Anasayfa > Books / Kargakara > Şiirden Sızan İnce Ka n 23

Şiirden Sızan İnce Ka n 23

Gelelim Kaan’ın intihar edeceği gün aradığı son kişilerden biri olan Metin Üstündağ’a. Metin Üstündağ’la karşılıklı bir tanışıklığı yoktur Kaan’ın. Peki intiharının arifesinde neden aramıştır tanışmadığı bu yazarı? Kaan’ın Üstündağ’a telefonla ulaşsaydı ona ne diyeceği; bu olası konuşmanın etkisinin ne olacağı bilinmez.  Ama belli ki Üstündağ’ın yazılarını okumuş ve yazıları aracılığıyla tanıdığı Üstündağ’ı kendine yakın bulmuştur Kaan.

metust_cizim_400x400

Kaan İnce’nin onunla kurduğu yazınsal bağı anlamak için Metin Üstündağ okumadan önce onun hiçbir yazısını tam anlamıyla okumamıştım ya da nasıl desem mizah dergisi okurken belki hala süregiden Pazar Sevişgenleri dizisindeki karikatürlerine ve birkaç aforizmik yazısına denk gelmiştim sadece. Bu kısıtlı aşinalığın bende uyandırdığı izlenim onun vasat bir mizahçı olduğuydu. Böyle düşünmemin sebebi o aralar mizahtan beklentimin bana komik gelecek bir şeylerden öteye geçmemesiydi sanırım. Daha yeni yeni mizahın komikliği içerse de ondan çok öte bir düzen saldırısı olduğunu anlıyorum belki de. Nihayet Kaan’ın da okumuş olabileceği tarihlere ait yazılarını içeren Mavra Zamanı kitabını bulup okuduğumda Üstündağ’ın da ironisinin altında kurulu düzene ve kalıplaşmış hayata karşı derin bir farkındalık ve rahatsızlık olduğunu gördüm. Tıpkı Bukowski’nin çoğunlukla özel hayatını ve kadınlarla ilgili yaşantılarını temele alan metinlerinin üstü biraz kazındığında altında yatan o sivri nihilizmin ve kötümserliğin ortaya çıkması gibi.

210581908_tn30_0

Mavra Zamanı’nın daha en başında Üstündağ’ın da ‘neden yazıyorum’ sorusuna kısa da olsa bir cevap veremeden edemediğini görürüz. Bir kere biri bir anda dünyanın, hayatın ve her şeyin sırrına erse ama bunu yazmasa kimse farkına varamayacaktır; hatta o birinin kendi bile unutacaktır bu anlık düşünce şavkını.  Lakin Üstündağ bu sırra vakıf olduğu için yazdığı iddiasında değildir; yazı yazmasını çok daha basit iki nedene dayandırır: Tek yapabildiğinin bu olması ve bunu yaparken kendini iyi hissetmesi.

ben bu gece dünya’nın hayat’ın ve herşeyin sırrına ersem.. ve yazmasam.. kimsenin haberi olmaz.. benim bile.. ama anımsadığım herşeyi yazıyorum.. dünyanın, hayatın, insanların ve herkesin herşeyin bendeki izlerini.. hiçbir karşılık beklemeden.. sadece ve sadece tek yapabildiğim bu olduğu için.. sadece ve sadece en çok yazarken kendimi çok iyi, çok güzel hissettiğim için.. [1]

Hemen sonraki sayfada Erol Hızarcı’nın ‘yaşarken düş gören, düş görürken yaşayan çift bedenli çifte varoluşlu ruhu’nu hatırlatırcasına “ben mi düş görüyorum. Düş mü beni görüyor”[2] diye yazar Üstündağ.

