Yecüc ve Mecüc
Daha ileride Şeytanın milletleri olarak tanımlanan Yecüc ve Mecüc’e raslarız ki Tanah’da[1] da geçen bu tabirle daha sonra Kuran’da da karşılaşılır: “Ve bin yıl tamam olunca, Şeytan zindanından çözülecektir; ve yerin dört köşesinde olan milletleri, Yecüç ve Mecüc’ü, saptırmak ve onları cenk için bir araya toplamak üzere çıkacaktır; onların sayısı denizin kumu gibidir.”[2] Aslında Yecüc ve Mecüc tabiri İbrahimi anlatının ırkçı ve ötekileştirici söyleminin satır aralarındaki ifadelerinden biridir. Öyle ki çeşitli mitolojilerde ve kültürlerde cüceler veya dev, şeytan, kavimler veya ülkeler olarak anılan Yecüc ve Mecüc muhtemelen kısa boyları ve kalabalık nüfuslarıyla diğer uluslar üzerinde korku oluşturan Doğu Asyalı topluluklarla ilgili türetilmiş mitler ve anlatılara dayanan bir tabirdir. Avrupa dillerine Gog ve Magog olarak geçen Yecüc ve Mecüc’ten Mecüc Tanah’da Nuh oğlu Yafet’in oğlu olarak yeryüzüne dağılan milletlerden birinin atası olarak; daha ilginci Yecüc ise Yakubun en büyük oğlu Ruben’in soyundan dolayısıyla İbrani soyundan biri olarak geçmektedir ki o da önce Yeni Ahit sonra da Kuran vasıtasıyla şeytani bir milletin atalarından biri durumuna gelecektir. Bunlardan Mecüc’ün (Magog) genel olarak “kuzey barbarları”na değinmek için kullanıldığı görünür, büyük olasılıkla da Magog’un bir kişi ile bağlantısı vardır. Magog halkı yetenekli savaşçılar olarak tanımlanmıştır. “Gog” ve “Magog” birlikte ilk defa, Hezekiel kitabında görünür: “Ey! İnsanoğlu, kendi yüzünü Gog’a karşı yönelt, Magog ülkesinden, prens Roş, Meşeç ve Tubal ve onun peygamberliğine karşı, ve sen söyle ki; Yani Rab Tanrı dedi ki: Bakın, ben size karşıyım, Gog, Roş, Tubal ve Meşheç prensi.”[3] Hezekiel kitabının devamında Tanrı kendi kavmi Yahudileri korkutmak için Yecüc’ü seferber eder: “Bundan dolayı, Âdem oğlu, peygamberlik et ve Goga de: Rab Yehova şöyle diyor: Kavmım İsrail emniyette oturunca, sen o gün öğrenmiyecek misin? Ve sen, ve seninle beraber birçok kavmlar, hepsi atlara binmiş, büyük bir cümhur, ve kuvvetli bir ordu olarak, şimalin sonlarından, kendi yerinden geleceksin; ve diyarı örtmek için bir bulut gibi kavmım İsrail’e karşı çıkacaksın; son günlerde vaki olacak ki, milletlerin gözü önünde sende takdis olunacağım zaman, ey Gog, onlar beni tanısınlar diye, seni kendi diyarıma karşı getireceğim. Rab Yehova şöyle diyor: Onlara karşı seni getireceğim diye o günlerde yıllarca peygamberlik etmiş olan kullarım İsrail peygamberleri vasıtası ile eski günlerde kendisi için söylemiş olduğum adam sen misin?”[4], “VE sen, âdem oğlu, Goga karşı peygamberlik et, ve de: Rab Yehova şöyle diyor: Roşun, Meşekin, ve Tubalın beyi Gog, işte, ben sana karşıyım; ve seni geri çevireceğim, ve seni ileri götüreceğim, ve şimalin sonlarından seni çıkaracağım; ve seni İsrail dağları üzerine getireceğim; ve sol elinden yayını ve sağ elinden oklarını vurup düşüreceğim. Sen, bütün ordularınla ve yanında olan kavmlarla, İsrail dağları üzerinde düşeceksin; yesinler diye her çeşit yırtıcı kuşa, ve kırın canavarlarına seni vereceğim. Açık kırda düşeceksin; çünkü ben söyledim, Rab Yehova’nın sözü. Ve