Yıl 1506, Osmanlı İmparatorluğu’nda II. Beyazid Dönemi yaşanmaktadır… İtalya da ise Michelangelo ile Papa II. Julius arasında Michelangelo’nun “mezar trajedisi” olarak adlandırdığı kırgınlıklar yaşanmaktadır. Sultan II. Beyazid, dönemin ünlü ressamlarından olan Leonarda Da Vinci’den Haliç köprüsünün inşaatı için çizim yapmasını ister. Ancak çizimler Sultan II. Beyazid tarafından kibirli bulunur ve reddedilir. Papa II. Julius, hazırlıklarına başlanılan sandukadan vazgeçmesiyle Michelangelo üzerinde büyük bir gurur zedelenmesi yaşatmışır. Bu kırgınlıkla değerli heykeltıraş Osmanlı Padişahı’nın davetini Julio della Rovere’den (Papa II. Julius) “tatlı bir intikam” almak olarak nitelendirir ve kabul eder.
Yolculuk esnasında dahi korku ve pişmanlık karışımı duygular yaşayan Michelangelo, Fransiskenlerin “Eğer çizdiğiniz plan padişaha uymazsa, daha önce Leonardo Da Vinci’ninkini reddettiği gibi sizinkini de reddedecektir.” sözleriyle tüm dikkatini toplar ve büyük bir heyecan duyar. Michelangelo, Da Vinci’yi bir “hödük” olarak değerlendirir, çünkü Leonardo Da Vinci her zaman heykeli küçümsemiştir. Böylesine büyük bir ismin ardından kendisinin Osmanlı Sultanı’nın aklında olması Michelangelo’yu gururlandırır…
Fakat her yabancı gibi Michelangelo da Osmanlı Padişahı’na hizmet etmekten korku duyar. Osmanlı büyük güçtür ve bu topraklarda hata yapmak, kafanın vücudundan ayrılmasını kabul etmek demektir…
Michelangelo’nun korku, tereddüt, gurur ve onur kırgınlıklarıyla dolu çıktığı bu yolculuğun ardından Osmanlı topraklarına vardıktan sonraki günlerinde ona değerli divan şairi Mesihi eşlik edecektir. Heykeltıraş yıkanmayı reddeden ve bu sebeple etrafa kötü kokular yayan, inatçı ve çoğu tarafından sevimsiz bulunan biridir. Mesihi, herkesin aksine, Michelangelo’ya hayran kalır… Zekası ve gücü onu öyle derinden etkilemiştir ki, Mesihi, mısralar yazmaya koyulmuştur bile…
Gelin görün ki bu eşsiz hikayenin doğruluğu kesin olarak bilinmemektedir. Fakat Sultan II. Beyazid’ın Leonardo Da Vinci’yi reddettiği kesin bir bilgidir. Mathias Enard 1972 doğumlu, Arapça ve Farsça eğitim görmüş bir yazardır. Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara adlı eserini okurken öylesine derin bir tarihi doyum yaşarsınız ki, yazarın anlatıcı olduğunun farkında dahi olmazsınız.
Ancak, burada dikkate değer bir konu daha vardır; Aysel BORA! Değerli edebiyatçı “Savaşları, Kralları ve Filleri Anlat Onlara” kitabının yanı sıra birçok değerli eseri en muntazam şekilde dilimize çevirmiştir ve okurların saygısına layık olmuştur.
Kitaptan sizlerle en fazla bu kadarını paylaşabilirim. Kalanını mutlaka okuyup, deneyimlemeniz gerektiğine tüm kalbimle inanıyorum. Unutmadan söyleyeyim! Bu kitabı ilk elime aldığımda yaşım henüz 20 değildi. Hoş bana göre kitaplar yaşlara göre sınıflandırılmaz, fakat bir önyargınız varsa diye söylüyorum, olmasın. Her yaşa hitap edebilen muhteşem bir kitabı elinizde tutuyorsunuz. Ben kitaplarımı seçerek, araştırarak almam. Onlar beni kendilerine çekerler. İsmini gördüğüm anda kendisine vurulduğum bu kitapta, ilk sayfayı çevirdiğimde şunlar yazıyordu:
“Onlar çocuk; savaşları ve kralları, atları, şeytanları, filleri ve melekleri anlat onlara ama aşk ve benzeri şeyleri de anlatmayı da unutma.”
Sayfaları çevirmeye başladığınızda kitaba adını veren bu coşkuyu da bir nebze olsun tadacağınıza inanıyorum…
Keyifli okumalar…