Anasayfa > Books / Kargakara > yeryüzünü gezen atlı, Mahmut Temizyürek

yeryüzünü gezen atlı, Mahmut Temizyürek

“(…)

Uyusak, uyusak bütün rüyaları
Eksik yaşananlar tamamlanır mı bir bir”

yeryüzünü gezen atlı, Mahmut Temizyürek, Komşu Yay., İstanbul, 2008, s. 23

Hapisane

Birden fazla sonsuz
var, gözlerimizde izleri

Şu hoyrat kalbimize
Dokunan anlar

Terli koşturur hayat
Tipide karda kor
Sızlatır her vuruşu
Bağra rüzgarın

Hayat!
Hep yarın! yarın!
O anı bulunca baharın
Yollar açılır, ama her varışta
Unutulmuş buradayızdır daha!

Duyar eğiliriz
Damlaların darbına
Ruhun azabına kayıp gider içimiz
Boşluğumuzda hışırdar
Süpürüp geçer o siyah pelerin
Örter üstünü
Yaşın, taşın, ölenin

Bu hayat örtü
Sevmese de
İçindeyiz

O hışırtı arasında seçilen ses
Bu tedirgin neşe, bu göz seğirmesi
Bu ezel korku, bu baş dönmesi
Kınnap yerleri mor aya

Ey uçurum sakini
Bir haritan var artık
Övünürsen övün
Yanıla yıla
Erdiğin uçurumdan bak
Dört yandan şakıyor dünya

Topla bacaklarını şimdi
Gömül içine
Bırak…
Ve dinle…

Hapsettiğin o yabanı
Kurduğun torda bırak
Gezinip duruyor nasıl da
Bir sonsuzdan, bir
Sonsuza, bak!”

agy s. 24-26

“(…)
Ne adil ne hunhar ne korkak ne cabbar
O dalgadan bu dalgaya ne varsa
Oymuşum
Keşke insan sayabilsem ben de kendimi

Atlasım lime lime çaputtan
Gücüm bir başka güçten esinlenmiştir
Yüzüm tutmuyor bağrıma bağrıma esen rüzgara

Öyleyse bu karmaşa neden
İçimden koşarak gelen sevinç yoksa öfke mi
Tiksintimi tebessüm diye mi okuyor aynam
Bu dünya ne olmuş, ne olmuş bana
Ne desem dilim dolanıyor
Sis yanına sis olarak ilişiyor sözlerim

Kıyıları mercan kama bir deniz ile bir deniz
Arasında keder yüklü bir gemi
Kaptanı kıyıda bırakmış gidiyorum

Ona küstüydüm, umrumda da değil zaten o kaptan
O değil mi bir limanda bunalıp öbüründe şunalan
Misket taşla ölüm oynarken çocukları
Üst üste yığıyorlarken ambara
İçimde ne bulursa gelip gidip
Kusup şımaran o değil mi bak şuna
Tek tahtam kalmamış sağlam
Kurtlar döküyor sarı sarı tozlarını
Tek direk yok ki belinden yemesin darbe
Dalgalar acıyarak vuruyor bordama
Ayakta tek tayfası kalmamış gemi
Vay!
An sarhoşsa her şey olabilir dünyada

(…)

Pusulam şaşkın yıldızlar yok gökyüzü kül
Ölüm gülle gülle düşüyor üstümüze
Bakakalıyoruz öylece karanfil
Gelip gözlere konmuyorolağan bir varlık telaşı
Ne yalıyor geceyi ıssız fener ışığı
Ne çıplak dağda yanan cılız bir ateş
Çıkmıyor kav neşesi kadar kahkaha
Sarmıyor keten kadar bir el yarenlik
Ne anlıyoruz o zaman atomların altında
Uyuyup uyanıp hayata kanmaktan
Ne buluyoruz ölüp yaşamaktan karanfil
Kalmışken orda burda eli koynunda
Issız koylar gibi içimizde gizleniyorken
Gece karanfil, artık sana da gece
O kaptanı da çağır gelsin istersen

(…)”

agy s. 27-30

Hür kuşlar tufanı

Ellerine doğmuştuk hevesle
Irağın olduk şimdi senin
Kapılar yüzümüze kapandı bir bir
İnandık ki dünya gelip geçilen yer
Geçip gitmek yaşanacak her şeydir

O ince zeka, kılcal bilgi
Olabilir saymıyor bizi
Biz ki, gövdesi varsa oyuz dünyanın
Bu yalın ayakları, bu sakar elleri

Bir adacık oluyoruz konduğumuz her yerde
Orada, öbür adaların yanında
Bir adacık, ki herkes bir boz, bir mavi
Kendiyle uğunan kumrularız
Savrulan toz zerresi

Böylece kurtuluyor şehirler vebadan
Lekesi kalmıyor kanın sokaklarda
Çöz kuşaktan ipini, sal gövdeni köprüden
Vücudunu parça parça pazarla
Her şeyimiz soğuğun, açlığın bedeli
Ölüm vadesiz, yaşam kısa vadeli
Geceler huzurlu, adımlar tıp tıp
Yalnızca kadınlar ve çocuklarımız
Ölüyorlar birden
Bir eflatun dağ tozu koklayıp koklayıp