Magog üzerine, ve adalarda emniyette oturanlar üzerine ateş göndereceğim; ve bilecekler ki, ben RABBİM. Ve kavmım İsrailin içinde mukaddes ismimi tanıtacağım; ve artık mukaddes ismimi bozdurmıyacağım; ve milletler bilecekler ki, İsrail’de Kuddûs olan RAB benim. İşte, geliyor, ve vaki olacaktır, Rab Yehova’nın sözü; söylediğim gün bu gündür. Ve İsrail şehirlerinde oturanlar çıkacaklar, ve silâhları ile ateş yakacaklar, ve onları, küçük kalkanı da büyük kalkanı da, yayı da okları da, el sopalarını da kargıları da yakacaklar, ve bunlarla yedi yıl ateş yakacaklar;”[5] Böylece Tanrı, Yahudileri kendisini kutsal kabul etmeleri için Yecüc’ü bir tehdit olarak öne sürdükten sonra kendi kavmi Yahudilere zaferlerini de müjdelemeden edemez: “Ve o gün vaki olacak ki, İsrail’de, denizin şarkında Geçiciler deresinde Goga kabir yeri vereceğim; ve oradan geçenleri o durduracak; ve orada Gogu ve bütün cumhurunu gömecekler; ve oraya Hamon-gog deresi denilecek. Ve memleketi temizlesinler diye İsrail evi yedi ay onları gömmekte devam edecekler. Ve onları memleketin bütün kavmı gömecek, ve onlara izzet bulduğum günde nam olacak, Rab Yehova’ nın sözü. Ve devam üzre memleket içinden geçecek adamlar, ve o geçenlerle beraber memleketi temizlemek için yerin üzerinde kalanları gömecek adamlar ayıracaklar; onlar yedi ayın sonunda araştıracaklar.”[6]
Kuran’a baktığımızda ise Yecüc ve Mecüc kavimlerinden Kehf ve Enbiya surelerinde Zülkarneyn adındaki kimliği belirsiz ve muğlak bir karakterin seyahatleri dolayısıyla bahsedildiğini görürüz. Peygamber olduğu tartışmalı ve anlatıda yaşadığı zaman belirtilmemiş olan Zulkarneyn için Kuran’da şöyle denilmektedir: “Gerçekten biz onu (Zülkarneyn’i) yeryüzünde iktidar sahibi yaptık ve ona ulaşmak istediği her şeyi elde etmesinin bir yolunu[7] verdik. Derken o da bu yollardan birini tutup gitti.”[8]–[9] Zülkarneyn kelimesi Arapçadır. Zü ve karneyn kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiştir. Zü, sahip ve malik demektir. Karn ise, boynuz, perçem, tepe, zaman, güneş anlamlarına gelir. Karneyn, karn’ın tesniyesi yani iki tanesi demektir. Buna göre Zülkarneyn kelimesi iki boynuz sahibi şeklinde tercüme edilir. Ancak, Kehf Suresindeki ayetler göz önüne alındığında “iki zaman sahibi” veya zaman yolcusu şeklinde bir tercüme de akla yakın gelmektedir ki yorumlarında çağdaş unsurları kullanan bazı modernist yorumcular O’nun gezegenler arası seyahat yapabilen bir zaman yolcusu olduğunu ileri sürmekten çekinmezler. Kuran’ın Kehf Suresi’nin Orhun Yazıtları ile olan birebir benzerliğine dayanarak Zülkarneyn’in Bilge Kağan veya antik çağda yaşamış bir başka Türk komutan veya Oğuz Kağan olduğu da iddia edilir. Türk efsanelerinde Türk hakanının gökten bir ağaç kovuğuna inen kızlarla evlenmesi; Türk adı ile kurulan ilk devletin uzayla ilgili bir ad ile kurulması (“Gök”türkler); bir efsanede dağa bakır dökülerek kapatılması; bir müddet sonra körüklerle eritilmesi ve yolun tekrar açılması; kadim Ortadoğu kazılarında şaşırtıcı şekilde bu kültüre ait izlerin bulunması; Muhammed’den nakledilen hadislerin bulunması gibi hususlar bu son iddiayı güçlendirmektedir.