Mavra Zamanı’nda Metin Üstündağ’ın kişiliği ve hayatı hakkında pek çok ize rastlarız. Toplumun saçma tabularını kanıksayamamış iflah olmaz, muhalif bir yalnızdır Üstündağ. Aileden devlete varıncaya kadar toplumun hemen her kurumunu ironi masasına yatırıp bazen karaya çalan bir mizahla deşer. Mesela küçük MET-ÜST sözlüğünde ailenin anlamı “anne, baba, çocuk, uzaktan kumanda ve facia’dan oluşan toplumun en küçük birimi”[3]dir. Yazarın aileyi böyle tanımlamasının sebebi başından boşanmayla son bulmuş bir evlilik faciasının geçmiş olmasıdır belki de: “yalnız sever, evlenir, nurtopu gibi ülser’i ve gastrit’i olur.. yalnız boşanır, çocuk annesine verilir.. hüzün babaya.”[4] Siyaset kurumuna ve devlete gelince, bunlar son derece ‘ciddi’ kurumlardır; şakaya gelmezler. Bu yüzden Üstündağ’ın Yarın İntihar Edeceklere Yeni İntihar Şekilleri önerilerinden bazıları da “anayasa ile ters ilişkiye yeltenmek.. devlet büyüklerine dil çıkartmak.. vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğüne karşı ayak ayak üzerine atarak oturmak.. “[5]tır. küçük MET-ÜST sözlüğünde ise “demokrasi: halkın kendi kendine gelin güvey olması”, “halk: rus ruleti.. körebe.. inleyen nağmeler.. kaderimse çekerim. ya çıkarsa. bu sefer kesin.. yurttan sesler korosu.” ve “polis: cop’on yapıştırıcısı.. iktidar lokantası.. işkence çorbası. Suç toplumda abi tahlil laburatuvarı”[6]dır. Üstündağ’ın Yeni Durumlar, Yeni Kurumlar, Yeni Konumlar, Yeni Tanımlar, Hadi Canımlar Serisi’ndeki Hür Teokratik Parl’imam’ter Sistem’[7]in partisi Mal’da Yalan Mülk de Yalan Gel Biraz da Sen Oyalan Partisi’[8]dir. Aynı seride devletin çaresiz kaldığı ya da örtbas ettiği durumlarda derhal sığındığı artık ezberlenmiş açıklamalar “Olay Yerinde Gerekli İncelemeler Yapılıyor Gerekli Tüm Önlemler Alınmıştır Endişe ve Paniğe Mahal Yoktur Süt İçtim Dilim Yandı Amanın Ammanım Basın Açıklaması[9]” şeklinde tanımlanır. Ceberrut devlet gibi sivil toplum da payını alır bu eleştiri oklarından. Bizdeki hayvanseverlerin çoğu kürk giyip, köpek okşamaktan öteye geçmedikleri için Hayvanları Uzaktan Sevenler Derneği’ni kuracaklardır doğal olarak. Yine aynı seride uzakdoğunun yalnızca döğüş sanatlarına meraklı olduğundan ‘karate’ salonlarının müdavimi olan toplumumuza uzakdoğudan başka spor ve spor salonu önerisi de vardır Üstündağ’ın: Uzakdoğu Siporları Tao’ca Sevişme Ve Mao’cu Düşünme Teknikleri Öğretme Salonu.[10] Yazar kalabalığın ahlaki tabularını da ince ince hicveder ki Yarın İntihar Edeceklere Yeni İntihar Şekilleri önerilerinden biri de “örf ve ananeler karşısında sakız çiğnemek ve ip atlamak”[11]tır. Sürü ahlakı bazı durumlarda bazı davranışları düşünmeden ezbere yapmayı gerektirir. Mesela birisi ölünce cenazede “merhumu nasıl bilirdiniz?” sorusuna verilen tek cevap iyi bilirdik”tir; bu nedenle Yeni Durumlar, Yeni Kurumlar, Yeni Konumlar, Yeni Tanımlar, Hadi Canımlar Serisi’nde Merhumu İyi Bilirdik Korosu[12] da yer alır. Tabii ki devletin toplumu ehlileştirmek için en çok başvurduğu dine de muhaliftir Üstündağ “ve tanrı 8.günde can sıkıntısını yarattı” diye yazar, “tek tanrılı dinlerde niye bunca peygamber.. cinayeti, savaşı, doğal afeti, ölüm haberleri az bir gazete lütfen..”[13] Kurulu düzenin devamını sağlayan okulu küçük MET-ÜST sözlüğü’nde “devlet inek üretme çiftliği.. yatılı mera”[14] diye tanımlayan yazar için üretim yapmayan ne idüğü belirsiz ekonomik sistemimizi en iyi açıklayan kurum ise Yeni Durumlar, Yeni Kurumlar, Yeni Konumlar, Yeni Tanımlar, Hadi Canımlar Serisi’ndeki İstanbul Kerameti Kendinden Menkul Kıymetler Borsası’[15]dır.