Söndür ışığını, sil hatırasını ve kapan
Dönemez ki ufka baktıkça yol gören göçebe
Her daim o yağız incedeyiz, o sarp uzunda
Havlimiz canımızdan taştıkça ülkeden ülkeye
Yolları kesiliyor uygar Roma’nın
Gövdemizden akan sidik, kan, ter, asit
Sınırları eriterek çıkıyoruz her meydana

Kıyıları o cam fanus boşluğa
Çarpa çarpa kırılıyoruz

Ey ukdesi, var kalan her göçebenin
Ey kavuşmak rüyası peygamberlerin
O yüce dağa, bir daha başın diye konsak senin
O yaslı nuh taşını alnın diye öpsek
Geniş yaylalarda çiçeklensek tür tür
Islansak neşemizin teriyle
Yaralarımızı şarkılara belesek
Şımara taşa kalbimizin bendinden
Bıraksak gemini atlarımızın
Mahpusu olduğumuz bu dışardan
O vakit kurtulur muyuz?

Sor ki, muştusu bizden gelecek
O ki, bir seraptan doğurdu
Kabuslardan fırlatıp
Kıyımlardan artırdı hayat bizi
Böyle bir havlin kavmiyiz
Açıldık denizlere
O korsan takalardan
Salkım saçak döküldük suya
Kimimiz çöp, dalgadan dalgaya

Hangi şehir ister bizi
Hangi gurbet ev olur
Çıkış nerde, kıyı var mı
İzi var mı umudun yollarımızda
Sor bize

Denizin dibinde demirden mezar
Onu sor
Uykular buz mavi, buz ayna
Salınan kıyısız bir okyanus üstümüzde
Soğuk keskin bir hızar
Bize gelince
Kesikle kırık, ıslakla kavak
Bize gelince
Kirliyle çıplak

Canımız hayli alaflı, gözler köz
Akıyoruz ırmakları tersine tersine
Püskürülmüş lavız, toplaşıp dağ oluyoruz
Ürpertiyoruz ışıkları renkleri
Yırtarak yüzünü su mavinin, su berrağın
Gövdemizi kanırtarak yazıyoruz
Hayatın alınyazısını
Her şeye barbarız, her şeye tufan

Dönüşler kapandı çoktan, zaten biz
Her ufka baktıkça yol görenleriz
Arzumuz, varılacak hayatın tek kayrası
Kalbimiz, ölçüsüz haritası yeryüzünün
Biziz o, vakti gelen yokluk tanrısı”

agy s. 32-38

Mamudu diyor ki Rimbaud’ya

Üzülme ey, Saf Aşırı
Korur seni dizelerin

Nasıl yaşadın, tanığım
İndiğine taşa hançerin

Sapladın onca varlığını
Bu musalla dünyaya

Gözlerindedir öylece
Eyleminden saçılan ateş

Rimbaud, dostum, varlığım
Zavallı ateş böceğim

Anımsa, ne yürekler acıdı sana
Ne şaraplar içti seni

Acıydın önceden önce
Mutsuzluk tanrın oldu

Ölüm yaladıkça enseni
Kaçışı yok aşktan başka

Gitme uzaklara, her yer cehennem
Cinnetinle kal, öyleyiz nasılsa

Sözlerim avutmuyorsa da kal
Gitmesen, içkiler benden olsa

Üzülme ey, Saf Aşırı
Ey enginden yüce

Yine gelecek aşkın çağ
Rüzgâra adanmış atlarla”

agy s. 39, 40

“(…)
Bir sözüm olabilir mi dağlara

Öyleyse neden fırlıyorum yatağımdan
Dünyaya geç kalmış güneşim sanki her sabah
Doğmasam gaflete boğulur insanlar
Her sabah sırtımda bir namluyla işe giderken
Alnımda Serez yağmuru serinliği her sabah
Her kurşun bende iz mi bıraktı da
Her yaralıynan acıyor
Her ölüynen gömülüyor bu yürek
Adını söyle diyorlar bana
(…)”

agy s. 46, 47

“(…)
Yadırgansam da acı vermez koynu yalnızlığın
(…)

(…)
Hiçliğim uzadıkça buharlaşan
(…)”

agy s.49

İnsan Nuh’tur

İnsan Nuh’tur
Tufanı bekleyen
Tanrının aslı tahta

Gemiyi doldurup boşaltır
Zihni onla bunla
Seçimi adil değil her zaman

Varlıkların çoğu dışarda
Tufansa zamansız

Bazıları
Kaygıdan oluşmuş ruh
Daha rahmetin ilk damlasında
Başlar mıy mıy
Gemim dayanır mı tufana!?

Kiminin çiftleştirmek sorunu
Sormaz, horozu tavuğa
Onunla kurtuluş değe mi? diye

Bazı Nuhlar takmış kafaya
Kusursuz varlık arar gemiye
‘Varlık’ ne? ‘Kusursuz’ ne?