Zülkarneyn karakterini, kelime anlamının çift boynuz sahibi olması nedeniyle (çift boynuzlu miğfer takan) Büyük İskender’e veya Ebu’l Kelam Azad, Muhammed Hüseyin Tabatabaî ve Nasir Mekarim Şirazi gibi tefsir alimleri tarafından Büyük Kiros‘a atfedilir.
Kuran’da kimlik tanımı flu çizgilerle yapılmış efsanevi bir komutan veya kral olduğu, Zülkarneyn’in demir işlemeyi bildiği göz önüne alındığında Demir Çağından sonra yaşadığı anlaşılır. Bazı görüşlere göre sınırları doğu ve batıda, olabilecek en geniş noktalara ulaşan bir devlet veya hükümranlığın başını temsil etmektedir. Başarılarının büyüklüğü kendisini Tanrı’nın desteklediği efsanesinin yerleşmesine yol açmıştır. Başındaki -savaşlarda kullandığı çift boynuzlu- kaska atfen Zülkarneyn (çift boynuzlu) ifadesi kullanılması ve hikâyenin buraya kadarki kısmı Büyük İskender ile uyumlu gözüktüğünden Kuran yorumcularının çoğu Zülkarneyn’in İskender olduğu sonucuna ulaşmıştır. Ancak hikâyenin diğer parçaları başka coğrafyalardan derlenmiş unsurlardan oluştuğundan İskender’in demir kitleleri ile inşa ettiği set Zülkarneyn Seddi/(Çin Seddi) ise seddi inşa edenin kimliği, seddin harcı ve kimlere karşı (Yecüc ve Mecüc) yapıldığı göz önüne alındığında yorumcularda kafa karışıklığı ortaya çıkmaktadır. Bu durum Zül-karneyn için sonu olmayan kimlik arayışlarına, hatta O’nun Muhammed’in kendisi olduğu iddialarına yol açmıştır.
İmdi Kuran’da Yecüc ve Mecüc’ün geçtiği Kehf suresinde Zul-karneyn’in kıssası şöyle gelişmektedir. Gezgin özelliği olan Zulkar-neyn önce dünyanın en batısına gider: “Nihayet güneşin battığı ye-re[10] vardığı zaman, güneşi, (sanki) kara bir balçıkta[11] batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz ona dedik ki: ‘Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi dav-ranırsın.’ ”[12] Zülkarneyn de bunun üzerine “Kim haksızlık ederse muhakkak ona azab edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, O da onu görülmemiş bir azabla cezalandırır. Amma her kim de iman edip iyi bir iş yaparsa, buna da en güzel mükâfat vardır. Biz ona dünyada kolaylık gösterir zor işlere koşmayız”[13]der ve anlaşılan bu kavmi kendi haline bırakıp bu defa doğuya doğru yolculuk eder. Kıssa surede şöyle devam eder: “Nihayet iki dağ arasına ulaştığında onların önünde, hemen hiç söz anlamayan bir kavim bulmuştu. Dediler ki: ‘Ey Zülkarneyn! Ye’cuc ve Me’cuc bu yerde fesat çıkarıyorlar. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed yapman şartıyla sana bir vergi versek olur mu?’ Dedi ki: ‘Rabbimin bana vermiş olduğu servet ve saltanat,[14] sizin vereceğiniz şeyden daha hayırlıdır. Bana maddi yardımda bulunun da sizinle onların arasına en sağlam seddi yapayım. Bana, demir kütleleri getirin.’ Nihayet dağın iki ucunu denkleştirdiği vakit: ‘Ateş yakıp körükleyin’[15] dedi. Demiri bir ateş koru haline getirince. ‘Bana erimiş bakır getirin, üzerine dökeyim’ dedi. Artık Ye’cuc ve Me’cuc bu seti ne aşabildiler ne de delebildiler. Zülkarneyn dedi ki: ‘Bu Rabbimin bir lütfudur. Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır. Biz o gün (kıyamet günü) onları bırakıvermişizdir. Dalgalar halinde birbirlerine girerler, Sûr’a da üfürülmüştür. Böylece onların hepsini bir araya toplamışızdır.’ ”[16]
Enbiya Suresi 96.-97. ayetlerde seddin yıkılması şöyle anlatılır: “Nihayet Ye’cûc ve Me’cûc (un seddi) açıldığı zaman, ki onlar her dere ve tepeden akın edip çıkarlar. Ve gerçek vaad yaklaştığında, işte o zaman kâfir olanların gözleri beleriverir. ‘Eyvah bizlere! Doğrusu biz bundan gaflet içindeydik, hayır biz zalim kimselerdik’ derler.”