Üstündağ’ın şikayetçi olduğu tek şey toplumun miadını doldurmuş saçma kurumlarından ibaret değildir. İçinde bulunduğu tarihle de kavgalıdır: “kıyamet bu mu yoksa.. yani tanımlanamaması mı zamanın.. kaos, muamma, gergef.. ömrün örümceklenmesi mi yani..”[16] İçinden geçilen dönem sosyalizmin temsilcisi Sovyet Rusyası’nın bitmesiyle kapitalizmin görünürde tek seçenek olarak kaldığı doksanlı yıllardır. Hegel’den sonra ikinci defa tarihi sona erdirmiştir çoğu Batılı felsefeci. Böylece tek kutuplu dünyada sığınacağı başka bir alternatifi, başka bir umudu kalmamış insanlık karaya vurmuş bir gemi gibi kalakalmıştır. Toplumsal umutlar rafa kalkınca bireysel hayaller alacaktır onların yerini; toplumsal mücadelenin kitlelerinin yerini kendini kurtarmaya çalışan bireysel insan. Bu toplumsal hedefsizlik döneminde “yenilgiler ‘teori’, beden aklın pratiği ol”muştur artık. Belki kapitalizmin sürdürülmesi gereken tek sistem gibi görünmesi yüzünden bireysel kurtuluşu öte dünyaya erteleyen dine tekrar kuvvetle sarılacaktır yığınlar. Dönemin hedefsiz ve amaçsız kalmış dünyasına bağışıklık kazanmak ve ona alışmak, uyuşmaktan başka bir şey değildir. Sonuçta uyuşmak, uyumak isteyen bir toplumda sokratik bir tabirle söylersek bir atsineği olan sanatçının da miadı dolmuştur yazara göre: “bağışıklık kazanmışsa bir hayat, giderek daha aşırı dozda uyumak, uyuşmak ister.. neye cevap olduk ki, olanlara da oklu akrep üretiyoruz.. bizim devrimiz bitti.. bizim devrimiz bitti.. sanatçı şark çıbanı, niye anlamıyoruz..”[17] Hem “hayatı, yeniden ve kendince yorumlayan” hem de “hayatı, aniden ve bencilce yorup alan”[18] sanatçının toplumdaki gerekliliğini ve değerini sorgulamaktadır Üstündağ: “bir marangoz mu daha iyi.. bir sanatçı mı daha ulu.. hiç olmazsa koltuğa cümle alem oturuyor.. ya bizler, ya bizler.. beynimiz, yüreğimiz akrep üretme çiftliği..”[19]

 Özetle söylersek Üstündağ’ın sivri ve keskin mizahı’nı mercek altına alınca altında derin bir beyhudelik, nihilizm ve kötümserlik yattığı görülür. Büyük ve kalın harflerle altını çizer bu umutsuzluğun: “HİÇBİR YER, HİÇBİR KİMSE, HİÇBİR ŞEY KAZANAMAYACAK”[20]  Cambazın Son Adımı’ndaki izleklerden biri olan büyüdükçe kurulu düzen içinde insanın kendini kaybetmesi ve çocukluktaki o büyünün bozulmasına Üstündağ’da da rastlarız; “ne kadar da büyütmüşüz, büyümeyi gözümüzde..” diye yazar “büyü büyü olmuyor.. büyüdükçe büyü bozuluyor.” [21] “-onlar ki, nihilist değil aabi.. yaşayarak intihar etmektedirler.” diye ironik bir yazıyla başlayan Denemeyenler –muhtemelen intiharı denemeyenler kastedilmiştir- başlıklı tarihi belirsiz yazısında büyü kaybolduktan sonra beyhude yaşayan ‘biz’ hakkında bir sürü aforizma vardır:

