Pavlus
Aziz Paul (Pavlus) (Lat: Sanctus Pavlus, Yun: Agios Paulos), İsa devrinin Ferisi Yahudilerindendir ve Roma vatandaşıdır. Tarsus doğumludur. Pavlik Kiliselerin kurucusu ve Hıristiyan bir misyoner olmadan önce Erken Hıristiyan Kilisesi’ne baskılarda bulunacak; ilk Hıristiyanlara acımasız zulümler yaşatacaktır.
“Fakat Saul evden eve girerek kiliseyi perişan ediyordu; ve erkekleri ve kadınları sürükleyip zindana atıyordu.”[1]
Hatta İstefanos’un öldürülmesini onaylayan da kendisidir.
“Ve onun öldürülmesine Saul razı olmuştu.”[2]
Elçilerin İşleri’nde bizzat Pavlus şöyle diyecektir: “Ve ben dedim: Ya Rab, kendileri de bilirler ki, ben sana iman edenleri hapsedip bütün havralarda dövüyordum; ve senin şahidin İstefanos’un kanı döküldüğü zaman, ben de orada duruyordum, ve buna razı oldum, ve onu öldürenlerin esvaplarını bekledim.”[3]
Pavlus bir gün Şam’daki İsevilere eziyet etmek ve onları Kudüs’e getirmek için yola çıkar.
“Saul ise Rab’bin öğrencilerine karşı hâlâ tehdit ve ölüm soluyordu. Başkâhine gitti, Şam’daki havralara verilmek üzere mektuplar yazmasını istedi. Orada İsa’nın yolunda yürüyen kadın erkek, kimi bulsa tutuklayıp Yeruşalim’e getirmek niyetindeydi.”[4]
Şam yolunda İsa’nın kendisine görünmesiyle cemaate (kiliseye) katılacak, daha sonra da Hıristiyanlık inancını yaymak için Anadolu’yu adım adım dolaşacak; bu arada Anadolu’daki Hıristiyanlığın ilk yedi kilisesi’ni de kuracaktır, ki bunlar Pavlus’un 2. Misyon Gezisi ve sonrasında Pavlik ya da elçisel kilise olarak adlandırılacak teslis kiliselerinin ilkleri olacaklardır. Pavlus’un, Kudüs ve Antakya merkezlerinden yola çıkarak, Anadolu, Doğu Avrupa ve Roma’ya yaptığı geziler sırasında Hıristiyanlığı vaaz etmesi sonucu kurulan bu kiliseler mevcut kiliselere temel teşkil edecektir. Yeni Ahit’te Pavlus’un mektupları önemli bir yer tutar. Bu mektuplar sırasıyla; Romalılar, 1. ve 2. Korintliler, Galatyalılar, Efesliler, Filibeliler, Koloseliler, 1. ve 2. Selanikliler, 1. ve 2. Timo-teos, Titus ve Filimon’a mektuplardır. Yine daha önce değindiğimiz gibi bazı inanırlara göre İbranilere Mektup da yine Pavlus tarafından yazılmıştır. Yani denebilir ki İsa ve onun havarileri Petrus ile Yuhanna’dan ziyade Hıristiyanlığın asıl kurucusu Pavlus olacaktır. Lakin İsa’yı yaşarken tanımamış ve Hıristiyanlığın en tutucu düşmanlarından olmuş bu şahsın, sonradan gördüğünü iddia ettiği vizyon üzerine birdenbire değişip İsa’nın en büyük elçisi haline gelmesi ve İsa’nın öğretisini epeyce bir kendince yorumlayarak Hıristiyanlık dinini neredeyse oluşturması benim gibi birçok kişi için kuşku çekicidir.
Mesela Mevlana’nın Pavlus hakkındaki iddiaları ilgiye şayandır. Şöyle ki Mesnevi’sinin birinci kitabındaki kıssalarından bazılarını ismini anmadan Pavlus’a ayırmış gibidir. “O Yahudi padişahın, cahilane bir taassup ile Hıristiyanları mazlum olarak öldürmesi” kıssasında “İsa düşmanı, Hıristiyanları öldüren zalim bir Yahudi Padişahı vardır”[5] ki Mevlana burada büyük ihtimalle Kral He-rod’u kastetmektedir. Bu padişah, “Ben, ‘Musa dininin koruyucusuyum’ diyerek zulm ile muminleri öldür”mektedir.[6] “Yahudi padişahına hilekâr bir vezirin hile öğretmesi” kıssasında “Padişahın düzenbaz, fitne ve fesat ocağı, gaddar bir veziri vardı”r[7] ki Mevlana’nın alegorik anlatımına bakılırsa, bu kişi de Pavlus olmaktadır. Bu vezir, padişaha, “Hıristiyanlar, can korkusuyla padişahtan dinlerini gizlerler”[8] der ve kendisinin Hıristiyanların arasına sızarak onları açık etmesini teklif eder, “Ta ki bu dünyada gizli ve aşikâr hiçbir Hıristiyan kalmasın.”[9] Yani Mevlana’ya göre Pavlus’un asıl amacı o sıralar Yahudiliğin bir şekli olduğu için pek anlaşılamayan İsa öğretisine bağlı kişileri Hıristiyan olarak açığa çıkarmak suretiyle bir biçimde Museviliğin dışına çıkarmaktır. “Vezirin, Hıristiyanlara hile ve düzen hazırlaması” kıssasında şah “Onu Hıristiyanların olduğu tarafa sür”er.[10] “Hıristiyanların, Yahudi vezirin hilesine kanarak onu aralarına almaları” kıssasında “Binlerce Hıristiyan ona rağbet ederek azar azar etrafında toplan”ırlar[11] ve “Vezir, İncil’in, zünnarın sırrını, manasını onlara anlat”maya[12] başlar. “Hıristiyanların hilekâr vezire tabi olmaları” kıssasında “Halkın, takliden gönül verdiği o hilekâra Hıristiyanlar, tamamen tabi ol”urlar[13]ve “Ona gönül verip büyüsüne aldan”ıp onu “İsa’nın (vekili) san”arlar.[14]“Hilekâr vezirin Hıristiyanlara hasedi” kıssasında, “O kafir din nasihatçısı oldu”[15] denmektedir. “Aklı eren Hıristiyanların vezirin anlaması” kıssasında Mevlana, Pavlus için “O güzel konuşuyordu, lakin sözleri zehir karıştırılmış şekere benzerdi”[16] demektedir. Mevlana’ya göre Pavlus, “Zahiren Hak yolunda çevik olun diyor, içinden canın gevşekliğini istiyordu.”[17] Yine aynı kıssaya göre, “Zevk sahibi ve arif olmayanlar, vezirin hilesine aldanıp gerçeği anlama”zlar[18]ve “O altı yıl padişahdan ayrı kal”ıp “Hıristiyanların koruyucusu ol”ur.[19]Kıssaya göre, “O gönlü karanın maksadı Hıristiyanların, rüzgâra savurduğu saman gibi dağılmaları”dır.[20] “Padişahın vezire gizlice haber göndermesi”kıssasında da vezir bundan sonra Hıristiyanlar arasına ayrılık sokmaya çalışacağını söyler. Devamında, “Hıristiyanların on iki kısmı” kıssasında havariler kastedilerek Hıristiyanları idare eden on iki emir olduğu ve onların şakirtlerinin onların emrinden çıkmadığı söylenir ki bu, “Emirler, kavimleriyle beraber o vezirin bendesi olmuşlardı”r;[21] “Hepsi onun sözlerine tamamen inanmış ve onun gidişine uymuşlardır”.[22] “Hilekâr vezirin, İncil’i değiştirmek maksadıyla hükümlerini karıştırması” kıssasında denir ki “Vezir, her emir için ayrı bir kitap yazdı ki, her biri yanlış hükümlerle dolu ve başka başka yollardaydı. Her birinin hükmü değişik ve baştan sona birbirine zıt idi.”[23] İmdi burada Mevlana alegorik bir şekilde Pavlus’un yazdığı mektupları kastediyor olması muhtemeldir ki Yeni Ahit’te Pavlus kendi de koşullar gereği öğretiyi bazılarına farklı bir biçimde anlattığını teslim etmektedir: “Ve Yahudileri kazanayım diye Yahudilere Yahudi gibi davrandım; kendim şeriat altında olmadığım halde, şeriat altında olanları kazanayım diye şeriat altında olanlara şeriat altında gibi davrandım; Allah’a karşı şeriati olmıyanlardan değil, ancak Mesih’in şeriati altında olarak şeriati olmıyanları kazanayın diye, şeriati olmayanlara şeriati olmayan gibi davrandım. Zayıfları kazanayım diye zayıflara zayıf oldum; her suretle bazılarını kurtarayım diye herkese her şey oldum.”[24]
Mesnevi’de, “Bu hileli ihtilafların hakikat olmayıp şeklen bir hile olması” kıssasında Pavlus’un yazdıklarının “hep şüphe ve tereddüt”[25] olduğu ve Pavlus’da, “İsa’nın tek renkliliğinin zahir”[26] olmadığı söylenir ki hakikaten de daha sonra göreceğimiz gibi Pav-lus’un söylemleri gerçekten hem İsa’nın öğretisine bambaşka bir hüviyet kazandıracak hem de Pavlus önerdiği pek çok davranışta ısrarlı davranmakta çekinik kalacaktır. Mesnevi’de anlatının devamında bu vezir son bir hile olarak inzivaya çekilip muritlerini yalnız bırakır. Belki bu da Pavlus’un pek çok mektubunda sağlık durumunu bahane ederek kiliselere öğrencilerini göndermesiyle ilgili bir imadır. Bu arada vezir, emirlerin her birini ayrı ayrı gizlice veliahdı yapar ve en sonunda oyunun finalinde halvethanesinde kendini öldürür. Onun ölümünden sonra her biri birbirinden habersiz vezirin veliahtı olduğunu düşünen emirler birbirine girecek ve Hıristiyanlık bölünecektir.
Tabii ki ne Mevlana bir kilise tarihçisi ne de Mesnevi bir tarih kitabıdır. Fakat bu Mevlana gibi bilgili bir âlimin mesnetsiz iddialarda bulunduğu anlamına da gelmemelidir, ki burada asıl önemli olan Pavlus’un eylem ve söylemleri hakkında yaşadığı dönemden itibaren bugüne kadar şüphe bulutlarının hiç kalkmaması ve bu şüphe sahiplerinden birinin de Mevlana olmasıdır.
Bugüne geldiğimizde ise Şinasi Gündüz’ün Pavlus: Hıristiyanlığın Mimarı[27] adlı kitabında Pavlus’un durumu hakkındaki iddiaları çok daha derli toplu bir halde sunduğunu görüyoruz. Şinasi Gündüz bu kitabında, “Pavlus’un öğretilerinin, tarihsel İsa’nınkiler-den farklı olduğu”, “İsa’nın yeni bir din geliştirmek için gelmediği, ancak, ‘Hıristiyan düşünüş, rituel ve gelenekleri’nin Pavlus tarafından icat edildiği ya da uydurulduğu”, “Yorumlama hatası yaparak (bilerek ya da bilmeyerek) İlahi Mesajı yanlış aktardığı”, “Karizmatik kişiliğini kullanarak, elçilerden biri olmadığı -hatta İsa’yı bizzat tanımadığı- halde diğer elçilerin önüne geçtiği ve bazı durumlarda İsa’dan öte otorite olmayı imaj edindiği”, bu bağlamda “Hıristiyanlığın önderi olduğu” gibi benim de katıldığım iddiaları bu problemin alt başlıkları haline getirmiştir.