İslam Peygamberinin bazı hadislerinde Yecüc ve Mecüc, kıyamet alametlerinden biri olarak geçer. Buhari’nin Zeynep Bint-i Cahş’ın naklinde belirttiği bir hadise göre Muhammed, “… vukuu yaklaşan bir şerden, büyük bir fitneden dolayı vay Arab’ın haline? Bugün Yecüc ve Mecüc’ün seddinden şunun gibi bir delik açıldı”diyerek başparmağını ve işaret parmağını halkalamış, bunun üzerine Zeynep kendisine, “İçimizde bu kadar Salih kimse varken biz helak olur muyuz?” diye sorması üzerine Muhammed: “Evet, Fısk-ı fücur, fuhş ve mas’iyet çoğaldığı zaman (helak olursunuz)” diye yanıtlamıştır.[17] Bir başka Hadis’e göre de Muhammed, bir gün akrep sokan parmağını bezle sararlarken “Düşman diye bir şey yok diyorsunuz. Fakat, sizler, yaygın suratlı, küçük gözlü ve kızıl saçlı bir millet olan Yecüc ve Mecüclerle karşılaşıncaya kadar düşmanla savaşmış olmayacaksınız. Bunlar giderek çoğalan ve yüzleri dövülü kalkana benzeyen kimselerdir” demiştir.[18] Yine başka bir hadiste Muhammed şöyle der: “Yaklaşan bir fitnenin şerrinden vay Arabın haline… Şu saatte Ye’cuc ve Me’cuc seddinden bir menfez açılmıştır.”[19] Bu kavmin çıkışı Mehdi‘nin çıkışından ve İsa Mesih’in sahte Mesih Deccal’i öldürmesinden sonra gerçekleşecektir. Yecüc ve Mecüc, Allah’ın kendilerine musallat edeceği bir tür ile helak edileceklerdir.
Hikâyeye göre Yecüc-Mecüc öylesine kalabalık bir topluluktur ki ırmakların ve göllerin suyunu içerek tüketebilirler. Hepsi birden tek bir insanın ölümü gibi ölecekler, öldüklerinde leşlerinin kaplamadığı bir karış yer bulunamayacaktır. Bunlara ne dağ dayanır ve ne de demir. Onların ikinci sınıfı da kulaklarının birini serer, ötekini de kendisine yorgan yapıp öyle yatar. Fil, yabani hayvan, deve ve domuz ne görürlerse yerler. Onlardan birisi öldüğünde de onu yerler, Onların bir ucu Şam’da, bir ucu Horasan’da olacaktır. Doğu nehirlerinin tümünü ve Taberiye Gölü’nü de içeceklerdir.
İslamiyet’in ilk yıllarından beri Yecüc ve Mecüc hakkında pek çok yorum yapılacak ve bunların hepsini eleştiren Al-Bağdadi, Lübab üt-Te’vil fi maani-t Tenzil adlı kitabında Yecüc ve Mecüc’ün Türkler olduğunu savunarak şöyle diyecektir: “(Ye’cuc) sözcüğünün aslı, ateşin şeraresi ve ışığı anlamına gelen Ecic ünnar maddesindendir; onların bu adla çağırılmalarının nedeni ise, kesret ve şiddetleri itibariyle Ecic’e benzetilmelerindendir. Neslen Yafes İbn Nuh evladındandırlar ve Türkler de onlardandır; rivayete nazaran bunlardan bir taife çapula çıkmıştı; o sırada Zülkarneyn seddi inşa ettiğinden o taife sed haricinde terk edildiler.” Devamında al-Bağdadi kendince Türkleri epeyce kötüleyerek tarif ettikten sonra daha da ileri giderek Yecüc ve Mecüc’le Türkleri kastederek Türklerin, “Hazret’i Adem’in ihtilam olup nurfesi toprağa karışan sudan”yaratıldığını söyler ve ekler: “Bu nedenle (Türkler) bizimle ana cihetinden olmayıp yalnız baba tarafından birleşirler…”[20] Aynı minval üzere Kuran yorumcularından en büyüklerinden biri olarak kabul edilen al-Beyzavi de (Ebu Said Abdullah İbn Ömer) Envar-ül Tenzil ve Esrar-Ütü Te’vil adlı yapıtında Kehf ve Enbiya sürelerini yorumlarken şöyle yazacaktır: “Bunlar Yafes İbni Nuh’un oğlundan türemiş iki kabiledir ve rivayete nazaran Ye’cuc’ler Türklerdir. Me’cuc’lar da Cebel halkındandır.”[21]
İbn Hordadbeh, IX. Abbasi halifesi el-Vâsık zamanında (842-847) halifenin elçisi ve çevirmen Sallam’ın Orta Asya üzerinden Yecüc ve Mecüc seddine kadar yolculuğuna bir eserinde değinmiştir. El-Vâsık rüyasında seddin yıkıldığını görür ve Sallam’a gidip Yecüc ve Mecüc kavimlerinin durumunu araştırmasını ister, Sallam gidip Sedd’i yerinde görür ve istilacı kavmin seddin diğer tarafında olduğunu halifeye bildirir. Her iki kaynakta kastedilen Yecüc Mecüc Seddi, Çin Seddi’dir.
