Anasayfa > Books / Kargakara > Çılgın Nar Ağacı, Odisseus Elitis

Çılgın Nar Ağacı, Odisseus Elitis

“(…) Denilebilir ki, gerçeküstücülüğün Elitis’e çekici gelen yanı sadece geleneksel biçim ve kalıplara karşı çıkması değil, daha çok bilinçaltının ve düşler dünyasının şiir için ne kadar verimli bir kaynak olabileceğini göstermiş olmasıdır.
(…)
Bu sarsıcı yaşantı Elitis’in aydınlık dünyasını da büyük ölçüde karartmış. 1945’te yayımladığı “Arnavutluk Cephesinde Ölen Teğmene Ağıt” adlı on dört bölümlük uzun şiirinde, ilk döneminin güneşli ve mutlu görünümleri yerini cephane taşıyan katırlara ve barut kokusuna bırakmıştı:

Onlar için daha acı bir gündü gece
Demir eritip toprağı çiğnediler
Barut ve katır derisi kokuyordu tanrıları!

Göğün her gürleyişi rüzgâra binmiş bir ölümdü
Göğün her gürleyişi ölüme gülümseyen
Bir insan – varsın diyeceğini desin kader.

(…)”

Çılgın Nar Ağacı, Odisseus Elitis, Çev: Cevat Çapan, Can Yay., İstanbul, 2010, s. 12, 13

“(…)

Dünü ve yarını olmayan kayalara çakılı,
Fırtınanın taradığı saçlarınla kayaların tehlikeleri içinde
Elveda diyeceksin çözümsüz bilmecene.

(Yönelimler, 1940)”

agy s. 30

BİRİNCİ GÜNEŞ

ARTIK TANIMIYORUM GECEYİ

Artık tanımıyorum geceyi, ölümün korkunç bilinmezliğini
(…)

Artık tanımıyorum adlarını beni yadsıyan evrenin
(…)”

agy s. 39-41

“(…)

Beni taşlayanlar artık sağ değil
Bir çeşme yaptım attıkları taşlardan
(…)

(…)
Hiçbir ses boşa gitmiyor göğün bağrında

Ey ölümsüz deniz nedir fısıldadığın
(…)”

agy s. 44, 45

“(…)

Müjde, müjde, çanlar
Günün ak çamaşırları avlularda
Kıyıda iskeletler
Boyalar, katran, neft
Meryem Ana’nın hazırlıkları bunlar
Kutlamak için bayramını, bekliyor
(…)”

agy s. 48

“(…)

Kimse söyleyemez bize yazgımızı: bu budur.
(…)”

agy s. 51

“(…)

Ateş, güzel ateş, kütüklere acıma
Ateş, güzel ateş, yanıp kül olma
Ateş, güzel ateş, yak bizi
bize hayatı anlat

Hayatı anlatan bizi elinden tutup
Onun gözlerine bakarız, o da karşılık verir bakışlarımıza
Bu bizim başımızı döndüren mıknatıssa, bunu biliriz
Hayatı anlatan bizi, yürür gideriz
Ve veda ederiz hayatın göçebe kuşlarına

(…)”

agy s. 53

“(…)
Senin çağırdığın
Ama yıllar boyunca
Bir türlü yükseklerden inmeyen
Soylu bir Düşünce önünde:
O yükseklerde, sen aşağıda, burada

(…)

Gel birlikte gidelim, dostum, varsın taşlasınlar bizi,
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz
diye –
Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi.”

agy s. 54, 55

“(…)

Şimdi kemikli elleriyle eğiliyor o yoğun acı
Dokunup birer birer solduruyor üstündeki çiçekleri,
Suların akmadığı koyaklarda
Mutluluğa susamış bekliyor türküler;
Soğuk saçlı keşiş kayalar
Sessizce ekmeğini bölüyorlar kimsesizliğin.

Taa beyne tırmanıyor kış. Bir kötülük kaynıyor
İçin için. Dağın yelesi huysuzlanıyor.

Göğün kırıntılarını paylaşıyor yükseklerde yırtıcı kuşlar.

II

Bir ürperti beliriyor şimdi bulanık sularda.

Yapraklara yakalanan rüzgar
Çok uzaklara savuruyor tozunu
Yemişleri çekirdeklerini tükürüyor
Toprak taşlarını saklıyor
Korku kendine bir siper kazıp içine gizleniyor
Göğün fundalıklarından
Bulut0kurdun uluması
Fırtınannın ürpertisini yayıyor ovanın derisine
Ve sonra kar yağdırıyor kar, acımasız kar
Sonra da kişneyerek aç koyaklara giriyor
(…)

-Ateş mi, bıçak mı!

Ateşle ya da bıçakla yola çıkanlar için
Kötülük kaynıyor burada. (…)

(…)

Dağınık saçları omuzlarına dökülmüş -ah bırakın onu-
Yarı mum yarı ateş bir ana ağlıyor -bırakın onu-
Dolaştığı donmuş odalarda, bırakın onu!
Çünkü kimseden dul kalmış değildir kader
ve analar ağlamak için vardırlar, erkekler dövüşmek için
Bahçeler kızların memelerinin çiçek açması için
Kan dökülmek için
Ve özgürlük şimşek gibi durmadan doğmak için!”

agy s. 60, 61, 71

“(…)

Falcı kadın her gün kahve fincanına bakar dururdu ve her gün yeniden
dünyanın yedi bilgesi eski haritaların ve sekstantların üstüne eğilerek
konuşurlardı: Miletli Thales İbni Mansur genç ilahiyatçı Simeon
Paracelcus Hardenburg Balıkçı Yorgo ve Andre Breton

(…)”

agy 98, 99

“(…)

Bilinmez içimdeki aldatılmış insanla ben nasıl
yaşardık birlikte (…)

Rüzgar duymuştu uzak bir Mayıs’ta yakınmamı
öyle ya; bir iki kez Yetkinlik belirivermişti
gözlerimin önünde ve sonra yeniden hiçlik

Türküsü duylmadan önceki bir kuş gibi batan
güneşin kızıllığında kaybolup giden

(…)

(…) Bense ah
Sevdalı bir adamım aradığı tek şey ah kendisinde
olmayan)

(…)

Ben en azını istedim onlarsa daha fazlasıyla
cezalandırdılar beni.

(…)

Çektiklerimiz çekmemiz gerektiği gibidir ve bu düzen
değiştirilmeyecektir

(…)
(…) sen şimdi gereklisin bana artık adımı
bile yitirdiğim şu anda.”

agy s. 103, 106, 107, 109

“ARMAĞAN BİR GÜMÜŞ ŞİİR

Bütün bunların bir hiç olduğunu ve konuştuğum
dilin alfabesi olmadığını biliyorum

Hatta güneş ve dalgalar bile ancak acı ve sürgün
dönemlerinde çözebildiğin heceli bir yazıdır

(…)”

agy s. 110

“(…) Ey siz ağır iş düşkünleri. Mümkün
değil beni götürmeniz
başkalarının gittikleri yere. Hiçbir yere ait olmamak
için doğmuşum ben
(…)
Mucize çocukken çiçektir büyüyünce ölüm

(…)”

agy s. 113

Kargakara
1978 Ankara doğumlu, felsefe mezunu, öğretmenlik yapan başarısız bir yazar. Kendi blogumda da meraklısına bir şeyler paylaşıyorum.
http://bariskahraman78.wordpress.com

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.