Şinasi Gündüz’e göre, “İsa’nın teolojisi Teosentrik (Tanrı merkezli), Pavlus’unki ise Kristosentrik (Mesih merkezli) yapıya sahiptir. Bu bağlamda öğretişleri farklıdır.” Fakat Hıristiyan yorumculara göre İsa’nın Mesih’i anlatmasına gerek yoktu, O zaten Mesih’di. O, “Yol, Gerçek ve Yaşam Ben’im” (Yuhanna 14: 6) diyendi. Hıristiyan yorumcular bunu söylerken daha sonra da göreceğimiz gibi hem Yuhanna’nın İsa’nın öğretisini Helenleştirdiğini kabul etmekte hem de Yuhanna İncili’nden argumanlar sunarken kendilerine ait bu görüşü görmezden gelmektedirler. Dolayısıyla Yuhanna İn-cili, İsa’nın öğretisini Helenleştirme çabası yüzünden tıpkı Pavlus gibi tarihsel İsa’nın öğretisinden bir sapışı ifade etmektedir ve burada arguman olarak ortaya konması eşyanın tabiatına aykırıdır. Çünkü nihayet Yuhanna’nın kendisi de İsa’nın öğretisini kendince yorumlamaktadır. Buradan şu sonuç çıkmaktadır sadece: Bu eleştiri sadece Pavlus’a yönelik olmamalıdır. Zira, Petrus ve Yu-hanna da mektuplarında Pavlus’un anlattıklarının benzerini anlatmış, onlar da “Mesih” üzerine yoğunlaşmışlardır. Mesih kavramı başlığı altında Tanrı egemenliğinin gelişi, Haç, ölüm ve diriliş konuları sadece topluluklara yazılan mektuplarda değil, İncillerde de geniş yer tutar. Yuhanna İncili’nin % 50’si, Markos ve Matta İncilleri’nin %40’ı, Luka İncili’nin %30’u (yaklaşık yüzdelerdir) İsa’nın son haftasını anlatır; ağırlık “Mesih olması”, “yargılanması”, “Haç, Ölüm ve Diriliş” kısımlarıdır, ki bu İsa’nın da bu şekilde düşünmesinin değil, Yeni Ahit’in İsa’dan sonra yazılırken onun öğretisinin ona rağmen farklı yorumlanmasının bir sonucudur.
Yine Şinasi Gündüz’e göre, “İsa’ya göre Tanrı’nın egemenliği, özel anlamda dünyanın sonunda gerçekleşecek olan yargı günüdür. Genel anlamda ise o, Tanrı’nın iradesinin insanın inanç ve eylemlerine egemen olmasıdır. Bu egemenlik insanla, insanın düşünsel ve eylemsel varlığı ile ilişkilidir ve halihazırda başlamış durumdadır. İsa, Tanrı’nın otoritesinin insanların inanç, düşünce ve yaşamlarını yakında kuşatacağını ve insanların hep birlikte şeytanın egemenliğinden sıyrılarak kendilerini Tanrı’nın otoritesine vereceklerini beklemekteydi. Bir başka ifade ile İsa’da, muhatabı olan insanların kendi öğretilerini kısa zamanda büyük çoğunlukla kabul edecekleri yönünde bir beklenti vardı. Oysa Pavlus’un beklentisi gelecekte vuku bulacak ve kozmolojik düzlemde de etkili olan tanrısal varlık Mesih’in göklerden melekler eşliğinde yeryüzüne gelmesi düşüncesiyle ilgilidir. O’na göre Mesih ileride tekrar gelecek, her yönetimi, her hükümranlık ve gücü ortadan kaldırıp egemenliği Baba’ya teslim edecektir.”
Şinasi Gündüz, Pavlus’un şeriate riayet konusunda da İsa’dan ayrıldığı kanaatindedir: “İsa, yaşamında asla Musa hukukuna karşı çıkmamış, hatta karşı çıkmak şöyle dursun, hukuka riayet etmenin önemini ısrarla vurgulamıştır… İsa, hiçbir zaman kendi öğretisini hukukun dışında ya da ona alternatif olarak görmemiştir. Pavlus ise öğretilerinde bir yandan tanrısal hukuka karşı oldukça radikal bir yaklaşım sergilerken diğer yandan hukukla ilgili görüş ve düşüncelerinde zaman zaman tutarsızlıklara yer verir.”
Şinasi Gündüz, Pavlus’un Tanrı ve İsa’yı özdeşleştiren yaklaşımının beraberinde insanın kurtuluşu ve aklanması için de Hıristiyan cemaatine üye olmayı zorunlu kılması anlayışını da Hıristiyanlığın temeline yerleştirdiğini tespit etmektedir: “Pavlus’a göre İsa, Tanrısal Oğul’un insanlığın kurtuluşu için bedenlenmiş halidir, Mesih’tir… Pavlus’a göre kurtuluşun yegâne yolu Mesih’e imandır. İsa, iman ve tanrısal hukuk da dahil dinsel öğretilere teslimiyet ile Tanrı egemenliğine girme gereğinden söz ederken, Pavlus, ‘Mesih’te’ olmanın ya da ‘Mesih cemaatine’ girmenin gereğinden söz etmektedir.”
Son olarak Şinasi Gündüz gibi bana göre de: “Pavlus, İsa’dan nakledilen sözler arasında kendi öğretilerini destekler mahiyette gördüğü ifadeleri alıp yorumlayarak kullanmaktadır.”
İmdi Pavlus’a tekrar tekrar değineceğimiz için Elçilerin İşleri’ndeki anlatıya Pavlus’un iman ettiği bölümle devam edelim. Pavlus başkâhinlerden aldığı yetkiyle Hıristiyanları yakalamak için yanında adamlarıyla Şam’a doğru yol alırken İsa’yla karşılaşacaktır. Pavlus için dönüm noktası olacak bu önemli karşılaşma şöyle anlatılır: “Ve yolda giderken, Şama yaklaştığı zaman vaki oldu ki, gökten bir nur ansızın çevresinde parladı. Ve yere düşüp bir sesin kendisine: Saul, Saul, niçin bana eza ediyorsun? dediğini işitti. O da: Ya Rab, sen kimsin? dedi. Ve o dedi: Ben eza ettiğin İsa’yım; fakat kalk, ve şehre gir, ve ne etmen gerektir sana söylenecek. Onunla yolculuk eden adamların nutku tutulup durdular; sesi işitiyorlar, fakat kimseyi görmiyorlardı. Ve Saul yerden kalktı; gözlerini açınca bir şey görmiyordu. Onlar da kendisini yederek Şama götürdüler. Ve üç gün görmez olup, ne yedi ne de içti.”[28] Bundan sonra yer yer havarilere ve şakirtlere görünecek olan İsa, Hananya adında bir şakirte de görünecek ve gidip Pavlus’u iyileştirmesini söyleyecektir. Hananya her ne kadar Pavlus’un başkâhinlerin adamı olup Hıristiyanlara zulmettiğini bildiğinden ondan korksa da İsa’nın ona, “Git, çünkü ismimi Milletler, kıralar, ve İsrail oğulları önüne götürmek üzre o benim için seçilmiş bir alettir”[29] demesi üzerine Pavlus’un yanına gidip onu iyileştirir. Bundan sonra Pavlus artık imana gelecek ve hemen İsa’nın Allah’ın oğlu olduğunu vaaz etmeye başlayacaktır. Bundan dolayı muhafazakâr Yahudiler onu öldürmeye karar verecekler; lakin şakirtler onu bir şekilde Yeruşa-lim’e kaçıracaklardır. Burada da Pavlus şakirtlerin arasına girmek istemekte, lakin şakirtler daha önce yaptıklarından dolayı ondan şüphelenmekte ve çekinmektedirler. En sonunda Barnabas onu alıp havarilerin yanına götürür. Onun Şam’a giderken İsa’yı gördüğünü ve bundan sonra cesaretle vaaz etmeye başladığını havarilere anlatır. Böylece havarilerin arasına karışan Pavlus cesaretle vaazlarına Yeruşalim’de devam edecektir. Lakin burada da öldürülmek istenince Şakirtleri onu bu defa Tarsus’a göndereceklerdir. İşte Pavlus’un macerası bu şekilde başlayacaktır.
Anlatının bundan sonraki babında yine Hıristiyanlığın oluşması açısından dönüm noktası olacak bir olay daha vuku bulacaktır, ki bu da ilk defa Yahudi uyruklu olmayan kişilerin de İbrahimi dinin inanlısı olmalarıdır. Olay şu şekilde olacaktır: Kayseriye’de tabur komutanı olan Kornelius adındaki Romalı bir yüzbaşının rüyasına bir melek girecek ve ondan Petrus’u yanına çağırtmasını isteyecektir. Kornelius’un adamları Yafa’ya Petrus’u almaya geldiklerinde Ruh tarafından Petrus’a onlarla beraber gitmesi emro-lunur ve böylece Petrus yüzbaşının adamlarınca Kayseriye’ye Kornelius’un evine getirilir. Evde Kornelius’un akrabaları ve yakın dostları da bulunmaktadır. Petrus içeri girince Kornelius onun ayaklarına kapanacaktır. Petrus burada şöyle der: “Başka milletten birile birleşmek, yahut yanına gitmek, Yahudi olan bir adam için ne derece doğru olmadığını bilirsiniz; fakat Allah bana gösterdi ki, hiçbir adama bayağı yahut murdar demiyeyim.”[30] Kornelius ona rüyasından bahsedip kendisine ve beraberindekilere öğretiyi an-latmasını ister. Petrus da, “Gerçekten de anlıyorum ki, Allah şahıslara bakmıyor; fakat her millette kendisinden korkan ve salah işliyen ona makbuldür”[31] dedikten sonra orada bulunanlara İsa’ nın hikâyesini anlatır. Petrus anlatırken orada bulunanların üzerine gökten Ruhülkudüs iner. Bunu gören Petrus da, “Bizim gibi Ruhülkudüs alan bunlar vaftiz olunmasınlar diye suyu kim yasak edebilir?”[32] diyerek orada bulunanlara Yahudi olmamalarına rağ-men İsa, Mesih adına vaftiz olmalarını emreder. Böylece dediğimiz gibi ilk defa Yahudi olamayan kişiler, İsa inanlısı olmak suretiyle İbrahimi dinlere dahil olurlar.
Bu olay diğer havariler ve şakirtler tarafından duyulunca bunlar önce başka milletten kişileri dine kabul ederek şeriate karşı geldiğini düşündükleri Petrus’a çıkışırlar. Fakat Petrus onlara yüzbaşı gelmeden önce başına gelen mucizeyi anlatır ki bu mucize de gökten şeriat dolayısıyla yenmesi helal olmayan vahşi hayvan, sürüngen ve ‘gökün kuşları’ gibi hayvanların indirilmesi ve Tanrı’nın ona bunları şeriate rağmen yemesini buyurmasıyla ilgilidir. Petrus murdar şeyleri yemeyi reddedince Tanrı ona “Allah’ın temizlediği şeyleri sen bayağı etme”[33]demiştir. Bu olay üç kere ardı ardına cereyan etmiş ve akabinde Kornelius’un üç adamı gelmiştir. Bütün bunların üzerine Kornelius ve yanındakilere vaaz verirken Ruhülkudüs’ün üzerlerine inmesiyle Petrus, Allah’ın İsa’nın öğretisini diğer milletlere de açmaya karar verdiğini çıkarsadığını havarilere ve şakirtlere anlatır. Bunları duyan havariler ve şakirtler de bundan böyle Tanrı’nın inancı bütün milletlere açtığını kabul ederler.