Kâşgarlı Mahmud tarafından Bağdat’ta 1072-1074 yılları arasında yazılan Divânu Lügati’t-Türk’te bulunan bir haritanın en doğusunda yarım daire görünümlü kalın bir kırmızı şeritle ayrılmış “Ye’cûc ve Me’cûc ülkesi” (Ar. Arz-ı Ye’cüc ve Me’cüc) ve hemen yanına “Sedd-i Zü’l-Karneyn” yazılmıştır.
14. yüzyılda Müslüman gezgin İbn Battuta, Çin’e gider ve Zeytun (Çince: 泉州, Quánzhōu) kentinde Müslüman tüccarlardan oluşan büyük bir toplulukla karşılaşır. Seyahatnâme’sinde, Zeytun ile Yecüc ve Mecüc Seddi arasında altmış günlük yolculuk olduğunu belirtir. İbn Battuta seyahat günlüğü notlarında, Zülkarneyn Seddi (veya Yecüc ve Mecüc Seddi) ile Çin Seddi’ni kastetmektedir.
Ali Şîr Nevaî, Hamse eserindeki Sedd-i İskenderî bölümünde Zülkarneyn’i, İskender’e atfeder.
Sonuç olarak Kuran’da Zülkarneyn ile bağlantılı anlatılan Yecüc-Mecüc’ün kimliği de Zülkarneyn gibi karanlık ve belirsizliklerle doludur. Sami kaynaklı dini kaynaklar ve bunların yorumlarında anlatım karanlık, abartılı, masalımsı ve korkutucudur. Yecüc ve Mecüc anlatıları Tanah nüshalarında milletlerin soylarıyla ilgili olarak verilen efsanevi bilgilere daha sonraki devirlerde, Tanah yorumcularının, İncil, Kuran, hadis ve tefsir yazar ve yorumcularının katkılarıyla eklenen öğelerle uzun ve içinden çıkılamaz niteliklere bürünmüştür. Türkler,[22]Moğollar, İskitler, Çinliler, Kırgızlar gibi Sami ırkları korkutan ırklar bu anlatımlarda tasvir edilmişlerdir. Ancak anlatılanların hiçbirisi belirli bir ırkı tarif etmemekte ve anlatımlar muhtemelen seyyahların abartıları yanında korkutucu ve ilginç olması istenen masal unsurlarıyla beslenen çelişkiler yumağını andırmaktadır. Fakat burada esas olan asıl nokta Yecüc ve Mecüc hikâyesiyle gözler önüne serilen ırkçılıktır. Tanah’a baktığımızda zaten Yahudiler, Tanrı’nın sevdiği kavimdir; diğerleri onun yüzü suyu hürmetine ve onunla ilgisinde bir değer kazanır ya da kazanmaz. Çoğu zaman Yecüc ve Mecüc gibi Yahudilerin sınanması, tehdit edilmesi ya da cezalandırılması için bir araç niteliğindedirler. Her ne kadar Hıristiyanlığa geldiğimizde İbrahi-mi anlatıda Tanrı’nın bütün milletlerin Tanrısı olması gibi bir kırılma noktası olsa da nihayetinde İbrahimi anlatının doğasında yer alan ırksal ayrımcılık bir şekilde Yecüc ve Mecüc kavramıyla sürecek; nihayet bu sefer kavimsel olmasa bile inançsal ayrılık bakımından Hıristiyan olmayanlar ötekileştirilecektir. Bunun en basit sonuçlarından biri de haçlı seferleri olacaktır. İbrahimi anlatının Kuran kısmına geldiğimizde bu tavrın Arap milliyetçiliğiyle iç içe geçtiğini görürüz. Yecüc ve Mecüc buz dağının sadece görülen yüzüdür, ki bu kıssa bize Tanrı’nın bazı kavimleri baştan kötü kabul ettiğini ve onları doğru yola çevirmeye bile çalışmadığını gösterir. Kıssada bazı kavimler Zülkarneyn’in insafına terk