-sanki biraz cinayetiz. sanki biraz cesetiz. sanki bir son.
-herşeyin önünü, arkasını ve yanlarını biliyoruz. sinema, müzik, şiir, aşk ve diğer telaşlar üzerine konuşuyoruz. coşkusuz, heyecansız.. iki el el hareketiyle ve mimikle herşeyi yaşıyoruz.[22],

“sanki biraz tercih ile bedel’in konsantre durumuyuz.. sanki biraz ahayatız, asosyal, adünyalı, ainsan..”[23], “sanki biraz zombi’yoruz. ve sürekli ölüyoruz.”, “sanki biraz oluyoruz, sanki biraz n’oluyoruz..”, “hiçbirşeyi tam vaktinde ve rahatça yaşayamadığımızı farkediyor, çok tıfıl sevinçler için bile çok mühim bedeller ödediğimizi görüyor, içimizden hiçbirşey yapmak istemiyoruz. ana fikri’miz bu.. bunu anlıyoruz.”, “sanki biraz ne değişecek gibiyiz. Sanki boş.”[24], “sanki biraz yerimizden oynamıyoruz.”, “sanki biraz aralık ayının son günüyüz. sanki şubat’a sıkışmışız..”[25], “sanki biraz mola’yız. sanki biraz detay’ız. sanki biraz on dakika ara’yız. sanki biraz tenefüse mi çıkmışız sürekli.”,

 -sanki biraz çürüyoruz.
-sanki biraz saçma’yız.
-sanki biraz birazız.
-sanki biraz bira’yız
-sanki biraz belkiyiz
-sanki sanki gibiyiz.[26]

Nihayet “yaşamak, bir yanılsamayı sahiplenme yanılsaması”[27]ndan başka bir şey değildir Üstündağ’ın dünyasında; anlamsızdır ve kötüdür ki “neden buradayım..” diye sorar “niçin burdayız.. niye bunca zulüm ve acı.. niçin biz.. neyi arıyoruz burda.. neyimizi kaybettik.. kısa kibrit çöpü’nü mü çektik bilmeden.”[28]

Kitaptaki ilk aforizmalar ise Yalnızlık Üzerine’dir. Kalabalık içindeki yalnızın hallerini betimler bu aforizmalarda Üstündağ. Kaan da en yakınlarından bile intihar tasarısını saklayacak denli ketum ve kalabalık arasında yalnız biri değil midir? “yalnızın elleri ceplerinde, cepleri hep derinde.. yalnızın dişleri, düşleri Van Gogh sarısı.” der bu aforizmalardan birinde Üstündağ. Şiirsel, imge yüklü bir aforizmadır bu. ‘Ceplerin derinliği’ yalnızın ruhunun derinliğini imlerken, ellerinin o derinliklerde oluşu da yalnızın kendisinin o derinliklerde oluşunu imler ve hüzünlüdür yalnız ki düşleri bile Van Gogh sarısıdır tıpkı sigaradan sararmış dişleri gibi. Van Gogh sarısı da sigara da hüznü işaret eder yazın dünyasında ta ne zamandan beri. Kaldı ki sigara hüznün olmazsa olmaz aksesuarıdır ve Van Gogh da tütünsüz edemeyenlerdendir. Tesadüfe bakın ki daha bugün facebookta kadim dostum Cem Çınar’ın bir paylaşımı da tam bu sigara, hüzün, melankoli birlikteliğiyle ilgili gibi geldi bana. Bedia Tuncer adlı bir doktor fi tarihinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ndeki yatılı hastaların 26 tane şiirini Akıl Hastalarının Yazdıkları Şiirler İnilti adlı bir kitapta derlemiş. Bu şiirler arasında öyleleri var ki sigara ile hüzün, melankoli ve hatta şizofreni birlikteliğini buram buram duyumsatıyor. Bunları burada yazmazsam bu isabetli tesadüfe haksızlık etmiş olurum.