Anlatının devamında, o dönem Yahudi baskısından dolayı kimi şakirtler Fenike, Kıbrıs ve Antakya’ya giderler. Bunlardan Kıbrıslı ve Kirineli olan bazıları Antakya’da İsa inancını Yunanlılara anlatmaya başlarlar ve bu misyonerlik faaliyeti sonucu yörede pek çok kişi İsa inanlısı olur. Bu durumu duyan Yeruşalim kilisesindekiler bölgeye Barnabas’ı gönderirler. Barnabas pek çok kişinin İsa inanlısı olduğunu fark edince buradaki şakirtleri faaliyetlerine devam etmeleri için destekler ve Tarsus’a gidip Pavlus’u da Antakya’ya getirir. Bu ikisi burada bir yıl kalacak, Antakya Patrikliği’nin kurucusu olacaklardır. Böylece Yeruşalim Patrikliği’nden sonra kurulan bu ikinci patriklik ilk yüzyıllarda Hıristiyanlık için çok büyük bir merkez olacaktır, ki bu patriklik aynı zamanda ilk defa İsevilerin “Hıristiyan” olarak çağırıldıkları yer olacaktır: “Ve şakirtlerin Hıristiyan diye çağırılması önce Antakya’da oldu.”[34] O aralar Antakya’ya Yeruşalim’den bazı ‘peygamberler’[35] gelirler ve bunlardan Agabus isimli biri bütün dünyada büyük bir kıtlık olacağı kehanetinde bulunur. Bu kehanet üzerine Antakya’daki şakirtler aralarında Yahudiye’deki şakirtler için yardım toplarlar ve bu yardımları havarilere götürmeleri için Barnabas ve Pavlus’u gönderirler. Böylece Yeruşalim’e giden Barnabas ve Pavlus işleri bitince yanlarına Markos lakaplı Yuhanna’yı da alarak Antakya’ya geri dönerler. Buradan da Kıbrıs’a giderler. Adadaki havraları dolaşarak Yahudilere Hıristiyanlığı anlatmaktadırlar. Bu sırada Vali Sercius Pavlus, Barnabas ve Pavlus’u öğretilerini dinlemek üzere huzuruna çağırtır. Fakat burada Vali Sercius’un yanında Yahudi kökenli Elimas adında bir sihirbaz ve yalancı peygamber bulunmakta ve valiyi onlara karşı kışkırtmaktadır. İşte anlatının bu noktasında artık Pavlus’tan Saul diye değil Pavlus adıyla bahsedilmeye başlanacak ve Pavlus ilk mucizesini gerçekleştirecektir: “Fakat Saul, yani Pavlus, Ruhülkudüs’le dolu olarak ona gözlerini dikip: Ey sen, bütün hile ve kötülükle dolu adam, İblis oğlu, her salahın düşmanı, Rabbin doğru yollarını saptırmaktan vazgeçmiyecek misin? Ve şimdi, işte, Rabbin eli senin üzerindedir, ve bir vakte kadar güneşi görmiyerek kör olacaksın, dedi. Ve hemen üzerine sis ve karanlık çöktü, ve dolaşarak kendisini yedecek adamlar araştırıyordu.”[36] Bu mucizeyi gören vali de iman edecektir. Bundan sonra Pavlus ve arkadaşları Antakya’ya; Yuhanna ise Yeruşalim’e gider. Antakya’da bir sebt günü Pavlus havrada bir vaaz verir, ki bu vaaz Yahudi tarihinin İsa’ya kadar olan kısa bir özetiyle başlar: “Ey İsrail erleri, ve Allah’dan korkanlar, dinleyin: Bu İsrail kavmının Allah’ı, atalarımızı seçti, ve Mısır diyarında garip iken kavmı yükseltti, ve yüksek bazu ile onları oradan çıkardı. Ve kırk yıl kadar müddet çölde onlara katlandı, ve Kenan diyarında yedi millet helak ettikten sonra, onlara memleketlerini dört yüz elli yıl kadar verdi. Ve bundan sonra, ta Samuel peygambere kadaronlara hâkimler verdi. Ve ondan sonra kral istediler; Allah da Benyamin sıptından bir adamı, Kiş oğlu Saulu, kırk yıl onlara verdi. Ve onu kaldırdıktan sonra, onlara kral olsun diye Davud’u yükseltti, ve ona şehadet edip dedi: ‘Yüreğime göre bir adamı, Yesse oğlu Davud’u, buldum; bütün muratlarımı o yapacaktır.’[37] Bu adamın zürriyetinden Allah vade göre, bir Kurtarıcı, İsa’yı, İsrail’e çıkardı; onun gelmesinden önce, Yahya bütün İsrail kavmına tövbe vaftizini vazetmişti.”[38] Pavlus vaazını İsa’ya iman etmeleri gerektiğini yoksa Habakkuk’ta söylenen felaketlerin başlarına gelebileceğini ima eden şu alıntıyı söyleyerek sona erdirir: “Bakın, ey sizler, hor görenler, şaşın ve helak olun;
Çünkü sizin günlerinizde ben bir iş işliyorum,
Bir iş ki, size biri beyan etse, hiç inanmazsınız”[39] (Elçilerin İşleri 13:41).
Bu vaazdan çok etkilenen ahali kendisinden bir dahaki sebt gününde tekrar vaaz vermesini isterler. Bundan sonraki sebt gününde Pavlus’un kalabalık bir gruba vazettiğini gören muhafazakâr Yahudiler onun bu vaazını sabote edecekler; buna karşılık Barnabas ve Pavlus onlara karşı şunları söyleyeceklerdir: “Allah’ın kelamı önce size söylenmek gerekti. Mademki siz onu kendinizden atıyorsunuz, ve ebedi hayata layık olmadığınıza siz hükmediyorsunuz, işte biz de milletlere dönüyoruz. Çünkü Rab bize şöyle emreylemiştir:
‘Seni milletlere ışık olarak koydum,
Ki yerin ucuna kadar kutarış için olasın.’ ”[40]–[41]
Sonrasında Barnabas ve Pavlus, Yahudilerin şehrin ileri gelenlerini kışkırtmaları yüzünden buradan Konya’ya gitmek zorunda kalırlar. Burada da hem Yahudilere hem de Yunanlılara Hıristiyanlığı vazetmeye devam ederler. Lakin muhafazakâr Yahudiler şehir halkını kışkırtacaklar ve Barnabas’la Pavlus burayı da terk etmek zorunda kalacaklardır. Bu defa Likaonya’nın[42] Listra[43] ve Derbe[44] şehri civarlarına giderler. Listra’da Pavlus’un tıpkı İsa gibi şifa verdiğine şahit oluruz. Orada anadan doğma topal bir adama ayağa kalkmasını söyleyerek şifa verirler. Bunu gören şehir halkı onların Yunan mitolojisindeki tanrılar olduklarını düşüneceklerdir ki Barnabas’ı Zeus, Pavlus’u da Hermes zannedecekler ve onlar için kurban kesmek isteyeceklerdir. Barnabas ve Pavlus onları Yunan tanrıları olmadıklarına güç bela ikna ederek İncil’i vazedeceklerdir. Fakat Konya ve Antakya’dan buraya da gelen Yahudiler halkı yine onlar aleyhine kışkırtacaklar; Barnabas’la Pavlus burayı da terk etmek zorunda kalacaklardır. Bundan sonra Barnabas ve Pavlus anlaşılan bu Yahudilerle köşe kapmaca oynar gibi şöyle bir rota izleyeceklerdir: Derbe, Listra, Konya, Antakya, Pisidya,[45] Pamfilya,[46]Perga, Antalya ve nihayet tekrar Antakya.
Bu sırada Yahudi kökenli Hıristiyanlar arasında ‘sünnet olma’ tartışması çıkmıştır. Öyle ki bunlardan bazıları başka milletten Hıristiyan olanların da şeriat gereği Yahudiler gibi sünnet olmaları gerektiğini düşünmektedirler. Antakya Kilisesi’ndeki bu tartışmalar üzerine Barnabas ve Pavlus havarilere meseleyi danışmaları için Yeruşalim’e gönderilirler. Barnabas ve Pavlus Yeruşalim’e varınca oradaki havari ve şakirtlere misyonerlik faaliyetlerinden yani başka milletlerin Hıristiyan olmasından ve sünnet olma meselesinden bahsederler. Ferisi kökenli Hıristiyanlar başka milletten Hıristiyan olanların da şeriatin sünnet kuralına uyması gerektiği görüşündedirler. Buradaki kilisede de tartışma uzayınca son noktayı Petrus koyar: “Kardeşler, siz bilirsiniz ki, epeyi vakit evel içinizden benim ağzımla Milletlerin İncil sözünü işitip iman etmelerini Allah tercih etti. Ve yürekleri bilen Allah, bize olduğu gibi onlara da Ruhülkudüsünü vererek onlara şehadet etti; onların yüreklerini iman ile temizliyerek onlarla bizi hiç ayırt etmedi. İmdi ne babalarımızın, ne de bizim taşıyamadığımız bu boyunduruğu şakirtlerin boynuna koyarak niçin Allah’ı deniyorsunuz? Fakat Rab İsanın ina-yetile onlar gibi kurtulacağımıza iman ediyoruz.”[47] Böylece Hıristiyanların sünnet olma zorunluluğu kaldırılarak Hıristiyanlığın Yahudi şeriatinden koparak bir Yahudi mezhebinden farklı bir dine evrilmesinin bir adımı daha atılmış olacaktır.
Yakup da bu konuda Amos kitabından bir alıntı yapacaktır ki bu Yeni Ahit’te Amos kitabına yapılan ilk ve tek atıftır:
“Bu şeylerden sonra döneceğim,
Ve Davud’un düşmüş haymesini tekrar bina edeceğim;
Ve yıkılmış yerlerini tekrar bina edeceğim;
Ve onu tekrar kuracağım;
Ta ki kalan insanlar,
Ve üzerine ismim çağrılmış olan bütün Milletler,
Rabbi arasınlar,
Kadimden bu şeyleri bildiren Rab diyor”[48] (Elçilerin İşleri 15:16-18).
Sonra Yakup başka milletlerden Hıristiyan olanlarla ilgili şöyle der: “Bunun için reyim Milletlerden Allah’a dönenleri sıkmamak, ancak putlar murdarlığından, zinadan, ve boğulmuş olandan ve kandan çekinsinler, diye onlara yazmaktır.”[49]
Böylece başka milletlerden Hıristiyan olanların sünnet olmaktan muaf tutulmasına karar verilip Antakya’dakilere ulaştırılmak üzere içinde şu ibare geçen bir mektup hazırlanır: “icap eden şu şeylerden fazla üzerinize yük koymıyalım”[50] İcap eden şeyler de yukarıda Yakup’un söyledikleridir. Sonra Barnabas ve Pavlus yanlarında Yahuda ve Silas adlı ‘peygamberlerle’ bu mektubu ve verilen kararı ulaştırmak üzere Antakya’ya gönderilirler. Antakya’dakilere Yeruşalim Patrikliğinin kararı ulaştırılır. Bir süre sonra Pavlus Barnabas’a artık diğer şehirdeki şakirtleri ziyaret etmelerinin vaktinin geldiğini söyler. Fakat Pavlus daha önce Pam-filya’da kendilerinden ayrıldığı için bu gezide Yuhanna’nın yanlarında olmasını istememektedir. Bu konuda Barnabas’la aralarında ihtilaf çıkacak en sonunda Barnabas’ın yanına Yuhanna’yı alarak Kıbrıs’a; Pavlus’un da yanına Silas’ı alarak Suriye ve Kilikya’ya gitmeleriyle yolları ayrılacaktır. Burada Pavlus’un artık havarilerle yollarını ayıracak kadar kendini yetkin görmeye başladığını fark ederiz.[51] Anlatının biraz ilerisinde Pavlus’un, Patrikliğin kararlarına rağmen ve bu kararlara karşıt olarak insiyatif almasının bir başka örneğine rastlarız. Silas’la yolculuğu sırasında Listra’da babası Yunanlı olan Timoteos adlı bir şakirdi yukarda bahsi geçen karara rağmen sünnet eder. Buna bahane olarak da çevredeki Yahudilerin Timoteos’un babasının Yunanlı olmasını bilmelerini öne sürecektir ki bu bahane Yeruşalim Patrikliği’nde alınan yabancı olanların sünnet olmasına gerek olmadığı kararına uymaması için hiç de geçerli bir sebep gibi görünmemektedir.
