“YAZI
Yıllardır hiçliği yazdım
Boş odamda
Yalnız yaşanmıyor
Açlığın gölgesi düşüyor yatağıma
(…)”
Üzünç Evi, M. Özer Ciravoğlu, Komşu Yay., İstanbul, 2011, s. 64
“(…)
Başarılı bir mimar, ressam ve şairdi. İstanbul’da o mel’un ‘Kanlı Pazar’ olaylarında, başına indirilen demirden sonra, psikiyatri kliniklerinde geçen azap yılları başlamıştı. Yüreği, sevdalandığı bir hemşirenin odasındaki bir esintiyle titreyen tül perdeler gibi ürperip kabarıyordu. Hiçbir zaman ‘mutlu son’a varmayan aşklarla yaralanmıştı. ‘Kaç yerden yaralı bu ruh?’ diye yazmıştı bir şiirinde.
(…)
Özer ağabey kadar şair olanı, şairce yaşayanı pek tanımadım. Şiir onun için herhangi bir uğraş ürünü değildi. Aylarca tek bir şiir bile yazmadığı olurdu. Her iyi şair gibi, kötü şiirler de yazardı; kutsal gövdenin tek ve dışkı boşaltması gibi, sözcüleri bıraktığı da olurdu. Belki de bunun için, gerçek bir şairdi o.
Bir ara, ağaçlarca ‘kongu’ kuşlara dalıverirdi. ‘Ne düşünüyorsun?’ dedim. ‘Ortaokulda Sisler Bulvarı’nı okurken ağladım.’ dedi. Belleğindeki izlek, parça parçaydı. Sorularımı yanıtlamaktan çok, bu soruların onun zihninde neleri canlandırdığını dile getirmek istiyordu. Devam etti: ‘Kanlı Pazar şiiriyle yargılandım; Demir Özlü avukatımdı. Yaşadığım gerçeği yazdım (…). İnce Memed çok etkiledi beni (…). Masal Kızı’nı şimdi hatırlamıyorum (…). Kanlı Pazar’dan sonra Yaralı Devrim’i yazdım: Duyar mısınız?
Hangi koğuştan bir ölü seslense
Uhrevi bir yalnızlık çöker üstümüze
Yaşam kadar eski bir hücrede…’
Soldaki parçalanmışlıklar, çok üzmüştü onu. Arkadaşlarının onu yalnız bıraktıklarından; bir ara, özüne kıymak istediğinden söz etti. Belediye’de ‘işçi’ kadrosundaydı. İşçilerin mutluluğunu her şeyden çok istiyordu; ama işçinin de ‘ihanet’ine uğradığını, ‘elit’ tabakanın onu zaten dışladığını anlattı. Mimarlık mesleğine yabancılaşmıştı…
(…)
(…) Tedirgin, yalnız, beş parasız çok günler geçirdi. (…)
Her şeyin temelinde ekonomiyi gören Marx’ın yanında, şimdi Freud’a hak veriyordu. Dost arıyordu; iyi insanla iyi olduğunu; ama her zaman’bir şeyler’in eksik olduğunu, cinsel krizler yaşadığını, tüm kitaplarını yaktığını, bazılarını polisin götürdüğünü belirtiyordu.
(…)
-Dostluklarla ısınıyor, sonra yine üşüyorum…
-Umutsuzum; dünyaya güvenemiyor, bağlanamıyorum…
(…)
-Gizli bir Tanrı zevki, zaman zaman sarıyor beni…
-Şiir, son sığınağım…”
Bir Abdal’ın Öyküsü, Kenan Sarıalioğlu, agy s. 75-77