkken
zincirinden kurtulmuş bir Deccal gibi geldim
Şimdi o ağlamaklı ve yaralı ruhumu okşuyorum
Yardım et bana Yasemin
Neredesin?
Ya kapkaranlık bir geceyse
Ya kapkaranlık bir geceyse
ya hainse uykuların
Elini tutup tutup bırakıyorsa
nasıl çıkarsın sabaha
Yaralı ve yorgun bir kurt gibi mi
yoksa ağaç altında adamların bildiği paramparça bir ceylan gibi mi?
Bilmiyorsun
Bilmenin yolunu biliyorsun
Ama henüz bilmiyorsun
Biraz karlar altında yat
Buz tutmuş kalbin hala atıyor mu bir dene
Bu defa şaraba da sığınma
Maskesiz ve çırılçıplak çık sokağa
Bırak seğirsin tek gözün
ve sonunda
git bir aynaya bak
ve gör
bu gözler kime ait.
Dönüşüm
I
Git gide korkunç amcalara benziyorsun
hani hep kendi ellerine bakıp duran
Kan, çamur ve döl bulaşmış ellerine
II
İçten içe bir bozkırlıya dönüşüyor gibisin
gözleriyle bakan
ve ağzıyla sadece sigara içen
Günler gelip geçiyor ve hiçbirinin belini getiremiyorsun
III
Barış sigara içen bir bozkır hayvanıdır
Bozkırların oluşması
kızılderililerin katledilmesi hep bu yüzdendir
İşte bu yüzden Timur’un fillerini sakladığı Ankara orman-larına
Kolomb’un Amerika’yı keşfetmesine kayıtsızdır
Bütün bozkır hayvanları gibi o da bir şeyler bekler
ne beklediğini bilmeden
ya bir kadından
ya bir adamdan
Bu yüzdendir bir eli şeyini sıvazlarken
bir elinin yumruğunu sıkması
kafesteki şehzadelerin boyunlarında ilmiklerle beklemeleri
Bozkır garip bir yerdir
Yaz da kış da gelir buralara
ve dahi baharlar da
ama bütün mevsimler sonsuza kadar sürer burada
Bu yüzden Barış da bütün bozkır hayvanları gibi
sonsuza kadar bekleyecektir bir sonraki mevsimi
O ölüler
Siz hep aynı yaşta kalanlar
Sizin ölümlerinizle aklanıyor
yaşlı ve çirkin dünya
Bizim yaşantımızla
yaşamaktan anladığımız odalara kapanmak
karalanıyor oysa
Mutsuzum
I
Mutsuzum nadim olmuş Tanrılar kadar
Gerçek bile değilim sayfalarda bir ismim sadece
Yalnızca barlarda oturduğum sandalye kadar yer kaplıyo-rum hayatta
ve kadınlarla sevişirken hissediyorum insan olduğumu
II
Mutsuzluğa tapıyorum ben
Ne Rab ne şeytan
ne iyilik ne kötülük
ne aydınlık ne karanlık
bu kadar amansız
bu kadar kararlı olabilir
ve mutsuzluğun hiç onuru yok
ve bu dünyanın
ve bütün şehirlerin
gerçek hakimi odur
yakamı bırakmamaya kararlı
ki bu şehir de onun uşağıdır
beni hep yalnız bırakan
Onun adına cehennem diye bir tapınak kurdum
ve orada yaşıyorum
verdiği mühletçe
Alfa ve Omega
Aslolan sessizlikti.
Tahammül edemezlik kendine Alfa ve Omega adını verdi.
Oysa o da her şey gibi ‘ve’ydi.
‘Ve’nin içindeki kan
‘Ben’ diyor
Kendine hep yeni isimler buluyor
İnsan sessizliği hep kendi sözleriyle bozuyor
Çün sessizlik hep susar
hep mağrurdur
üzerindeki çığlıkları kulağı kapalı yutan
yaşlı okyanus gibi
Büyük ve yaşlı okyanus
Ey büyük ve yaşlı okyanus
nasıl oluyor da dökülmüyorsun kendi içine
ve senin de gözyaşların akar mı abislerine doğru
Aksa bile umursar mısın?