Pavlus ve Silas buradan Frikya ve Galatya diyarına geçip Taroas’a[52] giderler. Bundan sonra anlatımdaki cümlelerdeki öznelerin üçüncü tekil ve çoğul şahıstan birinci şahsa dönüşmesinden anlarız ki Elçilerin İşleri’nin yazarı Luka da en azından Filipi’deki olaylara bizzat şahit olmuş bulunmaktadır. Bundan sonra bu üçü Samotraki’ye,[53] Neapolis’e ve Makedonya eyaletlerinden Filipi’ye gideceklerdir. Burada içinde falcı ruhu olan bir hizmetçi kızla karşılaşırlar. Bu hizmetçi kız onların Allah’ın kulları olduğunu ve kurtuluş yolunu ilan ettiklerini bağırarak peşlerine takılır. Her nedense sanki kendisi Pavlus da bunu vazetmek için buraya gelmemiş gibi kızın bu tavırlarından rahatsız olur ve yine bir mucizesiyle kızın içindeki falcı ruhu çıkartır. Lakin kızın falcılık yeteneği sayesinde üzerinden para kazanmakta olan efendileri bu duruma sinirlenecek ve Pavlus’la Silas’ı Roma geleneklerine uygun olmayan Yahudi adetlerini yaymakla suçlayarak Hâkimlere götüreceklerdir. Hâkimler de onları dövdürüp zindana attıracaklardır. Burada Pavlus’un bir başka mucizesine tanık oluruz. Pavlus ve Silas dua ederlerken büyük bir deprem olur; zindandaki bütün kapılar açılır ve herkesin prangaları çözülür. Lakin mahkûmlar kaçmazlar. Sabah olunca Hâkimler onları salıvermeleri için askerleri gönderirler fakat Pavlus bir Roma vatandaşı oldukları halde halk önünde dövülüp zindana atılarak hakarete uğradıkları için şimdi böyle hiçbir şey olmamış gibi gizlice salıverilmeyi kabul etmez. Hâkimler Pavlus’un bu söylediklerini haber alınca yaptıkları için başlarına bir şeyler gelebileceğinden korkarak Pavlus’un yanına gelip ondan şehri terk etmesini rica ederler. Bu olaylardan sonra Pavlus ve Silas Amfipolis ve Apollonya’dan geçerek Selanik’e geleceklerdir. Fakat Pavlus burada da adeti olduğu üzere havrada vazetmeye kalkınca buradaki Yahudilerle de başı derde girecek; bu yüzden Pavlus ile Silas şakirtler tarafından Veria’ya kaçırılacaklardır. Pavlus burada da havrada vaaz verecektir; fakat buradaki Yahudiler daha hoşgörülü çıkacaklardır. Lakin Selanik’teki Yahudiler onları takip edip burada da halkı onlar aleyhine kışkırtacaklar ve bunun üzerine Pavlus oradan da Atina’ya gönderilecek Silas ve Timoteos, Veria’da kalacaklardır. Pavlus, Atina’da onları beklerken boş durmayacak havralarda ve meydanlarda vaaz vermeye devam edecektir. Epikürcü ve Stoacı filozoflarla karşılaşıp onlarla da tartışacaktır. Onun görüşlerini ilginç bulan şehir halkı onun öğretisini dinlemek üzere onu şehir meydanına götürürler.[54] Bu meydanda Pavlus bir konuşma yapar ve konuşmada Yunan kültürü ve Hıristiyanlık arasında bazı paralellikler kurmaya çalışır. Mesela der ki: “Çünkü ben dolaşıp tapındıklarınıza baktığım zaman, şu yazı ile bir mezbah da buldum: Meçhul Allah’a.”[55]–[56] Pavlus’a göre onların bilinmeyen Tanrı diye taptıklarıyla Hıristiyanların inandıkları Tanrı aynıdır. Bu söylev şu şekilde devam edecektir: “Dünyayı ve içinde olan bütün şeyleri yaratan Allah, gökün ve yerin Rabbi olduğundan, ellerle yapılmış mabedlerde oturmaz, ve mademki hepsine hayat, soluk, ve her şey veren kendisidir, bir şeye muhtaç imiş gibi, insanların ellerile ona hizmet olunmaz; ve muayyen vakitlerini ve meskenlerinin sınırlarını tayin ederek bütün yeryüzünde otursunlar diye insanların her milletini bir kandan yarattı; ta ki, Allah’ı arasınlar, ve kabil ise el yordamı ile onu bulsunlar; fakat o hiçbirimizden uzak değil; çünkü biz onda yaşıyoruz, hareket ediyoruz ve varız; nasıl ki sizin şairlerinizden bazıları da demişlerdir: ‘Çünkü biz de onun zürriyetiyiz.’”[57]
Pavlus daha sonra Korintos’a[58] geçecek; Silas ve Timoteos yeniden ona katılacaklardır. Burada da Yahudilerin muhalefetiyle karşılaşan Pavlus artık dayanamayıp şöyle diyecektir: “Kanınız kendi başınıza olsun; ben temizim; şimdiden sonra Milletlere gideceğim.”[59] Anlam örgüsü içinde anlaşılan odur ki Pavlus artık Yahudilere inancı yaymaya çalışmaktan vazgeçmek ve yalnızca yabancı milletlere vazetmek niyetindedir. Lakin Tanrı ona rüyasında görünüp “Korkma, ancak söyle, ve susma; çünkü ben seninle beraberim, ve seni incitmek için senin üzerine kimse el atmıyacaktır; çünkü bu şehirde çok kavmım vardır”[60] deyince bu kararından vazgeçecek ve burada bir buçuk yıl kalacaktır. Daha sonra Pavlus yanına Priskilla ve Akuila’yı da alarak önce Efesos’a gider. Buradan da Yeruşalim Patrikliği’ne uğradıktan sonra Antakya’ya döner. Burada bir süre kalan Pavlus, Galatya ve Frikya’ya gider.
Bu dönemde öğreti konusunda henüz aşılamaz görüş farklılıklarına gelinmemiştir. Sadece Apollos adında bir adamın farklı bir öğreti yaydığını görürüz: “Aslı İskenderiyeli Apollos adlı, natıka sahibi bir Yahudi, Efesos’a geldi; kitaplarda kuvvetli idi; bu adam Rab yolunda öğretilmişti; ve ancak Yahyanın vaftizini bilerek ruhta gayretli olup İsaya ait şeyleri doğruca söyliyor ve öğretiyordu.”[61] Fakat onu öğretisindeki farklılıklar da Priskilla ve Akuilla’nın telkiniyle ortadan kalkacaktır.
19. bölüme geldiğimizde öyle bir Hikâyeyle karşılaşırız ki sanki Pavlus, İsa’yla özdeşleşecek ve onunla bir tutarcasına kendisine on iki havari bulacaktır: “Ve vaki oldu ki, Apollos Korintosta iken, Pavlus yukarı tarafları geçip Efesos’a geldi; ve birkaç şakirt bulup onlara: İman ettiğiniz zaman Ruhükkudüsü aldınız mı? dedi. Kendisine: Bir Ruhülkudüs var mıdır, işitmedik bile, dediler. Öyle ise, neye vaftiz olundunuz? dedi. Yahya’nın vaftizine, dediler. Pavlus dedi: Yahya, kendisinden sonra gelene, yani, İsa’ya iman etmelerini kavma söyliyerek tövbe vaftizile vaftiz etti. Ve bunu işitince, Rab, İsa’nın ismine vaftiz olundular. Ve Pavlus üzerlerine ellerini koyunca, Ruhülkudüs onların üzerine geldi; dillerle söyliyorlar, ve peygamberlik ediyorlardı. Hepsi on iki adam kadar idiler.”[62]
Pavlus Anadolu’da misyonerlik faaliyetlerini sürdürürken tıpkı İsa gibi hem vazetmekte hem de şifacılık yapmaktadır. Hatta bu sıra bazı Yahudi sahtekâr büyücüler de tıpkı Pavlus gibi İsa adına kötü bir ruhu çıkarmaya girişecekler lakin kötü ruh onlara “İsa’yı tanırım, Pavlus’u da bilirim; siz ise kimlersiniz?”diyecek ve üzerlerine saldıracaktır.
Pavlus, Anadolu’da misyonerlik faaliyetlerini yürütürken Efes’te gerçekleşen bir olay onun Makedonya’ya gitmesine sebep olacaktır. Artemis tapınağı yapımıyla uğraşan Dimitrios adlı bir kuyumcu Pavlus’un Yunan dinine karşıt olan öğretisinin işlerini sekteye uğratacağını düşündüğünden tapınak yapımında çalışan usta ve işçileri toplayarak onlara şöyle diyecektir: “Efendiler, bilirsiniz ki, zenginliğimiz bu iştendir. Ve görüp işitiyorsunuz ki, bu Pavlus ellerle yapılanlar ilahlar değildir, diyerek yalnız Efesos’ta değil, fakat hemen bütün Asya’da birçok halkı kandırıp saptırdı; ve tehlike yalnız bu bizim sanatımızın itibardan düşmesinde değildir; fakat büyük mabude Artemis’in mabedi hiçe sayılıp, bütün Asya ve dünyanın taptığı mabudenin de azametinden indirilmesindedir.”[63] Bunun üzerine pagan halk galeyana gelip Pavlus ve şakirtlerini linç etmeye kalkacaklardır. Bu olay Pavlus’un Yahudi muhafazakârlar dışındaki bir grupla ilk çatışması olacaktır. Daha önce hep Yahudilerle sorun yaşayan Pavlus ilk defa başka milletten olan başka inanç mensuplarıyla karşı karşıya gelecektir.
Bunun üzerine Makedonya’ya geçen Pavlus bir süre sonra oradan da Yunanistan’a geçer. Bu sıra ona yeniden katılan Luka dışında başka milletlerden şu şakirtler de Anadolu’da eşlik edeceklerdir: Verialı Sopatros; Selanikli Aristharos ve Sekundus, Derbeli Gayus ve Timoteos; Anadolulu Tihikos ve Trofimos. Pavlus, Filipi’den Troas’a, Asos’a, Midilli’ye, Sisam’a ve Militos’a geçer. Daha sonra Pentikost günü Yeruşalim’de olmak isteyen Pavlus, Kayseriye’ye kadar şu rotayı takip edecektir: İstanköy-Rodos-Patara[64] -Sur- Ptolemais[65]Kayseriye. Kayseriye’de Pavlus ve Luka Filipus’un evindelerken Yahudiye’den Agabus diye bir peygamber gelir ve Pavlus’un kuşağıyla kendi el ve ayaklarını bağlayıp şöyle der: “Ruhülkudüs şöyle diyor: Yeruşalimdeki Yahudiler bu kuşağın sahibini böyle bağlıyıp Milletlerin eline vereceklerdir.”[66] Bunun üzerine yanındakiler Pavlus’u Yeruşalim’e gitmemesi için ikna etmeye çalışsalar da Pavlus onları dinlemeyecek ve Yeruşalim’e gidecektir. Pavlus Yeruşalim Patrikliği’nde yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerini anlatır. Fakat ortada Pavlus’la ilgili bir sorun vardır; Yeruşalim’deki Yahudi kökenli Hıristiyanlar arasında Pavlus’un Roma’daki diğer Yahudilere şeriatin dışında öğretiler yaydığı, onlara çocuklarını sünnet etmemelerini salık verdiği hakkında daha sonra Pavlus’un mektuplarında da göreceğimiz üzere haklı söylentiler yayılmıştır. Patriklikteki havari ve şakirtler Pavlus’tan böyle düşünen yöre Hıristiyanlarına bu söylentilerin asılsız olduğunu; bazı şeriat kuralları baki kalmak üzere başka milletlerden Hıristiyan olanlara sünnet olma zorunluluğunu patrikliğin kararıyla kaldırıldığını söylemesini isterler. Böylece yöre Hıristiyanları arasındaki Pavlus hakkındaki iddialar ortadan kalkacaktır. Daha sonra Pavlus mabede gider ve onu gören Anadolulu Yahudiler, onun Anadolu’da başka milletten olanlara, Yahudilere; şeriate ve mabede karşı öğretiler yaydığını söyleyerek halkı kışkırtmaya başlarlar. Hatta daha önce yanında bir Yunanlı gördüklerinden mabede bir Yunanlı sokarak mabedi murdar ettiğini söylerler. Halbuki Pavlus bu Yunanlı’yı mabede sokmamıştır. Burada anlatımın üslubundan anlarız ki mabede başka milletten birinin girmesi o dönem Yahudi kökenli Hıristiyanları için kabul edilemez bir davranıştır. Galeyana gelen Yahudiler, Pavlus’u linç edeceklerken bu olay Yeruşalim’deki Romalı tabur komutanı Lsias’a ulaşır. Olay yerine gelen komutan Pavlus’u tutuklar ve bağrış çağrıştan olayı anlayamadığı için işin aslını öğrenmek için onu kaleye görürmeye karar verir. Bu sırada Pavlus halka karşı konuşmak için binbaşıdan izin ister. İzin alınca da orada bulunan halka geçmişte Hıristiyanlara zulmedişinden başlayarak Şam’a giderken İsa’yla karşılaşmasını ve İsa’nın kendisini elçi seçişini anlatır. Onun bu sözleri üzerine halk yine galeyana gelir ve binbaşı, Pavlus’un neden itham edildiğinin anlaşılması için ertesi gün başkâhinlerle millet meclisini toplar. Burada Pavlus konuşmaya başlayınca başkâhin yanındakilere onun ağzına vurulmasını emreder. Bunun üzerine Pavlus, “Ey badanalı duvar, Allah seni vuracaktır! Sen bana şeriat üzre hükmetmek için oturuyorsun da, şeriate aykırı olarak bana vurulmasını mı emrediyorsun?”[67]diye ona çıkışır. Bunun üzerine başkâhinin yanındakiler, “Allah’ın başkâhinine mi sövüyorsun?” diye sorarlar. Pavlus da onun başkâhin olduğunu fark etseydi bunları söylemeyeceğini; çünkü Tanah’da şöyle yazıldığını söyler: “Kavmının reisi için kötü söylemiyeceksin”[68](Elçilerin İşleri 23:5) Anlaşılan odur ki Pavlus, Hıristiyan olmasına rağmen halen Yahudi aidiyet duygusuna sahip bulunmaktadır. Sonrasında Pavlus orada Sadukilerin ve Ferisilerin bulunduğunu fark ederek onları birbirine düşürmek için bir Ferisi olduğu ve yeniden dirilmeye inandığı için yargılandığını söyler; çünkü Ferisiler ölümden sonra dirilişe inanırken Sadukiler inanmamaktadırlar. Dolayısıyla Pavlus’un bu yalanı üzerine iki grup arasında tartışma çıkacak, arbedede bir Roma vatandaşı olan Pavlus’un başına bir şey gelmesinden korkan binbaşı onu askerleriyle kaleye gönderecektir. O gece İsa yanına gelerek ona “Cesur ol,” der “çünkü Yeruşalimde benim için nasıl şehadet ettinse Roma’da da sana öyle şehadet etmek gerek.”[69] Bu sırada Yahudiler, Pavlus’u öldürmeye karar verirler. Bunun için de binbaşıdan Pavlus’u tekrar bu defa doğru düzgün yargılamak için izin isteyecekler ve Pavlus millet meclisine getirilirken yolda pusu kurup onu öldüreceklerdir. Fakat Pavlus’ un yeğeni bu plandan haberdar olur ve Pavlus’un yanına gidip durumu anlatır. Pavlus da ondan bunları binbaşıya söylemesini ister. Durumdan haberdar olan binbaşı da askerler eşliğinde Pav-lus’u gizlice Kayseriye’ye vali Feliks’in yanına gönderir. Vali Feliks’e askerleriyle bir de mektup göndermiştir. Mektupta olan bite-ni ve şikâyetçileri de valiye yönlendireceğini yazmıştır. Vali Feliks şikâyetçiler gelinceye kadar Pavlus’u Hirodes’in sarayında tutar. Beş gün sonra başkâhin ve adamları gelirler. Burada Vali Feliks’in önünde tartışırlar. Bu konuşmaları dinleyen Vali Feliks, Yahudi şeriati hakkında bilgisi olmadığı için mahkemenin Lsias’ın gelmesiyle devam etmesine karar verip işi başından savar. Fakat Feliks, Yahudilerle sıkıntı yaşamamak için Pavlus’u tutuklu olarak alıkoymaya devam edecektir. İki yıl sonra onun yerine vali olarak Festus atanacak ve şikâyetçiler bu sefer ona başvuracaklardır. Böylece Pavlus tekrar mahkeme edilir ve bu mahkemede Pavlus, davasının Kaysere havale edilmesini isteyince Festus da bunu kabul eder. Böylece Pavlus’un yargılanmak üzere İtalya’ya gönderilmesine karar verilmiştir. Fakat gönderilmeden önce Festus’la Pavlus arasında sohbetler olacak; bu sohbetlerde Pavlus Festus’a öğretisini anlatacaktır ki bu sohbetlerin birinde Festus, Pavlus’a “Çıldırıyorsun, Pavlus; çok okumak seni çılgın ediyor”[70] diyecektir. Gerçekten de Pavlus’un Tanah üzerine epey çalıştığını, yerli yersiz de olsa mektuplarında kendi öğretisini temellendirmek için Ta-nah’a pek çok atıf yapmasından anlıyoruz.