INILTI-Akil-Hastalarinin-Yazdiklari-Siirler__76109618_0

ŞİZOFRENİ

 Aşkımın şiddetinden koptu gönlün fireni!..
Doktor beni sanıyor hala şizofreni!.
Üsküdar taburculuk hasretiyle derinden
Kalbimi hoplatıyor Bakırköy’ün treni!…
Ta uzaktan Marmara aşkla çekiyor beni
Hayretle karşılarım beni deli göreni
Taburcu olmak için kullanmalı dümeni
Aşkımın şiddetinden koptu gönlün freni
Doktor beni hala sanıyor şizofreni.

 24-A servisinden

R… G… Ö…

Prot. No. 963/323[29]

Doktor Bedia Hanım bu şiirin altına şu notu düşmüş: “Günde 16 paket sigara içen hastanın bir şiiri daha. Bu hastanın sigara içişi kadar giyinişi de enteresandır.” Oğuz Atay’ın Beyaz Mantolu Adam’ı gibi biriyle karşı karşıyayız sanırım.

 DELİLER

 Ne ana, ne baba, ne yar, ne para
Delilerin en çok sevdiği sigara
Aklı çalışmaz hiçbir tarafa
Gördüklerine der:
Ağabey versene bir sigara[30]

 

MANZUM DESTAN
TİRYAKİLERE

 Bir destan söylesem acep
Bütün sigara tiryakileri darılır mı
Doldursam ceplerine eğlencelikleri
Gözleri sigaradan ayrılır mı…
Tiryakiler tütünü ne çok severler…
Birini yakmadan ötekini everler
Sigaraları tükenirse başlarını döverler.
O, da erkeğim diye övünür mü…
Hatta benim bile olsaydı.
Bir sigara yakardım…
Burnumdan çıkan dumana bakardım.
Kafam eserse kırk şeytanı yıkarım
Kırıldı arabam devrildi tekerim
Ah… Bu zalim sigaradan neler çekerim.

 33-B servisinden

D… K…

Prot. No. 959/1876[31]

Bu arada tütün tiryakisi Van Gogh’un büyük bölümü sinir rahatsızlıklarıyla boğuşmakla geçen hayatının son yılının çoğu da bir akıl hastanesinde geçmiştir. Ne ki yığınların kanıksadıkları; içinde ‘mutlu’ dahi oldukları dünyayı başka türlü görüp ona yabancılaşan sanatçıların makus talihidir uyumsuzluktan kaynaklanan bu ruhsal bunalımlar. Dünyayı hep resimlerindeki o sarı hüznün arkasından gören Van Gogh’un da son sözü “Mutsuzluğum sonsuza kadar sürer” olacaktır. Burada itiraf edeyim ki benim de çok defa psikiyatristlerle kesişmiş hayatımın yaklaşık bir aylık kısmı bir psikiyatri kliniğinde geçti. Aylarca sürüp bana hayatımın o dönemini zindan eden sırt ve boyun ağrılarımın psikosomatik olduğunu anlamam biraz zaman almıştı.  O zamanlar bu sıkıntılı halimin aşk acısından kaynaklandığını düşünmüştüm. Şimdi o kadar emin değilim açıkçası. O aralar başka yapabileceğim bir şey olmadığından ve belki biraz da kendimi sağaltmak için birkaç şiir de yazmıştım. Ama şiir yazmak bende pek sağaltıcı bir etki yapmadı; hatta belki de aksine kelimelerle dile gelen sıkıntıları daha da görünür kılıp çoğalttı bile.