Ah biz insanları sen öldürüyorsun
Çünkü dayanamıyoruz senin gibi tek ve sonsuz olamamaya
Sana öykünenler fark ediyorlar
yalnızca boz bulanık bir balçık olduklarını
Ey büyük ve yaşlı okyanus
seni selamlıyorum
Ama sana öykündükçe kendimden nefret ediyorum
Durmadan içimdeki uçurumlara düşüyorum
Yalnızsın
Ben de yalnızım
Düşünmüyorsun ne yaptığını
ve ölümsüzsün
Bizim gibi değilsin
Ey yüce okyanus bu dünyada tek fethedilemeyensin
Sana saygı duyuyorum
ve sana öykünüyorum
Bu yüzden kendimden nefret ediyor ve yalnızca sarhoş olmaya bakıyorum
Sarsakça bir okyanus hissine ulaşmak için kendimi içkiye veriyorum
Anlasınlar bunu
Anlasınlar anlayabilirlerse
Yüce okyanus öyle bir Tanrısın ki sen de bilmiyorsun dün-yanın neresinde ne yaptığını
Yalnızca olduğun şeysin
Umutsuzca bilmeye çalışmak biz insanlara özgü
Sen sadece kendini yaşıyorsun
Öykünüyorum sana okyanus
ve her kim varsa
adı Deniz olsun
Che olsun
sen gibilere
Büyük şehirler
Büyük şehirler
Küçük bakışaşkların şehirleri
Belki başka bir ben (Tanrı) adına
Karanlık
Sanki büyük ruh çok yorgun
Sis
Şamanların başı ağrır gibi
Hep yanlış anlaşılan
Ne yaparsam yapayım
ve ne yaptıysam
biliyorum
korkunç bir hataya dönüşecek
ve dönüşüyor
zamanın sonsuzluğunda
Suretlerimi izlemekten
ve yaşamaktan yorgunum
İntihar edemem mi sanıyorsunuz?
Belki bizzat intiharımdır
sizde gerçekleşen
her gün her an sizde intihar eden
Zamanı geldi Tanrının şairin diliyle kendi ağzından ko-nuşmasının!
Kimi zaman bir tek doğru vardır
Bir tek inanç
ki inanmayanlar için cehennemler yarattığım
oysa o da büyük bir yalandır
benim bile inanmak zorunda kaldığım
Hem inanıp hem inanmamak
işte benim maharetim
hep şimdi
gerçekleşmek…
Aynaya bak anlayacaksın
Sen bilmezsin
Siz bilmezsiniz
öleceğini bilenlerin
ve kanser ettiklerimin içinde gezinmenin neye benzediğini
ve ölülerin
içinde beyaz kurtçuklarla kardeş olmanın
hatta o kurtçuk olmanın
bilmezsiniz
ne demek olduğunu
Bir taş olmanın
hiç ölmeyecek
bir sıkıntı
bir acı
bir mutluluk
ki adı deliliktir
olmanın ne demek olduğunu
Ben olmadıkça bilmezsiniz
Çünkü “ben Tanrıdır”
Nereden bileceksiniz
Siz de yalanlarımdan birisiniz
Artık barış da benim şairim olsun
Bilmesin ne dediğini
Sarhoş olsun
Rüzgarlara isim veren başka başka sarhoşlar gibi
Delirdi dedirtmiştim onlar için
Lanet olsun
Kutsansın
Ben vermiştim onlarla her şeyin ismini
Amin
Kendi suretimden kadınlara aşık oldum bir zaman
kendi suretimden erkeklere
dağlara, mağaralara ve ormanlara
kendine suda bakan başka bir delim gibi
Nice ben’lerle karşılaşıp nice sözler etmiştim
ve bir zamanlar da
ulu ve yüce olmuştum
neredeyse ulaşılmaz
ki kendime ulaşmak için tasavvufa vurmuştum
o zamanlar
oysa hepsi aynı zamandı
Şimdi
Hikayeler anlattım şimdi
Anlatmam gerekti
anlamaları için
oysa anlatmak değildi derdim kendimi
yalnızca yaşamaktı
her zaman olduğu gibi
yani
şimdi
Şairler oldum
oluyorum
Tanrı şairler
şamanlar
büyük ruhlar
ve nerede ben konuşuyor
nerede ben
ben de bilmiyorum
(Aslında hep biliyorum)
Siz ki yalan söylerken bile doğru söylersiniz
Bazen sahtekarlık yaparken beni anarsınız
kendinizin farkına varmadan
Siz ki hakikati dile getiriyorum derken
küçük kelime oyunları oynarsınız
Oysa hepsi birdir
Siyah ve beyaz
kötü ve iyi
hepsi benim
Hepsi bensiniz!
O halde her şeye isimler verin
okuduğunuz sayfalara
baktığınız masalara
Çün siz benim
Söz dedim
hep benim
Çünkü sözünüz
benim sözüm
hep doğru hep yanlış
Ve ben kendi karşımda tir tir titredim
Yani karşımda titreyen peygamberlerimi gördüm
ki bilmezlerdi
onlara da ben ad vermiştim
kendime rumuz seçer gibi
ve herkeste ölümden korktum
Pek çok şeyden korktum
Çünkü cesaret de bendim korku da
Korkmadan edemezdim
Korkmak cesaretin kardeşiydi
Çünkü korkmadığım bir şey karşısında cesur olamazdım
ki ben sadece kendimden korkabilirdim
ve korkumu gidermek için Tanrılar icad ettim
Kendime verdiğim isimlere belki yüzlercesini daha ekledim
Korkmaktan korktum
Korkuyu giderecek hikayeler uydurdum
Korku yaratacak hikayeler uydurdum
ve sizde bir sürü adlar verdim
her şeye
herkese
her kendime
bir sürü isim buldum.