Nihayet Pavlus yanında Luka ve Makedonyalı Aristarhos olmak üzere askerler eşliğinde İtalya’ya giden bir gemiye bindirilir. Bu yolculuk esnasında büyük bir fırtına kopacak fakat bir melek Pavlus’a, “Korkma, Pavlus; sana Kayserin önünde durmak gerektir; ve işte, bütün seninle beraber gemide gidenleri Allah sana bağışladı”[71] diyecek ve gemidekiler Malta’da karaya çıkabileceklerdir. Üç ay sonra başka bir gemiyle yola çıkacaklar ve nihayet Roma’ya varacaklardır. Burada kendisiyle beraber gelen askerlerin gözetiminde kalmasına izin verilecektir. Pavlus Roma’daki Yahudi ileri gelenlerine şeriate karşı gelmediği halde Yeruşalim, Yahudileri tarafından haksız yere itham edildiğini ve mecburen davasını Kay-sere taşımak zorunda kaldığını anlatacak; buradaki Yahudiler de kendilerine Yeruşalim’den bir haber gelmediğini ve onun öğretisini dinlemek istediklerini söyleyeceklerdir. Böylece Pavlus kiraladığı evde iki yıl kalacak ve öğretiyi vazetmeye devam edecektir. Anlatının Elçilerin İşleri bölümündeki kısmı burada sona erer.
İmdi artık Pavlus’un elçisel kiliselere gönderdiği mektuplara göz atalım; çünkü bu mektuplar Hıristiyanlığın ana doktrinlerini oluşturacaklardır.
Öncelikle Pavlus’a göre İsa hem Tanrı’nın oğlu hem de onunla aynı kişidir; yani Tanrı, İsa suretine girerek kendi oğlu olarak bir kadından doğmuştur: “Mesih İsa’da olan düşünce sizde de olsun; o Mesih ki, Allah’ın suretinde olduğu halde, Allah’a müsavi olmağı bir ganimet saymadı; fakat kul suretini aldı, ve insanların benzeyişinde olarak, kendini hâli kıldı; ve şekilde insan gibi bulunarak ölüme, hattâ haç ölümüne kadar itaat edip nefsini alçalttı.”[72]
Pavlus ilkin ilk günah dolayısıyla Tanrı karşısında suçlu olan insanın kefaretini yine Tanrı’nın oğlunu kurban ederek ödediği ve böylece insanlarla barıştığı fikrini geliştirecektir: “Çünkü biz Tanrı’nın düşmanlarıyken Oğlu’nun ölümü sayesinde O’nunla barıştıksa, barışmış olarak Oğlu’nun yaşamıyla kurtulacağımız çok daha kesindir. Yalnız bu kadar da değil, bizi şimdi Tanrı’yla barıştırmış olan Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla, Tanrı’nın kendisiyle de övünüyoruz. Günah bir insan aracılığıyla, ölüm de günah aracılığıyla dünyaya girdi. Böylece ölüm bütün insanlara yayıldı. Çünkü hepsi günah işledi. Kutsal Yasa’dan önce de dünyada günah vardı; ama yasa olmayınca günahın hesabı tutulmaz.”[73]
“Fakat her şey Allah’dandır; o, Mesih vasıtası ile bizi kendisile barıştırdı; ve barışma hizmetini bize verdi; yani, kendisile dünyayı barıştırarak, suçlarını onlara saymıyarak, ve bize barışma kelâmını teslim etmiş olarak, Allah Mesih’te idi.”[74]
“Tanrı’nın bağışı o tek adamın günahının sonucu gibi değildir. Tek suçtan sonra verilen yargı mahkûmiyet getirdi; oysa birçok suçtan sonra verilen armağan aklanmayı sağladı. Çünkü ölüm bir tek adamın suçu yüzünden o tek adam aracılığıyla egemenlik sürdüyse, Tanrı’nın bol lütfunu ve aklanma bağışını alanların bir tek adam, yani İsa Mesih sayesinde yaşamda egemenlik sürecekleri çok daha kesindir. İşte, tek bir suçun bütün insanların mahkûmiyetine yol açtığı gibi, bir doğruluk eylemi de bütün insanlara yaşam veren aklanmayı sağladı.
Çünkü bir adamın söz dinlemezliği yüzünden nasıl birçoğu günahkâr kılındıysa, bir adamın söz dinlemesiyle birçoğu da doğru kılınacaktır. Kutsal Yasa suç çoğalsın diye araya girdi; ama günahın çoğaldığı yerde Tanrı’nın lütfu daha da çoğaldı. Öyle ki, günah nasıl ölüm yoluyla egemenlik sürdüyse, Tanrı’nın lütfu da Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla sonsuz yaşam vermek üzere doğrulukla egemenlik sürsün.”[75] Pavlus’a göre İsa’nın ölümü ve dirilişiyle insan da ölümsüzlüğe kavuşmuştur ki buna kanıt olarak Tanah’dan şu alıntıları yapar: “ ‘Ölüm zaferde yutuldu’[76] ‘Ey ölüm, senin zaferin nerede? Ey ölüm senin dikenin nerede?’ ”[77]–[78]
Yine Pavlus’a göre Mesih’in ölümüyle Yahudi şeriatinin geçerliliği de kalmamış ve insanlar Yahudi şeriatinden azat olmuştur ve artık başka bir şeriat vardır: “Bilmez misiniz ki, ey kardeşler -Kutsal Yasa’yı bilenlere söylüyorum- Yasa insana ancak yaşadığı sürece egemendir? Örneğin, evli kadın, kocası yaşadıkça yasayla ona bağlıdır; kocası ölürse, onu kocasına bağlayan yasadan özgür olur. Buna göre kadın, kocası yaşarken başka bir erkekle ilişki kurarsa, zina etmiş sayılır. Ama kocası ölürse, kadın yasadan özgür olur. Şöyle ki, başka bir erkeğe varırsa, zina etmiş olmaz. Aynı şekilde kardeşlerim, siz de bir başkasına -ölümden dirilmiş olan Mesih’e- varmak üzere Mesih’in bedeni aracılığıyla Kutsal Yasa karşısında öldünüz. Bu da Tanrı’nın hizmetinde verimli olmamız içindir. Çünkü biz benliğin denetimindeyken, Yasa’nın kışkırttığı günah tutkuları bedenimizin üyelerinde etkindi. Bunun sonucu olarak ölüme götüren meyveler verdik. Şimdiyse biz, daha önce tutsağı olduğumuz Yasa karşısında öldüğümüz için Yasa’dan özgür kılındık. Sonuç olarak, yazılı yasanın eski yolunda değil, Ruh’un yeni yolunda kulluk ediyoruz.”[79] Bu garip ve çelişkili parçadan anlaşılan, Tanrı’ya yasayla bağlı olan insanlar onun kendi oğlunu tekrar dirilmek üzere de olsa öldürmesi ya da öldürtmesi üzerine artık ona başka bir yasayla bağlanabilecek yeni bir ahit yapabilecek duruma gelmişlerdir. Ve fakat Elçilerin İşleri’nin çoğu yerinde Yahudilere ve Yahudi kökenli Hıristiyanlara Yahudi şeriatine uygun olmayan hiçbir şey yapmadığını sıklıkla vurgulayan Pavlus’un mektuplarında eski Yahudi şeriatinin artık bir hükmü kalmadığını söylemesi çelişkili bir durumdur ki bu bizi Gündüz Şinasi’nin İsa’nın şeriatin en azından özüne sıkı sıkıya bağlı olmasına rağmen Pav-lus’un şeriate karşı söylemleri olduğuna dair düşüncesinin doğruluğunu göstermektedir. Hatta Pavlus, şeriate karşı söylemlerinde bazen öyle ileriye gider ki işi Yahudilerin şeriate uygun davranmadıkları için lanetlendiğini ve İsa’nın kendini kurban edişiyle şeriat lanetinden kurtulunduğunu söylemeye dek vardırır: “Şeriat kitabında yazılmış olan bütün şeyleri yapmak için onlarda durmayan her adam lanetlidir”[80](Galatyalılar 3:10), “İbrahim’in bereketi Mesih İsa’da Milletlere gelsin, ve iman vasıtası ile Ruhun vaadini alalım diye, Mesih bizim uğrumuza lânet olmuş olarak bizi şeriatin lânetinden kurtardı; çünkü yazılmıştır: ‘Ağaç üzerine her asılan lânetlidir.’”[81]–[82] Pavlus’a göre şeriat sadece lanetlenmiş değildir, aynı zamanda ilkeldir de: “Böylece biz de çocuklar iken, dünyanın iptidailiği altında esir idik; fakat vaktin tamamiyeti gelince, biz oğulluğu alalım diye, şeriat altında olanları kurtarmak için, Allah kendi Oğlunu, kadından doğmuş, şeriat altında doğmuş olarak gönderdi.”[83]
Pavlus mektuplarında, Elçilerin İşleri’nde Petrus’un getirdiği yeniliği takip ederek artık Tanrı’nın sadece Yahudilerin değil bütün milletlerin Tanrısı olduğu fikrini de işleyecektir. Bir zamanlar Allah’sız olan bu milletler artık belki de Allah’ın Yahudilerden daha çok sahibi durumuna geleceklerdir: “Bunun için hatırlayın ki, siz, bir vakitler bedence Milletler, el ile bedende yapılmış Sünnetlilik denilen tarafından Sünnetsizlik denilenler, o vakit Mesihsiz, İsrailde vatandaşlıktan hariç, ve vaadin ahitlerine yabancı, ve ümitsiz olarak dünyada Allah’sız idiniz.”[84]“İmdi öyle ise, artık yabancılar ve misafirler değil, fakat mukaddeslerin vatandaşları ve Allah’ın ev halkısınız; Mesih İsa kendisi köşetaşı olarak resullerin ve peygamberlerin temeli üzerine bina olundunuz; her bina kendisinde terkip olunarak Rabde mukaddes bir mabet olmak üzre büyüyor; siz de birlikte Ruhda Allah’ın meskeni olmak üzre kendisinde bina olunuyorsunuz.” [85]