Çürüyüş

 Garip bir yüzeyde yürüyorum
Yürüyorum
Sırt ağrılarıyla böcekler
ve nice yazlardan geriye kalan sonbahar
Yürüyorum yürüyorum
Kızılderili duaları eşliğinde yazılar yazıyorum
Yazıyorum yazıyorum
Ne kadar da az şey kalmış geriye
Ne kazandım bir bilsen
Senelerin ne getirdiğini bir bilsen
Kıllı hayvanlar otobüse biner mi
Biniyor işte
Bir örümcek gibi uzanıyorum yatağa
Gergin ağlarım yay gibi
Sen yok olmuş
Benden geriye baş ağrısı ve uyku kalmış
Hani nerede dedikleri
her şey
her şey nasıl anlatılır

 Civa
Evet civadır terim
Her yürüyüş başka bir şaşkınlıktır ki
nasıl da biliyorlar diğerleri
Kavmimden soğuyorum
Böyleler işte
Biliyorlar yarın ne olacağını
Kadınlar ve
öpüşen cesetler
öpüşen yabancılar
‘sen olmasan çürüyecektim’
Sen olmadın çürüyorum
İçin için çürüyeni kim görür
Kim görür
Anneler bile görmez
ki hiçkimse yoktu
Tahta sehpa
Çekmecede porno filmler[32]

 Tımarhaneden Mektup

 Burada ben ve birkaç maymun daha
akşamüstleri takılıyoruz bir hemşirenin peşine
üstümüzde beyaz pijamalar
güneşin batışını izlemeye
Gözlerimizde şaşkın bir çocuk ürpertisi
meğer yaşamak ne güzel şeymiş
anlıyoruz
Savaşmak diyorlar
yaşamak savaşmakmış
ve ben seninle savaşmalıymışım
Bu iş bitmiş diyorlar
Oysa bak ne çok mektup yazıyorum sana
Gönderilmemiş mektuplar
‘Bugün nasılız?’
‘İlaçlarımı almayı unutmuşum ve kötüyüm’
‘Ama olur mu?’ diyor hemşire
‘Yaşamak savaşmaktır’
ve yine takılıyoruz hemşirenin peşine
güneşin batışını izlemeye[33]

Neyse tekrar Metin Üstündağ’a dönelim. Yalnızın düşleri Van Gogh sarısıdır; o rüyalarında bile mutlu olamayandır; hayal kırıklığına uğrayandır; çünkü “yalnız rüyasında ornelia muti ile sevişirken nur yüzlü ihtiyar’ca basılır… yalnız kendi rüyasından kovulur.”

Yalnızlık ve hüzün üzerinde epey durmuştur yazar; ikisi arasındaki kopmaz bağı ısrarla vurgulamak istercesine. “yalnıza sormuşlar: ‘boynun neden eğri?’ ‘hüzün kireçlenmesinden demiş.” Yalnızlık mı hüzne sebep olur yoksa hüzün müdür insanı yalnızlaştıran bu cevaplanamayacak bir sorudur. Belki her ikisi de doğrudur belki de bunlar birbirine ancak ve ancak’la bağlı birbirinden ayrılmaz durumlardır. Ama yalnızın tek özelliği hüzünlü olması değildir tabiki. Yalnız ‘tedir-girgin’dir de. Yalnızlık Üzerine başka bir aforizmasında “yalnız hep tedir-girgin’dir” diye yazar Üstündağ. Bu söz bana Alaattin Topçu’nun Kaan hakkında söylediği bir şeyi hatırlatır. Topçu o dönem yine yayıncı ya da editördür ve Kaan zaman zaman ona şiirlerini getiren genç bir delikanlı. Topçu’nun anlattığına göre Kaan, mahcup bir şekilde şiirini bırakıp pek konuşmadan girdiği gibi çıkarmış odadan. İşte bu tavır ‘tedir-girgin’lik kelimesiyle örtüşmektedir sanki: Hem çekingen oluş hem de o güçlü şiirlerinin farkına varılmasını isteyen bir iradenin biraradalığı.