edilmekte; Yecüc ve Mecüc ise Tanrı’nın kendilerine biçtiği kıyamet alameti olan canavarlar rolünü oynamaktan başka yolu olmayan bir kavim olarak tasvir edilmektedir. Tıpkı Şeytana da bu hikâyede ayartıcı rolünün biçilmesi gibi. Zaten daha sonra da göreceğimiz gibi Tanah’da olduğu gibi Kuran’da da bazı milletler topyekûn günahkârdırlar ve Tanrı insanları bireysel olarak muhatap almaz; insan her zaman kavminin içinde kaybolup gitmektedir. Yani kötü olan hep kavimlerdir; birey de o kavme dahil olduğu için otomatik olarak kötü olacaktır. Sonuç olarak birey topluluklara seslenen Tanrı karşısında çaresiz bir durumda gibidir çoğu zaman. Zaten Âdem’in yaptıkları yüzünden bütün insanlık lanetlenmemiş midir? Bir kavim Tanrı’nın gazabına uğradığında uğradığında orada olan çoluk çocuk da sırf o kavmin üyesi olduğu için katlonulmamakta mıdır?
[1] Tekvin 10:2; I. Tarihler 1:5, 5:4 ; Hezekiel 38:2, 39:6.
[2] Vahiy 20:8.
[3] Hezekiel 38:2,3. Aslında bu kitapta ilk defa beraber olarak geçen Yecüc ve Mecüc tabirinin Vahiy’de tekrarlanması bir tesadüf değildir. Büyük ihtimalle Yuhanna, Vahiy kitabını yazarken yine bir apokaliptik metin olan Hezekiel’den oldukça esinlenmiştir. Çünkü Vahiy kitabı Hezekiel’le büyük benzerlikler taşımaktadır.
[4] Hezekiel 38: 14-17.
[5] Hezekiel 39:1-9.
[6] Hezekiel 39:11-14.
[7] İbni Abbas, Mücahid, Sa’id b. Cubeyr, ‘İkrime, Katade ve Dehhak’a göre (ki bunların hepsinden İbni Kesir nakletmiştir), “her şeyi elde etmesinin bir yolu” tabiri, bu anlam örgüsü içinde, belirli bir amaca ulaşmak için başvurulması gerekli doğru ve meşru vasıtaya/araca ilişkin bilgi anlamındadır.
[8] Yani doğru/meşru bir amaca ulaşmak için dahi gayrimeşru araçlara başvurmadı.
[9] Kehf 84,85.
[10] Razi gibi bazı İslam yorumcularına göre burada Zülkarneyn’in ‘yolculuğu sırasında batıya doğru varabileceği en uzak nokta’ kastedilmiştir.
[11] Yahut: “derin bol bir suya” – ki bu karşılık, pek çok lugatçıya göre (başta Tacu’l Arus) birincil anlamı “kaynak/göze” olan ayn sözcüğünün anlamlarından biridir. Bazı ilahiyatçılar bu ifadenin mealini, Razi ve İbni Kesir’in bu ifadeyi güneşin batarken denize dalıp kayboluyor gibi gözükmesinin mecazi bir ifadesi olarak yorumlamasından ötürü “ona… dalıyor gibi göründü” şeklinde meal etmeyi uygun görürler. Hatta Razi bu göz aldanmasının bilimsel olarak doğru bir biçimde dünyanın küre şeklinde olmasından ileri geldiğini de belirtmiştir, ki ona göre bu açıklama 915 ya da 916 yılında ölen ünlü Mutezili alim Ebu Ali el-Cubba’i’nin halen kayıp olan tefsirinde de bu şekilde yer almıştır. Bütün bu zorlama tefsirler karşısında bize göre en mantıklısı bu ifadenin o zamanlar dünyanın küre şeklinde olduğuna dair coğrafi bir bilgi bulunmadığından güneşin batışıyla ilgili dönemin ya da Muhammed’in bilim dışı bir tahayyülü olmasıdır.