Tufan, az sonradır hep
Her Nuh, zamansız tufana

Yine de, her nuh
ehl-i beduh*

*Zarfın üzerindeki belirsiz yazıyı okuyabilen kişi”

agy s. 50, 51

“(…)

yüzü kahırsız keder

(…)”

agy s. 54

“(…)

Yorgun gelmiş bir kedidir insan
hayatı yinelemekten.
Kalbine koy, uyuyakalır
Tırnakları gevşer,
mırıltısı damlar damardan

Unutur bazen kurutulduğunu
Bu var ya, bu tutku,
her gece kazana atılır rüyasında
Sabah, acı da pıhtılanır.
Esirlerden
alınma kandan böyle bir huy geçmiş

Akşam, açılır ansızın bir
rüzgarla tutkunun arka kapısı
Yalnızlık aç bir kedi, girer içeri”

agy s. 61

“(…)

korku tünelindeyiz, sesler şirret, yol zifiri
tanklar geçiyor çocukların üstüne
keskin nişancı, kalbine yansıtıyor lazeri,
kırmızı bir lekeyle düşüyor çocuk, elinde sapan
robokop asker, elinde lav silahı,
bakmıyor bile alevleri çizmeleri yalayan
sihirli lamba hevesli molotof şişelerine

ağır toplar kuşatılmış ortaçağ
kalesinin önünde mancınık dekoru sanki
kale dersen küçücük avuçlarda yığma taş yapı
herkesin rolü kusursuz bu ölüm oyununda

(...)

kin, o kendini mazlum sanan irinli akıl
akıyor çöl sıcağına
sızıyor gözyaşıyla dolu Lut'a

(...)

sırnaşanlar için hayat
bıraktığın gibi
araftayız daha"

agy s. 65, 66

"(...)

İçimde yitip gitmek arzusu o esmer
kadının ağzındaki beyaz karanlıkta"

agy s. 68

"Yeryüzünü gezen atlı

Şu yüce dağların ıslık cambazı
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü
Çamlıbelin Köroğlusu Ayvazı
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü

Arzunun peşinden it gibi koşan
Ovalardan geçip dağlara taşan
Göçmen kuşlar ile kıtalar aşan
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü

Yolun birden kırıldığı sırada
Kimler gelmiş kim kalmıştır orada
Bizim çağımızdan sonra da
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü

Ayakların sürte sürte yürüyen
Her gün biraz daha, daha eriyen
Ne kaderdir yolu ne de serüven
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü

Umutsuz anında göz göze gelen
Aşkıyla doğrulan ruhuyla yelen
Pıtraklar içinde bir gönülçelen
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü

Sustukça bağrında kuşlar uçuran
Gam yüzkünü sınırlardan kaçıran
Ya çobanaldatan ya kervankıran
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü

Bulutları yamçı diye giyerdi
Omzuna dokunsa acın soyardı
Gittiği yerlere ayrılık verdi
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü

Ölü zaman tazelenmek umar ya
Herkes bu ırmakta bir kez yunar ya
İnsan hayalini arar sorar ya
Yeryüzünü gezen atlı gördün mü"

agy s. 69, 70

"İnsan yenidir

Her an yenidir İnsan
Yenmiştir örneğin içindeki bir önceyi
Mermer gibi parlamıştır ak bellek
Bozguna uğramıştır anıların hükmü
(...)

Kendisi değilse yenidir insan
(...)"

agy s. 71, 72

"Zaten acıya kandım aldanıp yaşamak diye 
Sefil oldum, eksik kaldım, üzüldüm 
(...)
Bununla geldim işte nasıl yorsam 
Da tutsam bacaklarından aşkın eteğine saklansam 
Herkes o yeri kalbinde arıyor oysa değil 
Orası sürgün yeri 
Kalbimiz kabalığa taşkın, dahası yanık süt gibi 
Unuttuğumuz herşey dibini tutmuş ya da tuz buz 
Elbet küseceğimiz gün de gelir 
Unutkanlıktan ağlayamaz oluruz.

(...)"

agy s. 74

"Ömrün bir anı

Ömrün bu yakasında
Anılar öreni dünya

Yaşadıklarım umarsızca geri
Döndürüyor beni, günlerim eski
Günlerin solgun defteri
Bu yazı kimden kalma
Anlaşılır mı buralarda bu dil
Bu yürek nasıl direnmiş kuşatıldığında

Ne kaldı yüzyıllarımdan
Birkaç hayat dersi
Bozukdüzen bir ses
Acı veren gururdan başka

Bazı ânların altında
Ölü kelebek mezarları
Ahdlar, anıtlar, ukdeler...
Arasında yaprakların
Kalbim, güzel başlangıç
O resimli mağara
Bir göçükte ağzı kapanır mı onun da

Kazancımmış yitirdiklerim
Bir ömrüm olduğuna inandığımdan bu yana

Gezin ruhumda
Ellerin dokunuşların
Nefesin ısıtıyor dünyamı
Kavuşturuyor
O yakayı bu yakaya"

agy s. 73, 74



			
Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.