Artık Tanrı’nın sevgili kulu olmak için İbrahim’in (daha doğrusu İshak’ın) soyundan gelmek yani Yahudi olmak gerekmemektedir. Çünkü ona göre İbrahim’in soyundan olmak kan bağına değil onun yasasına tabi olmaya bağlıdır: “Yani, beden evladı Allah’ın evladı değil; fakat vadin evladı zürriyet olarak sayılır.”[86] Bu fikri kanıtlamak için Tanah’a göndermelerde bulunan Pavlus, Tanrı’nın İshak’ın oğullarından ilk çocukluk hakkı olmasına rağmen Esav’ı değil Yakup’u sevmesini örnek gösterir: “Rebeka’ya: ‘Büyüğü küçüğüne kulluk edecek,’[87] denildi; nitekim: ‘Yakubu sevdim, fakat Esavdan nefret ettim.’[88]diye yazılmıştır.”[89] Buradaki benzetmeden anlaşılan Tanrı, Yahudi milletini ilk göz ağrısı olmasına rağmen artık sevmemekte ve artık ilk oğlu olan bu milletin yerine başka milletleri sevmeye başlamaktadır. Zaten Tanrı’yı kimi seçeceği konusunda keyfi davranmaktan alıkoyan bir durum yoktur, ki Pavlus bunu Tanrı’nın şu sözlerine dayandırır: “Merhamet ettiğime merhamet edeceğim, ve acıdığıma acıyacağım.”[90](Romalılar 8:15). Kaldı ki Tanrı belli bir maksatla da olsa yeri geldiğinde firavuna bile güç vermiştir: “Kudretimi sende göstermek, ve ismim bütün yeryüzünde ilan olunmak için, işte seni bunun için ikame ettim”[91](Romalılar 9:17). Pavlus ayrıca Tanrı’nın halihazırda Yahudiler dışında başka milletlere yöneleceğinin işaretlerini verdiğine dair Tanah’dan şu alıntıları yapar:
“ ‘Kavmım olmayana kavmım,
Sevgili olmayana sevgili, diyeceğim.’[92]
‘Ve vaki olacak ki, onlara: Kavmım değilsiniz, denildiği yerde,
Orada hay olan Allah’ın oğulları denilecektir.’ ”[93]–[94]
Pavlus’a göre Tanrı İbrahim’e, “Bütün milletler sende mübarek sayılacaklardır”[95](Galatyalılar 3:8) derken de Yahudi olmayan milletleri kastederek çok önceden bu durumu haber vermiştir. Yine Pavlus’a göre Tanrı, İbrahim’e, “ ‘Ve zürriyetlere’ değil, fakat bir fert için imiş gibi: ‘Ve senin zürriyetine’ ”[96] demiştir ki “bu da Mesih’dir.”[97] Dolayısıyla iman eden herkes Mesih’le bir olacağı için iman eden herkes İbrahim’in zürriyeti de olacaktır: “Ne Yahudi ne de Yunanlı vardır, ne kul ne de azatlı vardır, ne de erkek ve dişi vardır; çünkü Mesih İsa’da siz hepiniz birsiniz. Ve eğer siz Mesih’in iseniz, o halde İbrahim’in zürriyeti, vaade göre mirasçılarsınız.”[98]
Pavlus’a göre Tanrı’nın Yahudiler dışındaki milletleri de sahiplenmesinin nedenlerinden biri de Yahudilerin Tanrı’ya ulaşmakta iyilikten ziyade ibadete ağırlık vermeleri ve başka milletlerin ise onların tersine imandan kaynaklanan iyiliğe yönelmeleridir ki, “Musa, şeriatten olan salahı işliyen adam onunla yaşayacaktır,[99] diye”[100] yazmıştır. Yani Pavlus’a göre, “Her kim Rabbin ismini çağırırsa kurtulacaktır”[101] (Romalılar 10:13), dolayısıyla bu kişinin hangi milletten olduğunun bir önemi yoktur. Fakat Pavlus’a göre Yahudilerin bu hataları da Tanrı’nın hikmetidir ki onların bu hataları yüzünden başka milletler de kurtuluşa erme imkânına kavuşmuşlardır. Pavlus, Yahudiler ve diğer milletler hakkında ilginç bir benzetme yapar. Ona göre Yahudiler İbrahim’in Hacer’den olma oğlu gibidirler; normal bir doğumla dünyaya gelmişlerdir; oysa diğer milletler kısır Sara’nın oğlu İshak gibidirler, ki onlar Tanrı’nın mucizesiyle doğmuş olmaları yüzünden özeldirler. Bu özel oluşu vurgulamak için Tanah’dan şu alıntıyı yapar: “Ey doğurmı-yan kısır, sevin; Ey doğurma ağrısı bilmiyen, sürur ile nida et; Çünkü bırakılmış kadının oğulları, kocası olanın oğullarından çoktur”[102] (Galatyalılar 4:27). Yani artık Tanrı’nın asıl sahipleri diğer milletlerdir ve Yahudiler ise Tanrı’nın inayetinden mahrum kalacaklardır bu mektupta, çünkü onlar tıpkı Hacer gibi kapı dışarı atılmalıdırlar: “Cariyeyi ve onun oğlunu dışarı at; çünkü cariyenin oğlu hür kadının oğlu ile beraber miras almıyacaktır.”[103]
Pavlus’un mektuplarında işlediği bir başka konu da kimsenin ne olursa olsun başında olan hükümetlere karşı gelmemesi gerektiğidir. Çünkü ister paganist ister zorba olsun her hükümet Tanrı tarafından insanların başına getirilmiştir; dolayısıyla bu hükümetin kanunları ne kadar Hıristiyanlığa karşı olabilirse de ona tabi olmak gerekmektedir. Yazılan mektupların dönemi düşünüldüğünde burada kastedilen otorite tabii ki Roma İmparatorluğu’dur, ki Pavlus kiliselerden Roma yasalarına karşı gelmemelerini istemektedir. Muhtemelen bu düşüncesinin sebebi Roma otoritesinin dikkatinin Roma’nın resmi dini görüşüne aykırı olan Hıristiyanlığın üzerine çekilmesini mümkün olduğunca engellenmesi ve Roma baskısına uğranmasının önüne geçilmesi olsa gerektir: “BO-YUNDURUK altında olan kulların hepsi kendi efendilerini tam hürmete lâyık saysınlar, ta ki, Allah’ın ismine ve talime küfrolunma-sın.”[104]
Pavlus ayrıca Yahudilerin mucize ve Yunanlıların felsefi temellendirme beklentisinin karşısına arguman olarak İsa Mesih’e saf inancı koymaktadır. Çünkü ona göre Yahudilerce İsa Mesih’in zayıflığı olarak görülen ölümü Allah tarafından olduğu için kudret ve Yunanlılarca akla uygun olmayan görüşleri de Allah tarafından olduğu için bilgelik demektir.[105]
Şinasi Gündüz’ün Pavlus’a yönelttiği, “Karizmatik kişiliğini kullanarak, elçilerden biri olmadığı -hatta İsa’yı bizzat tanımadığı- halde diğer elçilerin önüne geçtiği ve bazı durumlarda İsa’dan öte otorite olmayı imaj edindiği” eleştirisine paralel olarak Pavlus kendisine dair mektuplarda şu tarz sözler sarf etmektedir: “Çünkü Mesih’de eğer on bin mürebbiniz bile olsa, çok babanız yoktur; çünkü İncil vasıtası ile Mesih İsa’da ben sizin babanız oldum”[106], “bende de Allah Ruhu vardır”[107], “BEN Mesih’e uyduğum gibi, siz de bana uyun.”[108] İşte Pavlus kendinde bulduğu bu otoriteyi kullanarak pek çok şakirtle hatta bazen havarilerle karşı karşıya gelecek ve bu gücünü onlara karşı kullanacaktır. Anlaşılan odur ki döneminde pek çok şakirt onunla aynı fikirleri paylaşmamış ve onunla görüş ayrılığına düşmüştür: “Asyada olanların hepsinin benden döndüklerini bilirsin; Figelos ve Ermoğenis onlardandır.”[109] Mesela İmeneos, İskender, Filitos, Dimas onun fikirlerine karşı gelip imandan kopanlardan bazılarıdır. Kendisinin öğretisinden farklı şeyler söyleyen ya da onun görüşlerine tam olarak katılmayan bu gibilere karşı oldukça sert bir tavır takınacak ve onlar için “bu gibi adamlar sahte resuller, hileli işçiler, Mesih’in resulleri suretine girenlerdir”[110]diyecektir. Bazen de kilise mensuplarını kendi öğretisinden farklı yorumları kabul ettikleri için azarlayacaktır: “Sizi Mesih’in inayetinden çağırandan böyle çabukça farklı bir İncil’e dönmekte olduğunuza şaşıyorum; o başka bir İncil değildir, fakat sizi karıştıran, ve Mesih’in İncil’ini bozmak isteyen bazı kimseler var.”[111] Hatta bazı kilise mensuplarının cemaatten atılmalarına karar vererek daha sonra Hıristiyanlığın geleneksel uygulamalarından biri olan aforozun da temellerini atacaktır. Mektuplarından birinde babasının karısıyla evlenmiş bir şakirt için ona göre yapılması gereken: “Bedenin helaki için böyle bir adamı Şeytana teslim etmektir.”[112] Aynı mektupta cemaatteki günahkârlar için “Kötü adamı aranızdan çıkarın”[113] der.