[12] Kehf 86.
[13] Kehf 87,88.
[14] “Rabbimin bana vermiş olduğu servet ve saltanat” (mekkenni) ifadesi burada olduğu gibi genellikle, ona verilen güç ve zenginlik olarak tefsir edilmiştir; ama bazı müfessirlerce, bu ifade –Zülkarneyn meselinin özünde yatan ahlaki mesajlar göz önünde bulundurularak- dünyevi zenginliklerden çok, Allah’ın bahşettiği doğru yol bilgisini, yani hidayeti işaret etmektedir.
[15] Ya da “Üfürün”.
[16] Kehf 93-98
[17] Sahih-i Buhari Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, C9, s. 95,96
[18] Kanz al-Ummal fi subut sunan Al-Akval va’la’fal, Al- Muttaki, Bulak, 1286 VI,204; İngilizce çeviri, Lewis, II. s. 197. İlhan Arsel’e göre Muhammed’in Yecüc ve Mecüc olarak tanımladığı ırk Türklerdir (İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler, İnkılap Kitabevi, İstanbul, 1987, s. 34,35). Buna dayanak olarak şu hadisi gösterir: “… Küçük gözlü, kırmızı yüzlü, basık burunlu, ve suratları kalın deriden yapılmış kalkanlara benzeyen (yayvan suratlı) Türk’lere karşı savaşmadıkça hüküm günü gelmeyecektir. Ve hüküm günü gelmeyecektir, ta ki sizler kıvrık kıldan yapılmış sandal giyen bir millete karşı savaşana kadar” (Bkz. Buhari, Sahih, Ed. L. Krehl, Leiden 1862-1908, III, 177: Kitab-ı Cihad, Bab 95,96; Kitab-ı Manakib, Bab 25; Müslim, Sahih, Kahire 1238, Cilt V; Kitab-ı Fitan, Hadis no. 63,64,66). Buhari’nin Arapçadan Fransızcaya çevirisi için bkz. El-Bokhari, Les Traditions İslamiques, (Par O. Houdes et W Marçais; Paris MDCCCVIII, Tome II, 322,323; ayrıca bkz. Tome I ve Tome III). Ayrıca bkz. Arap Coğrafyacısı Abu Zayd Ahmed b. Sahl al- Belhi (Balhi)’nin (ölümü 934) Kitab al-bad’ va’l-tarih adlı yapıtı. Mutahhar b. Tahir al-Makdisi tarafından yazılmış fakat al-Belhi’ye izafe edilmiş bu kitabın Fransızca çevirisi için bkz. Le Livre de la Creation et de L’Histoire de Motahher Ben Tahir al-Maqdisi, Attribue a Abou Zeid Ahmed Ben Sahl el-Balkhi (Çeviri M. Cl. Huart, Tome VI, Paris 1919, s. 58). Danişmend gibi bazı Türk yazarlar Yecüc ve Mecüc’ün Türklere izafe edilmesinin İslam’ın özüyle ilgili olmayıp bunun Arap yazarların Türk düşmanlığını yaymak için yaptıkları bir girişim olarak görmüşlerdir: “… Tıpkı (Yahudi ve Hıristiyan müfessirler gibi) Müslümanlıktan sonra Yahudi hurefatının varisi olan ve eski yüzyılların İsrailiyatını İslami şekiller altında idame eden Arap yazarları da maatteesüf hiçbir zaman sönmeyen milli duygularının etkisiyle Ye’cüc ve Me’cuc’a ait muayyelatı büyük bir memnunlukla derhal Türk ırkına uygulamakta tereddüd etmediler…” (bkz. İsmail Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Olmuştur, Okat Yayınları, İstanbul 1959, s. 112-113). Lakin İlhan Arsel’e göre bu görüş mesnetsizdir; çünkü bu hadisi Türkler sözcüğüne yer vermeden yayınlayan Diyanet İşleri Başkanlığı dahi her ne kadar Dahhak, Süddi ve Katade gibi yorumcuların görüşüne dayanarak Zülkarneyn’in karşılaştığı kavmin Türkler olduğunu söyleyerek sanki Türklerin Yecüc ve Mecüc’e karşı sed inşa ettiklerini belirtirse de (Sahih-i Buhari Mustasarı, 2. baskı, C.9, s. 95-100 ve diğer) Yecüc ve Mecüc ile Türkleri babaları Yafis olan kardeş ırklar olarak tanıtarak kendisiyle çelişmiştir.