Kötü adamlar
Kötü adamlar
Anlama onları
Kalplerine bağlı bir taş dibe çekiyor onları
İşte bu yüzden öldürmeseler de cinayettirler
ölmeseler de intihardır
ellerinde kadehle masada oturmaları
Anlama onları
Anlamak olmaktır belki
Anlama onları
Hikayeleri yoktur anlatamazlar
Erkek ya da kadındırlar
Sevişemezler
Olsa olsa s.kişirler
Yani anlama onları
Japonlar gibi kaybettikçe kazandıklarını sanırlar
Kazanmaksa zaten kaybetmektir
O yüzden cesurca otururlar poker masalarına
Oysa belki kaybedecek çok şey vardır
kazanacak hiçbir şey
İşte bu yüzden
anlama onları
Aynaya bak
yine de görme onları
Kötü adamlar
kötü eller
dolanıyor içinde bir yerlerde
Hissetme onları
Delirium
Pek çok şey biliyorum
Kim olduğumu bilmiyorum
İşte benim de hikayem bu
Tanımadığım bir adamı yaşıyorum
Benim de kaderim bu
Aynada yüzü aşina gelen birini tüketmek
Birini öldürebilir miyim mesela
mesela kendimi
Bilmiyorum
Bildiğim
her şey bitermiş
kimine göre de
her son yeni bir başlangıçmış
AHAHAHAHAHA
İnsan neden şiir yazar?
İnsan neden şiir yazar?
Ya şiir yazarsın
ya kafanı duvarlara vurursun
ya da içinde büyüyüp durur bir şeyler suskunluğunda
seni paramparça edene kadar
eğer şairsen
Ağaçları düşün
suskunluğunda olgunlaşan
ve belki de
kelimelerin dışına çıktığında
sen de suskunluğunda büyürsün
ama ya büyümenin bir yerinde içine sığmaz olursan
Çin’de yağmurlu bir gün
Çin’in bu tarafına yağmur yağıyor anne
Benim bir şemsiyem yok
Ama üzülme
Çin’in bu tarafında da çay evleri var
ve bir bıyığım
bir de gözlüğüm
arkasına saklandığım
Akşamlara kadar çay içiyoruz
sonra da içkiler
Ama sen oğlunu bilirsin zaten
Doğmadan önce de bilirdin
Eminim
Beni merak etme
ve kralların zulmüne de üzülme
Krallar da baki değil bu yerkürede
Biliyorum hangimiz bakiyiz ki diyorsun şimdi
Bilgeler var yeri gelince ölmesini bilenler
ve şairler anne
Bilirsin ben sana böyle oturup mektup yazmazdım
Gözlerim kanamasa
gene de yazmazdım
Tentenin altında çay içiyorum anne
bir de sigara
Söylemek mi lazım
hem tiryakiyim
hem de çay sigarasız gitmiyor be anne
Şanlı Asya tarihi
İçimdeki uçuruma düşerken fark ettim birden
Tektanrıcılığı keşfeden insanlık
belki de çokşeytancılıktan tekşeytancılığa geçmişti
Bugün atalarımızla gurur duyuyoruz
Mehter marşı eşliğinde acımasızca öldüren
ve sur diplerinde acımasızca öldürülen
Biliyoruz Orta Asya şeytanları diğerlerine benzemez
Ruhunu almak için hiçbir bedel ödemez
Kim olduğuna da aldırmazlar
Yalnızca alırlar
Aldız lar
sende ne kalmışsa
sedlere ve surlara çarpmalardan
Bu yüzdendir Asyalılar yığın yığın ölürler
yığın yığın öldürürler
ve hiç bitmez cinnet
bozkırlarda ve çöllerde
ve böyle yazılır devletlerin şanlı tarihi
Kutsal ve korkunç inancımızda
hiçbir macera
hiçbir kalkışma
kavgasız ve kansız bitemez
Çünkü akacak kan damarda durdukça
kurbanın kanı yere dökülmedikçe af yoktur kavme
Bu yüzden değil mi
kavmim ya kanlı çarşaf bekler yatak odalarının kapılarında
ya kanı kurumamış kelle bekler zındıkların başucunda
ve köylüler hep kan ister
adalet yerine
adalet yerini bulsun diye