Pavlus için zina doğal olarak günah olması bir yana belki de en büyük günahtır. Çünkü diğer günahlardan farklı olarak zina bedenle işlenen bir günahtır ve Mesih’in dirilişiyle artık Hıristiyanların bedenleri İsa’nın organları gibi olmuştur. Pavlus fahişe ve onunla cinsel ilişkiye giren kişi için Tanah’dan alıntı yaparak, “İkisi de bir vücut olacaklar”[114] (I. Korintoslular 6:16) der. Fakat aslında Pavlus zina bir yana cinsel ilişkinin her türlüsüne ve evliliğe de karşıdır. Aynı mektupta halihazırda evli erkek ve kadınların bedenlerinin birbirlerine ait olduğunu, dolayısıyla dualarını aksatmamak kaydıyla cinsel birleşmelerine müsaade olduğunu ama bunun bir emir değil müsaade olduğunu yazar. Çünkü evli olmayan Pavlus hiç evlenmemenin daha iyi olduğunu buyurmaktadır:
“Lakin bütün insanların benim gibi olmalarını istiyorum…
Fakat evlenmemişlere, ve dul kadınlara diyorum: Benim gibi kalsalar, onlar için iyidir.”[115], “Ve böylece kendi kızını evlendiren iyi eder; ve evlendirmeyen daha iyi eder.”[116]
Pavlus böylece de Hıristiyanlık literatürüne yavaş yavaş bakir rahip ve rahibe fikrini sokacaktır. Mesela şu pasaj bugün anladığımız anlamda rahibeliğin erken kurallarından biri gibidir: “Fakat başı örtüsüz olarak dua eden, yahut peygamberlik eden her kadın, başını küçük düşürür; çünkü tıraş edilmiş olmakla bir ve aynı şeydir. Çünkü eğer kadın örtünmiyorsa, saçı da kesilsin; fakat kadına saç kesmek, yahut tıraş olmak ayıp ise, örtünsün. Çünkü erkek Allah’ın sureti ile izzeti olduğu için, başını örtmemelidir; fakat kadın erkeğin izzetidir. Çünkü erkek kadından değil, fakat kadın erkektendir; çünkü erkek de kadın için değil, fakat erkek kadın için yaratıldı.”[117], “Tabiat bile bize öğretmiyor mu ki, erkeğin uzun saçlı olması kendisi için hürmetsizlik, fakat kadının uzun saçlı olması kendisine izzettir?”[118] Aslına bakılırsa Pavlus’un evlenmeye karşı söylemlerinin kökeninde bir de o dönem Hıristiyanlarında geçerli olan kıyamet gününün çok yakın olduğu fikri de yatmaktadır.[119] Pavlus da söylemlerinde bu fikri ortaya koymaktadır: “Ey kardeşler, bunu beyan ediyorum; vakit kısaltılmıştır; bundan böyle karıları olanlar karıları yok gibi, ve ağlıyanlar ağlamıyor gibi, ve sevinenler sevinmiyor gibi, ve satın alanlar malı yok gibi, ve dünyayı kullananlar ifratla kullanmıyor gibi olsunlar; çünkü dünyanın heyeti geçiyor.”[120] Dolayısıyla Albert Camus’un da ifade ettiği gibi “İlkçağın acun aşkını bilme”mekte ve “üstelik, sabırsızlıkla, dünyanın iyice yaklaşmış sonunu beklemektedirler.”[121]Kıyamet gününün zamanı meselesi daha sonra Kuran aracılığıyla İslamiyet’e de sirayet edecektir: “İnsanlar sana kıyamet saaatini soruyorlar. De ki: ‘Onun ilmi ancak Allah’ın nezdindedir. Ne bilirsin belki kıyamet yakında olur.’ ”[122]–[123]Lakin daha sonra da göreceğimiz gibi ilk Hıristiyanlardaki İsa’nın yakında yeryüzüne ineceği fikri onları kendilerini dogmalara adamaktansa Ortodoks Hıristiyanlığın dışında ortaya çıkan ve “yakıcı inanca” dayanan tarikatlara bağlanmaya itecektir. Neredeyse Clement ve Tertullien’e kadar bir yüzyıl boyunca Hıristiyan yazarların teolojik meselelerle pek ilgilenmemesine sebep olacaktır. Kıyamet günü geciktikçe sofuluk ve din eğitimi ön plana çıkacak ve Hıristiyanlar temelini Pavlus’un attığı teolojiye daha çok sarılacaktır. Böylece de Camus’nun deyimiyle “Kilise gelecek ülkeye doğru arı bir gerilimden başka bir şey olmayan bu inanca bir beden ver”ecektir.[124]
Daha önce de değindiğimiz gibi Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde başka milletlerden Hıristiyan olanların Yahudi şeriatine uygun olarak sünnet olup olmamaları gerekliliği önemli bir sorun teşkil etmiştir. Yahudiler için sünnet önemli bir ritüeldi; çünkü Tanrı ile Yahudiler arasındaki ahdin bir nişanesiydi. Başka milletlerden Hıristiyan olanların sünnet olup olmaması konusunda Ye-ruşalim Patrikliği’nde alınan karara paralel olarak bu konuda Pavlus: “Bir adam sünnetli iken çağırıldı mı? Sünnetsiz olmasın. Bir adam sünnetsizlikte mi çağırıldı? Sünnet olmasın”[125] der. Pavlus’un bu konudaki fikri çok kesindir ki başka bir mektubunda şöyle diyecektir: “İşte, ben Pavlus size diyorum: Eğer sünnet olunursanız, Mesih size hiç faide etmez.”[126]
Ferisi kökenli biri olmasından da ötürü Pavlus oldukça sofudur; öyle ki mektuplarında pagan tanrılarına kurban edilmiş etin yenilip yenilmeyeceği meselesinde fikirlerini söylerken şöyle diyecektir: “Bundan dolayı, eğer yiyecek kardeşimin sürçmesine sebep oluyorsa, kardeşimi sürçtürmiyeyim diye, ebediyen hiç et yemem.”[127]
Pavlus misyonerlik gezilerinde yaptığı gibi[128] mektuplarında da bir yandan yeni ruhban sınıfının oluşumunu inşa ederken bir yandan da yavaş yavaş kilisenin kurallarını da oluşturmaya başlayacaktır. Sadece dini işlerle ilgilenecek bir ruhban sınıfının gerekliliğini şu sözlerle savunacaktır: “Mademki biz size ruhani şeyler ektik, sizin cismani şeylerinizi biz biçeceksek, büyük şey mi?”[129], “Bilmez misiniz ki mukaddes şeylere hizmet edenler mabetten yerler, ve mezbahı bekleyenler mezbahla hissedardırlar?”[130], “Ve ekinciye tohum, ve yiyecek için ekmek tedarik eden, ekeceğinizi tedarik edip çoğaltacak, ve salâhınızın semerelerini büyütecektir; bizim vasıtamızla Allah’a şükür hasıl eden her cömertlik için her şeyde zenginlenirsiniz.”[131] Yani ona göre ruhban sınıfın geçimini kilise sağlamalıdır; çünkü “Harman döven öküzün ağzı”[132] (I. Timoteos 5:18) bağlanmamalıdır. Pavlus mektuplarında uzun uzun kilise kurallarını anlatacaktır: “İmdi nedir, kardeşler? Toplandığınız zaman her birinin mezmuru var, talimi var, vahyi var, dili var, tercümesi var. Her şey bünyan için olsun. Eğer dille söyliyen kimse olursa, iki yahut en çok üç kişi ve sıra ile olsun, ve biri tercüme etsin; fakat eğer tercüman yok ise, kilisede sükût etsin, ve kendi kendine ve Allaha söylesin. Ve iki veya üç peygamber söylesinler, ve diğerleri temyiz etsinler. Fakat eğer başka bir oturana bir keşif olursa, birincisi sussun. Çünkü hepiniz birer birer peygamberlik edebilirsiniz, ta ki hepsi öğrensinler, ve hepsi teşvik olunsunlar; ve peygamberlerin ruhları peygamberlere tâbidirler; çünkü Allah karışıklık değil, selâmet Allah’ıdır.
Mukaddeslerin bütün kiliselerinde olduğu gibi, kiliselerde kadınlar sükût etsinler; çünkü onlara söylemek için izin yoktur; ancak şeriatin de dediği gibi, tâbi olsunlar. Ve eğer bir şey öğrenmek isterlerse, evde kendi kocalarına sorsunlar; çünkü kadına kilisede söylemek ayıptır. Yahut Allah’ın kelâmı sizden mi çıktı? Yahut yalnız size mi erişti?”
Yeni kilisenin yeni ritüelleri de olacaktır ki bunlardan biri de ekmek şarap ayinidir. Ekmek İsa’nın bedenini, şarap ise kanını sembolize etmektedir: “Bereketlediğimiz bereket kasesi, Mesih’in kanına iştirak değil midir? Kırdığımız ekmek, Mesih’in bedenine iştirak değil midir?”[133] Anlaşılan bu yeni ritüeller inancın yayılmasına çalışılan bölgelerdeki başka milletten gelen Hıristiyanların eski mitraistik inancına verilen bir taviz; Hıristiyanlığı bu inanca bir uydurma çabasıdır.
Daha önce söylediklerimizden de anlaşılacağı üzere Pavlus’a göre kadın erkeğe göre daha düşük bir varlıktır; çünkü erkek Tanrı’nın suretiyken kadın erkek sayesinde, ondan ortaya çıkmıştır ve kadın zaten ilk günahın da müsebbibidir. Dolayısyla kadın Tanrı’ya tabi olur gibi erkeğe tabi olmalıdır: “Ey kadınlar, kendi kocalarınıza Rabbe tabi olur gibi tabi olun.”[134] Pavlus başka bir mektubunda vaaz veren kadınların sadece örtünmeleri gerektiğinden dem vururken (bkz. I. Korintoslular 11:5-9) Timoteos’a mektubunda kadınların vaaz vermesine de karşı olduğunu yazacaktır: “Fakat kadının öğretmesine, ve erkeğe hâkim olmasına izin vermem, ancak sükûtte olsun. Çünkü önce Âdem, sonra Havva yaratıldı; ve Âdem aldanmadı, fakat kadın aldanarak suça düştü; fakat iman ve sevgi ve takdiste vekar ile dururlarsa, çocuk doğurması ile kurtulacaktır.”[135]Pavlus’un kadınlar hakkında öyle peşin hükümleri vardır ki mektuplarından birinde genç ve dul kadınların cemaate girmesine bile karşı çıkacaktır: “Fakat daha genç dul kadınları reddet, çünkü Mesih’e muhalif olarak nefsanî heveslerine düştükleri zaman, evlenmek isterler; ilk ahdi reddettikleri için mahkûmiyetleri olur.”[136]
Sonuç olarak Pavlus’un mektuplarındaki görüşleri kısaca toparlarsak öncelikle fark ederiz ki Pavlus, Hıristiyanlığı bir Yahudi mezhebi olmaktan çıkarıp Yahudi olmayan milletler arasında yayılmasını sağlamak için olanca gücüyle çalışmış; bunu yaparken de onu Yahudi şeriatinden olabildiğince farklılaştırarak başka hüviyete sokmaya çabalamıştır. Bu çabasında da İsa’nın öğretisini de kendince çok daha başka bir biçimde yorumlayarak bambaşka bir din ortaya koyarak oldukça başarılı olmuştur, ki şu an elimizdeki Yeni Ahit, İsa’dan çok onun imzasını taşımaktadır. Bu çabasının arkasındaki sebep ise karanlıktadır; belki Mevlana’nın da iddia ettiği gibi Hıristiyanlığı tamamen Musevilik’ten ayırarak Museviliği muhafaza etmek için ajanca bir çalışma yürütmüştür, belki de anlayamadığımız bambaşka sebeplerle bunu yapmıştır ama Pavlus bana kalırsa İbrahimi anlatıya dahil olma biçimi olarak peygamberlik ya da azizliğin en dikkat çekici örneğini oluşturmaktadır. Bazıları tarihte oynanan bu oyunların gerçek olmasa bu kadar çok inananının olamayacağını düşünürler. Oysa ben onlardan farklı olarak yığınların yalanlara inanmaya ve o yalanları korumak için ellerinden geleni yapmaya her zaman çok meyilli olduklarını düşünmüşümdür hep. Çünkü nihayet bu hikâyeler insanın hayatını anlamlandırma amacına hizmet ederek eleştirel düşünmeyi -hatta düşünmeyi- sevmeyen çoğunluğun o büyük ihtiyacını karşılamaktadır.
[1] Elçilerin İşleri 8: 3.
[2] Elçilerin İşleri 8:1.
[3] Elçilerin İşleri 22: 19.
[4] Elçilerin İşleri 9:1,2.
[5] Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi-i Şerif, Çev. Süleyman Nahifi, Sadeleştiren: Prof. Dr. Amil Çelebioğlu, Timaş Yay., İstanbul, 2007, 1. Bap s. 336.
[6] Agy s. 349.
[7] Agy s. 350.
[8] Agy s. 351.
[9] Agy, s. 355.
[10] Mevlana Celaleddin-i Rumi, agy, s. 375.
[11] Agy, s. 376.
[12] Agy, s. 377.
[13] Agy, s. 383.
[14] Agy, s. 384.
[15] Agy, s. 461.
[16] Agy, s. 463.
[17] Agy, s. 470.
[18] Agy, s. 474.
[19] Agy, s. 475.
[20] Agy, s. 477.
[21] Agy, s. 483.
[22] Agy, s. 484.
[23] Agy, s. 486,487.
[24] Korintoslulara 1. Mektup 9:20-22.
[25] Mevlana Celaleddin-i Rumi, Mesnevi-i Şerif, çev. Süleyman Nahifi, Sadeleştiren: Prof Dr. Amil Çelebioğlu, Timaş Yay., İstanbul, 2007, 1. Bap s 524
[26] Agy, s. 525.
[27] Şinasi Gündüz, Pavlus: Hıristiyanlığın Mimarı, Ankara, 2001.
[28] Elçilerin İşleri 9:3-9.
[29] Elçilerin İşleri 9:15.
[30] Elçilerin İşleri 10: 28.
[31] Elçilerin İşleri 10:34,35.
[32] Elçilerin İşleri 10:47.
[33] Elçilerin İşleri 10:15, 11:9.
[34] Elçilerin İşleri 11:26.
[35] Yeni Ahit’te bazen havari ve şakirtlerden peygamber diye bahsedilmektedir. Havarilere bu yetkiyi zaten bizzat İsa vermişti; şakirtlere de havariler vermektedirler, ki bunlar da zaman zaman mucizeler sergileyebileceklerdir.
[36] Elçilerin İşleri 13: 10,11.
[37] I. Samuel 13:14, Mezmur 89:20.
[38] Elçilerin İşleri 13: 16-24.
[39] Habakkuk 1:5. Habakkuk kitabında bu ayet Peygamber Habakkuk’un Tanrı’ya halkının işlediği günahlar yüzünden “1:2 Ya RAB, ne zamana dek seni yardıma çağıracağım, Beni duymuyor musun? ‘Zorbalık var’ diye haykırıyorum sana, Ama kurtarmıyorsun!” diye sitem etmesi üzerine Tanrı’nın cevabıdır ve devamı şu şekildedir: “1:6 Başkalarına ait toprakları ele geçirmek için Dünyanın dört yanına yürüyen o acımasız ve saldırgan ulusu, Kildaniler’i güçlendireceğim.”Habakkuk 2:4’ün (Bakın şu övüngen kişiye, niyeti iyi değildir. Ama doğru kişi sadakatiyle yaşayacaktır.) ikinci yarısı erken Hıristiyan tercümelerinin bazılarında kullanılmıştır. İbranice orijinalinde sadece üç kelime olan bu cümle, Pavlus tarafından hem Romalılar 1:17 hem Galatlılar 3:11’de iki kere tekrarlanmaktadır. Pavlus böyle yaparak Habakkuk’un dürüstlük kavramını geleceğe taşımıştır. Aynı bap İbraniler 10:37-38’de de kullanılmış ve Mesih (İsa) ile bağdaştırılmıştır.
[40] İşaya 49:6.
[41] Elçilerin İşleri 13: 46,47.