[19] Sahih-i Buhari Mustasarı, Tecrid-i Sarih Tercemesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2. baskı, C.9, s. 95-100 ve diğer.
[20] Al-Bağdadi, Lubab üt- Te’vil fi maanı-t Tenzil (Mısır 1341), C. III, s. 249; bu konuda bkz. İsmail Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Olmuştur, (Okat Yayınları, İstanbul 1959, s. 115). Anlaşılan al-Bağdadi’ye göre Türkler diğer ırklar gibi Havva’dan dahi gelmeyip âdem ve ‘toprak ana’nın çocuklarıdır.
[21] Bkz. Leipzig 1848 tarihli baskısı. Kitapta, Kuran’ın Kehf Suresi’nin 94. ve 97. ve Enbiya Suresi’nin 96. ayetlerinin yorumları. Ayrıca Bkz. İsmail Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Olmuştur, Okat Yayınları, İstanbul 1959, s. 117.
[22] İlhan Arsel, Arap Milliyetçiliği ve Türkler adlı eserinde bu tezi derinlemesine incelemiştir. İlhan Arsel’e göre Yecüc ve Mecüc sözcükleriyle Muhammed’in Türkleri kastetmiş olduğu İslami inanç niteliğindedir. İlhan Arsel bu görüşlerini al-Bağdadi, al-Taberi, al-Belhi, al-Beyzavi, Abdullah İbni Ahmet in-Nesefi, İbn Haldun, Mecdudin İbn-il Esir, ad-amiri, Şihabuddin Ahmet in-Nüveyre, Yakut-i Hamevi ve al-Utbi gibi İslam düşünürlerine dayandırır. Hatta Arsel’in aktardığına göre Mecdudin İbn-il Esir’e göre Türklere tekabül eden Yecüc ve Mecüc neredeyse insan bile değildir: “Bir rivayete göre Nesnas ile Ye’cuc ve Me’cuc’dur… Bazı hususlarda insana benzemeyen birtakım yaratıklardır ve Adem ve evladından değillerdir.” (İsmail Hami Danişmend, Türk Irkı Niçin Müslüman Olmuştur, Okat Yayınları, İstanbul 1959, s. 121) Arsel’e göre, Türk kuşaklarını yetiştiren din adamları da bu inancı sürdürmüşlerdir, ki Yecüc ve Mecüc’ün Yafis’in zürriyetinden geldiğine dair Türk tarihçi, bilgin ve din adamları arasında görüş birliği vardır. Bu görüşe göre Nuh’un oğlu Sam’dan Sami ırkı (Araplar ve Yahudiler); Ham’dan Zenci ırkı çıkmış; Yafes’in ise Türk, Hazer, Yecüc ve Mecüc adında oğulları olmuştur, ki Hamdullah Mustavhi İbn Kazvini’nin Tarih-i Güzidaadlı yapıtında Türk’ten sekiz kuşak sonra MÖ 2824’te Oğuz doğmuştur. Yani bu ortak kanaate göre Yecüc ve Mecüclerle Türkler ortak atadan gelmedirler. Arsel Yecüc ve Mecüclerin Türk olduğu savını Osmanlı bilginlerinden Kaamus çevirmeni Asım Efendi ile Ahteri Mustafa Efendi’nin de işlediğini yazar. Arsel’e göre Muhammed’in Yecüc ve Mecüc’ü Türklerle bir tutması ilerideki Arap fetihleri için Türk düşmanlığı fikrini yaratmak içindir. Muhammed bir hadisinde, “Türkler size ilişmedikçe siz de Türklere ilişmeyin” demişse de bu ihtiyatlı sözlerin ardından şöyle devam etmiştir: “çünkü severlerse sizi yerler, sevmezlerse gebertirler” (Buhari, Manakib; al-Suyuti, al-La ali al-Meşnua, CI, s.440. Ayrıca Abu Davud ve İbn Hacar’ın yapıtları).