“(…) Bence Kapitalizm Platon’un yapamadığını yaptı, yani şiir devletten tam olarak kovdu. Ama bunu tarihin ilk komünisti Platon’un yüksek idealleri uğruna yapmadı. Tam tersine, artık onda, kendi süfli emellerini taşıyacak araçsal değer görmediği için, şiir bundan büsbütün sıyrıldığı için yaptı, onu devletten kovdu ve yerine romanı geçirdi. (…)”
Can H. Türker, Edebiyat Ortamı Şiir Yıllığı 2013, EOY, Ankara, 2013, s. 236
“Fecri Sadık
İÇ DENİZDE YAŞAMAK, AÇIK DENİZ ŞARKISI SÖYLEMEK
Şiirleri, başı ve sonu belli bir zaman aralığında (1993-1998) yazmıştı. Ve sonra, ‘deklare ederek’ şiiri bırakmıştı.
Ah Muhsin Ünlü ya da Gidiyorum Bu, ‘tamamlanmış bir proje’ydi.
Şiirleri fotokopi yoluyla çoğaltılıyor, ve fısıltı gazetesi durmadan çalışıyordu. 2000’lere girerken efsane oldu.
Warhol’un kulaklarını çınlatan bir efsaneydi. Söndü.
Sönüş iki aşamada gerçekleşti:
- Kitap adlarına asterix takan kitcsh kapaklar yayınevi tarafından 29005’te kitabı basıldı; şair görünür, dokunulur oldu.
- Gazze’ye insani yardım götüren Mavi Marmara yolcu gemisine İsrail askerlerinin düzenlediği baskından ve sonrasında oluşan atmosferden etkilenen şair ‘Ah O Gemide Ben de Olsaydım’ başlıklı bir şiir yazdı ve sahalara geri döndü. Yıl 2010:
Obama ebenin örekesine
Bacağım girsin de ağzından çıksın
İsrailli erler karının kuru
Ambarına bombaları tıksın da tıksın.
Piçlerini al git Ortadoğu’dan
Cümlesi Kongre’ni düzsün sıradan
Sivil Yahudiler candır, buradan
Asker götür ağzına sıçsın da sıçsın
Zulmün kanunu yazsam yeniden
Kitabını sana itsem geriden
İsrail Hükümeti inler beriden:
‘Ordan çıkartıp bize soksun da soksun.’
O gemide ben de olsaydım eğer
Kobrayı salardım Aştot’a, meğer
İsrailli bütün kadın faşistler
Modern Türk şiirine doysun da doysun.
Küfür haram amenna lakin bu savaş
Başladığından beri korkunç bir telaş
İçimdeki Siyonist yazar arkadaş
Lar benden çok hicap duysun da duysun.
Bu şiir, ağır eleştiriler aldı. Şair, nette yayımladığı bir yazıyla kendini savunmaya çalıştı, direnir göründü. Ama daha sonra tuhaf bir şey yaptı: Şiirin ‘edepli’ (edebi?) yeni bir versiyonunu yazdı, (Eğer böyle bir şey mümkünse) ilkini geçersiz kıldı. Şiirin ilk halinin, son halinin, ikisinin arasında duran savunma metninin hangi adla (Ah Muhsin Ünlü mü, Onur Ünlü mü?) yayımladığı konusunu geçiriyorum; Ha Hasan kel; ha kel Hasan.
Ne olmuştu? Şiir perileri şairi geri mi çağırmıştı? Yoksa, şair, ‘yazmasa ölecek’ bir sıkışmışlıkta mıydı, o halin halin havasını mı alıyordu?
Bunun, şairin dionizyak ruhuyla veya yaratıcılık sancılarıyla ilgili bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bence, ‘bırakmış’ şairi yeniden şiire başlatan o malum ‘iç deniz’ hastalığıdır. Bu hastalığa yakalanan ancak kusarak rahatlayabiliyor. Ah Muhsin Ünlü de kustu ve rahatladı.
Nedir iç deniz hastalığı?
Bir iç denizdesin, sadece iki limanı var. Limanın birinde ‘sen’ varsın, diğer limanın adı Filistin. Gitmek, açılmak mı istiyorsun? İzleyebileceğin tek rota, demir atabileceğin tek liman var.
Peki, bu iç deniz insanları, Ah ve yoldaşları, neden hiç ‘açık’ denizlere açılmayı, mesela geminin rotasını Sudan’a çevirmeyi düşünmezler? Oradaki insan hakları ihlalleri karşısından neden telleri hiç cız etmez?
Ah’ın ve yoldaşlarının ‘öncelikler dünyası’ açısından fotoğrafı daraltalım:
1. Sudan’da Müslüman kadınlara tecavüz ediliyor.
2. Tecavüz edenler Müslüman erkekler.
3. Tecavüz, sistematik. Her gün yineleniyor.
Bay Ah ve yoldaşları açık denizlere yol almazlar, alamazlar. Çünkü, bir iç deniz cemaatinde yetişmişlerdir ve o cemaatte Filistin bir semboldür. Zulme değil Yahudi zulmüne karşı olmayı imler. Hatta, sadece Yahudiliği imler.
Dertleri zulüm değildir, zalim değildir. Dertleri budur.
Derkenar:
‘Tencere dibin kara, benimki senden kara’.
Bir düşünün abiler…
(Habis, Eylül – Ekim)”
agy s. 239, 241
“(…) İdeolojik olarak taban tabana zıt olmasına karşın, Alparslan Türkeş’in meydanlarda Nazım Hikmet’ten şiirler okuduğu, kimi mitinglerinde kürsüde Necip Fazıl’a şiir okuttuğu da bilinir. (…)”
Abdülkadir Budak, agy s. 243