[42] Likaonya (Latince: Lykaonia) Orta Anadolu’da bulunan antik bölge. Doğuda Kapadokya, güneyde Kilikya, batıda Pamfilya ve Pisidya, kuzeyde de Frigya ve Galatya ile çevrilidir. Bugünkü Konya ve Karaman illerinin büyük bölümünü kaplar.
[43] Hatunsaray.
[44] Karaman Merkez İlçe Ekinözü Köyü sınırları içerisinde yer almaktadır.
[45] Pisidya, Anadolu‘nun güney kesiminde antik bölge. Kuzeyde ve batıda Frigya, güneybatıda Likya, güneyde Pamfilya, doğuda Likaonya ile çevrilidir. Bugünkü Isparta ilinin tümünü, Afyonkarahisar, Burdur, Antalya ve Konya illerininde bazı bölümlerini de içine alıyordu.
[46] Pamfilya veya Pamfulia, Anadolu‘nun güneyinde Aksu çayının doğusundan başlayarak Antalya ilinin doğusuna kapsayan Likya ve Kilikya antik kentleri arasında kalan bölgedir.
[47] Elçilerin İşleri 15:7-11.
[48] Amos 9:11,12. Tanah’ın Nevi’im kitabındaki Küçük Peygamberler kitaplarından biri olan Amos kitabının Tanah’da konumuz itibariyle önemli ve ayrıksı bir yeri olduğunu belirtmek gerekir. Öncelikle Amos Tanah’ın Nevi’im kısmındaki küçük peygamberlerin ilkidir. Amos’un yaşadığı dönemde (MÖ 793-753) İsrail halkı Yehova’ya olan sadakatinin en taban noktasını yaşamaktadır; halk, değerlerini bırakıp açgözlü olmaya başlamıştır. Varlıklı elit tabaka başkalarının sırtından zenginleşmekte; çiftçiler geçimleri için gerekli olan ürünlerden ziyade başta şarap ve yağ olmak üzere dış ticaret için karlı olan ürünleri yetiştirmeye zorlanmaktadırlar. Tanrı, Amos aracılığıyla, İsrail’in günahlarından dolayı yargılanacağını ve bu yargının yabancı bir ulus tarafından uygulanacağını söyler. Amos, bu söyleminde “Tanrı’nın günü” deyişini kullanan ilk peygamber olacaktır. Çünkü halk, bu yargılama gününü “Tanrı’nın günü” olarak anlayacak; Amos da halka “Tanrı’nın günü”nün yaklaştığını ama bunun günahlarının yargılanacağı anlamına geldiğini söyleyecektir. Bu deyiş, ilerleyen kehanet ve kıyamet edebiyatında önemli bir yer alacaktır. Amos İsrail’i de Yehova’nın düşmanlarına dahil edecektir. Amos’a göre İsrail, masumlara, fakirlere ve genç kızlara uyguladığı adaletsizlikler yüzünden suçludur. Ceza olarak Yehova’nın intikamı İsrail’e yönelecektir ve peygamber, dinleyicilerini şöyle uyarmaktadır: “RABBİN günü ışık değil, karanlık olmıyacak mı? Evet, koyu karanlık, ve onda parıltı yok” (Amos 5:20). Ona göre “Tanrı’nın günü”, İsrail için bir kutlama günü değildir. Amos kitabının ana fikirlerinden en dikkat çekici olanı İsrail’in diğer uluslarla aynı seviyede sayılmasıdır; Tanrı herkesten aynı saflığı beklemektedir. Tanrı’nın krallığına karşı gelen bütün uluslar gibi, İsrail ve Yahuda da ayrıcalıklı olmayacak ve putperestler yargılanacaktır. Yehova’yı temsil eden ulus saf olmalı ve Tanrı’nın adını kirletmemelidir. Tanrı’nın ismi yüceltilmelidir. Amos kitabındaki diğer anafikirler ise İsrail’in Tanrı ile ahit yapması onu günahlardan temizlemeyeceği; Tanrı’nın tüm ulusların hakimi olduğu; Yehova’nın, ahlaki doğruluğun tanrısı olduğu; tüm insanların Tanrı tarafından yaratılması; Tanrı’nın onlar tarafından adının duyurulması için İsrail’i seçtiği ve onları kurtardığı; Tanrı’nın sadece adil olmayanları yok edeceği; Tanrı’nın İsrail’i yargılmakta ve kurtarmakta özgür olduğudur.
[49] Elçilerin İşleri 15:19,20.
[50] Elçilerin İşleri 15:28.
[51] Elçilerin İşleri’nde Hıristiyanlar arasındaki bu sünnet meselesini Pavlus Galatyalılara Mektup’unda bambaşka bir biçimde anlatmaktadır. Bu mektuptaki ifadelerden anlaşılan odur ki başka milletlerden olanların sünnet olmaması gerekliliğini savunan kişi Petrus değil Pavlus’tur ve bu konuda diğer elçilerle karşı karşıya gelmiştir. Hatta bu mektupta diğer elçilerin itibarını bile tartışma konusu yapacaktır: “Fakat itibarlı tutulanlardan (bir vakitler ne idiler, bence farkı yok; Allah insanın şahsına bakmaz) – itibarlı olanlar, diyorum, bana bir şey öğretmediler” (Galatyalılar 3:6). Pavlus’a göre Hıristiyanlığı sünnetlilere yani Yahudilere yayma görevi Petrus’a sünnetsizlere yani Yahudi olmayanlara yayma görevi de kendisine verilmiştir. Bu görev bölüşümünü Timoteos’a mektubunda da çok açıkça ifade etmektedir: “Milletlerin muallimi olarak ben tayin olundum” (I. Timoteos 2:6). Galatyalılara Mektup’unda Kifas diye bahsi geçen kişi muhtemelen Petrus’tur, ki Pavlus’un anlattığına göre Antakya’ya Petrus da gelmiştir ama daha önce verilen söze uymayarak sünnetsizlerle oturmayı reddetmiştir ve Pavlus’un yakın arkadaşı Barnabas’la da arasının bozulmasına sebep olmuştur: “Fakat Kifas Antakyaya geldiği zaman, ona yüz yüze karşı geldim; çünkü kabahatli idi… Ve obir Yahudiler de onunla beraber riya ettiler; o derecede ki, Barnabas bile onların riyasına kapıldı” (Galatyalılar 2:11-13).
[52] Günümüzdeki Biga yarımadasını kapsayan bölge.
[53] Semadirek ya da Samotraki (Yunanca: Σαμοθρακη, okunuşu: Samothraki), Yunanistan‘ın Meriç iline bağlı, güneybatısındaki Gökçeada’dan 37 km, kuzeyinde Yunanistan ana karasındaki en yakın noktadan (Dedeağaçyakınları) 48 km uzaklıkta, Türk-Yunan deniz hududunun sadece birkaç mil batısında kalan bir ada.
[54] Burada o dönemlerde Atina’daki felsefe geleneğine vurgu yapan ve neden şehir halkının onu dinlemek istediğini açıklayan şu ifadeye rastlarız: “Bütün Atinalılar ve orada oturan yabancılar yeni bir şey söylemek yahut dinlemekten başka bir şeyle vakit geçirmezlerdi.” (Elçilerin İşleri 17: 21)
[55] Agnostos Theos.
[56] Elçilerin İşleri 17:23.
[57] Elçilerin İşleri 17:24-28.
[58] Mora Yarımadası‘nı Yunanistan anakarasına bağlayan Korint Kıstağı’nın üstünde yer alan bir şehir-devleti.
[59] Elçilerin İşleri 18: 6.
[60] Elçilerin İşleri 18: 9.
[61] Elçilerin İşleri 18:24-25.
[62] Elçilerin İşleri 19: 1-7.
[63] Elçilerin İşleri 19:25-27.
[64] Antalya’nın Kaş ilçesinin Kalkan beldesi yakınlarındaki bir antik kent.
[65] İsrail‘in kuzeyinde Akdeniz kıyısında bir şehir.
[66] Elçilerin İşleri 21:11.
[67] Elçilerin İşleri 23:3.
[68] Çıkış 22:28.
[69] Elçilerin İşleri 23:11.
[70] Elçilerin İşleri 26:24.
[71] Elçilerin İşleri 27:24.
[72] Filipililer 2:6-8.
[73] Romalılar 5:10-13.
[74] II. Korintoslular 5:18,19.
[75] Romalılar 5:16-21.
[76] İşaya 25:8.
[77] Hoşea 13:14.
[78] Korintoslular 15:54,55.
[79] Romalılar 7:1-6.
[80] Tesniye 27:26.
[81] Habakkuk 2:4.
[82] Galatyalılar 3:13,14.
[83] Galatyalılar 4:3.
[84] Efesliler 2:11,12.
[85] Efesliler 2:19-22.
[86] Romalılar 8:8.
[87] Tekvin 25:23.
[88] Malaki 1:2,3.
[89] Roamlılar 8:12,13.
[90] Çıkış 33:19.
[91] Çıkış 9:16.
[92] Hoşea 2:23.
[93] Hoşea 1:10.
[94] Romalılar 9:25,26.
[95] Tekvin 12:3.
[96] Tekvin 13:15.
[97] Galatyalılar 3:16.
[98] Galatyalılar 3:28,29.
[99] Levililer 18:5.
[100] Romalılar 10:5.
[101] Yoel 2: 32. Apokaliptik bir metin olan Yoel kitabına Yeni Ahit’te bunun dışında bir de Elçilerin İşleri 2:16-21’de atıfta bulunulur. Ayrıca Vahiy’in sırasıyla 9:3, 7-9 ile Yoel’in 1:6, :2:2-10 pasajları arasında benzerlikler vardır. Lakin Pavlus bu alıntısında Tanrı’nın İsrail’e seslendiğini görmezden gelmektedir ki pasajın devamında, “çünkü RABBİN dediği gibi, Sion dağında ve Yeruşalim’ de kaçıp kurtulanlar, ve artakalanlar arasında RABBİN çağırdığı kimseler olacak.” denmektedir
[102] İşaya 54:1.
[103] Tekvin 21:10-12.
[104] I. Timoteos 6:1.
[105] Pavlus, Yunan felsefesi karşısında belirgin bir horgörü içindedir ki Thomas Sheehan’a göre bu horgörü Pavlus okuyan Heidegger’i de ilk dönemlerinde etkilemiştir. Gadamer şöyle yazmaktadır: “Artık Heidegger’in 1920’lerin başlarındaki ilk felsefi girişimleri ve dersler hakkında daha fazla şey bildiğimize göre, onun sorusunun şu olduğunu görebiliriz: ‘Yunan felsefesinin Hıristiyan mesajı üzerindeki yabancı etkisine karşı direnmeyi nasıl başarabiliriz?’ ”
[106] I. Korintoslular 4:15
[107] I. Korintoslular 7:40
[108] I. Korintoslular 11:1
[109] II. Timoteos 1:15.
[110] II. Korintoslular 11:13
[111] Galatyalılar 1:6
[112] I. Korintoslular 5:5
[113] I. Korintoslular 5:13
[114] Tekvin 2:24
[115] I. Korintoslular 7:7,8
[116] I. Korintoslular 7:38
[117] I. Korintoslular 11:5-9. Burada İslamiyet’te de göreceğimiz kadının örtünmesi kuralının Hıristiyanlık’taki kökenleriyle karşılaşmamız bir yana kadının erkek karşısında daha aşağı bir durumda olduğu fikriyle de karşılaşmaktayız ki Pavlus’un kadınlara karşı düşmanlığa varan hakir görmelerine başka yerlerde de rastlayacağız.
[118] I. Korintoslular 11:14,15.
[119] Kıyamet gününün yakınlığı konusunda bkz. Markos 8:39, 13:30; Matta 10:23, 12:27,28, 24:34; Luka 9:26, 27, 21:22 vb.
[120] I. Korintoslular 7:29.
[121] Albert Camus, Başkaldıran İnsan, çev. Tahsin Yücel, Can Yay., İstanbul, 1998, s. 187.
[122] Bkz. Araf 187.
[123] Ahzab 63.
[124] Albert Camus, Başkaldıran İnsan, çev. Tahsin Yücel, Can Yay., İstanbul, 1998, s. 205.
[125] I. Korintoslular 7:18.
[126] Galatyalılar 5:2.
[127] I. Korintoslular 8:13.
[128] “Ve geri kalan şeyleri geldiğim zaman tertip edeceğim.” I. Korintoslular 11:34
[129] I. Korintoslular 9:11.
[130] I. Korintoslular 9:13.
[131] II. Korintoslular 9:10,11.
[132] Tesniye 25:4.
[133] I. Korintoslular 10:16.
[134] Efesoslular 5:22.
[135] I. Timoteos 2:12-14.
[136] I. Timoteos 5:11,12.