Yalnız toplumun değeriyle normlarını olduğu gibi kabul etmediği için yabancı ve uyumsuzdur kendi kavmine. Bu yabancılık ve uyumsuzluk hem bir kayra hem de bir lanettir yalnız için. Toplumdan kopukluk toplumdan bağımsız ve özgür düşünebilmeyi getirir yanında. Bu yüzden “yalnız yaratıcıdır” Beri  yandan bu ‘yaratıcılık’ yüzünden “ossuruktan nem kapar.. acayip sorun yaratır” yalnız hem kendisi hem de çoğunluk için.

“çarmıhını içinde taşır”[34] yalnız. Çünkü susmayı bırakıp konuştuğu an uyumsuzluğunun su yüzüne çıkacağını ve içinde yaşadığı toplumda Sadukiler ile Ferisiler arasında kalmış bir İsa gibi kalakalacağını bilir. ‘Çarmıhını içinde taşıyan yalnız’ olmak da en çok şairlere yakışır ki “şairler peygamber soyundan mıdır ki ölüm vakitlerini de bilirler, cemal süreya gibi.. ve güzel dizelerin bedeli alaşağı, dımdızlak olmak mıdır hep..”[35] diye yazar Üstündağ. Bir şair olarak Kaan da ölüm vaktini bilmeyi seçmiştir. Gariptir ki devletin muhafaza ettiği toplum yapısına özellikle siyasi nedenlerle uymayanları istediği toplumsal sürüye dahil etmek için kendi torna tezgahından geçirmesi de bunlardan bazılarını şaire dönüştürür kimi zaman.

– bobaa, bobaa.. bu ne ola, la bobaa..
– hapishanedir çocuğum..
– nes ikimize dermandır.. ne işimize yarar.
– ayrı düşünenleri aynılaştırmaya çabalar. insan değirmenidir.. bol şair üretir canım.[36]

“yalnızın geceleri Kerim Abdül Cabbar boyunda, uykuları Naim Süleymanoğlu ayarındadır” derken de Kaan’dan bahsediyor gibidir Üstündağ. Kaan da gecelerin şairidir ve bu geceler sabaha varır çoğu zaman. Gecelerinde uykulara pek yer vermemiş gibi görünmektedir kısa hayatında Kaan.

Aslında yalnız, toplumdan ziyade kendiyle cebelleşme halindedir. Belki de tek muhatabı yine kendisi olduğu için “yalnız, iğneyi de çuvaldızı da kendisine batırır.. yetinmez minare arar.”[37] Bazen de kendisiyle bir türlü uzlaşamayan yalnız kendini yargılamakta ve nihayet idam etmekte bulur çareyi tıpkı Kaan gibi. Nihayet özetle küçük MET-ÜST sözlüğünde “ilkel çağların yenilmez savaşçısı”[38]dır yalnızlık; uyumsuz için yaşadıkça ondan kurtuluş yoktur.

Barış K.

  1. 07. 2015

[1] Metin Üstündağ, Mavra Zamanı, Parantez Yay., İstanbul, 1995, s. 7

[2] Agy s. 8

[3] Agy s. 39

[4] Agy s. 11

[5] Agy s. 23

[6] Agy s.39

[7] Agy s. 51

[8] Agy s. 49

[9] Agy s.51

[10] Agy s. 49

[11] Agy s. 23

[12] Agy s. 50

[13] Agy s. 90

[14] Agy s. 40

[15] Agy s. 50

[16] Agy s.29

[17] Agy s. 31

[18] Agy s. 71

[19] Agy s. 33

[20] Agy s. 91

[21] Agy s.90

[22] Agy s. 168

[23] Agy s. 169

[24] Agy s. 170

[25] Agy s. 171

[26] Agy 172

[27] Agy s.90

[28] Agy s. 67

[29] Akıl Hastalarının Yazdıkları Şiirler İnilti, der: Bedia Tuncer, Matbaa Teknisyenleri Basımevi, İstanbul, 1961

[30] Agy

[31] Agy

[32] Kahraman, agy s. 81

[33] Agy s. 66

[34] Üstündağ, agy s. 10

[35] Agy s. 43

[36] Agy s. 55

[37] Agy s. 10

[38] Agy s. 38

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.